BATI EDEBİYATINDA AKIMLAR II Dersi Sürrealizm soru detayı:
SORU:
Sürrealizmin etkilendiği psikanalitik kuram nedir? Kısaca açıklayınız.
CEVAP: Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un din, aşk, cinsellik, insanın gelişimi, ölüm vb. hakkındaki kuramsal görüşleri, kendisinden sonra psikiyatrinin yanı sıra diğer disiplinleri de derinden etkilemiştir. Sanat ve edebiyat da bu etkiden payını almıştır. Freud, nevroz kökenli bozuklularda cinsellikle ilgili kaygıların yattığı tezi ile ilgilenir. Geleneksel hipnozla tedaviyi de bırakarak psikanalize geçer ve serbest çağrışım yöntemiyle hastalarını keşfe çalışır.
Serbest çağrışım, hastanın kendi hâline bırakılıp aklından geçenleri anlamlı ya da anlamsız, uygun ya da değil, önemli ya da önemsiz fark etmeksizin sıralamasını sağlamaktır. Böylelikle problem ortaya çıkacaktır. (İleride sürrealistlerin buna benzer bir yöntemi kullandıklarını bir anlamda Freud’un hastaları gibi davrandıklarını göreceğiz.) Freud, kişiliğin gelişiminde çok önemli rol oynayan hatta ruhsal bozukluklara sebebiyet veren bu unutulmuş anıların bilince çıkmasını engelleyen gücü “direnme”, sarsıntının ardından olayın unutulma sürecini ise “bastırma” olarak adlandırır. Bu bakımdan bastırılan şeyler insanın ahlâkla bağdaşmayan arzularıdır ama her ne kadar bastırılırlarsa bastırılsınlar yanlış davranış, unutkanlık ya da düşler vasıtasıyla bir şekilde bilinç düzeyine çıkarlar.
Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.
Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.
Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un din, aşk, cinsellik, insanın gelişimi, ölüm vb. hakkındaki kuramsal görüşleri, kendisinden sonra psikiyatrinin yanı sıra diğer disiplinleri de derinden etkilemiştir. Sanat ve edebiyat da bu etkiden payını almıştır. Freud, nevroz kökenli bozuklularda cinsellikle ilgili kaygıların yattığı tezi ile ilgilenir. Geleneksel hipnozla tedaviyi de bırakarak psikanalize geçer ve serbest çağrışım yöntemiyle hastalarını keşfe çalışır.
Serbest çağrışım, hastanın kendi hâline bırakılıp aklından geçenleri anlamlı ya da anlamsız, uygun ya da değil, önemli ya da önemsiz fark etmeksizin sıralamasını sağlamaktır. Böylelikle problem ortaya çıkacaktır. (İleride sürrealistlerin buna benzer bir yöntemi kullandıklarını bir anlamda Freud’un hastaları gibi davrandıklarını göreceğiz.) Freud, kişiliğin gelişiminde çok önemli rol oynayan hatta ruhsal bozukluklara sebebiyet veren bu unutulmuş anıların bilince çıkmasını engelleyen gücü “direnme”, sarsıntının ardından olayın unutulma sürecini ise “bastırma” olarak adlandırır. Bu bakımdan bastırılan şeyler insanın ahlâkla bağdaşmayan arzularıdır ama her ne kadar bastırılırlarsa bastırılsınlar yanlış davranış, unutkanlık ya da düşler vasıtasıyla bir şekilde bilinç düzeyine çıkarlar.
Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.
Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.