TEMEL İNSAN HAKLARI BİLGİSİ II Dersi İnsan Hakları Kavramının Tarihi Gelişimi soru detayı:

PAYLAŞ:

SORU:

Yeni Çağ'da ön plana çıkan "zulme karşı direnme" hakkı ve Locke'un toplumsal sözleşme modeli ne anlama gelmektedir?


CEVAP:

Zulme karşı direnme hakkına göre, kraldan birtakım temel hak ve özgürlükler talep edildiğinde kral bu taleplere olumlu yanıt vermelidir. Aksi hâlde kral doğruluktan ayrılmış olur. Böyle bir durumda da halk için krala karşı direnme bir hak olmaya başlar. Doktrin çoğunlukla, fertlere baskı ve zulüm karşısında hürriyetlerini koruma için son çare olarak direnme (icap ettiği takdirde kuvvet kullanmayı da içeren) yoluna başvurma hakkını tanımaktadır. Zulme karşı direnme hakkını bir siyasal görüş ve spekülasyon konusu olarak ilk defa Orta Çağ Hristiyan felsefesi ortaya atmıştır. St. Thomas Aquinas zalimlerin öldürülmesi görüşünü benimsememekte fakat buna karşılık zulme karşı direnme hakkını açıkça tanımaktadır. Yeni Çağ’da ise direnme hakkının baş savunucusu Locke’tur. Locke, halkın direnme hakkını, toplum sözleşmesinin bir sonucu olarak görür. Günümüzde Georges Burdeau direnme hakkını idare edenlerin iktidarını sınırlayan ve hürriyetlerin korunmasını sağlayan vasıtalardan biri saymaktadır. Teorideki gelişim böyle iken pratikte zulme karşı direnme hakkı ilk defa resmen 4 Temmuz 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirisinde görülür. Daha sonra 1789 Bildirisi bu hakkı, hürriyet, mülkiyet ve güvenlikle birlikte, insanın “doğal ve zaman aşımına uğramaz” haklarından saymıştır. Lakin daha sonraki 1793 Haklar Bildirisinin direnme hakkı konusundaki ifadeleri çok daha açık ve kesindir. Bildiri direnme hakkını insan haklarının bir sonucu olarak belirtmiştir (Kapani, Kamu Hürriyetleri, s.301-310). Locke’un toplumsal sözleşme modeli toplumsal sözleşme öğretileri arasında en geçerli olanıdır (Kapani, Kamu Hürriyetleri, s.30). Kendisinden önce ve sonra gelen diğer sosyal sözleşmeciler gibi, Locke da hareket noktası olarak “tabiat hâli”ni alır. Fakat Locke’un tabiat hâli insanlar arasında devamlı mücadelenin hüküm sürdüğü bir vahşet ve anarşi hâli değildir. Bu doğal ortamda herkesin birtakım doğal hakları vardır. Bunların en başında hayat ve özgürlük hakları gelir. Ayrıca mülkiyet de temel haklar arasındadır. Kişiler sahip oldukları bu hakları korumak için kendi davasının yargıcı olduğundan, bunun doğurduğu sakıncaları gidermek üzere bir yönetim kurmak durumunda kalmışlardır (Locke, s.706). Ancak aktarılan cezalandırma hakkıdır. Yoksa bu aktarma bireyin özgürlük ve mülkiyet haklarını kapsamaz (Gemalmaz, s. 50). Bireyin doğal ortamda sahip olduğu hakları siyasal erkin hem gerçekleştirmesi gereken amaçları hem de müdahale yetkisinin sınırlarıdır. Locke, sosyal sözleşmeyi, her iki taraf için de uyulması zorunlu hükümler taşıyan, her iki tarafa da karşılıklı yükümlülükler ve bunları yerine getirilmemesi hâlinde feshi mümkün olan (Bu fesih egemen gücün kendi üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmemesi hâlinde meşru direniş hakkı olarak gerçekleşebilir. Çünkü “eğer hukuk bir diğer kişinin zararına olarak çiğnenirse hukukun sona erdiği yerde, tiranlık başlar. Ve yetkili olan kişi kendisine yasanın tanıdığı yetkileri aşar ve yetki alanı çerçevesindeki gücünü, yasanın cevaz vermediği biçimde kendisine tabi olanlar üzerinde onları kuşatmak üzere kullanırsa karar verici olması sıfatı sona erer ve yetkisiz tasarrufta bulunma, herhangi bir başka kişi tarafından direniş ile karşılanabilir.” Gemalmaz, s. 50-51) gerçek bir sözleşme olarak kabul etmektedir (Kapani, Kamu Hürriyetleri, s.32). Locke’un siyasal iktidarın kaynağını, topluluğu meydana getiren fertlerin rızalarına dayandırmakla, halkın iradesinin en üstün irade olduğu, yani egemenliğin halkta bulunduğu sonucuna vardığı düşünce tarzı onu izleyen yüzyılda geniş yankılar yaratmıştır. Gerek Amerikan gerekse Fransız İnsan Hakları Bildirileri üzerinde hiçbir düşünürün etkisi Locke’un etkisi kadar büyük olmamıştır, diyebiliriz (Kapani, Kamu Hürriyetleri, s.33).