TEMEL İNSAN HAKLARI BİLGİSİ II Dersi İnsan Hakları Kavramı ve Kökeni soru detayı:

PAYLAŞ:

SORU:

Yeniçağ düşünürü olan John Locke'un hukuk hakkındaki görüşleri nelerdir?


CEVAP:

1632 yılında, İngiltere’de doğmuştur. Oxford Üniversitesinde okumuş, hekimlik mesleğini tercih etmiştir. Bunda sağlık durumunun zayıf olması da etkili olmuştur. Lord Ansley hekimliği ve danışmanlığına atanmıştır. Bu dönemde İngiltere’de kralın yetkilerinin artırılmasına çalışanlarla, azaltmaya çalışanlar arasında mücadele vardı. Kralın yetkilerini sınırlandırmaya çalışanlar Lord Ansley’i de saflarına katmışlardır. Bu çekişmelerden dolayı Locke göç etmek zorunda kalmıştır. 1688’de iktidar değişikliği üzerine Lord Anşley de Locke da İngiltere’ye geri döndü. 5 yıllık sürgün hayatınının geri dönüşünde uygar yönetim üzerine iki deneme çalışması hazırlamıştır. İnsan haklarının felsefi temeli kabul edilen doğal hukukun on sekizinci yüzyılda ortak bir düşünce hâline gelmesinde John Locke’un katkılarından bahsetmemek yanlış olur (Akad-Vural Dinçkol, s. 110-111; Akın, s. 126-129; Aydın, s. 152-158). İngiliz filozofu Locke’a göre insanların doğal durumlarında, yani sivil-siyasal duruma geçmeden önce, zaten sahibi oldukları doğal haklar, kişilere devletleri karşısında korunmuş bir özel alan sağlamaktadır. Toplumsal sözleşme fikrini savunan Locke’a göre insanlar doğal ortamlarında özgürce yaşamaktadırlar. Ne var ki bu doğal yaşam sırasında insanlar kendi davalarının yargıcı da olduklarından toplum yaşamının sağlıklı devamı açısından bazı sakıncalar doğmaktadır. Bu sakıncaları gidermek üzere insanlar anlaşarak, bir yönetim kurup cezalandırma haklarını bu üstün otoriteye devretmişlerdir. Fakat bu hak devri cezalandırma hakları ile sınırlı kalmalıdır. Bireyin özgürlükle gelen mülkiyet ve doğal yaşamdan kaynaklanan diğer hakları sözleşme ile kurulan devlete geçmez. Locke’a göre bireyin bu doğal hakları siyasal otoritenin hem gerçekleştirmesi gereken amaç hem de müdahale yetkisinin sınırıdır (Akad-Vural Dinçkol, s. 111114; Gözlügöl, s. 43). Doğal hakların korunması fikrine dayanan Locke’un toplumsal sözleşme fikri bazı noktalardan Stoacıların ve St. Thomas’ın fikirlerine benzemektedir. Locke bu görüşünü erkler ayrılığı fikri ile desteklemiş, yasama ve yürütme organlarının görevinin sadece vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamak olduğunu söylemiş ve hak ve özgürlükleri korumakla sınırlı olacak bir devlet şekli öngörmüştür (Ünal, Temel Hak ve Özgürlükler ve İnsan Hakları Hukuku, s.31). O zamana kadar sınırsız olan devlet gücünü sınırlandırmayı ve insanları baskıdan korumayı amaçlayan bu doktrine göre devlet kendi yarattığı hukuktan önce var olan doğal hukukla bağlıdır ve insanların bu hukuktan kaynaklanan doğal haklarına saygı göstermek zorundadır (Kapani, İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları, s.19; Akın, s. 139). Siyasal iktidarın kaynağını, bu fikirleri ile topluluğu meydana getiren fertlerin rızalarına dayandırmakla Locke halkın iradesinin en üstün irade olduğu, yani egemenliğin halkta olduğunu savunmaktadır. Halk aslında kendisine ait olan egemenliğin kullanılmasını, bir akitle devlete ve ona idare edenlere bırakır (Kapani, Kamu Hürriyetleri, s.33). Bu düşüncesi ile Locke için denilebilir ki bireyi ve onun haklarını sisteminin temeline koymaktadır. Locke’a göre devlet; “insanların yalnızca kendi sivil çıkarlarını ilerletmek, kazanmak ve korumak için oluşturdukları bir toplumdur” (Karaşahan, s. 21). Locke’un düşüncelerine insan hakları boyutundan yaklaşacak olursak gerçekten de insan hakkı düşüncesinin bizzat kendisi belirli bir bireyciliği gerektirir. Hakkın ve bunlara dayanan taleplerin esas itibariyle hak sahibinin denetiminde bulunduğu olgusu bireycilikle yakından ilgilidir. Locke’un bireyciliği ön plana çıkarmasına getirilen eleştirilerin ortak noktası insan olarak var olmanın toplumsal yönlerinin ihmal edildiğidir. Fakat söylenebilir ki bireycilik hem devletin vatandaşı olan hem de sosyal ekonomik ve siyasal örgütlerin bir üyesi olan bireyi bu güç odaklarına karşı korumaktadır. Bu bakımdan Locke bireyi ahlaki dünyanın merkezi ve menşei olarak kabul eder (Donnelly, s. 100-101). Locke, hayat, hürriyet, mülkiyet haklarını başlıca doğal haklar saymıştır (Güriz, s. 203). Locke da insan doğası düşüncesinden hareket eder. İnsanlığın her zaman ve her yerde geçerli olan değişmez bir anlaşması olduğunu, bunu da kendisi, Tanrı ve kendi dışındaki varlıklar üzerine düşünen birini göreceğini iddia etmektedir. Her şeye gücü yeten Tanrı üzerine veya her zaman ve her yerde olan insanlığın tümünü değişmeyen anlaşması üzerine hatta kendisi veya kendi vicdanı üzerine düşünen hiç kimse insanın kendisine uygulanabilecek herhangi bir yasadan bağımsız olabileceğine inanmaz, demektedir. İnsan tek başına yaşamak için yaratılmamıştır. Toplum içinde yaşamak zorundadır. İlk toplumu kadın-erkek beraberliği oluşturmaktadır. İnsan doğal olarak eşit ve özgürdür. Tam bir özgürlük ve eşitlik doğal durumda söz konusudur. Fakat güvencesiz bir ortam bulunmaktadır. Toplumsal yaşam güvenliği garanti etmektedir. Locke doğal haklarla donatılan bireyi ve bu bireyin haklarını korumak zorunda olan devleti düşüncesinin temeline oturtmuştur. İnsanların insan olmak bakımından aynı değere sahip olmalarından dolayı aynı haklara sahip bulunduklarını insan aklının yardımıyla, herkese bu hakları sağlayacak devletin oluşumu için bir sözleşme yaptıklarını savunmaktadır. Devletin nitelikleri konusunda da herkesin doğuştan sahip olduğu özgür ve eşitlikçi liberal demokratik devletin gerekliliğine inanmaktadır. Locke hak ile yasa arasında bir ayrım yapar; hak, bir şeyi kullanma özgürlüğüne sahip olduğumuzu ifade eder; yasa ise bir şeyi yapmayı ya emreder ya da yasaklar. Aristo’nun yaptığı yasal adalet, doğal adalet ayrımı da Locke’un benimsediği görüşlerdir. Doğa yasasına itiraz edenlere; bütün insanların akılla donatıldığını kabul eder ve doğa yasası akılla bilinebilir ama bu onun herkes tarafından bilindiği anlamına gelmez, der. Doğa yasasının diğer bir kanıtı da insanların vicdanıdır; doğaldır, yazılı değildir. Locke her şeyin yasaya bağlı olduğu bir dünyada yalnızca insanın yasalardan bağımsız olamayacağını, bütün varlıkların kendi varlıklarına uygun varoluş ve işleyişlerine uygun, değişmez yasaların olduğunu belirtir. Doğa yasası olmasaydı, insanlar arasında toplumsal bir ilişki ve anlaşma olmazdı. Bu da doğa yasasının bir diğer ispatıdır, der. Locke doğa yasası olmaksızın iyiliğin de kötülüğün de olamayacağını, o zaman ne iyiliğin ödülü ne kötülüğün cezası olabilecektir, der. Bu, suçun da suçlunun da olmaması demektir. Doğa yasası her zaman ve her yerde geçerli olan, değişmez, insanların neyi yapıp neyi yapmamaları gerektiğini gösteren, akılla bilinebilen ama bilinmesi zorunlu olmayan, yazılı olmayan, bağlayıcı olan, akılla ışığı bulanların görebileceği pozitif yasalardan üstün olan, olması zorunlu olan bir yasadır, demektedir. Doğa yasasının bilgisi için doğanın insana verdiği aklın kullanılması gerekmektedir. İnsanların çoğuna akılları tarafından rehberlik edilemediğini, bu insanların kendi düşünceleriyle değil,başkalarının kuralları yönlendirmeleri, fikir ve önerileriyle hareket ettikleri söylenmektedir (Işıktaç, s. 155-156; Bal, s. 19-20). Locke üç tür bilgiden söz eder; • Doğuştan bilgi, • Gelenek, • Duyu deneyi (doğa yasasının bilgisinin temeli olarak görülür). İnsanlar doğada kimseden izin almadan ve başka birinin iradesine bağlı olmadan doğa yasasının sınırları içinde eylemlerini düzenleyebilir. Etkin bir özgürlük ve eşitlik durumundadır. Ancak doğa durumunda insanlığın özgürlüğü bir başıboşluk olarak görülmemelidir. Kişinin kendini ve mallarını kullanmakta sınırsız bir özgürlüğü vardır. Bunun korunması dışında kendini ya da başka bir varlığı yok etme özgürlüğü bulunmamaktadır. İnsan doğasının özü akıl sahibi bir varlık oluşudur. İnsanların doğal olarak yaşam, sağlık, özgürlük ve mülkiyetlerine dokunulmaması gereklidir. Kendi güvenliği söz konusu olmadığı sürece elinden geldiği kadar başkalarını da düşünmeli, başkasının canını ya da özgürlüğünü, sağlığını, organlarını yahut mallarının korunmasına yarayan şeyleri almamalı ya da tehlikeye sokmamalıdır. Doğa yasası her ne kadar aklın yasası olsa da Locke‘a göre Tanrı’nın yasası olarak ele alınmalıdır. Herhangi bir davada haksızlık yapınca bundan dolayı bütün insanlığa karşı sorumlu olunan bir durumdur. Doğa durumunda yapılan anlaşmalar bağlayıcıdır. Locke doğruluğun ve verilen sözün tutulmasının insanın toplumsal olma özelliğinden değil, insan olma özelliğinden kaynaklandığını söyler. Bir noktada Hobbes’tan ayrılır. Hobbes’e göre sözde durmak varlığını sürdürmeyi tehlikeye sokacağından her zaman uyulması gereken bir kural değildir. Locke insan haklarını da akla uygun temellendirdiğini ima eder. Eğer insan akla uyarsa insan haklarını ihlal etmeyeceği sonucuna varılabilir. Locke’da savaş durumu doğa durumundan farklıdır. Hobbes’ta aynıdır. Locke’a göre insanların aralarında yargı yetkisine sahip olmayan, yeryüzünde ortak bir üsleri olmayan akla uyarak birlikte yaşamaları tam anlamıyla bir doğa durumudur. Ortak bir yargıcın bulunmaması insanları bir savaş durumuna sokacaktır. Ancak bir insanın üzerindeki zorlama, savaş duygusu yaratacaktır. Bir kimse bir kurdu ya da bir aslanı hangi nedenle öldürebiliyorsa kendisine savaş açan bir insanı da aynı nedenle yok etmektedir, demektedir. Güvensizlik hâlinde insanda korku ve tehlike durumunda kurtulma isteği meydana gelir ve insan toplum hâlinde yaşamak ister. İnsanı toplumsal yaşamaya sevk eden bir başka neden de doğamızın istediği, insan onuruna uygun bir yaşam için gerekli şeyleri sağlamaya yalnız başımıza yetmememizdir. Demek ki Hobbes’ta da Locke’da da insan haklarının dayandığı temel, insan doğasıdır (Bal, s. 22-26).