TEMEL İNSAN HAKLARI BİLGİSİ II Dersi İnsan Hakları Kavramı ve Kökeni soru detayı:

PAYLAŞ:

SORU:

Yeniçağ düşünürü olan Thomas Hobbes'un hukuk hakkındaki görüşleri nelerdir?


CEVAP:

Felsefecilerin yaşadıkları dönem ve ders aldıkları hocalar, önceki düşünürlerin görüşleri kendi görüşlerinin oluşumunda etkilidir. Hobbes doğmadan önce İngiltere’de iç karışıklıklar vardır. Malmesqori kentinde orta hâlli bir ailenin çocuğudur. Doğmadan önce babası iki kardeşi ve annesini terk etmiş, iç savaş nedeniyle annesi büyük bir korku geçirmiş ve Hobbes 7 aylıkken dünyaya gelmiştir. Bu korku ve dehşet Hobbes’un hayatını etkilemiştir. Hobbes “korku ve ben ikiz kardeş gibiyiz” der.
Daha 15 yaşındayken Oxford Üniversitesine gider, dinî eğitim alır. Fakat Oxford Üniversitesindeki eğitimden memnun kalmaz, oradan ayrılır. Kavendish ailesine özel öğretmen ve sekreter olarak girer fakat bu öğretmenlik masa başında sabit bir öğretmenlik değildir. Değişik ülkeleri gezecek ve öğrencisine dünyayı tanıtacaktır. Avrupa gezileri yapar. 1610 yılında Paris’e gider. 6 yaşındayken Yunanca ve Latinceyi öğrenmesi kendisi açısından bilimsel çalışma yapabilmesi için büyük bir avantajdır (Işıktaç, s. 141-142).
Tukidides’ten çeviriler yapmış, bir süre onun etkisinde kalmıştır. Hobbes felsefeci olarak geometriyle nesneleri incelemiş, fizikle hareket kanunlarının kavranmasına çalışmıştır. İngiltere’deki karışıklıklara rağmen devlete karşı gelmenin toplumsal düzeni yok edeceğini, barışın savaşla sonuçlanacağını ima etti. İngiltere’nin içine düştüğü kaosun devlete karşı direnmekten oluştuğunu, ülke içinde sürekli bir barışın kurulması, doğrudan doğruya kuvvetli ve mutlak bir devlet otoritesinin kurulmasına bağlı görülmüştür. Kanvendişh kontunun ülke dışına sürgün edilmesi üzerine, bir gün sıra kendisine de geleceği korkusuyla Hobbes da, Kavendish’in bulunduğu Hollanda’ya gönüllü olarak gitmiştir. Orada en ünlü eseri olan Leviathan isimli eseri yazmıştır. Bu eser 1651’de basıldığında büyük yankı uyandırmıştır. Leviathan’da Hobbes devleti kastetmektedir. Tek başlı ve çok gövdeli ejderha olarak tasarlar. Devletin suni bir varlık olduğunu vurgulamak için bunu yapmıştır. Çok gövdeli olması da her işi yürüten, yargılayan baş olarak simgelemek istemiştir. Mutlaktır, sınır tanımamaktadır; ülkeyi, kiliseyi, bilgiyi her şeyi yönetip toplum adına konuşan bu ejderhadır. Bilhassa kilise Leviathan’da Hobbes’un Tanrı’ya karşı geldiğini iddia etmektedir. İngiltere’de taht değişikliğinden faydalanarak ülkeye dönmüş fakat talihsizlikler peşini bırakmamış, 1667’de İngiltere’de veba hastalığı yaygınlaşmış, kilise ise bunu Hobbes’a bağlamıştır ve Leviathan kilise tarafından mahkûm edilmiştir. II. Charles, Hobbes’u siyaset ve ahlak konularında bir daha yazmama sözü vermesi üzerine mahkûm olmaktan kurtarmıştır. 1679’da ölünceye kadar gözden düşmüş bir şekilde yaşamıştır. Hobbes doğal durum ve doğa yasası, doğal hak, toplum sözleşmesi, insan doğası kavramlarını ortaya atmıştır. Doğa, insanları bedensel ve zihinsel yetenekleri bakımından eşit yaratmıştır. Demek ki insanlar doğuştan eşittir. Bedensel bakımdan çok zayıf birinin bile aklını kullanarak ve diğer insanlarla iş birliği yaparak kendisinden çok güçlü birini alt edeceğini belirtmektedir. Eşit yeteneklerle donatılmış olması insanların barış durumunu getirmez. Bu eşitlik nedeniyle insanlar birbirinin kurdu olur (homo homini lupus, insan insanın kurdudur), yeteneklerdeki eşitliğin amaçlara ulaşmaktaki eşitliği de beraberinde getirdiğini ve insanların amaçları uğruna birbirine düşman olduklarını, zorlama veya hile yoluyla birbirlerini egemenlikleri altına almaya çalıştıklarını söyler. Böyle bir durum güvensizlik ortamı diye adlandırılmaktadır. Bir varsayım olarak ileri sürdüğü doğal durum aynı zamanda bir savaş durumudur. İnsanların doğuştan zayıf yaratıklar olduğunu bu yüzden de birbirlerine karşı kötü davrandıklarını belirtmektedir. Aristo’nun ileri sürdüğü “insan toplumsal bir varlıktır” görüşünün doğuştan kazanılmadığını belirtmektedir. Leviathan’ın 13. bölümünde doğa durumunu şöyle tanımlar: “Böyle bir savaş zamanı veya durumunun hiç var olmadığı belki düşünülebilir ve ben de dünyanın her yerinde durumun hep böyle olduğuna inanmıyorum. Ancak günümüzde bile dünyada insanların böyle bir durumda yaşadığı pek çok yer vardır.” Hobbes, doğa durumunda herkesin otoritenin bulunmamasından dolayı çıkmaza düştüğünü anlatır. İnsanların her an bir savaş sonucunda doğa durumuna geri dönme ihtimalinin olduğunu belirtir. Demek ki doğa durumunda insanlar güvenliklerini sağlamak için birbirleriyle sürekli bir savaş hâlindedir. Bunun en önemli sebebi de insanlar arasındaki eşitliktir. Eşitlik bir taraftan olumlu bir durum oluştururken diğer taraftan bütün insanların aynı talepte bulunması nedeniyle bir çatışma meydana getirmektedir. Hobbes iki insan doğasından söz eder: Birincisi içgüdüsel doğadır İnsanın varlığını sürdürme isteği hayatını korumak için kendi gücünü dilediği gibi kullanma ve uygun bulduğu her şeyi yapma hakkını beraberinde getirmektedir. İçgüdüsel doğada bulunan ve insanı çekişmeye iten duyguları rekabet, güvensizlik, şan ve şereftir. İnsanlar hepsini birden korku altında, bir arada tutacak genel bir güç olmaksızın bir savaş durumundadırlar. Bu durumda da insan hayatı yalnız, yoksul, vahşi, kötü ve kısa olmaktadır. Hiçbir şey adalete aykırı diye düşünülmeyecektir. İnsanın bu savaş durumundan nasıl kurtulduğuna açıklama getirirken akılsal, ussal doğadan söz eder, ikincisi de budur. Ölüm korkusu rahat bir hayat için gerekli şeyleri elde etme arzusuna çalıştığından bunları elde etme imkânı, insanları barışa yöneltmiştir. Demek ki insan doğasının iki yönü vardır; akıl ve içgüdü, insanın akıl ve içgüdü, insanın akıl yanı içgüdülerini otoritesi altına alarak onun varlığını sürdürmesine de imkân sağlamaktadır (Bal, s. 12-14; Furtun, s. 26-40). Hobbes doğal hakkı kendi doğasını yani kendi hayatını korumak için kendi gücünü dilediği gibi kullanma ve kendi aklı ile bu amaca yönelik olarak en uygun yöntem kabul ettiği her şeyi yapma özgürlüğü diye tanımlar. Özgürlük ise dış engellerin olmaması demektir. İnsan yaşamını sürdürme, kendini kurmak için her türlü aracı kullanabilecek ama doğal hak keyfilik anlamına gelmemektedir. Çünkü varlığını koruma ve hayatta kalma tüm canlıların içgüdüsel olarak sahip oldukları bir özelliktir. Akla uyarak ya da aklın gösterdiğini yaparak kendi varlığını korumaya çalışmak her kişinin hakkıdır. Doğal hak herkeste bulunmasına rağmen kimse diğerinin doğal hakkını kabul etmez. Bu nedenle doğal hakkın hukuki yanı yoktur. Doğal hakkın kabulü veya reddi kaosu kaldırmaz. Doğal hakta herkes herkesle savaş hâlinde olduğu için mülkiyet kavramı kabul edilemez, her şey herkesindir. İnsanlar ölüm korkusu nedeniyle ve akıl yürüterek barışa yönelir. Eğer barış içinde yaşamak istiyorlarsa aklın onlara gösterdiği şartlara uymak zorundadırlar. Hobbes bunlara “doğa yasaları” der. Bu yasalar her zaman vardır. Bağlayıcılıkları değişiklik arz eder. Güven duygusu olduğunda fiilen bağlayıcı olurlar. Eğer istisnasız bütün uyrukları bağlayan ve yazılı olmayan veya insanların güvenebileceği yerden ilan edilmiş ise bu bir doğa yasasıdır. Çünkü insanların kendi akıl ve mantıklarına dayanarak yasa olarak bildiği şey her insan için akıl ve mantık içermelidir. Bu da ancak bir doğa yasası olabilir, der. Bunun için de başkası tarafından sana yapılmasını uygun bulmadığın bir şeyi sen de başkasına yapma! örneğini gösterir. Doğa yasaları şunlardır: Barışı aramak ve izlemek, barışı ve kendini korumak için her şeyi üzerindeki haklarını bırakıp başkalarına karşı onları tanıyacağını özgürlükleri yerine getirmek, verilen sözleri yerine getirmek, minnettarlık, karşılıklı uyum ve nezaket, affetmek, öç alırken geçmişteki kötülüğün büyüklüğüne değil, gelecek faydanın büyüklüğüne bakmak, başkalarını aşağılamamak, herkesin bir başkasını doğal olarak eşiti kabul etmesi, alçak gönüllü olmak, hak ve adalete uygun davranmak, hakem kararına rıza göstermektir. Hobbes bu yasaların ebedi ve değişmez olduğunu belirtir. Hobbes’un toplum sözleşmesi kuralına baktığımızda, doğa durumunda herkesin her şey üzerinde hakkının bulunduğunu; bu durumun devam etmesinin yaşam hakkının her an sona erdirilebileceği tehlikesiyle yaşamak olduğu anlamına geldiği söylenebilir. Yaşam hakkının devam edebilmesi yani güvenliğin sağlanması devletin oluşmasının en önemli şartıdır. Hobbes’un toplum sözleşmesi varsayımsaldır. İnsanlar böyle bir sözleşme yapmış gibi, akıllarını kullanarak ölüm korkusundan kurtulmak amacıyla devleti yaratmışlardır. Bu siyasal birliğin devamı için sözleşmeyi yapan bireyler devlet ile kendilerini özdeşleştirmelidir. Devletin sürekliliğini sağlayacak bu varsayımdır. Hobbes güvenliğin doğal hukukla sağlanamayacağını, bu nedenle devlet olgusunun ortaya çıktığını belirtmektedir. Bütün hakların devredilemeyeceğini, bunun gerçekleşmesinin de fayda olduğunu belirtir. Her iradi eylemin amacı faydadır. Hakkı bırakmak ya da devretmek iradi bir eylemdir. Kendi bedenine sahip olması, hava, su, hareket, bir yerden bir yere gitmenin yolları ve insanın onlarsız yaşamayacağı ya da iyi yaşayamayacağı veya diğer şeylerin kullanılması gibi hakları elinde tutmuştur. Bu haklar hem doğa durumunda hem de toplum durumunda vazgeçilmez ve devredilemez haklardır. Hobbes’ta yaşam, özgürlük ve eşitlik doğal haklardır. Bunlar toplum yasalarıyla sınırlandırılmıştır. Mülkiyet hakkı hükümdarın hakkıdır. O isterse vatandaşlar bundan yararlanır. Temel hak ise yaşama hakkıdır, sistemini yaşama hakkının korunması üzerine kurmaktadır (Furtun, s. 51-58; Bal, s. 14-16).