DİN SOSYOLOJİSİ Dersi KAMUSAL ALAN VE DİN soru cevapları:

Toplam 34 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU: Türkiye’de kamu kavramına yüklenen anlamın gelişimi nasıl şekillenmiştir?


CEVAP: Gündelik kullanımda kamu kelimesi, yoğun bir şekilde sosyal, kültürel ve politik tartışmaların içinde sıklıkla geçmektedir. Türkiye’de kamusal kelimesi özellikle 1980’li yıllardan sonra, kamu borçları, kamu kurumları gibi kullanımlar üzerinden ve devlet, halk ve umum gibi anahtar kavramlar üzerinden tanımlanmıştır. Somut olarak özel bankaların batması sonucu oluşan borçların bir kamu (halkın) borcu haline gelmesi, kamu kurumlarının devlet kurumları anlamını kazanması, pratikte toplumsal hafızada bu kavramların bu şekilde anlaşılmasını sağlamıştır.

#2

SORU: ‘Kamu’ ve ‘kamusal’ terimleri neyi ifade etmektedir?


CEVAP: Kamu kelimesi sözlükte hep, bir ülkede halkın bütünü, amme, halk, kamu yararı anlamlarına gelmektedir. göstermektedir. Kamusal ise kamu ile ilgili şeklinde anlatılmaktadır. Bir başka yerde, kamu kelimesinin bütün, cümle, hepsi, herkes şeklindeki anlamı, bir ülke halkının tamamı, mâşer gibi anlamlarla genişletilmektedir. Kelimenin kökenine yapılan vurgularda halk ve ortaklık belirleyici görünmektedir. Buna göre ortak ilgi ve yararlar, herkesi ilgilendiren şeyler, herkese mâl olabilecek konular kamusal alanın konusunu teşkil etmektedir.

#3

SORU: Kamusal alan kavramının sınırları nedir?


CEVAP: Rappa, bu bağlamda kamusal alan kavramının boyutlarını şu şekilde betimlemektedir. 1- Kamusal alan insanlar arası iletişim ve karşılıklı etkileşimin gerçekleştiği alandır. 2- İnsan faaliyetlerinin oluşturduğu metafor alanıdır. 3- Taraflar arasında farklı tarz ve biçimlerde gerçekleşen bilgi alışverişlerinin yapıldığı mekandır. 4- Her türlü ilişki ve tartışmaların yapıldığı mekandır. 5- Gerek devlet gerekse devlet dışı oluşumların politikalarının gerçekleştirildiği alandır.

#4

SORU: Kamusal alanın boyutları dikkate alındığında, kavram tam olarak neye karşılık gelmektedir?


CEVAP: Kamusal alanın öncelikle farklı düşünce, inanç, felsefi görüş, düşünce ve tarza sahip insanların ortak mekanı olduğu anlaşılmaktadır. Bu farklılıklar bir şekilde aynı mekanda bulunabilmekte, ortak ilgi alanları oluşturmakta ve tartışmalar yapmaktadırlar. İnsanlar arasında iletişim ve bundan daha önemlisi etkileşim kamusal alanda sağlanabilmektedir.

#5

SORU: Kamusal alanda etkileşim farklılıklar bağlamında neden önemlidir?


CEVAP: Etkileşimin olabilmesi farklılıkların bulunmasını gerekli kılmaktadır. Kamusal alanda yapılan faaliyetler ve tartışmaların bütüne herkese ait olması önem taşımaktadır. Bunlar dışında devlet ve sivil toplum kuruluşlarının politik, toplumsal, kültürel ve benzeri tüm faaliyetlerin gerçekleştiği alan da kamusal alandır.

#6

SORU: Kamusal alan şeffaflık açısından nasıl olmalıdır?


CEVAP: Kamusal alanın içinde bazı tezahürleri vardır. Bunlardan biri, kamu alanında görünen her şeyin herkes tarafından görülebilir ve duyulabilir olması ile mümkün olan en geniş açıklığı ifade etmesidir. Şeffaflık kamusal alanine gerekliliklerindendir. kamu terimi, içinde özel olarak bize ait olandan ayrı hepimiz için ortak olan bir dünyayı bize gösterir. Ancak bu dünya, insanların üzerinde hareket ettikleri sınırlı bir mekanı ve organik yaşamın genel durumunu oluşturan yeryüzü ya da doğayla aynı değildir. Daha çok insan eseri bir dünyada birlikte yaşayanlar arasında olup biten meselelerle olduğu kadar insan elinden çıkma şeylerle, insan faaliyetleriyle ilgilidir.

#7

SORU: Kamusal alan için kalıcılığın önemi nedir?


CEVAP: Bir kamu alanının varlığı; peşinden dünya insanlarını bir araya toplayan onları birbirleriyle ilişkiye sokan bir şeyler topluluğuna dönüşmesi kalıcılıkla ilgilidir. Bunun bir sonucu olarak kamusal alanın doğal bir mekan olarak değil insan faaliyetlerinin ortak mekanı olarak ortaya çıktığını görüyoruz.

#8

SORU: Kamusal alanın özel olan ile ilişkisi nedir?


CEVAP: Kamusal, özelde olabilecek olmayan demektir. Özelde olabilecek iken kamusal olan ise, aslında kamusal değil, devletleştirilmiş olandır. Dolayısıyla kamusal ancak özelin sınırları içerisine giremeyecek, özel tarafından doldurulması mümkün olmayan bir varlık kazanmaktadır.

#9

SORU: Özel alan neyi tanımlamaktadır?


CEVAP: Özel alan, aslında kamusala mâl olmayan, herkesi ilgilendirmeyen mahrem alanı tanımlamaktadır. Söz gelimi; ev böyle bir özel alanın en başat örneğidir. Nitekim aile, insani yaratımlar (insan eserleri) olmaktan çok, doğal potansiyeller olarak algılanmıştır. Buna göre insanın kamusal alanda kendisini inşâ etmesi karşısında, özel alan doğasını gerçekleştirebileceği yer olarak görülmekteydi.

#10

SORU: Mahremiyet açısından özel ve kamusal alan nasıl konumlanmaktadır?


CEVAP: Kamusal alan, bir aleniyeti, açıklığı ifade ederken, özel alan insanın kendi mahremiyetini yaşadığı bir yerdir.

#11

SORU: Bireyin eylemleri özel ve kamusal alan arasında farklılık göstermekte midir? Neden?


CEVAP: Doğal olanın (yani özel alanda yapılanların) bir gerçeklik durumu olarak görülmesi ya da özel alanda yapılanların insanın daha gerçekçi eylemleri olduğu düşüncesi, ferdin kamusalda sürekli izlendiği duygusuyla, rol ve imajlara önem vermesiyle de ilintilidir. Dolayısıyla kişi, ailede en yalın ve gerçekçi hâliyle bulunmakta ve davranmaktadır. Arendt’in dediği gibi, sadece gizlilik ve mahremiyet alanında yaşanabilecek şeylerden söz etmeye başlandığı zaman aslında yapılan iş, bundan önce asla sahip olamadıkları bir gerçeklik alanından bahsetmektir.

#12

SORU: Özel alanın farklılaştığı istisnalar bulunmakta mıdır?


CEVAP: Özel alan iki durumda farklılaşabilir. Birincisi; evin (ailenin) kamuya açık mekanlarının ve zamanlarının olması. Meselâ; bayramlarda, özel gün ve gecelerde eve misafir kabul edildiğinde, o mekanlar da (misafir odası, salon vb.) kamusal bir nitelik taşır. Bu açıdan evlerin misafir odaları daha farklı ve özel olarak düzenlenmektedir. İkinci husus ise; günümüzde iletişim araçlarının yaygınlaşmasına paralel olarak özel alanın sınırlarının daralıyor olmasıdır.

#13

SORU: Richard Sennett’e göre kamu sözcüğünün çıkışını nereden itibaren ele almak gerekir? Kavramın tarihsel gelişimi hakkında görüşleri nelerdir?


CEVAP: Sennett’in belirttiğine göre, yaklaşık 1470’li yıllarda kamu sözcüğünün İngilizcede ilk bilinen kullanımı, kamuyu toplumun ortak çıkarı ile bir tutmak şeklindedir. Yaklaşık yetmiş yıl sonra, buna sözcüğün genel gözleme açık ve ortada olan şeklinde yeni bir anlamı daha eklenmiştir. Bu bağlamda, kamusal sözcüğü herkesin denetimine açık olan anlamına gelirken, özel sözcüğü kişinin ailesi ve arkadaşları ile sınırlanan mahfuz bir yaşam bölgesi anlamında kullanılmaktaydı. Bir de bununla bağlantılı kozmopolit sözcüğüne değinmeliyiz. 1738’eki kayıtlara göre Fransız dilinde kozmolit, her yere girip çıkabilen, âşina olduğu şeylerle hiçbir alakası ya da benzerliği olmayan durumlarda da rahat hareket edebilen kimseydi. Toplum içine (kamuya) çıkabilen manasında bu yeni kozmopolit, mükemmel bir kamusal insan olarak tanımlanır.

#14

SORU: Yunan felsefesi ile modern dönemde kamusal-özel ayrımı hangi noktada farklılaşır?


CEVAP: Yunan felsefesinde kamusal-özel ayrımı, siyasetin kamusal dünyası ile aile ve ekonomik ilişkilerin özel dünyasına dayanmaktaydı. Yunan düşüncesinde kamusal ve özel arasında bir karşıtlık ilişkisi bulunmaktaydı. Çünkü Yunan düşüncesine göre, insanın siyaseten örgütlenebilir olması, merkezinde evin ve ailenin yer aldığı bu doğal birlikten yalnızca farklı olmakla kalmaz, onlarla doğrudan bir karşıtlık ilişkisi içine de girer. Modern sosyolojide ise bu ayrım, normalde ev ile işin ayrılmasına göndermede bulunmaktadır.

#15

SORU: Habermas’ın dediği, kamusal hayatın Pazar meydanında (agora) cereyan etmesi sözü ne anlama gelmektedir?


CEVAP: Kamu, mahkeme ve meclis müzâkereleri biçiminde oluşabileceği gibi, savaş oyunları gibi ortak eylemde de oluşmaktadır. Buna göre kamusal hayata katılabilmenin koşulu, bir aile reisi olarak özel hayat alanında özerk olmaktır. Fakat bu kamuya katılımdan yoksullar, mülksüzler, köleler ve kadınlar engellenir. Dolayısıyla toplumun her kesimine açık değildir.

#16

SORU: Yunanlılar için kamu ne anlama gelir?


CEVAP: Yunanlıların bilincinde kamu, özel alanın karşısında bir özgürlük ve istikrâr âlemidir. Her şey kamuda olup biter; orada meseleler ele alınır, konuşulur, tartışılır ve en sonunda bir şekle ulaşılır. Hayat kavgası ve hayati ihtiyaçların karşılanması zorunluluğu özel alan içinde gizlice ele alınırken, kamu onur kazanılan serbest alan sunmaktadır. Aristo’nun sıklıkla zikrettiği erdemler, ancak kamu alanında mümkündür.

#17

SORU: Temsil kamudan edebi kamuya geçiş nasıl yaşanır?


CEVAP: temsili kamudan edebi kamuya geçiş vardır. Edebi kamu, tabi ki sadece burjuvazinin toprağında yetişmiş bir alan değildi. Bu kamu, prens sarayının temsili kamusuyla belli bir süreklilik ilişkisi arz eder. Burada okumuş orta sınıflar (şâir, aydın, yazar) burjuvanın öncüleri olarak akıl yürütmeler yapmış ve devlet aygıtını monarkın şahsi alanından ayırıp özerkleşmeyi sağlamaya çalışmışlardır. Böylece saraydan koparak şehirde karşı güç oluşturmuşlar; saraylı soylu toplumun kibar âlemiyle kurdukları iletişim vasıtasıyla bunu öğrenmişlerdir. Onlar sarayın kültürel, siyasal muhalifi olarak kahvehânelerde, sokaklarda ve çeşitli organizasyonlarda ilkedebi kamuyu oluşturmuşlardır. Bu mekanlarda şiirler, yazılar, nutuklar ile kral ve prenslere karşı Burjuvazi adına muhalefetlerini yükseltmişlerdir.

#18

SORU: Kamusal alanın oluşumunda burjuvanın yeri nedir?


CEVAP: Batıda o dönemde, yeni ortaya çıkmış kent soylu bir sınıf olan burjuvazi, ekonomik bakımdan elde ettikleriyle de görünürdü. Bu çerçevede burjuvazinin en büyük endişelerinden birisi de sahip olduğu ekonomik birikimlerin monarklar tarafından müsâdere edilmesiydi. Dolayısıyla monarkların konumunun zayıflaması, burjuvaziyi sevindirecek bir durumdu. İşte tam da bu noktada, burjuvazinin genel desteğiyle oluşan edebi kamuda şâirler, yazarlar, entelektüeller var oldu. Bunlar ürettikleri ürünler ile monarklara eleştiride bulundular.

#19

SORU: 18.yüzyıl başlarından itibaren kamusal olanın kimleri içerdiği tartışmalarının boyutu nedir? İçeriğin değişmesinde etkili olan tarihsel koşullar nedir?


CEVAP: 18. yüzyıl başlarına gelindiğinde, kamusal olanın kimleri içerdiği ve kamuya çıkıldığında, çıkılan yerin neresi olduğu konusu, bilhassa Londra, Paris gibi Avrupa başkentlerinde öne çıkmaya başlamıştır. Burjuvalar, daha öncesine göre toplumsal kökenlerini gizleme kaygılarından sıyrılmışlardır. Çünkü sayıları oldukça artmıştı. Onların yaşadıkları şehirler, toplumdaki çok çeşitli grupların ilişkiye geçtikleri bir dünya hâline gelmişti. Böylece kamu sözcüğü modern anlamını kazanmış ve dolayısıyla artık yakın arkadaşlar ve aile kesimlerinden farklı konumu olan bir toplumsal yaşam bölgesi değil, göreceli olarak çok çeşitli insanları içine alan bir kamusal alan haline gelmektedir. Bunun bir yansıması olarak kahvehânelerle birlikte kafeler ve birçok ortak mekânlar sosyal merkezlere dönüşmüştür. Tiyatro ve opera salonları, eskiden olduğu gibi koltuklarını aristokratların paylaştırdığı yerler olmaktan çıkarak açıktan yapılan bilet satışlarıyla geniş bir kamu kesimine açılan mekanlar olmuşlardır.

#20

SORU: Roma ile modern çağ arasında özel yaşama verilen anlam nasıl değişmiştir?


CEVAP: Roma’da birey, özel yaşamda kamunun karşısına koyabilmek için dünyanın dinsel bakımdan aşılmasına dayanan bir ilke arayışı idi. Modern çağda ise, bir ilke değil, duygularda neyin sahici olduğuna ilişkin bir düşünüm baskın olmuştur. Bu bağlamda özel yaşam, kendi başına aile ve yakın arkadaşlarla baş başa kalmayı kendi başına bir amaç hâline getirmişti.

#21

SORU: Sanayileşme ve kapitalizm sürecinin kamusal alanla ilişkisi nedir?


CEVAP: Kamusal alanın özel alandan ayrı bir yaşam alanı olarak ortaya konmasında sanayileşme ve buna bağlı olarak kapitalist toplum yapısını zikretmeliyiz. 17. ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkan sanayi toplumunda ekonomik üretim faaliyetlerinin yanı sıra, geleneksel aile fonksiyonları da aileden koparıldı. Bu bağlamda geleneksel toplum yapısında siyasal, ekonomik ve kültürel yaşamın merkezi olan ailenin bu işlevleri, modern toplumda farklılaşmıştır. Yanı sıra toplumdaki çok farklı ve kapalı halde bulunan dünyalar, 17. yüzyıldan itibaren umumun ortak yaşamında aleniyete (açıklık) kavuşmuşlardır. Aristokratların mâlikânelerinde, cemaatlerin kapalı duvarları arasında, kiliselerin arka bahçelerinde, emekçi sınıfın izbe mahallelerinde dışa kapalı dünyalar, net bir biçimde aleniyet kazanmaktaydı. Bu aleniyetin yanı sıra kamusal yaşam giderek artan bir dinamizm de kazanmıştı. Sosyal yaşamın rekabetçiliği ve ortak yaşamın genişleyen alanı özel yaşamın alanını giderek daraltmıştır.

#22

SORU: Agonistik kavramı neyi ifade eder? Arendt’in görüş açısında yeri nedir?


CEVAP: Agonistik kavramı, Cumhuriyet ve sivil yaşamın erdem üzerine oturduğu geleneklerde ortak olan kamu anlayışı için kullanılmaktadır. Arendt, kamusal alan için agonistik görüşü benimsiyor görünmektedir. Agonistik görüş açısından kamusal alan, ahlâkî ve siyasal büyüklüğün, kahramanlığın ve seçkinliğin açığa çıktığı, gösterildiği ve diğerleriyle paylaşıldığı bir görünümler alanıdır. İnsanların tanınmak, üstün olmak ve itibar görmek için birbirleriyle rekabet ettiği, insânî diye nitelenen her şeyin geçici olmaması için güvence aranan yerdir. Bu ise, Yunanlılarda kent devletinin Romalılarda kamu işlerinin gördüğü işlev gibi, öncelikle bireysel hayatın geçiciliği ve boşunalığına karşı bir güvence ve kalıcılığa vurgu yapan bir alandır. Birleşimsel görüşaçısından kamusal alan, Arendt’in ifadesiyle insanların uyum içinde birlikte hareket ettikleri yerde ortaya çıkmaktadır. Burada özgürlüklerin kendisini göstermesi gerekir. Dolayısıyla Arendt’e göre, kamusal alan, topoğrafik ve kurumsal bir mekanı tanımlamaz.

#23

SORU: Çeşitli topografik yerlerin kamu haline gelmesi Arendt açısından nasıl değerlendirilir?


CEVAP: Çeşitli topoğrafik yerlerin kamu haline gelmesi, bu mekanların konuşmalar, tartışmalar ve ikna yoluyla ortak eylem ve iktidar yeri olması anlamını taşımaktadır. Arendt, agonistik kamu alanında eylemin, kişinin kendisini başkasına açıklaması anlamına gelebileceğini vurgulamaktadır. Bu alan, ahlâkî açıdan homojen ve siyasal bakımdan eşitlikçidir. Burada bir anonimlik söz konusu olmadığı gibi, bir öne çıkma yarışı vardır. Arendtçi yaklaşım, kamusal alanı ya bir etkinliğin gerçekleştiği mekan ya da kamusal diyalogla içeriklendirmektedir.

#24

SORU: Arendt için kamusal alan neyi ifade eder?


CEVAP: Arendt’in yaklaşımında kamusal alan, homojenleştirilmiş, birbirleriyle ayrıştırılmış bireyler toplamını ifade etmediği gibi, kurumsallaşmış, önceden kalıplaştırılmış mekanlara da işaret etmez. Arendt, kamusal alanda herşeyden önce özgürlükler temel zemine yerleştirir. Bu, bireyler arasındaki rekabetin, yarışın kendisini göstermesinin, sunumlamasının temel bir zemini olarak görünmektedir. Dolayısıyla farklılıklar bu doğal süreç içerisinde ortaya çıkarlar. Kişiler kendilerini bu ortamda rahatlıkla ifade edebilirler. Bu, aynı zamanda ortak ve aleni diyalogların gerçekleştiği mekandır.

#25

SORU: Liberal kamu yaklaşımının temeline oturtulan Ackerman’ın ‘liberal diyalog’ kavramı, yaklaşımın oluşmasına nasıl katkı sağlamıştır?


CEVAP: İktidarın, iyinin ne olduğunu vatandaşlardan daha iyi bildiğini ve diğer vatandaşların bir ya da daha fazlasından yaratılışları gereği üstün olduklarını savunmaları gerekmektedir. Bu yaklaşımda önemli olan, kamuda neyin iyi ve ahlâkî olduğunu ortaya koymak değildir. Fakat kamusal düzenin nasıl sağlanacağı önemli bir sorundur. Bu bağlamda, toplumda yaşayan insanlar neyin iyi olduğu konusunda ortak bir noktada buluşmasalar da, önemli olan birlikte yaşama sorununu akla uygun nasıl çözecekleri hususunda bir araya gelmeleridir. Liberal kamu anlayışının, özünde liberal özellikler taşıdığı görülmektedir. Bu bağlamda, iki temel noktanın altını çizmeliyiz. Öncelikle liberal kamu anlayışı, kamusal alanda herkesin kabullenmesini sağlayan değersel bir iyi fikrinin tespiti ve sabitleştirilmesine karşıdır. Dolayısıyla kamusal alanda tüm iyileri temsil edecek nötr ve objektif bir ahlâk ve iyiliğin olması söz konusu değildir. Bu anlamda çeşitlilik ve farklılıklara açık olmakla birlikte, onun temel problem yaptığı şey kamu düzeninin sağlanmasıdır. Dolayısıyla farklılıkların bir çatışmaya gitmemesi istenir. Bununla birlikte liberal kamu, farklılıkların yani tarafların birbirleriyle ahlâk ve iyiler konusunda sürekli olarak bir diyalog ve tartışmaya açık olmalarını gerektirmektedir.

#26

SORU: Habermas modern toplumların gelişimini nasıl değerlendirmektedir?


CEVAP: Jürgen Habermas, modern toplumların gelişimini kamusal alana katılımın genişlemesi açısından analiz etmektedir. Modern zamanlarda gündelik yaşamın her alanında katılım daha da fazla önem kazanmıştır. Üstelik bu katılım, salt politik alanla sınırlı da değildir. Dolayısıyla sınırlı ve birçok şeyi dışarıda bırakan politik katılım üzerindeki vurgu, bundan daha kapsamlı olan söylemsel bir alana doğru kayar. Yani kamusal alana katılım, ancak dar bir şekilde tanımlanan politika alanında gerçekleşebilecek bir etkinlik olarak değil, toplumsal, kültürel ve diğer alanlarda da konuşulmayı gerektirecek bir etkinlik olarak görülmeye başlanmıştır.

#27

SORU: Habermas’ın yaklaşımına göre kamusal alanın sınırlılığı nedir?


CEVAP: Gerek liberal kamu anlayışı, gerekse Habermas’ın yaklaşımında kamuda diyalog fikri konusunda bir benzerlik olsa da, Habermas’da nötrlük kısıtlaması yoktur. Oluşturulan politikalar, kararlar ve süreçlerden etkilenen herkesin pratik bir söylem ve tartışmaya katıldıkları her yerde kamusal alan ortaya çıkar. Dolayısıyla yapılan tartışmaların sayısı kadar kamu alanı olmasımümkündür. Habermasçı kamusal alan anlayışında, çağdaş toplumların demokratikleştirilmesi, özerk kamu alanlarının çoğalması ve genişlemesine hizmet etmektedir.

#28

SORU: Habermas’a göre kamusal alan ve sürekliliği arasında nasıl bir ilişki mevcuttur?


CEVAP: Habermas’a kamusal alan, o toplumda yaşayan ve siyasal, kültürel, toplumsal tüm karar süreçlerinden etkilenen insanların, aslında kendileri ile ilgili olan tüm meselelerde tartışmalara katılarak bir söylem üretmeleridir. Bunun anlamı; karar süreçlerine bir şekilde etkide bulunmalarıdır. Bu bağlamda söylemsel kamu alanı, sürekli bir tartışma ve diyalogla içeriklenen bir alan olma hüviyetine bürünecektir. Habermas, burada aslında demokratik katılım süreçlerini de devreye sokan bir anlayıştadır. Bu diyalog, tartışma ve üretilen söylemler, bir süreklilik kazanarak aslında kamusal alanın sürekliliğini sağlamaktadır.

#29

SORU: Kamusal alana dair tanımlar düşünüldüğünde, kamusal alan ve özgürlük arasında nasıl bir ilişkinin varlığından söz edilebilir?


CEVAP: Kamusal alanla bağlantılı olarak özgürlüğün tartışma bağlamı, toplumdaki bireylerin yaşam biçimlerine tanınacak serbestliğin garantilenmesidir. Bilhassa son yirmi otuz yıllık süreç içerisinde buna yönelik tartışmalar daha da artmış görünmektedir. Tabi ki bu tartışma, aynı zaman dilimi içerisinde artan bireyselleşme ile dışa daha açık modernleşme politikaları ve küreselleşme süreciyle yakın bağlantılar taşımaktadır. Zira bu süreçte özgürlük talepleri hem yoğunlaşmış hem de çeşitlenmiştir. Özgürlükle bağlantılı olarak kamusal alanın nasıl düzenleneceği ve işleyeceği konusunda iki Pratik yaklaşımın bu zamana kadar kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz. Birincisi, kamusal alanı nötr bir alan olarak varsayan yaklaşımdır ki, kamusal alanı tüm değer ve sembollere kapatmaktadır. Pratikte bu yaklaşım kamu alanının değerlerden arındırılması şeklinde tezahür etmektedir. İkincisi ise, kamusal alanı tüm farklılıkların ifade edilebileceği bir heterojenlik içinde varsaymaktadır. İkinci yaklaşım, daha özgürlükçü bir anlayışın altını çizmekle birlikte, bu ifade edişlerin içerik ve sınırlarına dair tartışmalar sürekli devam etmektedir.

#30

SORU: Kamusal alan ile devlet ilişkisel olarak nasıl yapılanmaktadır?


CEVAP: Tüzel bir kişilik olarak devlet, burada yönetenleri ve içerdiği halkla vardır. Devlet organizasyonunu oluşturan halk ve genel umum, aslında hem borçların hem de bankaların asıl sahibidir. Fakat bilhassa modern zamanlarda devlet, halktan bağımsız, kendinden menkul bir anlam da kazanmıştır. Bu çerçevede devletin, halkın kendisi için oluşturduğu bir organizasyon olduğu gerçeğinden mesafe alınarak, özelde kamu alanının tek belirleyicisi ve sahibi olarak da görülmüştür. Bilhassa modern-ulus devletin homojen ve tektipçi yapısı, kamusal alanda da tek bir ideoloji, düşünce ya da felsefî görüşün hâkim hâle gelmesine ve farklılıklara izin verilmemesine sebep olmuştur.

#31

SORU: Sivil toplum ya da sivillik ile kamusal alan-devlet arasında nasıl bir ilişki kuruludur?


CEVAP: Kamusal alanın tektipçi, farklılıklara kapalı bir biçimde otorite tarafından düzenlenmesi, geçtiğimiz zamanlar içerisinde ciddi toplumsal sorunlar oluşturmuş ve ciddi tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu tartışma ve sorunlar temelinde devletin egemen bir aygıt olarak sivilliklere kapalı oluşu ve tek belirleyici olması gösterilmiştir. Dolayısıyla sorunları aşmak üzere kamusal alanda sivil yapılanmalara izin verilmesi gündeme gelmiştir. Böylece sivil toplum kuruluşlarının oluşumu, çeşitlilik ve sivilliğin önünün açılması beklenmiştir. Sivil bir kamusal alan, bugün hem Batı ülkelerinde hem de diğer ülkelerde en fazla tartışılan konulardan birisidir. Kamusal alanın herhangi bir ideolojinin belirleyiciliği olmadan, sivil toplum kuruluşlarının katıldığı ve tartışıldığı bir mekan olması dile getirilen tezlerden birisidir.

#32

SORU: Devlete kamusal alan kavramı açısından yüklenen anlamın önemi nedir?


CEVAP: Kamusal kelimesinin, devlet ile özdeşleştirilen kullanımının, bugün neredeyse daha baskın olduğu görülmektedir. Bu da, aslında devlete egemen olanların ideolojilerinin kamusal alanda baskın olmalarını, kamusal alanı düzenlemelerini, ilke ve normların bu egemen ideolojilerce belirlenmesini beraberinde getirmektedir. Devlet denilen aygıtın, sivil halk topluluğunun bir yansıması olarak görülmesi durumunda ancak kamusal alanın bu sivilliklere açık olmasından bahsedilebilir. Bu bakımdan devlete nasıl bir anlam yüklendiği, hem sivil toplum hem de kamusal alan kavramı açısından önem taşımaktadır.

#33

SORU: Küreselleşme kamusal alanı nasıl etkilemektedir?


CEVAP: Küreselleşme süreci ile kamusal alanın birebir içinde bulunulan bir mekân olmasının gerekliliği kalmamıştır. İnsanların (umumun) kendilerini ilgilendiren hususlarda bir iletişime, etkileşime, diyaloga, tartışmaya girdikleri her durumda, internet ortamının yeni kamusal alanlar oluşturduğu söylenebilir. Zira orada birbirini hiç görmeyen insanlar, ortak bir mekana değmeden, kendi ülkelerinin de sınırlarını aşarak dünya ölçeğinde kendilerini ilgilendiren konularda bir diyalog ve tartışmaya girebilmekte, ortamlar oluşturabilmektedirler. Üstelik sanal olarak nitelenen bu tartışma, diyalog ve iletişim ortamları, insanların gündelik hayatını etkilemek konusunda oldukça sahicidirler. Bu bağlamda küreselleşmenin mekanı önemsizleştiren yapısı, kamusal alanine da yeni sanal mekanlar üzerinden tartışılmasına imkan vermektedir.

#34

SORU: Kamusal alan ile din arasındaki ilişki nedir?


CEVAP: Din ve kamusal alan arasındaki ilişkinin analiz edilebilmesi, din ve kamusal alanın ortaya konması kadar, modern zamanlardaki din ve kamusal alan tartışmalarının içeriğini ve tartışılma bağlamını da dikkate almayı gerektirmektedir. Modern zamanlardaki kamusal alan düzenlemeleri ya da tasarımları, dinin kamusal alandanuzaklaştırılması temel tezi üzerine kurulmuşlardır. Bu anlayışın bir uzantısı olarak kamusal alanda tüm dini sembol ve değerlerin temsil edilememesi, bulunamaması, çağdaş bir din ve kamusal alan tartışmasına tekâbül etmektedir.