ESKİ MEZOPOTAMYA VE MISIR TARİHİ Dersi YAZILI (TARİH) SÜRECİN BAŞLANGICI VE SÜMERLER soru cevapları:
Toplam 21 Soru & Cevap#1
SORU:
"Mezopotamya" ifadesi nasıl ortaya çıkmıştır?
CEVAP:
Mezopotamya, genel olarak Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan alanın adı olarak kullanılmaktadır. Antik yazarların iki nehir arasını tanımlamak için Grekçe mesos (orta) ve potamos (ırmak) sözcüklerinden türettikleri bu isim, zaman içerisinde bu bölgede oluşan uygarlıkları ve bunların yayılım alanını tanımlamak için kullanılmaya başlanmıştır. Mezopotamya bir coğrafi terim olmakla birlikte, burada gelişen Sümer, Akkad, Babil ve Assur gibi uygarlıklardan günümüze ulaşan gelişmiş kültürel birikimi de ifade etmektedir.
#2
SORU:
Mezopotamya bölgesinin coğrafi konumunu açıklayınız.
CEVAP:
Günümüzde Mezopotamya denince doğuda Zagros Dağları, kuzeyde Güneydoğu Toroslar, batıda Amanos Dağları ve Suriye çölü, güneyde de Basra Körfezi ile çevrelenen alan akla gelmektedir.
#3
SORU:
Mezopotamya bölgesini önemli kılan hususlar nelerdir?
CEVAP:
İnsanoğlunun uygarlaşma süreci içindeki en temel adımlar bu geniş sınırlar içinde atılmıştır. Yerleşik yaşam, tarım, hayvanların evcilleştirilmesi, çanak çömlek üretimi, obsidiyen alet yapımı, içinde steller ve heykeller bulunan anıtsal tapınakların inşası gibi önemli gelişmeler, Kuzey Mezopotamya’da Torosların eteklerinde yaşanmıştır. Verimli Hilal’in kuzey uç kesimini oluşturan bu bölgenin öne çıkmasında, susuz tarım yapılabilecek kadar yağmur alması önemli bir etkendir.
Kentleşme, uluslararası ticaret, toplumda sosyal sınıfların oluşması, devletin oluşumu ve yazının geliştirilmesi gibi etkileri günümüze ulaşan ikinci önemli gelişim çağı ise Güney Mezopotamya’da MÖ dördüncü binyılda yaşanmıştır. Ortadoğu ve çevresindeki toplumları yönlendiren ve biçimlendirilmelerinde büyük rol oynayan birçok temel gelişme bu sürecin ürünüdür.
#4
SORU:
Sümerlerin 3200 yıllarında geliştirdiği çiviyazısını hangi uygarlıklar kullanmıştır?
CEVAP:
Sümerlerin 3200 yıllarında geliştirdiği çiviyazısı, Önasya’da üç bin yıla yakın bir süre boyunca Akkad, Assur, Babil, Pers, Hitit ve Urartu gibi birçok toplum tarafından kullanılmış; Fenike kıyılarında geliştirilen alfabe yazısına da öncülük etmiştir.
#5
SORU:
Sümerlerin insanlık tarihine dinsel, teknolojik ve sosyal açıdan getirdiği katkılar nelerdir?
CEVAP:
“Yaratılış” ve “Tufan” gibi tek tanrılı dinlerle günümüze taşınan dinsel anlatılar ilk kez Sümerler tarafından yazılmış, sonrasında diğer Mezopotamya toplumları tarafından tekrar tekrar kopyalanmıştır. Yazılı kanunlar, matematik, tıp, fal, büyü ve benzeri konularda önce bu coğrafyada adımlar atılmıştır. Teknolojik aşamayı gösteren çömlekçi çarkı, araba tekerleği, saban, yelkenli tekne, yapı kemeri ve tonoz da Mezopotamyalı toplumların uygarlığa yaptıkları katkılardandır. Dördüncü binyılda hız kazanan örgütlü sosyal yaşamın getirdiği sulu tarım, anıtsal yapıların inşası, uzak bölgelerle ticaret, kentleşme ve devletin kuruluşuna zemin hazırlamıştır.
#6
SORU:
Buzul Çağı ne zaman yaşanmıştır?
CEVAP:
Buzul Çağı, İnsanoğlu’nun Kuzey Yarım Küre’ye geldiği bir milyon yıl öncesinden günümüze kadar dört kez buzul ve buzul arası dönem yaşanmıştır. Buzul dönemlerinde Kuzey Yarım Küre’nin yüksek kesimleri erimeyen buzul kütleleriyle kaplanmış, göllerin hacmi genişlemiştir. Buzul dönemlerinde deniz seviyesi günümüzdekinden daha aşağıda idi. Buzul arası dönemlerde ise iklim normalden daha sıcak hale gelmiş, karlar eriyerek deniz seviyesini yükseltmiştir.
#7
SORU:
Mezopotamya bölgesinin olumsuz özellikleri nelerdir?
CEVAP:
Bütün bu önemli gelişmelerin yaşandığı bölge, birçok bakımdan elverişli yaşam koşullarına sahip değildir. Örneğin, burası nehir alanları dışında çöldür. Susuz tarıma uygun olmayan bölgede tarım yapılabilecek tarlalar da sınırlıdır. Hayvancılık için elverişli ve zengin bitki örtüsüne sahip otlaklar bulunmamaktadır. Yapı malzemesi için gerekli taş ve kereste yoktur. Maden kaynakları da bölgeden oldukça uzaktadır. Bu kadar olumsuz koşullara sahip bir bölgede, insanoğlunun yaşamındaki en önemli gelişme süreçlerinden birinin yaşanmış olması oldukça dikkat çekicidir.
#8
SORU:
Mezopotamya toplumları bu bölgenin olumsuz koşullarının üstesinden gelmek için neler yapmışlardır?
CEVAP:
Bu bölgede yaşamak için toplumun organize olması bir zorunluluk idi. Nehir kıyılarındaki dar alanlar dışındaki kurak bölgelerde tarım yapabilmek ancak gelişmiş sulama ile mümkündü. Bunun için toplumun organize olarak Fırat ve Dicle nehirlerinden kanallar açtıkları ve bölgenin tarım potansiyelini artırdıkları anlaşılmaktadır. Diğer temel ihtiyaçları da düzenli ticaret ile uzak bölgelerden sağlanmaktaydı. Bunun için güvenli bir ortamın oluşturulması, istikrarlı bir ticaret ağının kurulması gerekliydi. Güney Mezopotamya’da yaşayan toplumlar bunu başarmışlardır. Sulu tarımdan elde ettikleri fazla ürün yanında tekstil önemli bir artı değer oluşturmuştur. Ayrıca doğudan gelen kalay ve değerli taşları Doğu Akdeniz ve Anadolu’ya ulaştırarak bu yolla da önemli gelir elde etmekteydiler.
#9
SORU:
Mezopotamya'da ticaret ve taşımacılık nasıl yapılıyordu?
CEVAP:
Mezopotamya’da uygarlıkların ayakta kalmasını ve gelişmesini sağlayan ticari ilişkiler, nehirler, nehir vadilerindeki yollar, dağları aşan belli geçitler ve denizler üzerinden yapılabilmekteydi. Bölgenin batısını kuşatan çöl ancak belli mevsimlerde ve yeterli donanıma sahip olunduğunda aşılabilmiştir. Kereste, maden ve taş gibi ihtiyaç duyulan çeşitli hammaddeler de Mezopotamya’ya bu iki nehir üzerinden ulaştırılabilmiştir. Fırat Vadisi’nin son bölümü, Güney ve Orta Mezopotamya’dan Akdeniz kıyılarına ulaşmak için kullanılıyordu. Bağdat’ın güneyindeki Sippar’dan başlayan yol, Fırat kıyısını izleyerek Mari’ye (Tel Hariri), daha sonra da çölü Tadmor (Palmira) üzerinden vahalar aracılığıyla aşarak Homs üzerinden Fenike limanları, Şam veya Filistin’e ulaşıyordu. Ancak ikinci binyılda devenin kervanlarda kullanılmaya başlanmasına kadar, tek taşıma aracı olan eşek ile genişliği 500 km’yi bulan çölleri geçmek oldukça güçtü. Saray ve tapınaklarda kullanılan kaliteli ahşap malzemelerden sedir, servi ve ardıç ağaçları Lübnan ya da Amanoslardan Fırat yoluyla
getiriliyordu. Daha yakın olan Zagroslardaki ormanlar ucuz kereste ihtiyacını karşılıyordu. Doğudaki İran’ın kaliteli taş yataklarına sahip olduğu bilinmekteydi.
#10
SORU:
Mezopotamya toplaumlarında yazıya neden ihtiyaç duyulmuştur?
CEVAP:
Yazı, nüfusları oldukça artan kentlerde, ortaya çıkan yönetici sınıfın işleri düzene koymak, yaygın ticari ilişkilerde karışıklıkları önleme çabalarının bir ürünüdür. Güney Mezopotamya’nın nüfusları hızla artan kentlerinde, merkezi idarenin yürüttüğü inşa projeleri çoğaldıkça, tapınakların depolarında biriktirilen ve buradan dağıtılan ürünlerin miktarı arttıkça basit işaretler, sayılar ve listeler ihtiyacı karşılayamaz hale gelmişti.
#11
SORU:
Uruk döneminde yazının gelişim süreci nasıl olmuştur?
CEVAP:
Uruk döneminin sonlarına doğru, MÖ 3200 yıllarında şimdiye kadar bilinen en erken yazılı belgeler ortaya çıkar. Bunlar daha sonraki çiviyazısının öncüleri olarak görülebilecek, resim karakterindeki işaretlerden oluşur. Yazıcı, temiz bir kil topağını kil tablet biçimine getirdikten sonra üzerini kamış ucuyla çizerek karelere ayırır ve sonra her bir kare içine anlatılmak istenen nesne ya da işi tanımlayan
resmi çizerdi. Karşısına da miktar belirtilirdi. Başlangıçta çizilen karakterlerin çoğu mal miktarını belirten sayı işaretleriydi. Anlatılmak istenen her nesne ayrı bir işaretle betimleniyordu. Bu nedenle Uruk’taki dördüncü tabakada bulunmuş henüz tam okunamayan yazıda 1500’ün üzerinde ayrı işaret kullanılmıştı. Yazı yaygınlaştıkça yavaş yavaş küçüldü ve resim özelliğini kaybetti. Tabletlere çizilen yatay hatlar üzerine resim karakterinden dönüştürülen çivi biçimli işaret kümeleri art arda yapılmaya başlandı. Yatay, dikey, eğik ve köşe çengeli biçimindeki çivi işaretleri, bir kamışın kesilmiş ucuyla ıslak kile bastırılarak yapılıyordu. Sözcükler, çiviyazısında çoğunlukla tek bir işaretle değil, her biri bir heceyi gösteren çivi işaretleriyle yazılıyordu. Ayrıca eski sistemin devamı olan, yani bir nesneyi gösteren işaretler de kullanılıyordu.
#12
SORU:
Mezopotamya, Anadolu ve Mısır uygarlıklarında yazının gelişimi nasıl olmuştur?
CEVAP:
İlk yazılan belgelerin Sümerce olduğu anlaşılmaktadır. Sümerlerden sonra çiviyazısı geleneği başta Akkad, Babil, Assur olmak üzere Mezopotamya’nın bütün uygarlıkları, Anadolu’da ise Hitit ve Urartular tarafından alınmış ve kullanılmıştır. Doğu Akdeniz kıyılarında gelişen ve Fenikeliler tarafından yaygınlaştırılan alfabe yazısı ise Aramiler, Anadolu’da Frigler, Lidyalılar ve diğer Eski Batı uygarlıkları tarafından kullanılmıştır. Eskiçağ’da Mısır’da kesintisiz biçimde kullanılan hiyeroglif (resim) yazısı, Anadolu’da Luwiler, Hititler ve Geç Hititlerde yaygındır.
#13
SORU:
Çiviyazısının çözümlenme süreci nasıl olmuştur?
CEVAP:
Bu bilinmeyen yazı sisteminin çözümü için gerekli anahtar İran’da bulundu. Kirmanşah yakınlarındaki Bisutun yazıtları, aynı metni yan yana üç dilde kaydetmişti. Bunlardan ikisi Eskiçağ’da kullanılan Elamca ve Babilce üçüncüsü iseçFarsça’nın atası olan Eski Persçe idi. 1802 yılında Alman dilbilimci G. F. Grotefend, bu üç yazıtlardan yapılan kopyalar üzerinde çalışmaya başlayarak ilk başarılarını elde etti. Grotefend daha geç Pehlevi yazıtlarında Pers krallarının “Büyük Kral” ve “Krallar Kralı” unvanlarını kullandıklarını öğrenmişti. Yazıtları yeniden gözden geçirerek araştırmasını ve yorumlarını sürdürdü. Sonuçta önce söz konusu unvanları ve “filan filanın oğlu” tanımlamasını çıkardı. Bu çözümleme tarihin babası Herodot’un adlarını günümüze taşıdığı, Pers kralları Hystaspes oğlu Darius ve Darius oğlu Kserkses’e uyuyordu. Bu adımlardan habersiz olan başka araştırmacılar da benzer sonuçlara varmışlardı. 1835’de teğmen Rawlinson şahın kardeşine askeri danışman olarak Kirmanşah’a gitmiş; Bisutun yazıtlarını yeniden kopya etmiş ve Persçe versiyonu üzerindeki çalışmalarda Grotefend ile aynı sonuçlara ulaşmıştı. Eski Persçe yazıtın çözümünde atılan bu adımlar, aynı metnin çevirisinin yazıldığı diğer dillerin de anlaşılmasında ve çiviyazısının çözümlenmesinde anahtar rolü oynamıştır. Hitit ve Urartu dillerinin anlaşılması da yine çift dilli yazıtlar sayesinde mümkün olmuştur.
#14
SORU:
Sümerce, Mezopotamya çevresinde konuşulan ve yazıya geçirilen bütün dilleri etkilemesinin nedeni nedir?
CEVAP:
Sümerce, Mezopotamya çevresinde konuşulan ve yazıya geçirilen bütün dilleri etkilemiş ve bu dillere çok sayıda kelime vermiştir. Bunun nedeni, Sümerce’nin din dili olarak benimsenmesi, binlerce yıl boyunca duaların Sümerce okunmasıdır. Sümerler tarih sahnesinden tümüyle çekildikten sonra bile Sümerce dini metinlerin kopyalarının yapıldığı bilinmektedir. Mezopotamya dışında çivi yazısı kullanan Hitit ve Urartu gibi uygarlıkların yazılı belgelerinde de Sümerce kelimeler özgün biçimleriyle kullanılmaktaydı. “Yaratılış” ve “Tufan” gibi tek tanrılı dinlerde de karşılaşılan temel dinsel anlatıların kökeni Sümerlere dayanır. Yazılı kanunlar, matematik, tıp, fal, büyü gibi konularda atılan ilk adımlarda onların payı vardır.
#15
SORU:
Sümerlerin neden Hazar bölgesinden geldikleri düşünülmektedir?
CEVAP:
Uruk Hanedanı’nın kurucusu, kral Meskiaggaşer’dir. Onu izleyen kral Enmerkar hem Uruk kentinin kurucusu ve hem de Hazar Denizi yakınında olduğu düşünülen Aratta’ya sefer yapan ilk kral olarak anılır. Sümer döneminde Hazar bölgesiyle ilgili olarak anlatılan öyküler ve sefer kayıtları, onların bu bölgeden gelmiş olabileceklerinin göstergesi olarak da değerlendirilmektedir. Listelerde Uruk Hanedanı içinde Lugalbanda, Dumuzi ve Gılgamış gibi mitolojik kahramanlar da sıralanır. Bunlardan Gılgamış bütün Önasya’da bilinen Tufan, Yaratılış ve Ölümsüzlük Arayışı gibi mitlerin en ünlü kahramanlarından biridir.
#16
SORU:
Sümerlerde toplum yapısını açıklayınız.
CEVAP:
Toplum soylular, sıradan vatandaşlar, yanaşmalar ve kölelerden oluşmaktaydı.
Halkın çoğunluğu tarım ve hayvancılıkla uğraşan çiftçilerdi. Ayrıca yazıcılar,
gemiciler, balıkçılar, mimarlar, duvarcılar, marangozlar ve çömlekçiler de kent yaşamının vazgeçilmez unsurlarıydı. Her kentte zengin tüccarlar ve güçlü aileler de vardı. Tapınak sosyal yaşamın merkeziydi.
#17
SORU:
Sümerlerin bürokratik ve yönetim yapısını açıklayınız.
CEVAP:
Yönetimde en büyük otorite olarak anılan unvanlar arasında EN, ENSİ ve LUGAL bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla bey, vali ve kral anlamı taşımaktaydı. Sümer kentleri, merkezlerindeki anıtsal tapınakları ile aynı zamanda bir kült merkezi idi. Her bir kentte Sümerlerin saygı duyduğu tanrılardan birine adanmış tapınak vardı. Bu tapınakları yöneten rahip sınıfının kentin yöneticileri üzerinde etkilerinin olduğu, kralın da tapınak ve görevlilere yakın olduğu anlaşılmaktadır. Sümer yazılı belgeleri, UNKEN adında sivil bir meclisin kentlerin yönetimiyle ilgili belli kararların alınmasında rol oynadığını belirtmektedir.
#18
SORU:
Sümerlerin dini yapısını açıklayınız.
CEVAP:
Bütün Sümer toplumu tarafından kutsanan ve adı yazılı belgelere geçen yüzlerce
tanrı, tanrıça ve kutsal varlık vardı. Tanrıların insan, tanrılar aleminin de yönetici
sınıf gibi olduğuna inanılmaktaydı. Tanrıların eşleri, çocukları ve yardımcıları
vardı. Önem sırasına göre bu tanrılara yapılan tapınakların boyutları da değişmekteydi. Mezopotamya’da her kentin bir baştanrı için inşa edildiği ve tanrının evi olduğu kabul edilmekteydi. Gök tanrısı An başlangıçta Sümerlerin baştanrısıyken sonra yerini hava tanrısı Enlil’e bırakmıştır. Ekur adındaki tapınağı Nippur kentinde bulunan Enlil, aynı zamanda tanrıların babası olarak bilinirdi. Nippur, Sümerlerin dini başkentiydi ve orada hizmet etmek, inşaat yapmak veya yapımına katkıda bulunmak büyük bir onur olarak kabul edilirdi. Enki bilgelik tanrısı; Ninmah (Ninhursag) ulu hanım, ana-tanrıça; Nanna ay tanrısı; oğlu Utu güneş tanrısı; İnanna aşk tanrıçasıydı.
#19
SORU:
Sümer dini ve mitolojisi diğer toplumları nasıl etkilemiştir?
CEVAP:
Sümer dini ve mitolojisi, Mezopotamya’ya gelen diğer toplumları da etkilemiştir.
Sümer tanrıları, isimleri değiştirilerek aynen kabul edilmiş, Sümer ilahileri ve
mitolojik anlatıları ortak bellekte günümüze kadar ulaşmıştır. Yaratılış ve Tufan
gibi Sümer mitosları, tek tanrılı dinlerde de varlığını korumuştur. Önasya’daki
birçok toplumun örnek aldığı kahramanlık öykülerinin şiirsel bir biçimde anlatılması modeli ilk kez Sümerlerde karşımıza çıkar. Çoğu kahramanlık öykülerinden oluşan destan biçimindeki bu öyküler olasılıkla arp ve lir eşliğinde okunmakta, yeni kuşak bunları müziğiyle birlikte ezberlemekteydi. Sümer destanlarındaki başlıca kahramanlar arasında, Enmerkar, Lugalbanda ve Gılgamış gibi krallık yapmış olabilecek adlar da bulunur. Uruk Hanedanı’nın kralları arasında da adları geçen bu üç kahramandan Gılgamış, hem bir kral, hem de koruyucu bir ilah olarak kabul edilirdi. Gılgamış destanı hem yazılı ve hem de sözlü bir biçimde Sümerlerden sonra, Akkad, Babil, Assur gibi Mezopotamya toplumlarına ve sonrasında Anadolu uygarlıklarına aktarılmıştır.
#20
SORU:
Tufan mitosu ne anlatılmaktadır?
CEVAP:
Sümerlere ait Tufan Mitosu, Önasya’nın en iyi bilinen ve tek tanrılı dinlerde benzer biçimde tekrarlanan olayını anlatır. Bitkilerin, hayvanların ve insanların yaratılışı, krallığın gökten indirilişi ile başlayan destan, tanrıların insanları cezalandırmak için Tufan kararı almaları ile sürer. Bu karardan hoşlanmayan bazı tanrılar, kutsal kitaplarda adı anılan Nuh’un karşılığı olan dindar Ziusudra’ya durumu anlatırlar. Dev bir geminin yapılmasından, her hayvan türünden bir çiftin ve kendisine inanan iyi insanların gemiye bindirilmesinden sonra Tufan başlar. Yeryüzü yedi gün yedi gece boyunca suların altına gömülür. Sonra güneş tanrısı Utu (Akkadca Şamaş) görünür ve yeryüzünü aydınlatır. Ziusudra onun önünde eğilir ve kurbanlar sunar. Ziusudra bundan sonra ölümsüz olarak, ilahi cennet Dilmun’a götürülür.
#21
SORU:
Sümerlerde kaç çeşit tapınak bulunaktadır?
CEVAP:
Sümer kentlerinde büyük tanrıların evi olarak yapılan iki tür tapınak bulunmaktadır.Bunlardan ilki ziggurat olarak adlandırılan anıtsal yapılardır. Günümüze ulaşan çok sayıda ziggurattan en sağlam olanı Ur kentindedir. Tuğla veya kerpiçten basamaklar halinde inşa edilen yapının tepesinde küçük bir tapınak yer alırdı. Daha yaygın olan ikinci tür tapınak ise hemen bütün Sümer kentlerinde inşa edilmişti. Dikdörtgen bir kutsal odası bulunan tapınağın çevresinde depolar ve görevlilerin ikameti için ayrılmış mekânlar bulunmaktaydı.