İLETİŞİM SOSYOLOJİSİ Dersi Sözlü Yazılı ve Görsel Kültürde İnsan ve Toplum soru cevapları:

Toplam 20 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

Söze, yazıya ve görüntüye dayalı olarak iletişim süreçlerini örgütleyen ve düzenleyen toplumlar arasındaki farklar ve benzerlikler nelerdir?


CEVAP:

Esas olarak sözelliğe dayalı toplumlar ile okur-yazar ve görsel toplumlar arasındaki sınırın nerede başlayıp bittiğine dair bir uzlaşma da yoktur. Bununla birlikte genel olarak bu üç kültürün ve buna dayalı toplumların tarihsel gelişimi konusunda iki görüş vardır: ilk görüş, uygarlık tarihinde önce sözlü kültürün, daha sonra yazılı ve ardından da görsel kültürün hakim olduğunu söyler. Hatta bildiğimiz anlamda tarihin, yazı ile başladığını öne sürer. İkinci görüş ise, yazılı kültürün sözlü kültürün yerini almadığını, görsel kültüre geçişle de yazılı kültürün sona ermediğini belirterek, sonradan gelişenlerin öncekileri dönüştürücü ve düzenleyici etkilerine dikkat çeker.


#2

SORU:

Sözlü kültürde dilin önemini açıklayınız.


CEVAP:

İnsanın içinde yaşadığı dünya ile ilişkilenmesi veya bağlantılanması olan iletişim, önce sözlü olarak başlamıştır. İnsanoğlunun, yeryüzündeki diğer canlılardan düşündüğünü dile getirebilmesiyle ayrıldığı hep söylenegelir. İnsanın bugünkü varlığı da, doğal çevresiyle etkileşimini yönlendirmek ve denetlemek amacıyla sarfettiği çabaların toplam bir sonucu sayılabilir. Bütün bu çabalara hız veren ise, dilin kullanımı ve geliştirilmesidir. Dil, insanı yakın ve uzak doğal ortamlarla ve başka insanlarla bağlantılı kılmaktadır. Bu bağlantılanmasıyla birlikte insan, aslında kendi varlığını yaşam ile yoğurmakta, adeta yaşamın kendisine demir atmaktadır. Dil sayesinde insan, kendi varlığının deneyimini yeryüzüne doğru açmaktadır. Sözle birlikte harekete geçirilen ve üretilen anlamlar, bu dünyayı insan için yaşanılası bir yer haline getirmektedir.


#3

SORU:

İnsanın duygu ve düşüncelerini anlatmak amacıyla kullandığı araçlar nelerdir? Açıklayınız.


CEVAP:

Sözel dil, insanın ürettiği sembolik biçimleri sabitlemek için geliştirdiği ilk teknik araç sayılır. İnsanların düşünce ve dil arasında bağlantı kurarken geçirdiği aşamalar, mutlak sözellikten yazının kısmen belleğe yardımcı olduğu dönemlere; oradan yüksek okur-yazarlık dönemine ve nihai olarak elektronik sözelliğin hakimiyetine doğru sınıflanmaktadır.


#4

SORU:

Sözlü kültürün ortaya çıkışını açıklayınız.


CEVAP:

İlkin konuşma pratiğiyle, insan, doğayla ve birbirleriyle her türlü karşılaşmasını öyküler halinde dokuyagelmiştir. İlk insan topluluklarından itibaren masalcılar tarafından anlatılan bu öyküler, sözlü kültüre can vermiştir. Sözelliğin hakim olduğu dönemde toplumsal iletişim, insanlar arasında ve doğayla insan arasında gerçekleşen etkileşime dair en geçerli sözün, hikaye anlatımının örgütleyici figürleri olan masalcı kişiler tarafından yeniden düzenlenerek topluluğa aktarıldığı bir aracılık boyunca gerçekleşmiştir.


#5

SORU:

Öykülerin toplumsal hayattaki yeri ve önemi nedir?


CEVAP:

Öyküler, insan topluluklarını bir arada tutan ve onların zaten bildiklerini bir kez daha duyuran özel türden anlatılardır. İçinde gerçeğin, kahramanlıkların, fedakârlıkların, sevginin, iyi ile kötünün mücadelesinin yer aldığı bu sözlü anlatılar, toplulukların en yaşlıları tarafından kuşaktan kuşağa aktarılırlardı. Böylelikle gerçek yaşamdaki deneyimler, belirli tasarımların da eklenmesiyle, toplulukların hayatta kalmaları için gereken bilgi haline dönüşüp paylaşılmış olurdu. Bu bilgi, masalcının veya anlatıcının ağzından dökülse de, toplulukta hiç kimsenin diğerlerine göre daha akıllı ve üstün sayılmadığı bir eşitlik zemininde gerçekleşmekteydi. Önemli olan, sözkonusu yaşam bilgisinin kendisiydi.


#6

SORU:

Sözlü kültür nedir? Açıklayınız.


CEVAP:

Sözlü kültür, insanın doğayla ve birbirleriyle olan etkileşimine dayalı deneyiminin, bu deneyimin ürünlerinin temel olarak sözle ve konuşmayla paylaşılarak farklı zaman ve mekan bağlamlarına aktarıldığı kültürdür.


#7

SORU:

Sözelliğin ön planda olduğu toplumlarda anlatım özellikleri nelerdir?


CEVAP:

Sözelliğin ağır bastığı ve yazının yaygınlaşmadığı toplumlarda, anlatım insan belleğine dayalıdır. Burada dilbilgisi kurallarından çok, canlı ortamın sağladığı topluluk enerjisi, anlamın belirlenmesine yardımcı olur. Bilginin bellekte depolanabilmesi için, kalıp ifadeler geliştirilmiştir. Kalıp ifadelerde, sıfatların bolca kullanılması, akılda kalıcılığı sağlamaktadır. Örneğin, “yürekli savaşcı”, “koca
dağ”, “güzel prenses” gibi sıfatlar, kuşaktan kuşağa aktarılan kalıp ifadelere dönüşür. Düşüncenin kuru kuru dizilmesi yerine, olabildiğince bol sözle anlatılması, adeta bir dil ekonomisi yaratılması, sözlü kültürün insanlarının temel alışkanlığıdır. Buna ek olarak, aynı sözlerin birkaç kez tekrarlanması, konuşmacının derdinin daha iyi anlaşılmasını sağlar.


#8

SORU:

Sözelliğin hakim olduğu toplumlarda bellek özellikleri nasıldır?


CEVAP:

Sözelliğin hakim olduğu toplumlarda bellek, günümüzün okur-yazar insanın belleğinden oldukça farklıdır. Tüm inanç ve değerler, toplulukça üretilen hayatta kalma bilgisi, insan belleğinde depolanır ve yüzyüze iletişimle iletilir. Kişi, temel
toplumsal ilişkileri yaşantılamasında hayati öneme sahip olan şeyi anımsar, önemi kalmayan bilgiyi unutur gider. Belleğin canlılığı açısından tekrarlama, anımsamayı kolaylaştırdığı için sözlü kültürde hayati önemdedir. Düşünceler, neredeyse ritmik, melodik bir biçimde söze dönüştürülür ve tekrarlanır. Belirli söz kalıplarının kullanımı, ezbere okumalar, çeşitli müzik araçlarının kullanımı ve topluluktaki anımsatıcıların hepsi birlikte, belleğin içeriğini korumada etkilidir.


#9

SORU:

Sözlü kültürde zihnin soyutlama özellikleri nasıldır?


CEVAP:

Sözlü kültürde zihnin soyutlama düzeyi, okuryazar kültüre göre daha düşüktür. Bu zihin, içinde bulunduğu zamanda ve mekândan mesafelenmekte güçlük çeken; kategorik ayrımlar, sınıflamalar yapmakta zorlanan; kavramları ilişkisel ve işlevsel olarak kullanan bir zihindir. Kuşkusuz sözel toplumlar da zaman
ve mekân fikirlerini örgütleyen birtakım anlama kategorileri geliştirmişler ve bunu dil aracılığıyla sürekli kılmışlardır. Ancak zaman ve mekân kategorileri, okur-yazar kültürünkinden farklı olarak, soyut olmaktan çok geliştirilmiş anlatılara bağlı bir somutluk göstermektedir. 


#10

SORU:

Sözelliğin hakim olduğu toplumlar ve tutuculuk arasında nasıl bir ilişki vardır?


CEVAP:

Kuşkuculuğun zayıflığı ve eleştirinin zor gelişmesi, sözlü kültürün toplumlarını daha kapalı, tutucu ve gelenekçi kılmaktadır. Gerçekten de sözel toplumlarda kapalılık ile tutuculuk arasında güçlü bir bağlantı vardır. Filozof Karl Popper ve iletişimci Marshall McLuhan’a göre kapalılık, sözlü toplulukta kişiler arası iletişimin, birlik ve bütünlüğün sürdürülmesine yönelik somut ilişkilerle gerçekleşmesinin bir sonuducur.


#11

SORU:

Zaman-mekan ayrışması nedir?


CEVAP:

Bütün iletişim biçimleri, zaman ve mekânda hareketi içerir. Belirli bir zaman ve mekânda gerçekleşen deneyime ilişkin üretilen anlamlar ve sembolik biçimler, bulunduğu bağlamdan koparak farklı zaman ve yerlerde yeniden konumlandırılabilir, yeni bağlamlara gömülebilir. İki kişi arasında herhangi bir konuşmanın gerçekleştiği andan itibaren, bu yeniden bağlamlaştırma süreci başlar. Yazı da, konuşma gibi bir teknik araç olduğundan, yeniden bağlamlaştırabilir. Hem dilin hem de yazının gerçekleştirdiği bu mesafelenmeye “zaman-mekân ayrışması” adı verilir.


#12

SORU:

Önokur-yazar toplumlar nedir?


CEVAP:

Okur -yazarlığın nüfusun daha küçük bir kısmı tarafından gerçekleştirildiği toplumlara önokur-yazar toplumlar denir.


#13

SORU:

Önokur-yazar toplumlara örnek veriniz.


CEVAP:

Eski uygarlıklar, Sümerler, Mısırlılar, Hititler ve Çinliler, ön- okuryazar toplumlardan sayılabilir.


#14

SORU:

Koşulu okuryazarlık ne demektir?


CEVAP:

Ön okur-yazar toplumlarda yazı, çok az ve sınırlı amaçlar için kullanıldığından, bu aşamaya “koşullu okur-yazarlık” aşaması da denilmektedir.


#15

SORU:

Yazılı kültürün yaygınlaşma sürecini açıklayınız.


CEVAP:

Sami alfabesini uyarlayarak, açık ve belirsizlikten uzak, sesli harflere de sahip ve sayısı az bir gösterge sistemi olarak Yunanlıların geliştirdiği fonetik alfabe, okuryazarlığı kendi toplumunda yaygınlaştırmaya olanak sağlamıştır. İlk kez fonetik alfabe yazısı, insanları işitsel ağın dışına taşımıştır. Elbette okur-yazarlığın yaygınlaşması için fonetik alfabenin icadı tek başına yeterli olmamıştır. Yazılı kültür, matbaanın icadının bilgiyi herkes için erişilebilir hale getirmesine de çok şey borçludur. 15. yüzyılın ortalarına kadar kitap, yazıcıların el yazılarının bir ürünüydü. Hareketli matbaa harflerinin ve resimlerin basımının keşfiyle, yazılı kültürde ifadelerin aynen yinelenebildiği ve çoğaltılabildiği, türdeşliğin hâkim olduğu bir aşamaya geçilmiştir. 


#16

SORU:

Yazılı kültür toplumunun özellikleri nelerdir?


CEVAP:

Yazılı kültürün toplumu, okuryazarlığın yaygın olduğu, belirli toplumsal kesimlere sağlanan bir ayrıcalık olmaktan çıktığı toplumlardır. Herhangi bir alfabe, en azından özgür yurttaşlar çoğunluğu arasında kullanılıyor olmalıdır. Okur-yazar toplum veya yazılı kültüre sahip toplumla kastedilen, aslında basitçe basılı malzemeleri okuma ve yazma etkinlikleri genellik kazanmış bir toplum değil,
okumayı ve yazmayı kültürel bir etkinlik olarak etkin bir tarzda gerçekleştiren bir toplumdur.


#17

SORU:

Yaygın okuma yazmanın algılama üzerinde ne gibi etkileri olmuştur?


CEVAP:

Yaygın okuma yazma, algılamayı tümüyle değiştirmiştir. Okuma yazma insanların soyut kategoriler halinde düşünmelerini sağlar. Soyut kategorileri oluşturan şey, düşüncenin metin tarafından oluşturulmasıdır. Bir konuyu analiz edebilmek ve soyutlayabilmek için, insanın o konuyu tekrar değerlendirebilmesi gerekir. İşte yazı, bir yandan okuyanın aynı ifadelerin üzerinden tekrar tekrar geçmesine elverdiği için, diğer yandan da kişinin günlük deneyim ile arasına mesafe koymasını sağladığı için eleştirel, yargılayıcı, analitik ve soyutlayabilen bir aklın ve zihnin gelişmesini olanaklı kılmıştır.


#18

SORU:

Yabancılaşma kavramını açıklayınız.


CEVAP:

Edebi iletişimde, okur, neyin temsil edildiğinden çok temsil edilen şeyin nasıl temsil edildiğine odaklanır. Edebiyat, gündelik dil kullanımından sapmaya yol açar. Okurlar için, çok tanıdık gelen şeyleri bile onlara yabancı kılar ve böylece onların uyuşmuş algılarını alt üst eder. Edebi okuryazarlık dogmatizmi azaltır, insanları daha açık fikirli olmaya davet eder.


#19

SORU:

Edebi okur-yazarlığın insana kattıkları temel olarak nelerdir?


CEVAP:

Yabancılaşma, karmaşıklığın farkına varma, düşünümsellik, izleyici girdisi.


#20

SORU:

Yazı, insanın zaman algısında nasıl bir değişim yaratmıştır?


CEVAP:

Yazı, insanın zaman algısında da değişim yaratmıştır. Yazıdan önce insanlar, herhangi bir soyut hesaplanmış zaman içinde yaşıyor hissetmiyorlardı kendilerini. Yaşadıkları yılı, doğum tarihlerini bile çoğunlukla bilmezlerdi. Liste, belge ve sayı, yazılı kültürün nitelikleridir. Sözel toplumlarda su veya güneşin saati, insanların ibadet başta gelmek üzere yaşantılarındaki diğer yapıp etmeleri için yeteri kadar ipucu sağlıyordu. Ancak niteliksel zamandan niceliksel olana doğru geçişle, insanların ürettiği sembollerden oluşan zaman sistemi devreye sokulmuştur.  Kayıt tutmak, zamanın nesneleşmesini hızlandırmıştır.