İSLAM AHLAK ESASLARI Dersi İSLAM VE AHLAK soru cevapları:

Toplam 35 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU: İslâm ahlâkı söz konusu olduğunda, ilgili eserlerde ahlâkın etkin kılınması için başlıca hangi sorunlar ele alınmıştır?


CEVAP: (1) Her şeyden önce ahlaki davranışın kuralları zikredilmiştir. (2) Bu kuralların nasıl uygulanacağı, yaşanmış örnekler üzerinden gösterilmiştir. (3) Ahlaki eğitimin amacı, ahlaklı davranmayı bir meleke haline getirmek olarak kabul edilerek, ahlak eserlerini bu amacın nasıl gerçekleştirileceği meselesini de dikkate alan kitaplar olarak hazırlamışlardır.

#2

SORU: “Ahlaklı” ve “ahlaksız” kelimeleri davranışın hangi çeşitleri için yapılan adlandırmalardır?


CEVAP: Bununla birlikte “ahlâklı” sıfatı, daha çok bir toplumda yaygın bir şekilde iyi ahlâk olarak bilinen davranış düzenine sahip olan insanlar için kullanılır. Aynı şekilde “ahlâksız” tabiri de, bir toplumda yaygın bir şekilde “iyi ahlâk” olarak bilinen davranış düzenine uymayan insanları tavsif etmek (nitelemek) için kullanılmaktadır.

#3

SORU: Kötü bir davranış insanı ve diğer insanları nasıl etkiler?


CEVAP: Kötü bir davranış veya davranış düzeni benzer bir şekilde insanın varoluş imkanlarını tahdit eder ve insanın sahip olduğu imkanları tahakkuk ettirmesini engeller. Diğer insanlar söz konusu olduğunda, onları varoluşlarında te’yid etmediği gibi, onların aleyhine bir durum ortaya çıkarır.

#4

SORU: Davranış ile var oluş arasında nasıl bir iyi-kötü ahlâk ilişkisi vardır?


CEVAP: Bir davranış düzenini veya herhangi bir davranışı “iyi” veya “kötü” kılan, o düzenin veya fiilin öncelikle insani varoluş üzerindeki tesiridir. İnsani varoluş, diğer insanlarla birlikte varolmayı zorunlu kıldığı için, bu aynı zamanda diğer insanları kendi varoluşları cihetinden dikkate almak demektir. İyi bir davranış düzeni, fiilleri gerçekleştireni ve fiilleri ilgilendiren diğer insanları, önce ne ise o olarak muhafaza eder; sonra da mevcudu içinde taşıdığı kabiliyetleri cihetinde geliştirir. Mesela bir çekirdeğin, bir elma çekirdeğinin kemali, uygun bir ortam bularak orada ağaç olması ve meyve vermesidir.

#5

SORU: Ahlak nedir?


CEVAP: Ahlâk, davranış düzenidir. Her insan az veya çok bir düzen içerisinde hayatını sürdürdüğü, daha doğrusu sürdürmek zorunda olduğu için, ahlâk insan hayatının zorunlu bir boyutu, eskiden denildiği gibi “mütemmim cüzü” veya “tamamlayıcı parçası”dır. Ahlâk, davranış düzeni olduğu için, genel olarak bu düzenin “iyi” ve “kötü”sünden bahsetmek anlamlı olduğu gibi, bir insanın hayatında verdiği kararlar ve gerçekleştirdiği fiiller için de iyi ve kötü sıfatı kullanılmaktadır. “İyi ahlâk” ve “kötü ahlâk” tabirlerini bu çerçevede anlamak gerekmektedir.

#6

SORU: Etraflı olarak “din” kelimesinin kelime anlamı nedir?


CEVAP: Din kelimesinin kök anlamı da, bir taraftan yakınlaşma ile alakalı iken, diğer taraftan da borç/ihtiyaç ile alakalıdır. Arapça’da “din” kelimesi ile borç anlamındaki “deyn” kelimesinin yazılışı aynıdır. Bu cihetten baktığımızda Arapça’daki din kelimesinin kök anlamı ile ıstılahi anlamı arasında bir irtibat olduğu görülmektedir. Nitekim insan Cenab-ı Hakk’a nelerini “borçlu” olduğunun farkında vardığı zaman, aslında kendisinin Cenab-ı Hakk’a ne kadar yakın veya Cenab-ı Hakk’ın kendisine ne kadar yakın, hatta “en yakın” olduğunun şuuruna varır. Din esas itibariyle bu şuurun, Peygamberler vasıtası ile bildirilen içerikle, mertebe mertebe şekillenmesi, muhteva kazanmasıdır. Benzer bir durum din kelimesinin batı dillerinde yaygın karşılığı olan “religion” kelimesi için geçerlidir. Nitekim Latince’de “religio”, “bağ” anlamına gelmektedir. Buna göre religion, insanı yaratıcısına bağlayan irtibat ve bu irtibatın farkında olmak, hatta bu irtibatın muhtevası demek olmaktadır.

#7

SORU: Klasik din tanımının ahlâki boyutu nedir?


CEVAP: Diğer taraftan dinin klasik tanımı, “akıl sahiplerini hüsn-i ihtiyarları ile bizzat hayırlara sevk eden ilahi vaz” şeklindedir. Ahlâk ve ahlâkilik ile ilgili bütün tanımlarda ve tanımlamalarda irade ve hayr vazgeçilmez unsurlardır. Ahlâki olanın, iradi olması zorunlu olduğu gibi hayra yönelik olması da zorunludur. Bu iki unsur dinin klasik tanımının da mütemmim cüz’üdür. Kısaca İslâm’ı dikkate alarak yapılmış olan klasik din tanımı, ahlâki bir boyut taşımaktadır.

#8

SORU: Elmalı’lı Hamdi Yazır’a göre gerçek din nedir?


CEVAP: “Dîn-i İslâm, tam manasıyla vahdaniyet-i ilâhiye esasına müstenid ve fıtrat-ı asliye-i insâniyyeye muntabık olup; dini, beşerin mevzûât-ı mücerredesi ve mütehalif temenniyât-ı muhayyelesi kabilinden addetmeyip, bir mebde-i hakîkîyi tanımak ve O’nun kavânin ve evamirine Tevfik-i hareketi vazife ittihaz eylemek, hâsılı beşerin ef’âl ve harekât-ı tabîiyye ve ıztırarıyyesiyle, efâl ve harekât-ı ihtiyariye ve iradiyyesi kanunlarının ahengini te’min eder bir hakîkat-i hâkimeye, yani Cenab-ı Hakk’a cidden inkiyâdı vazîfe bilmek ve bütün sa’âdeti bu vazifenin ifasından beklemek mâhiyetinde icmal eylemiştir.” (Elmalılı Hamdi Yazır (1997), s. 20.)

#9

SORU: Hazret-i Peygamber’in dinin uygulanması konusunda nasıl bir şahsî yaklaşımı ve teşebbüsü olmuştur?


CEVAP: İslâm, Cenab-ı Hakk tarafından gönderilen son Peygamber Hz. Muhammed (s.av.) tarafından tebliğ ve beyan edilmiş, kıyamete kadar bütün insanlara hitap ederek, inanma ve yaşamada doğru yolu gösteren dinin adıdır. İslâm, Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilirken, bizzat kendisi tarafından uygulanmış ve bu uygulamaya büyük bir insan kitlesi iştirak ederek şahit olmuş; daha sonra bu şehadet benzer bir şekilde nesilden nesle, hiçbir kesintiye uğramadan ve yaşanan hayat içinde ve hayat olarak, nakledilmiştir. Hz. Peygamber’in tebliği ve bu tebliğe ittiba, nazari ciheti olmakla birlikte ameli yani bilfiil bir süreçtir.

#10

SORU: İnsanın ve Allah’ın fiillerinin birbirlerine karşı nasıl bir ilişkisi vardır?


CEVAP: Yüce Allah’ın fiilleri ahlakî değerlendirmenin konusu değildir. Diğer taraftan insanların fiillerinin de Cenab-ı Hakk ile O’na fayda veya zarar verme gibi, bir irtibatları yoktur. İnsanlar ile Cenab-ı Hakk arasında, Cenab-ı Hakk’a, O’nun varlığını te’yid etme ve güçlendirme, O’na fayda veya zarar verme gibi bir ilişki olamayacağı için, insanların ahlâki fiillerinin veya insanların ahlâki durumları üzerinde durulurken, bu cihet dikkate alınmalıdır. Yani insanlar Cenab-ı Hakk’a fayda veya zarar veremezler; O’nun koyduğu yaratılış düzeninin dışına çıkamazlar. Yaptıkları bütün iyi ve kötü fiiller, ne olursa olsun, yaratılış düzeni, ilahi kader içinde cereyan eder; böyle olduğu için, mesela Allah’a isyan eden bir insan sadece kendisi ile kendisi cihetinden Cenab-ı Hakk ile irtibatının üzerini örtüp, onu yok saymaya meyletmiş olur. Bu yoksayma meylini daha da ileri götürerek Cenab-ı Hakk yokmuş gibi davranabilir. Ancak ilahi kader hükmünü icra eder.

#11

SORU: İslâm Ahlâkı teorik yazılara konu teşkil etmeden önce var olan bir müessese midir?


CEVAP: İslâm Ahlâkı teorik yazılara konu teşkil etmeden çok önce Hz. Peygamber’in hayatında tahakkuk etmiş ve onun etrafındaki ilk Müslümanlar tarafından da yaşanmıştır. İslâm ahlâkı, İslâm dininin bir parçası, mütemmim cüzüdür. Müslümanların İslâm’a uygun şekilde yaşayarak, yani Müslüman olarak varlığını sürdürmesi İslâm ahlâkının da etkin olması anlamına gelmektedir.

#12

SORU: Hz. Peygamber, insanlara örnek olması bakımından ibadetlerini nasıl yerine getirmiştir?


CEVAP: Hz. Peygamber sadece kendisi için veya inziva halinde veya gizli olarak yaşamamış, yaşadığı hayat etrafındaki sayısı yüz binleri bulan insanlar/sahabe tarafından (mümkün olan hayat tarzlarından birisi olarak değil), olması gereken ve ideal hayat tarzı olarak kavranmış ve bu kavrayış sebebi ile de insanların hayatlarına örnek teşkil etmiştir (usve hasene=güzel örnek). Hz. Peygamber’in hayatı başından itibaren bütün Müslümanları ilgilendirmiş; tarih boyunca olduğu gibi bugün de ilgilendirmektedir. K. Kerim’de Hz. Peygamber’i bu cihetten tavsif eden ve onu Müslümanlara “örnek” olarak gösteren, ona itaati Allah’a itaat olarak geçerli kılan çok sayıda ayet-i kerime bulunmaktadır. (Mesela Al-i İmran/3: 32; Nisa/4: 13; Nur/24: 54). Müslüman olarak yaşamanın Hz. Peygamber’e ittiba olduğu dikkate alınınca, bu ayetlerin Hz. Peygamber’in Müslümanın hayatındaki yerini de tanımladığı görülür. Bu bakımdan başından itibaren Müslümanlar Hz. Peygamber’e ittiba ederek yaşayan insanlar olarak, var olagelmişler ve kıyamete kadar da var olmaya devam edeceklerdir.

#13

SORU: Muhtaçlık, din ve peygamber kavramları arasında nasıl bir ilişkiden söz edilebilir?


CEVAP: İnsanları ve insanların varlığını/varoluşunu sürdürmesinde muhtaç olunan şeyleri temin etme ve kullanmada belirli bir düzenin dikkate alınması ve bu düzenin öğretilmesi, Peygamberlerin vazifesi olmuş; bu vazifeyi ifa eden Peygamberlerin insanlığa öğrettikleri hayat düzenine “din” denilmiştir.

#14

SORU: Allah, isanı muhtaciyet bakımından nasıl bir şekilde yaratmıştır?


CEVAP: İnsan muhtaç bir varlıktır; canlılığını muhafaza edebilmek için gıdaya, akciğerinin kanı temizleyebilmesi için belirli özellikleri taşıyan havaya, kendisini soğuktan ve sıcaktan koruyacak konut ve elbiselere ve nihayet doğduktan sonra kendi ayakları üstünde duruncaya kadar etrafındaki insanların, özellikle de anne ve babasının, ailesinin, nihayet parçası bulunduğu toplumun ve güvenliğini sağlayan devletin himayesine muhtaçtır. İnsanın ve insanlığın varlığını sürdürebilmesi için bu ihtiyacın belirli bir düzen içerisinde karşılanması gerekmektedir. Cenab-ı Hakk insanı ihtiyaçları ve ihtiyaçları karşılama imkânı ile birlikte yaratmıştır. Yani insanları ihtiyaçları ile birlikte yaratan Cenab-ı Hakk, onlara bu ihtiyaçları nasıl karşılayacaklarını ve bunun düzenini de bildirmiştir.

#15

SORU: Hz. Peygamber’in hayatını tahakkuk ettirmesinde Kur’an’ın nasıl bir işlevi vardır?


CEVAP: Hz. Peygamber kendi hayatında Kur’an-ı Kerîm’i tahakkuk ettirmiş, K. Kerim’de bulunan emir ve yasaklara göre hayatını düzenlemiştir. Bu hususu en güzel ifade eden Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber hakkında söylediği “onun ahlâkı Kur’an idi” sözüdür.

#16

SORU: Etik-ahlak kelimelerini günlük kullanımdaki ayrışma noktaları nelerdir?


CEVAP: Ahlâk, özellikle “etik” denildiğinde, modern dönemde ferdi davranış düzeninden daha çok (bunun için “şahsi ahlâk” tabiri kullanılmaktadır), toplumsal hayatı düzenleyen kamunun/siyasetin, bu düzenlemede dikkate aldığı en genel ilkeler kastedilmektedir. Bu çerçevede moral ile etik arasında bir ayrım yapılmakta, mesela “çevre etiği” denildiğinde, fertlerin tavırlarından daha çok, sermaye ve ekonominin çevre ile irtibatında dikkate alması gereken genel ilkeler söz konusu edilmektedir.

#17

SORU: İslâm dini daha çok akidevî mi yoksa amel merkezli midir?


CEVAP: İslâm dini, her ne kadar akidevi ciheti oldukça vurgulasa da, nihai olarak amel merkezlidir. İmanın altışartı olarak bilinen, Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine, meleklere, Peygamberlere ve onlara diğer insanlara tebliğedilmek üzere verilmiş olan Kitaplara, ahiret gününe ve nihayet her şeyin Cenab- Hakk’ın kudreti içinde cereyan ettiğine inanmak, Müslümanlığın akidevi cihetini özetlemektedir. Ancak buradaki her bir inanç unsurunun mühim bir ameli ciheti bulunmaktadır.

#18

SORU: Peygamberlerin varlığı ahlâkî olarak kendi dönemdeki toplumlara nasıl yansımıştır?


CEVAP: Peygamberlerin her birisi insanlığın önüne yeni varoluş imkânları açmış, onlara bu dünyada doğru yaşamanın ilkelerini ve kurallarını öğretmiş oldukları için, bütün insanlığın öğretmenleri ve aynı zamanda her birisi birer güzel ahlâk örneği olarak yaşamışlar ve öylece de bilinmişlerdir.

#19

SORU: Ahlak ilmi nedir?


CEVAP: Ahlâk kelimesi, bir şahsın veya toplumun hayatında etkin olan davranış düzeninin dile getirilmesi ve tasviri için kullanılır. Bu tasvir tamamen empirik ve başka alanlarla bu düzen arasında muhtemel illiyet/kozal (nedensel) ilişkileri konu etmek amacıyla yapılırsa, o zaman duruma göre ahlâk psikolojisi ve ahlâk sosyolojisi adını alır. Ama bu düzende genel geçer olanlar bunların hilafına gerçekleşenler ile birlikte zikredilerek, olması gereken dile getirilirse, o zaman buna ahlâk ilmi denir.

#20

SORU: Amelin, imanın içinde yer alıp almaması ile ilgili genel hüküm nedir?


CEVAP: Amelin/uygulamanın imanın bir cüz’ü olup olmadığı ile ilgili tartışma, İslâm’ın iki mütemmim cüz’ü/tamamlayıcı parçası olan iman ile amel arasındaki irtibatı kendisine konu ettiği için, dinin ameli bir ciheti olduğu ön şartına/gerçeğine bağlıdır; bununla karıştırılmaması gerekmektedir. Yani İslâm iki kısımdan oluşmaktadır. Biri iman diğeri amel/uygulama. Bu noktada hiçbir ihtilaf yoktur. İhtilaf, bir ara amelin imanın da bir parçası olup olmadığı noktasında ortaya çıkmış, ama amelin dinin bir parçası olmakla birlikte, imanın bir parçası olmadığı şeklinde halledilmiştir.

#21

SORU: “Karakter” nedir?


CEVAP: Alışkanlıklar belirli ilkelere bağlı olarak ve sistematik bir şekilde kazanılmışsa/öğrenilmişse, bir aşamadan sonra insanda “düşünme ihtiyacı hissetmeksizin” bazı kararları alma, bazı fiilleri gerçekleştirme kabiliyeti olarak insan hayatının, dolayısı ile insani varoluşun bir parçası olur. Buna biz kısaca “hulk” veya “karakter” diyoruz ki, başka bir ifade ile “ikinci tabiat” da denilmektedir.

#22

SORU: Ahlâklı ve ahlâksız tabirleri kimler için kullanılır?


CEVAP: Ahlâklı ve ahlâksız tabiri esas itibariyle insanlar için kullanılmaktadır. “Ali ahlâklıdır” veya “Ayşe ahlâklıdır” gibi. Bu tabirler insan fiilleri için de kullanılmaktadır. Bir insan gibi bir fiil de “ahlâki” veya “ahlâklı” olarak niteleneceği gibi, “gayri ahlâki” veya “ahlâksız” olarak ta nitelenebilir. “Muhtaç olan bir insanın meşru bir ihtiyacını karşılamak veya onun ihtiyacını karşılamasına yardım etmek iyidir” veya “Birinin malını onun izni olmadan almak ve kullanmak, gayri ahlâki bir davranıştır” ifadelerinde olduğu gibi. Bunun ötesinde bir düzen, bir sistem de ahlâki veya gayri ahlâki olarak nitelenebilir. “Cahiliyye düzeni, gayri ahlaki idi” gibi. Kısaca ahlâki değer ifadeleri insanlar, insan fiilleri ve insan fiillerinin doğrudan veya dolaylı neticelerini nitelemek için kullanılmaktadır.

#23

SORU: Dünya hayatının sonlu olduğunu bilmekle ahlâk arasında nasıl bir ilişki vardır?


CEVAP: İnsanların bu dünyadaki hayatının çok önemli ve ciddi olmakla birlikte her şey olmadığını; her insanın başına gelecek olan ölüm ile insanın bir tür yeni bir boyutu veya boyutta yaşamaya başlayacağı –buna devam edeceği de denilebilir- ve bu boyuta da “öteki hayat” anlamında “hayatü’l-ahire” denildiğini biliyoruz. Ölümün bir son olmayıp, bir taraftan bu dünyada yaşanılan hayatın bir “muhasebesinin” yapılacağı ve mükâfat ve cezanın verileceği yeni bir hayatın başlangıcı olduğunun farkında olmak ta, insanın bu dünyadaki kararları ve fiillerine anlam katan farklı bir boyuttur. Ölüm ile birlikte yeni bir hayatın başlayacağının şuurunda olmak, insanın ahlâki hayatının önemli unsurlarından birisidir.

#24

SORU: Kadere iman etmenin, Müslümanın ahlâkı bakımından nasıl bir getirisi vardır?


CEVAP: İnsanın hayatı ve ölümü kadar, hayat şartları üzerinde de nihai kararı verenin ve her şeyi kudreti ile yönetenin Cenab-ı Hakk olduğunun farkında olmak ta, kısaca kader inancı-, insanı, karşı karşıya bulunduğuşartlara karşı özgürleştiren, insanı ahlâki bir varlık haline getiren özgürlüğünü hakiki manada hissetmesinin esasıdır. Bu yönden her şeyin, rahmeti ile her şeyi ihata eden ve insana hayat ve yaşaması için gerekli olan her şeyi vermiş, rahman ve rahim olan Cenab- ı Hakk’ın kudreti içinde ve onun takdir ettiği gibi cereyan ettiğinin farkında olmak, insan özgürlüğünün ön şartıdır. Bunun farkında olunca, hayatta karşılaşılan haksızlıklar ve zorbalıkların daimi olamayıp, bir şekilde üstesinden gelinebilecek meseleler olduğunun farkında olmak, insanlara kendilerini çevreleyen şartlara teslim olmayıp, mücadele etme yönünde bir esas teşkil eder. Bu “hayatı aktif bir şekilde yaşamak” veya “ahlâki bir hayat yaşamak” anlamına gelmektedir.

#25

SORU: İslâm’da temel ahlaki kuralları belirten ne tür eserler vardır ve İslâm’daki ahlâk müessesesine olan yaklaşımın diğer inançlardan temel farkı nedir?


CEVAP: İslâm toplumunda da benzer bir şekilde ahlâkı, kuralları üzerinden tanımlayarak, nelerin iyi, nelerin kötü olduğunu ifade eden önemli bir literatür bulunmaktadır. Öncelikle Kur’an-ı Kerim olmak üzere, Hadis kitaplarında derlenmiş olan Hz. Peygamber’den ve Hz. Peygamber hakkındaki rivayetlerde, Hadis ve âdâb kitaplarında olduğu kadar muhtelif menakıb kitapları ve fütüvvetname türü eserlerde gördüğümüz bu iyi ve kötü fiiller kataloğu, İslâm ahlâkını kuralları üzerinden tanımlayarak, insanlara ahlâklı olmanın bir sıfat olmaktan daha çok, ahlâki olarak bilinen kurallara muvafık olarak yaşamak olduğu düşüncesinden hareketle hazırlanmıştır.

#26

SORU: Ahlâkî eğitimin kalıcı olmasında başlıca amaç nedir?


CEVAP: Bunu bir defalık bir durum olmaktan çıkarıp, iyi fiiller gerçekleştirmeyi sürekli bir hal haline getirme arasındaki irtibatın nasıl kurulacağını göstermek te da ahlak ilminin asli vazifeleri arasında kabul edilmiştir. Böylece ahlaklı olma, insanın iyi fiilleri geçekleştirme ve kötülüklerden de uzak durmayı karakter haline getirmiş olması hali şeklinde anlaşılmıştır. Eğer insan düşünmeden bile davrandığında hep iyi fiilleri gerçekleştiriyor ve kötü fiillerden de uzak duruyorsa, o zaman “onda ahlaki faziletlerin bulunduğu” söylenir. Daha farklı bir ifade ile iyi ahlak onda meleke haline gelmiştir.

#27

SORU: Bir ibadeti “âdâbıyla yapmak” ne anlama gelmektedir?


CEVAP: Bir ibadeti veya fiili yaparken estetik zevk tarafını da dikkate almaya, o fiili “âdâbıyla yapmak” denir.

#28

SORU: Ahlâklı bir birey olmanın kazandırdığı karakteristik faziletler nelerdir?


CEVAP: İyi fiilleri gerçekleştirme düzeni olarak ahlâklılık, -insanlar bunu bir meleke haline getirdiği zaman-, ahlâklı insanın bir sıfatı haline gelmekte; bunun anlamı da bilgi ile varlığın, yani “iyinin bilgisine sahip olma” ile “iyi olma”nın ahlâklı insanın şahsında birleşerek, bilgi ile varlık, bilme ile varolma arasındaki farkın ortadan kalkmasıdır. Böyle olunca da hayatta olan ve yaşayan ahlaklı insanlar, başka insanlara da ahlaklı olma konusunda örnek ve ahlaki bilginin kaynağı olmaktadırlar. Olması gereken, ahlâklı insanın hayatı haline gelmekte, böylece olan ile olması gereken özdeş bir hale gelirken, ahlâklı insanın şahsında ve hayatında gerçekleşen ahlâki değerler, bu konuda henüz benzer bir yetkinliğe kavuşamamış insanlar için olması gereken, yani yaşayan, dolayısı ile yaşanabilir bir ideal olarak ta’ayyün etmektedir.

#29

SORU: Din ile ahlâk arasında nasıl bir ilişki vardır?


CEVAP: Ahlâkın İslâm dini ile dinin de ahlâkilik ile zorunlu bir irtibatı vardır. Biz bunu, en azından Müslümanlar için, “dindar, ama ahlâksız” denilemeyeceğini; daha doğrusu, dindar bir müslümanın “ahlâksız” olmasının, aslında çelişik bir ifade olduğunu söyleyerek, dile getirebiliriz. “Dindar ama ahlâksız” ifadesi bir Müslüman için çelişik bir ifadedir; ahlaksız bir insanın Müslümanlığı tartışmalıdır. “Din samimiyettir”, “ ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” ve “sen yüksek bir ahlâk üzeresin” ifadeleri, din ile ahlâk arasındaki derin irtibatı ifade etmek için yeterlidir.

#30

SORU: Biyolojik bir varlık olan bir insan toplumdaki insanlarla nasıl bir zeminde buluşarak sosyal bir varlığa dönüşür?


CEVAP: İnsan, biyolojik olarak “ben merkezli”, diğer insanlarla irtibatı içinde “başkalarına bağlı ve bağımlı” iken, toplumda üstlendiği vazifeler cihetinden “yükümlü, yetkili ve sorumlu” olmakta; yaratıcısı ile irtibatı ciheti ile bir taraftan kendi ferdiyetini kazanırken, aynı zamanda, kendi konumunda bulunan diğer insanlarla müşterek bir zemini (=Allah’ın kulu olmak) paylaşarak, külli bir cihette bütün insanlıkla, bütün zaman ve mekânlarla buluşmakta; böylece geçmişte yaşamış, halen yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanlarla çağdaş olmakta; kendisini kuşatan, biyolojik, toplumsal ve siyasal sınırların ötesine geçerek, bunların daha ötesine yönelme imkânı elde etmektedir.

#31

SORU: “Vaz-ı İlahi” nedir?


CEVAP: “Vaz-ı İlahi” tabiri, dinin tabii olmayıp, Cenab-ı Hakk’ın tayin ettiği, insanlığa öğrettiği bir hayat düzeni olduğunu ifade eder. Bu hayat düzeni, insana kendi varlığını mahlûkat ile uyum içerisinde muhafaza etme yolunu ve sahip olduğu kabiliyetleri mükemmelleştirecek yöntemi içerir. Buna kısaca “dünya ve ahret saadeti” denilmektedir.

#32

SORU: İslâm tarihinde faziletlerin kazanılması ve kurallı yaşama bakımından ahlâk kavramı nasıl değerlendirilmiştir?


CEVAP: İslâm tarihinde bu iki anlamı ile de ahlâk bahis mevzuu edilmiştir. Birinci manası ile önce sufilerin “zühd” adı verilen hayatında ameli bir şekilde “dile” gelmiş ve daha sonra da felsefi ahlâk içerisinde nazari olarak temellendirilmiştir. İkinci manası ile ahlâk, bir taraftan muhaddisler, diğer taraftan da fukahanın ilgi alanına girmiş; muhaddisler daha çok ayet ve hadisler üzerinden ahlâki hayatın kurallarını dile getirirken fukaha bununla ilgili sorunları özellikle fıkıh usulü eserlerinde ve kelam alimleri de kelam ve akaid kitaplarının muhtelif bölümlerinde nazari olarak ele almış ve ahlâki iyi ve kötünün semantik ve mantıki tahlilini yapmışlardır.

#33

SORU: H.z Peygamber’in hayatı örnek alındığında, faziletlerin kazanılması ve kurallı yaşama bakımından ahlâk kavramı nasıl değerlendirilebilir?


CEVAP: Her iki halde de ahlâk, Hz. Peygamber’de “en güzel örnek” bulunduğu ilkesine racidir. Birinci manası ile ahlâki yaklaşım, Hz. Peygamber’in görünen ve algılanan, zâhir fiillerinin anlamını ve bu anlamın dayandığı düzeni veya doğrudan anlamın düzenini tespit ederek, bu anlamlar üzerinden benzer durumlarda benzer bir şekilde davranmayı, benzer hallerde benzer fiilleri gerçekleştirmenin yöntemini araştırmışlardır. İkinci manası ile ahlâki yaklaşım ise, Hz. Peygamber’de zuhur eden fiillerin, onun derûnî halinin tabii bir neticesi olduğunu, benzer durumlarda benzer fiilleri gerçekleştirmenin, benzer bir hale sahip olmakla mümkün olacağını ifade eder.

#34

SORU: Dinin ahlâk ile irtibatının nasıl anlaşılıp, anlatılacağı, yani temellendirileceği hususunda hangi farklı tavırlar gelişmiştir?


CEVAP: Bu cihetten iki ayrı ahlâk anlayışının, kendi içlerinde yine çeşitlilik arz ederek, çok sayıda ahlâk eserinin telifinde açığa çıksalar da, mevcut olduğu söylenebilir. 1. Faziletlerin kazanılması ve faziletli olma olarak ahlâk; 2. Kurallı yaşama ve kurallara uygun davranma olarak ahlâk.

#35

SORU: Toplumlarda temel ahlâki kabuller ana hatlarıyla nasıl şekillenir?


CEVAP: Hemen her toplumda iyi ve kötü fiiller birbirinden ayrılmıştır. Bu hususta toplumlar arasında farklar olsa da, önemli kurallarda bir müşterek bulunmaktadır. Mesela hiçbir toplum bir ilke olarak “yalan söylemek iyidir” gibi bir kuralı kabul etmez, edemez. Aynı şekilde “doğru söylemek kötüdür”, “insanların hakkını yemek, insanlara haksızlık etmek iyidir” veya “insanlara zarar vermek iyidir” gibi bir kuralı hiçbir toplumda bulamazsınız. Ve hemen her toplumda “doğru söylemek iyidir, yalan söylemek kötüdür”, “adil davranmak iyidir, zulmetmek kötüdür”, “insanlara faydalı olmak iyidir, zarar vermek kötüdür” gibi temel ahlâki doğruların genel kabul gördüğü söylenebilir.