ORTAÇAĞ FELSEFESİ II Dersi İSLAM DÜNYASINDA FELSEFENİN ORTAYA ÇIKISI soru cevapları:
Toplam 35 Soru & Cevap#1
SORU:
İslam dünyası felsefi anlamından önce ilk özgün
düşünce eserlerini ne zaman vermiştir?
CEVAP:
İslam dünyasında ilk özgün düşüncelerin ortaya
çıkışını 8. ve 13. Yüzyıllar olarak ele alabiliriz. Arap
yarımadasından çıkıp fetihler ve genişlemelerle daha farklı
kültürlerle temas halinde olunması da bu gelişmelerin
önünü açmıştır.
#2
SORU:
Kelam nedir ve ne amaçla çıkmıştır?
CEVAP:
Kelam bir düşünce akımı olarak diğer dinler ve
kültürlerle kıyası ve İslami düşüncenin onlardan üstünlüğü
üzerine araştırmalar ve fikirler üretilmesi üzerine çıkmıştır.
Birçok kesim halifeler dönemine kadar indirse de Abbasi
Halifeliği zamanında gerçekleşmiştir.
#3
SORU:
Kelamcılar neler üzerinde durmuşlardır?
CEVAP:
Kelamcılar özellikle İslami düşünceleri aklın ve
mantığın paralelinde olduğundan, insanlara bunu
tanıtmalarında bu prensipleri anlatmalarından bahsetmek
üzerinedir. Çıkabilecek farklı inançsal sorunların önüne
geçmek birlik sağlamak amacı da gütmüşlerdir. Sonuçta
İslam coğrafyası genişledikçe farklı kültürlerle temas
artmıştır. Farklı konular sorunlar fikirler ortaya çıkmıştır.
Kelamcılar bu sorunların üzerinde durmak istemişlerdir.
Kelamcılar vahiyleri doğru bilgi olarak kabul etmişlerdir.
#4
SORU:
Zühd ve Tasavvuf hareketi hakkında neler denebilir?
CEVAP:
Zühd bir nevi dünya malına bağlanmamam
dünyevi şeylere kaptırılmama üzerine çıkan bir görüş.
Tasavvuf ise bu fikir ve bu fikirlerin çevresinde gelişen
çoğu ahlak hareketi 8.yüzyıl gibi bu isimle adlandırılmıştır.
#5
SORU:
Tasavvuf ile ilgili neler denebilir?
CEVAP:
Tasavvuf tam anlamı ile Allah yolundan
ayrılmama, dünya malı ve maddiyata ilginin azlığı Hak
yolunda bulunma olarak tanımlanabilir. Tasavvuf güzellik
için gitmektedir onun için güzellikte Hak yol güzelliğidir.
#6
SORU:
Tercüme hareketinin başlangıcı ve amacı aslında ne
idi?
CEVAP:
Yapılan yeni fetihler ve etkileşime girilen her yeni
kültür birikimi sonucunda farklı özelliklerle dolu bir
birikim havuzu ortaya çıkması muhtemeldir. Bu kültür
birikiminde özellikle Kelamcılardan başlayan hareketler
sonucunda İslam üstünlüğü aranmakta. Ve bu üstünlüğü
aramak içinde öncelikle karşı argümanı ya da karşı
kültürleri çok iyi bilmek gerekmektedir. Sonuçta Hint,
Mısır, Pers, Mezopotamya gibi medeniyetlerden etkileşim
olacaktır. Bu medeniyetlerden İslam medeniyetinin
üstünlüğünün var olduğundan bahsetmek için onları
tanımalı ve onlardan üstün olduğunu anlatmak zorundalar.
#7
SORU:
Tercüme hareketi adı altında çevirilerin yapıldığı bazı
medeniyetler hangileridir?
CEVAP:
Helen, İran, Hint medeniyetlerinden önemli
tercümeler olmuştur. Grekçe ve Koptçadan yapılan
tercümeler büyük gelişmeler sağlamıştır.
#8
SORU:
Bu kadar tercümenin saklandığı yerin ismi nedir?
CEVAP:
Tercümeler yapıldıkça birikim artmış ve yer
sağlanmıştır. Bu tercümelerin ilk yerine Hİzanetü’l Hikme
denmiştir. Kelime anlamı ile Felsefe Kitaplığı olarak geçer.
#9
SORU:
Zamanla yeni tercümelerinde etkisi ile sığmaması
sonucu oluşturulan yeni yer hakkında neler denebilir?
CEVAP:
Aristo’nun kitaplarının da yer aldığı bu büyük
kütüphane verimli çalışmanın ürünü olarak zamanla
genişlemiştir. Bu genişlemenin sonucunda da artık bir ev
yerine kendi bir kurum olmuştur. Bu kurumada
Beytülhikme denmiştir. Yani kelime anlamı ile Felsefe Evi
adını almıştır.
#10
SORU:
İslam dünyasının çıkarttığı felsefe ekollerine hangi
örnekler verilebilir?
CEVAP:
Dehriyye, Tabiiyye, Meşşaiyye, İhvan-ı Safa,
İşrakiyye olarak belirtilebilir.
#11
SORU:
Dehriyye hakkında neler denebilir?
CEVAP:
Dehriyye bir nevi materyalist ataist düşünce
tarzıdır. Evrenin ve zamanın başlangıcının ve yaratıcısının
olmadığını kabul etmek denebilir. Bu felsefenin İslam
düşüncesinde en dikkat çeken düşünürü İbnü’r Ravendi’dir.
Ki-tabü’t-Tac ve ez-Zümürrüd eserleri bu düşünürün
fikirlerini yansıttığı önemli eserleridir.
#12
SORU:
Tabiyye hakkında neler denebilir?
CEVAP:
Tabiyye düşüncesi bir nevi Deist yaklaşımla
aynıdır. Bir yaratıcının varlığından ve onun evreni zamanı
her şeyi yarattığında kabul bulan bu düşüncede
peygamberlik ve din kurumunu kabul etmez. Ebu Bekir
Razi ve Cabir b. Hayyan bu düşüncede kendilerine yer
bulmuşlardır. Ebu Bekir Razi İslam felsefesinde yetişmiş
önemli bir tabip ve kimyacıdır. Evrenin yaratılışının elkudemaü’l
-hamse yani beş ezeli ilkeden çıktığını
söylemiştir. Bunlar; Tanrı, ruh, madde, mekan ve zamandır.
#13
SORU:
Meşşaiyye hakkında neler denebilir?
CEVAP:
İslam düşüncesinde kendine en çok yer bulan bu
ekol Aristocu denebilir. Farabi, İbni Sina gibi önemli kişiler
bu ekoldendir. Aristocu düşünce ve kendi yorumlamaları
ile birleştirmişlerdir. Bu ekolün düşünürleri tesit bir
yaklaşımdan yana olmuşlardır. Akılcı/rasyonelist
eğilimlerle dinin beraber olabileceğini belirtmişlerdir.
Bunu savunarak eserlerini de vermişlerdir. Vahiy
peygamberlik olgusu ve din akılla test değil beraber olabilir
mantığı önemli bir durumdur bu düşüncede.
#14
SORU:
İhvan-ı Safa hakkında neler denebilir?
CEVAP:
10. Yüzyıl dolaylarında Basra kesimlerinde ortaya
çıkan bu düşüncenin kimlerden oluştuğu bilinmemektedir.
Siyasi gizli bir örgüt oldukları düşünülen bu gurubun
amaçları pek bilinmemektedir. Kelime anlamı olarak
Temizlik Kardeşleri anlamına gelen İhvanı-ı Safa dinin
kirletildiğini sapkın fikirlerin ortada olduğunu bu durumun
düzelmesinde de felsefe ile olacağını söylemişlerdir. En
önemli eserleri görüşlerinin bulunduğu elli bir risaleden
oluşan bir bilimsel ansiklopedi olan Resilü İhvani’s- Safa
isminde bıraktıkları seridir.
#15
SORU:
İşrakiyye hakkında neler denebilir?
CEVAP:
12. yüzyılın sonlarına doğru Şehâbeddin
Sühreverdî tarafından kurulan İşrâkiyye ekolü mantıkı
kanıtlama ve akıl yürütmenin gerçek bilgiye
ulaştıramayacağı, hakikatin ancak mistik tecrübe
yöntemiyle bilineceğini ileri sürmüştür. Aristocu
yaklaşımlara karşı Eflatuncu bir argüman olarak
çıkmışlarıdır.
#16
SORU:
Felsefe çalışmaları başlamadan önce İslam dünyasındaki düşünce dünyası nasıldı?
CEVAP:
İslam dünyasında ilk özgün ve olgun ürünlerini VIII-XIII. yüzyıllar arasında veren özel anlamıyla “felsefe” çalışmaları başlamadan önce, özünde İslam dininin inanç, ahlak ve hukuk ilkeleri temelinde ilmî ve fikrî tartışmaların yapılageldiği bilinmektedir. Fert ve toplum hayatını ilgilendiren gerek dinî ve ahlaki, gerekse hukuki, sosyal ve siyasi her türden problemin doğrudan Hz. Peygamber tarafından
çözüme kavuşturulduğu mutluluk çağındaki inanç ve fikir birliği, onun irtihaliyle birlikte, yerini başta hilâfet meselesi olmak üzere büyük günah, kader ve irade hürriyeti vb. birçok probleme bırakmıştı. Ayrıca büyük bir hız ve başarıyla gerçekleşen fetihlerle daha ikinci halife Hz. Ömer döneminde İslam’ın Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’ı da içine alan geniş bir coğrafyaya yayılması, Müslümanların
çok farklı inanç ve kültür çevreleriyle tanışmalarını sağlamış, bu da bazı önemli gelişmeleri beraberinde getirmişti.
#17
SORU:
Kelâm'ı ortaya çıkaran sebepler nedir?
CEVAP:
İslam toplumunun inanç ve düşünce bütünlüğünün korunması, diğer yönüyle de başka inanç sistemleri ve kültürler karşısında İslam’ın üstünlüğünü gösterme işlevini de üstlenecek bir ilim ve düşünce hareketi olarak “kelâm”ın doğuşuna zemin hazırlamış olmasıdır.
#18
SORU:
Kelâm ne zaman bağımsız bir disiplin haline gelmiştir?
CEVAP:
Bu hareketin geçmişi, ilgi alanına giren problemler bakımından sahabeler devrine kadar geri götürülebilirse de konusu, amacı ve yöntemi belli bağımsız bir disiplin haline gelmesi, yüz
elli yıllık bir sürecin sonunda Abbasî halifesi Hârûnürreşîd döneminde gerçekleşmiştir.
#19
SORU:
Kelâmın ortaya çıkışında etkili olan faktörler nelerdir?
CEVAP:
Bir ilim ve düşünce hareketi olarak kelâmın ortaya çıkışında İslam’ın kendi yapısından ve İslam toplumunun karşılaştığı dinî, siyasi ve toplumsal problemlere dayalı iç sebeplerin yanı sıra başka din, düşünce kültürlerle karşılaşmasıyla ilgili dış sebeplerin etkisi söz konusudur. İslam coğrafyasının genişlemesi ve Müslüman nüfusun artmasına paralel olarak dinî düşüncede derinleşme ihtiyacının giderek yoğunluk kazandığı görülür. Özellikle ilk anlaşılan/zahirî manaları bakımından
birbiriyle çelişir gibi göründüğü için “müteşâbih” olarak adlandırılan dinî metinlerin doğru anlaşılmasına dönük çabalar çeşitli konularda farklı görüş ve anlayışların ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur.
#20
SORU:
İslam toplumunda ilk ciddi tartışma ve görüş ayrılığı nedir?
CEVAP:
İslam toplumunda ilk ciddi tartışma ve görüş ayrılığı siyasi olup Hz. Peygamber’in vefatı üzerine onun yerine kimin halife olacağı konusunda ortaya çıkmıştır. Ebû Bekir’in halife seçilmesiyle çözülmüş gibi görünmekle beraber bu mesele gittikçe derinleşerek daha farklı boyutlara taşınmıştır.
#21
SORU:
Müslümanları dini düşünce alanında derinleşmeye yönelten dinî sebepler nelerdir?
CEVAP:
Ali b. Ebû Tâlib’in sonraki bir kısım taraftarları bu siyasi sorunun dinî temelleri de bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu tartışmaların bir sonucu olarak Osman b. Affân’ın ve ardından Ali b. Ebû Tâlib’in hilafeti döneminde meydana gelen Cemel ve Sıffîn savaşlarında çok sayıda sahabenin iç çatışmalar neticesinde öldürülmesi, birçok tartışma ve sorunu İslam toplumunun gündemine getirmiştir. İslam dini insan öldürmeyi yasaklamışken bir Müslümanın diğer bir Müslüman kardeşini öldürmesi onun dinî konumunu nasıl etkiler? Büyük günahlardan olan bu fiili işleyen kişi hâlâ mümin ve Müslüman mıdır, yoksa dinden çıkmış mı sayılmalıdır? İman ve amel/fiil arasında bir ayrılmazlık ilişkisi ve bütünlük söz konusu mudur, yoksa bunlar birbiriyle ilişkili fakat ayrı ayrı şeyler midir? O kişi bu fiili kaderin bir gereği
olarak mı, yoksa özgür iradesiyle mi işlemiştir? İnsanın fiil ve davranışlarında ilahî müdahale ve etki ile insan iradesinin ilişkisi nasıl anlaşılmalıdır? Bu ve bağ- lantılı başka soru ve sorunlara ilişkin tartışmaların yol açtığı görüş ayrılıkları giderek çeşitli fırkaların/ekollerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bütün bunlar Müslümanları dini düşünce alanında derinleşmeye yönelten dinî sebeplerden sadece
birkaçıdır.
#22
SORU:
Kelâm' a duyulan ihtiyaç nasıl artmıştır?
CEVAP:
Yapılan fetihlerle İslam coğrafyasının hızla genişlemesiyle birlikte değişik dinlere mensup âlimlerle karşılaşan Müslümanların onlarla kurdukları kültürel ilişkiler, yaptıkları dinî tartışmalar, yapılan itiraz ve eleştirilere makul cevaplar verme gereği eklenince kelâm gibi amacı, yöntemi, problemleri ve terminolojisi olan bir disipline duyulan ihtiyaç artmıştır
#23
SORU:
Kelamcılar için Gazzâlî'nin önemi nedir?
CEVAP:
Başlangıçtan Gazzâlî’ye gelinceye kadar akıl yürütme ve çıkarım yapmada İslam hukukçularının (fakih, fukahâ) kullandığı fıkhî kıyası, teolojik tartışmalarda ise cedeli (yani diyalektiği) yöntem olarak kullanan kelamcılar, Gazzâlî’nin “mantık bilmeyenin bilgisine güvenilmez” sloganıyla mantığı genel geçer bir yöntem konumuna yerleştirmesinden sonra Aristoteles mantığından büyük ölçüde yararlanmaya
başlamışlardır. Kullandıkları yöntemin farklı oluşu nedeniyle Gâzzâlî’den önceki kelamcılar mütekaddimîn/öncekiler, Gazzâlî’den sonraki kelamcılar ise mütahhirîn/sonrakiler şeklinde anılmaktadırlar.
#24
SORU:
Kelamcıların asıl amaçları nedir?
CEVAP:
Asıl amaçları İslam inançlarını akli temellere ve açıklamalara kavuşturmak olan kelamcılar bilgi sorununa özel bir önem vermişlerdir. Çünkü onların ilk yapması gereken şey dinin kaynağı olan vahyin güvenilir bir bilgi kaynağı olduğunu göstermekti. Bu sebeple kelamcılar filozofların bilgi sorununu ancak Yeniçağda epistemoloji adıyla ayrı bir disiplin halinde ele almalarından çok önce bu meseleyi kelâm kitaplarının ilk bölümü olarak incelemeye başlamışlardır.
#25
SORU:
Kelamcılar için güvenilir bilgi kaynakları nelerdir?
CEVAP:
Aklın bilgi kaynağı oluşunu açıklarken apriori bilgiyi “bedihiyyât/apaçık”, “evveliyyât/önsel” ve
“zaruriyyât/zorunlu” terimleriyle ifade eden kelamcılar, “nazar” adını verdikleri akıl yürütmenin “ta’lîl/tümdengelim” ve “istikrâ/tümevarım” olmak üzere iki şeklinden söz ederler. Kelâmcıların üçüncü güvenilir bilgi kaynağı olarak gördükleri “sâdık/doğru haber”in de “mütevâtir haber” ve “ilahî vahiy” olmak üzere iki türü vardır. (a) Mütevâtir haber, insanları kandırmak adına sözbirliği oluşturamayacak
sayıdaki insanın aynı konuda ortaklaşa verdiği bilgi olup tarih boyutu ve niteliği bulunan bütün bilimlerin ürettiği bilgiler bu türdendir. (b) Peygamberlerin ilahî kaynaktan “vahiy” denilen özel bir yolla alıp insanlara aktardıkları bilgiler de doğru haber sayılır.
#26
SORU:
Kelamcılar için peygamberlerin önemi nedir?
CEVAP:
Özel olarak seçilmiş elçi oldukları mucizelerle desteklenen peygamberlerin sağlam karakterleri, güvenilir kişilikleri, üstün ahlakları, getirdikleri ilahî ilke ve mesajlar, ortaya koydukları örneklik ve önderlik ile içinde ya- şadıkları toplamların olumlu yönde değişip gelişmelerine, ilim ve sanatın, kültür
ve medeniyetin ilerlemesine büyük katkı sağladıkları insanlık tarihinin tanıklık ettiği bir gerçekliktir.
#27
SORU:
Bilgi sorunu bağlamında kelamcıların güvenli saymadıkları kaynak nedir?
CEVAP:
Bilgi sorunu bağlamında kelamcılar adına işaret edilmesi gereken bir husus da, onların bireysel ve öznel planda kabul etmekle birlikte ilham ve mistik sezgiyi herkesi bağlayıcı ve güvenilir bilgi kaynağı saymadıklarıdır.
#28
SORU:
Kelamcıların “büyük günah” sorusuna yaklaşımları nasıldır?
CEVAP:
Kelamcıların tartıştıkları önemli konulardan biri olan “büyük günah” veya “iman-amel ilişkisi” konusuna yaklaşımlarıyla Hâricîler ve Mürcie iki aşırı uçta yer alırken, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet probleme daha ılımlı ve dengeli yaklaşmışlardır. Hâricîler’e göre amel imanın bir parçası olup büyük günah işleyen kimse imanını yitirmiş ve dinden çıkmış demektir. Buna karşılık iman ile amel ayrı şeyler olarak
gören Mürcie, kişi mümin olduğunu söylediği sürece işlediği büyük günahlara bakarak onun dinden çıktığının söylenemeyeceği; bunun hükmünü öte dünyada Allah’ın vereceğini, bize düşenin bu hükmü ahirete bırakmak/ertelemek olduğunu savunur.
#29
SORU:
Etki ve sonuçları bakımından toplumsal bir nitelik taşıdığı için İslam’ın büyük günah saydığı fiiller nelerdir?
CEVAP:
1. Şirk/Allahâ ortak koşmak,
2. Sihir ve büyü yapmak,
3. Yetim malı yemek,
4. Haksız yere insan öldürmek,
5. Zulüm/haksızlık / adâletsizlik yapmak,
6. Faiz yemek,
7. Anne ve babaya karşı gelmek,
8. Savaştan kaçmak,
9. İffetli/namuslu kadına iftira atmak,
10. Zina yapmak.
#30
SORU:
Kelamcıların kader ve irade özgürlüğü meselesi konusundaki görüşleri nelerdir?
CEVAP:
Allah’ın mutlak ilmi, iradesi ve yegâne yaratıcı kudret olması açısından bakıldığında başka, insanın yapıp ettiklerinden sorumlu olması gerektiği noktasından yaklaşıldığında ise başka görüş ve sonuçlara varılması kaçınılmaz olan bu mesele son derece paradoksaldır. Problemi insanın sorumluluğu bağlamında irdeleyen Kaderiyye yaptığı fiiller konusunda insanın irade ve güç sahibi
olduğu ve kendi fiilini kendisinin yarattığını, dolayısıyla onu sınırlayıp yönlendirecek bir “kader”den söz edilemeyeceğini savunur. Bu tezin anti-tezi olarak ortaya çıkan Cebriyye ise Allah’ın mutlak ilim, irade ve yaratıcı kudretiyle çizdiği kader planı karşısında insanın hiçbir irade ve gücünün olamayacağını ileri sürmüştür. İnsanı adeta bir robot konumuna düşüren bu anlayış gibi Kaderiyye ’nin insan irade
ve gücünü mutlaklaştırırken pasif ve atıl bir Tanrı tasavvurunu getiren anlayışı da dinî ve insani gerçeklerle bağdaşmaz.
#31
SORU:
Mu’tezile nedir?
CEVAP:
Mu’tezile insanın kendi fiillerini gerçekleştireceği irade ve kudreti Allah’ın ona verdiğini, ancak onun bu irade ve gücü hangi şekilde kullanacağını da ezelî bilgisiyle kuşattığını söylemiştir. Buna göre Allah iyi olanı irade ettiği için emreder, kötü olanı da irade etmediği için emretmez; insandan da irade ettiğini Allah’ın kendisine verdiği güçle yaptığı için sorumluluğunu üstlenmiş olur. Ehl-i Sünnet’in iki büyük
okulundan biri olan Eş’ariyye, insanın bütün fiillerinin Allah tarafından bilindiği, takdir edilip yaratıldığı görüşündedir. Fakat onlara göre insanın yapıp ettiklerinden sorumlu olmasını sağlayan bir “cüz’î irade”si bulunmaktadır. Onun bu iradeyle yöneldiği fiil Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşir; dolayısıyla o fiili seçtiği için de insan onun sorumluluğunu kazanmış/kesbetmiş olur. Eş’ariyye’ye göre Allah
“hâlık/yaratan” insan ise “kâsib/kazanan”dır.
#32
SORU:
Kelâmın ortaya çıkması İslam toplumunda hangi hareketin başlamasına neden olmuştur?
CEVAP:
Bir düşünce hareketi olarak kelâmın ortaya çıkıp sistemleşmesine zemin oluşturan şartlar İslam toplumunda bir başka hareketin başlamasına da yol açmıştır. Gerçekleştirilen fetihler İslam coğrafyasın genişlemesi ve siyasi egemenliğin güçlenmesinin yanında bir de iktisadi büyüme ve zenginliğin artmasını sağlamıştı. Bu durum İslam toplumunun hayata, değerlere ve ilişkilere bakışında bazı değişmeleri beraberinde getirdi. Teorik ve pratik çeşitli alanlarda ilmi disiplinler oluşup gelişirken
İslam toplumunda ortaya çıkan görüş ayrılıkları, rekabet ve çekişmeler, zenginleşmenin doğurduğu şımarıklık nedeniyle dinî ve ahlaki hayatta ortaya çıkan gevşeme ve yozlaşma, bazı insanların tepkisini çekmeye başladı. Bu insanlar olup bitenler karşısında yanlış giden şeylerin bir parçası olmamak ve kendilerini kurtarmak düşüncesiyle köşelerine ve uzlete çekilmeyi tercih ettiler. Bu tercih giderek
daha çok taraftar bularak bir ahlak ve zühd hareketine dönüştü.
#33
SORU:
Tasavvuf düşüncesi nasıl başlamıştır?
CEVAP:
Zâhid, âbid ve nâsik gibi unvanlarla anılan bu kişiler İslam’ın kuru tartışma ve çekişmeler için
değil, içtenlikle ve heyecanla yaşanacak ilkeleriyle insanları her türlü kötülük ve kabalıktan arındırmak için geldiğini savunuyorlardı. Onların bu düşüncesini doğrulayıp destekleyen pek çok unsur esasında Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in söz, davranış onayları demek olan Sünnette mevcuttu. Sözgelimi insanların önemseyip uygulamaya çalıştığı tevbe/kötülüklerden vazgeçmek, zühd/geçici şeylere bağ-
lanmamak, fakr/acizliğinin farkında olmak, sabır/kötülükten yılmamak, şükür/ iyiliğin kıymetini bilmek, tevekkül/Allah’a güvenmek, rızâ/iyimser olmak, ihlâs/ içtenlik, sıdk/doğruluk gibi güzel huy ve davranışlar hep Kur’an’ın insana sunduğu değerler olup örnekleri de bizzat Hz. Peygamber ve sahâbîleri tarafından yaşanarak verilmiştir. Böylece dinî hassasiyetlere bağlı olarak ortaya çıkan ve sahabe neslinden Ebû Zerri’l-Gıfârî ile ikinci nesilden Hasan el-Basrî tarafından temsil edilen ve giderek nazarî/teorik bir boyut kazanan bu zühd ve ahlak hareketi, VIII. yüzyılın ortalarından itibaren tasavvuf adıyla anılmaya, mensuplarına da sûfî ve mutasavvıf denilmeye başlandı
#34
SORU:
Dehriyye nedir?
CEVAP:
Âlemin ezelî olduğunu, dolayısıyla bir yaratıcısının bulunmadığını ileri süren dehriyye, adını “başlangıcı ve sonu olmayan zaman” anlamındaki “dehr” kelimesinden alan materyalist ve ateist bir felsefe ekolüdür. Nitekim “dehr” kelimesi “Dediler ki hayat ancak yaşadığımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız, bizi ancak zaman (dehr) helâk eder” mealindeki ayette de buradaki terim anlamıyla geçmektedir. VIII. yüzyıldan itibaren daha çok eski İran kültürüne bağlı olup Maniheist inançları yaşatmak isteyen entelektüeller ile Brahmanizm’den etkilenerek peygamberlik ve din kurumunu reddeden çevrelerde taraftar bulan dehrî felsefeye ilgi duyan tabipler ve bilginler de olmuştur.
#35
SORU:
İşrâkiyye nedir?
CEVAP:
XII. yüzyılın sonlarına doğru Şehâbeddin Sühreverdî tarafından kurulan İşrâkiyye ekolü mantıki kanıtlama ve akıl yürütmenin gerçek bilgiye ulaştıramayacağı, hakikatin ancak mistik tecrübe yöntemiyle bilineceğini ileri sürmüştür. Aristocu Meşşâilere karşı Eflâtuncu bir sistem geliştiren Sühreverdî, İbn Sînâ ve İbn Tufeyl’in eserlerinden büyük ölçüde yararlanmıştır. Ayrıca hermetik ve gnostik geleneklerden de beslendiği açıkça görülen düşünür, Hikmetü’l-İşrâk adlı eserinde
uzun süre uğraştığı bilgi sorununu ancak rüyasında Aristo’nun “çözümü nesneler dünyasında değil kendi öznel dünyasında araması ve özüne dönmesi gerektiği”ne dair tavsiyesi sayesinde çözdüğünü anlatır. Böylece Sühreverdî, felsefe ile tasavvufu kaynaştırıp özdeş hale getirmeyi amaçlıyordu.