STRATEJİ VE GÜVENLİK - Ünite 7: Büyük Güçlerin Güvenlik Politikaları: ABD, Rusya, Avrupa Birliği, Çin Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Büyük Güçlerin Güvenlik Politikaları: ABD, Rusya, Avrupa Birliği, Çin

Büyük Güçlerin Güvenlik Politikaları

Uluslararası politikada meydana gelen olayları etkileyebilme ve değiştirebilme kapasitesine sahip olan ve “büyük güç” olarak tanımlanan devletlerin anlaşılması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu bağlamda bu niteliklerle dünyadaki gelişmeleri etkileyebilme potansiyeline sahip güçler olarak, ABD’nin yanı sıra Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği’nin (AB) ön plana çıktığı görülmektedir.

ABD’nin Güvenlik Politikaları

ABD’nin güvenlik politikaları Soğuk Savaş Dönemi, Soğuk Savaş sonrası dönem ve 11 Eylül saldırıları sonrası dönem olarak üç dönemde incelenmektedir.

ABD İkinci Dünya Savaşı’na kadar yalnızcılık politikası izlemiştir. Bu politikanın özünde, kendi kendine yetebilen Amerika kıtasının Avrupa sömürgeciliğine kapatılması ve ABD’nin Avrupa’nın iç çekişmesine müdahil olmaması anlayışı yatmaktadır. Soğuk Savaş Dönemi boyunca ABD’nin ulusal güvenliğini ve iki kutuplu dünya düzeninde üstünlüğünü sağlamaya yönelik izlenen farklı stratejileri içeren ve ABD Başkanlarının kendi isimleriyle anılan doktrinler görülmektedir. Amerikan ulusal güvenlik mekanizmasını yapılandıran bu doktrinler, Soğuk Savaş yılları boyunca devam etmiştir.

Soğuk Savaş Döneminde tehdit olarak görülen SSCB’nin Aralık 1991’de yıkılmasının ardından ABD sahip olduğu siyasi, askeri ve ekonomik nitelikler çerçevesinde Soğuk Savaş sonrası dönemin tek süper gücü olarak belirmiştir. Soğuk savaşın ardından ABD’nin genel stratejisinde “ çevreleme” ve “caydırıcılık” gibi politikalar, Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkması ve uluslararası sistemin tek kutuplu dünya düzenine doğru evrimini göstermektedir. Mutlak egemenliğini kabul ettiren ABD, 1991’de hazırlanan “ Ulusal Güvenlik Stratejisi” başlıklı belgede bütün uluslararası müdahalelerde ortak güvenlik stratejisine bağlı kalıp, geleneksel müttefikleri ve yeni dönemde “küresel güç” ABD’yle iş birliği yapmaya hazır devletlerle birlikte çalışma, çok taraflı iş birliği ile bölgesel ittifaklara yöneleceğini belirtmiştir.

11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin güvenlik yaklaşımında değişimler söz konusu olmuştur. Dönemin başkanı George W. Bush izleyeceği güvenlik politikasının temellerinin ortaya konulduğu, “ Bush Doktrini” olarak anılan ABD’nin yeni “ Ulusal Güvenlik Stratejisi” ön plana çıkmıştır. Bu strateji çerçevesinde “ Amerikan ulusal değerleri ve çıkarlarının” tek taraflı olarak korunması hedeflenmiş, ABD uluslararası ilişkilerinde gerekli gördüğü hallerde ve diğer devletler iş birliği yapmadığında tek başına hareket edeceğini açıklamıştır. ABD’nin yeni strateji belgesinde ortaya konulan tehditlerin başında terörizm gelmekle beraber, güvenlik tehditi yaratabilecek diğer konulara ilişkin de bir dizi önlem ortaya koyulmuştur. Küresel terörizme savaş açan ABD’nin 11 Eylül terör saldırıları sonrasında izleyeceği politikanın tek taraflılığını da açıkça ortaya koymuştur. Mayıs 2010’da Barack Obama’nın döneminde “ ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi” belgesinde tek taraflılık ve kuvvet kullanımı politikalarının yerine diyaloğu ön plana çıkaran ve yumuşak güç unsurlarını barındıran bir politika anlayışına vurgu yapılmıştır. ABD’nin yeni güvenlik politikasını oluşturan dört ana tema, yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde;

  • Güvenlik,
  • Refah,
  • Değerler,
  • Uluslararası düzen

olarak belirtilmiştir.

Rusya’nın Güvenlik Anlayışı

SSCB, II. Dünya Savaşı’nda ekonomisi büyük hasar görmesine rağmen savaş sonrasında dünyayı şekillendiren iki süper güçten biri olarak varlığını sürdürmüştür. Soğuk savaş süresince SSCB güvenliğini tehdit eden en önemli unsur olarak ABD’nin liderliğindeki Batı Blokunu görmüştür. Soğuk Savaş Dönemi’nde izlenen stratejilerin tamamının ABD’nin iki kutuplu dünya düzeninde SSCB’yi dengelemek veya SSCB karşısında üstünlük sağlamaya çalışmakla ilintili olduğu görülmektedir. Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesi ve izole edilmesini dış ve güvenlik politikasının temel hedefi haline getirmiştir. Bu bağlamda, Soğuk Savaş süresince Sovyetler Birliği’nde yönetime gelen liderlerin tamamı aynı tehdide karşı koyabilmek, uluslararası sistemde Batı ittifakına rağmen varlığını sürdürebilmek ve kimi zaman da bu ittifak karşısında üstün gelebilmek için farklı güvenlik politikaları izlemişlerdir. SSCB Liderlerinin izlediği güvenlik doktrinleri;

  1. Tek Ülkede Sosyalizm
  2. Barış İçinde Bir Arada Yaşamak
  3. Brejnev Doktrini
  4. Perestroyka (yeniden yapılanma) ve Glasnost (açıklık)

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte uluslararası sistemde yaşanan dönüşüm tüm dünyayı olduğu gibi, SSCB’nin halefi olarak 1991’de kurulan Rusya Federasyonunu da derinden etkilemiştir. Rusya’nın kuruluşunun ilk yıllarında, Devlet Başkanı Boris Yeltsin ile izlenen strateji Batı’ya uyumu öne çıkartan, Batı yanlısı ılımlı politikalar olmuştur. Ancak ABD’nin eski Sovyet coğrafyasında bağımsızlığını yeni kazanan ülkelere yönelik ilgisi ve bölgede enerji kaynaklarına yönelik politikaları, Rusya’yı tehdit algılaması güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmesine neden olmuştur. 1992’de Yeltsin’in girişimiyle yeniden canlandırılan silahlı kuvvetlerin ilk işi yeni bir askeri doktrin yaratmak olmuştur. Askeri doktrin çerçevesinde Rusya’nın uluslararası alanda tekrar aktif nüfuz politikasına ve ABD ile rekabete döndüğü söylenebilmektedir.

Mart 2000’de yapılan seçimler sonucunda Rusya devlet başkanlığı görevini devralan Vladimir Putin, bir taraftan Avrasyacı bir yaklaşımla yakın çevrede Rusya Fedarasyonu’nun etkinliğini arttırmaya çalışırken diğer yandan Rusya’nın Avrupa ve ABD ile ilişkilerini de geliştirmeye çaba harcamış ve Rusya’yı tekrar uluslararası alanda dikkate alınan bir ülke haline getirmeyi hedeflemiştir. Putin döneminde güvenlik politikalarının neredeyse tümü yeniden tanımlanmış ve bu çerçevede Ocak 2000’ de açıklanan Rusya Fedarasyonu “Ulusal Güvenlik Doktrini” benimsenmiştir. Bu dönemin güvenlik algılamalarında Putin, tek kutuplu dünya düzeninin artık sürdürülemez olduğunu ifade ederek, ABD’nin tek taraflı olarak izlediği Füze Kalkanı politikasını sert bir dille eleştirmiştir. Putin dönemi sonrasında Medvedev’in Rusya güvenlik algılarında ciddi bir farklılaşma yaşanmamıştır. Ancak Medvedev döneminde Rusya’nın 2020 yılına kadar “Ulusal Güvenlik Stratejisi”ni belirleyen yeni bir belge hazırlanmıştır. Bu belgede, bir önceki Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde ortaya koyulan tehditler aynen korunurken güvenliğin yeni ve farklı boyutları da ele alınmıştır.

Avrupa Birliği’nin Güvenlik Politikaları

Devlet benzeri özelliklere sahip, kimi zaman küresel bir güç olarak dünya politikasında rol oynayan ve büyük güç olarak tanımlanan AB, kendine özgü bir siyasi yapıya sahip bir güç olmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde ABD kıtanın batısında, SSCB de doğusunda uzun bir döneme yayılacak şekilde Avrupa bölgesinde kuvvet konuşlandırmışlardır. Avrupa bu sorunlarla mücadele edebilmek için Avrupa Topluluğu ve Avrupa Birliği (AT/AB) adına başlayan örgütlenmenin bir ürünüdür. Avrupa Topluluklarının, SSCB ve ABD’nin bölgelerine yapılan tehditlerine karşı aldıkları güvenlik politikalarının başında Almanya’nın ekonomik açıdan büyümesi ve buna paralel olarak askeri anlamda güçlenmesi ile her ikisinin yarattığı etkiyle Avrupa’yı yeniden savaşa katma gücünü denetim altında tutmak üzere savunma alnında bütünleşmeyi öngören, Avrupa Savunma Topluluğu’nun kurulması yönünde girişimler olmuştur. Ancak AST’nin erken dönemli siyasal bütünleşme çabasının başarısızlığı doğrultusunda üye devletler bütünleşmenin öncelikle ekonomik anlamda başlamasının daha gerçekçi olacağını düşünmüşlerdir. Bu yüzden güçlü bir Avrupa oluşturulması amacıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) gibi topluluklar oluşturulmuştur. Avrupa’nın güvenlik kaygılarını gidermeye yönelik aldığı önlem, ekonomi-kalkınma gibi konular üzerinde yoğunlaşan politika olmaktadır.

Soğuk savaş sonrası dönemde AB’nin gündemindeki başlıca tehditler, iki Almanya’nın birleşmesiyle birlikte su yüzüne çıkan Almanya korkusu, Orta ve Doğu Avrupa’daki komünist rejimlerin yıkılmasının yarattığı istikrarsızlık ve Balkanlar’da yaşanan krizlerdir. Bu tehdit gündemin karşısında AB ülkelerinin izlediği güvenlik politikalarının temelinde artan bir bütünleşme modeli söz konusudur, Bu model çerçevesinde değerlendirilebilecek belli başlı güvenlik politikaları ;

  • Genişleme
  • AB’nin askeri kuvvet kullanımı konusunda ortak politika izlemesi anlamı taşıyan (ODGP)
  • Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ( AGSP)
  • Adalet ve İç İşlerinde İş Birliği

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde AB Güvenlik Politikaları olarak değerlendirilmiş ve izlenilmiştir.

11 Eylül sonrası dönemde AB’nin etrafında da bir güvenlik çemberi yaratması söz konusu olup, yeni bir politika izlemesi öngörülmüştür. Bu politika “Doğu Ortaklığı”, “Akdeniz için Birlik”, “Değişen Dünyada Güvenliğin Sağlanması” başlıkları altında stratejik belgeler düzenlenmiştir.

Çin’in Güvenlik Yaklaşımı

Çin Halk Cumhuriyeti, Soğuk Savaş Dönemi boyunca süper güçlerin üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştıkları bir ülke olmuştur. Çin’in Soğuk Savaş Dönemi boyunca içte birliği sağlamaya çalıştığı, sınır sorunlarıyla yoğun şekilde mücadele ettiği ve iki süper güç arasında izlediği politikalarla varlığını sürdürmeye çalıştığı görülmektedir. Bir başka deyişle, Soğuk Savaş Dönemi’nde iç güvenlik sorunları, sınır çekişmeleri ile kimi zaman ABD kimi zaman da SSCB ile rekabet Çin’in güvenlik gündeminde yer almıştır.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Çin’in güvenlik kaygılarının temelinde ABD’nin küresel düzeyde askeri, siyasi ve ekonomik hegemonya kurma çabasının yanı sıra sınır sorunları, enerji kaynaklarına ulaşım ve ekonomik gelişmenin sürdürülebilir olması gibi unsurlar yer almaktadır. Ayrıca SSCB’nin dağılmasının ardından Çin’in Orta Asya ülkeleriyle iyi ilişkiler kurması özellikle enerji ihtiyaçlarının karşılanması açısından büyük önem taşımaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönemde Çin’in kalkınması açısından büyük öneme haiz doğal kaynaklar, Çin’in Orta Asya politikasını ön plana çıkarmıştır. Orta Asya’da geniş kapsamlı ortak enerji boru hatları projelerine ilgi gösteren Çin, bu dönem de enerji ihtiyacını giderme adına aktif bir politika izlemiştir. Yine Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya’nın süper güç konumunu kaybetmesi Çin’in Doğu Asya’da aktif iş politika izlemesine neden olmuştur.

11 Eylül sonrasında ABD’nin terörle mücadele kapsamında Orta Doğu ve Orta Asya’da hakimiyet kurmaya başlaması ve ek üsler elde etmesi Rusya’yı olduğu gibi Çin’i de tedirgin etmiştir. Aralarında stratejik ortaklık kuran Rusya ve Çin, ABD’nin tek kutuplu dünya düzeninin önüne geçme adına birlikte politika izlemişlerdir. Ayrıca Çin ulusal egemenliğin, çıkarların, güvenliğin korunması ve savunmaya dayalı, barışçıl bir politikayla örtüşen “Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi” ile bir güvenlik politikası takip etmektedir.