STRATEJİ VE GÜVENLİK - Ünite 3: Stratejik Çalışmalar ve Savaş Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Stratejik Çalışmalar ve Savaş
Stratejik Çalışmalar ve Savaş
Stratejik Çalışmalar savaşın üç boyutu olarak tanımlanan savaşın nedenleri, yürütülmesi ve sonuçları ile ilgilenen bir araştırma alanıdır. Savaşların ortaya çıkış nedenlerinin, sürdürülmesinin, sonlandırılmasının ve sonrasında oluşacak koşulların anlaşılabilmesi, askeri gücün analiz konusu haline getirilmesiyle mümkündür. Stratejik Çalışmalara gösterilen entelektüel ilgi ile savaşın gelişim çizgisi doğru orantılı olmuş, savaş olasılığı arttıkça akademik ilgi de artmış, savaş olasılığı azaldıkça Stratejik Çalışmaların bir araştırma alanı olarak önemi azalmış ve savaş, Stratejik Çalışmalar alanının varlık nedeni olmuştur.
İnsanlık tarihi büyük oranda savaşlarla şekillendiğinden savaş çok tanıdık ve bilinen bir kavramdır. Savaşın genel kabul gören bir tanımını yapmak kolay değildir. Savaş denildiğinde aklımıza ilk gelen, devletler arasındaki silahlı çatışmalar olmaktadır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde savaş, “iki ya da daha çok devletin, istediklerini kabul ettirmek ya da başkasının isteklerine boyun eğmemek amacıyla, birbiriyle diplomatik ilişkilerini keserek silahlı güçlerle vuruşmaları” olarak tanımlanmaktadır. En geniş anlamıyla savaş, bir topluluğun farklı konulardaki hedeflerine ulaşabilmek adına “kuvvet” kullanmasıdır. Strateji düşüncesine önemli katkılarda bulunmuş olan Carl Von Clausewitz savaşı, “sosyal ve siyasal bir faaliyettir ve savaşa dair genel tanımlamanın bu niteliği de içermesi gerekir” tanımlamıştır. Savaşın, “siyasal birimlerin farklı hedeflere ulaşmak için birbirlerine karşı uyguladıkları düzenli şiddet” olarak tanımlanması daha kapsayıcı olacaktır.
Dönemlere göre bazı stratejist ve siyasi düşünürlerin savaşa dair görüş ve tanımlamaları ise (s:42, Tablo 3.1); Klasik dönem stratejist ve siyasi düşünürleri, SunTzu’nun düşüncesinde var olma/ yok olma sorunu açısından tanımlanan savaş, sevk ve idare edilmesi gereken bir olaylar silsilesi olarak görülür. Thucydides’e göre ise, savaş gücün ve güç arayışının sonucudur. İnsan doğasına özgü güç arayışı, zayıf olanın duyduğu korkuyla birleşince savaşlara yol açar. Rönesans Dönemi stratejist ve siyasi düşünürü Machiavelli için savaş, en önemli politik amaç olan devletin bekâsı için gerekli bir araç olmaktan öte anlam taşımamaktadır. Modern Dönem-Aydınlanma stratejist ve siyasi düşünürleri arasından Thomas Hobbes’a göre savaş, devletlerarası ilişkileri belirleyen “doğa durumu”nun bir uzantısıdır. Doğa durumu, düzen, hukuk ve adaletin var olmadığı ve insanların daha fazla güç elde etme arzusundan kaynaklanan “herkesin herkesle savaştığı” durumdur. Jean-Jacques Rousseau’a göre ise, savaş sosyal bir kurumdur ve bireyler arasında değil, devletler arasındaki çatışmaları ifade eder ve sebebi de uluslararası eşitsizlikler olduğundan savaş sorununu ortadan kaldırmak olanaklı değildir. Modern Dönem-Ondokuzuncu Yüzyıl stratejist ve siyasi düşünürlerinden Carl Von Clausewitz savaşı, düşmana irademizi zorla kabul ettirmek için kuvvet kullanma eylemidir ve politik niyet amaç, savaş ise sadece bir araçtır. Georg Wilhem Friedrich Hegel’e göre savaş devletlerarası alana ait bir kavramdır ve başarılı savaşlar, devletlerin gücünü sağlamlaştırır ve bu yolla insanların ahlaksal sağlıklarını ve ulusal onurlarını korurlar. Antoine Henri Jomini ise savaşı bir sanat değil, bilim olarak tanımlamış ve bu çerçevede savaşı geometrik yöntemlerle anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Yirminci yüzyıla gelindiğinde ise, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkıcı etkiyle savaş, yasaklanması öngörülen bir eylem biçimi haline gelmiştir. Nitekim savaşın hukuken yasaklanmasına dair ilk uygulama, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti’nin (MC) kurulmasıyla ortaya çıkmış ve en kapsamlı girişim ise, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nda yer almıştır.
Savaşlar farklı ölçütler çerçevesinde sınıflandırılmaya çalışılmıştır. Savaşın biçimini ve niteliğini belirleyen unsurlar olarak, güç kullanan topluluğun niteliği ve büyüklüğü, kullanılan şiddetin ve araçların türü, kullanılan yöntem gibi birçok farklı ölçüte göre yapılmış sınıflandırmalara rastlamak mümkündür. Savaşların yoğunluk dereceleri ve kapsadığı coğrafi alanın büyüklüğüne göre topyekûn savaş (çatışan tarafların kesin zafer elde etme hedefiyle askeri, ekonomik ve hatta ideolojik tüm kaynaklarını seferber ettikleri savaşlardır, İkinci Dünya Savaşı topyekûn savaşın en iyi örneklerindendir) sınırlı savaş (hedefleri, kullanılan silahlar ve savaş alanı açısından sınırlı tutulan savaşlardır ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar görülen savaşlar büyük ölçüde bu özelliktedir); kullanılan silahların türüne göre konvansiyonel savaş (konvansiyonel silah sistemlerinin kullanıldığı, çatışan tarafların birbirlerinin savaşma iradesini kırmaya çalıştıkları, geleneksel çatışma şeklini temsil eden savaşlardır ve savaş geleneksel askeri strateji ve taktiklere göre yürütülür) nükleer, biyolojik, kimyasal savaş (nükleer silahların kullanıldığı savaşlardır ve nükleer silahlar şu ana kadar sadece İkinci Dünya Savaşı’nda ABD tarafından Japonya’ya karşı kullanılmış, bu tarihten sonra kullanılmamış olmakla birlikte, varlıkları askeri stratejiyi değiştiren ve şekillendiren bir unsur olmuştur. Biyolojik ve kimyasal savaşlar ise, kitle imha silahları olarak adlandırılan silahlarla yürütülen savaşlara verilen addır.); kullanılan yönteme göre düzenli savaş-gerilla savaşı (zayıf tarafın güçlü tarafa karşı yürüttüğü bir savaş olarak ortaya çıkar. Vietnam savaşında ABD’ye karşı yürütülen gerilla savaşı başarısı dolayısıyla akıllara gelen ilk örneklerdendir.); savaşan tarafların niteliklerine göre uluslararası savaş -iç savaş (aynı ülkede yaşayan ve belirli bir bölge ya da hükümet üzerinde kontrol sağlamayı amaçlayan örgütlü gruplar arasındaki savaşlardır)- asimetrik savaş (hem devletlerle orduları olmayan aktörler arasındaki çatışmaları, hem de devletlerarasında dolaylı olarak yürütülen çatışmaları tanımlamada kullanılmaktadır.); savaşan tarafların nitelik ve bu niteliklerinden kaynaklanan güdülere göre dini savaş- etnik savaş; ve son olarak, silahlı çatışma ile ideolojik çatışma ayrımına göre sıcak savaş-soğuk savaş (taraflar arasında silahlı çatışmaya varmayan, çok yoğun ideolojik ve siyasal mücadeleleri tanımlamak üzere kullanılmaktadır) gibi ayrımlar yapılabilir.
Haklı savaş, en geniş anlamıyla Batı kültüründe siyasal amaçlar doğrultusunda kuvvet kullanımının ne zaman haklı görülebileceğini belirlemeye ve böyle haklı bir durumda bile kuvvet kullanımını sınırlamaya çalışan tüm düşünce ve pratikleri içermektedir. Haklı savaş kuramı, iki temel ilkeye dayanarak gelişmiştir. İlk temel ilke, savaşın belirli bir durumda haklı olup olamayacağını belirlemeye yönelik jus ad bellum (savaşın haklı ve adil oluşu) ilkesidir. Haklı Savaş kavramının ikinci temel ilkesi, jus in bello (savaşta adil olma) ilkesidir. Savaşta kuvvet kullanımının haklılığını sağlamaya yönelik bu ilkenin iki önemli koşulu bulunmaktadır; sivil dokunulmazlığı ve oranlılıktır.
İlkçağlardan günümüze haklı savaş kuramına katkıda bulunan düşünürler (s:47-48, Tablo 3.3);
Antik Çağ: St. Augustine’nin, haklı savaş kuramına ilk kaynaklık eden De Civitate Dei (Tanrı Devleti Üzerine) başlıklı eseridir. Tanrı Devleti- İnsan Devleti ayrımını yapan Augustine’e göre mutlak haklı olan Tanrı’nın savaşlarıdır. Bunun dışında bir savaşın haklı sayılabilmesi için, haklı bir nedenin olması, savaşın meşru otorite tarafından yapılması ve iyi niyetin bulunması gereklidir.
Ortaçağ: Thomas Aquinas’ın, Summa Theologica başlıklı çalışmasında cevap aradığı temel soru, bazı savaşların izin verilir olup olmadığıdır. Aquinas’a göre, haklı bir savaş için kaçınılmaz üç koşul bulunmaktadır: Haklı bir neden, savaşı tek merkezden örgütleyip sürdürebilecek bir otoritenin varlığı ve iyi niyettir.
Rönesans ve Modern Dönem: Francisco De Vitoria, ilk olarak dinsel farklılığın kesinlikle bir haklı neden olamayacağını söylemiştir.
Hugo Grotius, De Jure Belli Ac Pacis (Savaş ve Barış Hukuku) başlıklı çalışmasında, savaşın tek haklı nedeninin haksızlığa uğrama olduğunu belirtmiştir. Thomas More “Ütopya” başlıklı çalışmasında yalnızca ülkeyi savunmak, dostların topraklarını düşmanlardan ya da zorbalardan kurtarmak ve daha önce yapılmış kötülüklerin öcünü almak için yapılan savaşları ‘haklı’ saymaktadır.
Aydınlanma: Immanuel Kant’ın “Ebedi Barış” eserinde göre savaş, bütün kötülüklerin ve ahlaksal bozulmaların kaynağıdır ve ebedi barış için önerisi, “barışçı bir birlik” kurulmasıdır.
Stratejik Çalışmalar alanında savaşların nedenlerine yönelik ortaya koyulan kategoriler, John Garnett tarafından sınıflandırılmıştır. Garnett, savaşların çeşitli nedenleri arasında benzerlik ve farklılıklar yoluyla birtakım genellemelere ulaşılmasının olanaklı ve gerekli olduğunu öne sürmüştür. Garnett’in savaş nedenleri sınıflandırması ise (s:50-51, Tablo 3.4);
1. Görünen neden-temel neden: Görünen neden, savaşların ortaya çıkışını tetikleyen neden olarak tanımlanabilir. Görünen nedene dair en iyi ve en fazla kullanılan örnek, Birinci Dünya Savaşı’nın nedeni olarak Avusturya-Macaristan veliahdının Sırp bir milis tarafından öldürülmesidir. Buna karşın esas neden, devletlerin politikalarından çok uluslararası sistemin yapısal etkilerinin analiz edilmesiyle anlaşılabilecek nedendir.
2. Etkili neden-izin veren neden: Etkili neden, belirli bir savaşı ortaya çıkaran belirli koşullara atfen kullanılır. Örneğin, 2002’deki Irak Savaşı’nın etkili nedeni ABD ve İngiltere’nin Saddam Hüseyin’i devirme ve ardından da Irak’a demokrasi getirme arzularıdır. Buna karşın, bu etkili nedenlerin altında yatan, izin verici nedenlerdir. İzin verici neden, aktif olarak savaşı çağrıştırmayan, fakat savaşın çıkma olasılığını yaratan nedenlerdir.
3. Yeterli neden-gerekli neden: Yeterli neden, ortaya çıktığında mutlaka savaş meydana getiren nedendir. Örneğin silahlı kuvvetlerin varlığı bir savaşın yaşanması için olmazsa olmaz nedenlerdendir. Savaş için silah gerekir, ama diğer yandan silahların varlığı savaşın çıkışı için yeterli değildir.
Savaşın nedenlerini analiz düzeyleri yoluyla düzenlemek ve bir tipolojiye dayandırmak, Waltz’un Man, The State and War (İnsan, Devlet ve Savaş) kitabında yaptığı “üç imaj” ayrımına dayanmaktadır. Birey Analiz Düzeyi; sıradan insanların ve daha çok politika yapıcıların kişisel özellikleriyle ilgilidir. Birey düzeyinde analizler, savaşların nedenlerinin insanlardan kaynaklandığı savıyla doğrudan insana odaklanmaktadır. Bu analiz düzeyinde savaşların insan kaynaklı nedenlerine dair farklı görüşler ortaya koyulmuştur. İlk görüşe göre, savaş insan doğasından kaynaklanmaktadır. ikinci görüşe göre, insanlar bir şeylerin eksikliğini hissettikleri zaman savaş çıkarmaya daha yatkın olurlar. Üçüncü görüşe göre savaşlar, devlet adamlarının yanlış algılamalara dayalı kararlarından kaynaklanmaktadır. Dördüncü görüşe göre, savağın nedenleri grup faaliyetleri çerçevesinde açıklanır.
Devlet (Birim) Analiz Düzeyi; devletlerin özellikleri ve bu özelliklerin uluslar arası alanda devlet davranışlarına etkisiyle ilgilidir. Bu analiz düzeyinde uluslararası ilişkilerin temel aktörü devlettir. Devlet veya toplumların savaş ya da şiddete eğilimli olmalarına yol açan temel niteliklerine odaklanırlar. Bu nedenle, karar verme süreçlerine odaklanılarak devletlerin politikalara nasıl karar verdiklerini anlamak, uluslararası ilişkilerin işleyişinin anlaşılmasına yol açacaktır.
Sistem Analiz Düzeyi; devletler ve devlet-dışı global aktörler arasındaki etkileşimle ilgilidir. Bu analiz düzeyine göre, dünyanın sosyal-siyasal ekonomik yapısı ve etkileşim kalıpları devletlerin ve diğer aktörlerin politikalarını etkiler. Bu nedenle, dünyanın sosyal-siyasalekonomik yapısının ve etkileşim kalıplarının anlaşılmasının, uluslararası ilişkilerin işleyişinin de anlaşılmasına yol açacağı kabul edilir.
Ele alınan analiz düzeylerinden hiçbirisinin tek bağına savağa dair tüm sorularımızı yanıtlayabilecek açıklayıcılıkta olmadığı gözden kaçırılmamalıdır. Her bir analiz düzeyi esasında analiz yapanın sorduğu sorular, yani nereden baktığı ile ilgilidir. Her bir düzey belirli bir ölçüde açıklayıcılığa sahiptir ve muhakkak diğerleriyle ilişki içerisindedir.
YİRMİNCİ YÜZYIL SAVAŞLARINDA SAVAŞ STRATEJİLERİ VE TAKTİKLER
İkincisi çıkana kadar “Büyük Savaş” olarak anılan Birinci Dünya Savaşı, tarihteki ilk topyekûn savaş olarak kabul edilmektedir. Çünkü tarihte ilk kez, savaşan ülkelerde yaşayan hemen herkes savaştan bir şekilde etkilenmiştir ve bu tarihten önce strateji ve savaşın gidişatı açısından başkomutanlar belirleyici iken, Birinci Dünya Savaşı ile devlet adamlığı önem kazanmıştır. Bir başka deyişle, askeri strateji ve siyasetin iç içeliği ilk kez bu savaşta görünür olmuştur. Taktik açıdan, Birinci Dünya Savaşı’nda savunma anlayışı, topçu ve tank birliklerindeki gelişmeler, hava gücü kapsamında yaşanan gelişmeler, denizlerde sürdürülen savaşlarda dretnot (savaş gemisi) ve denizaltıların etkileri ve son olarak topyekûn bir savaş olmasına karşın Birinci Dünya Savaşı’nda gayr-i nizami savaş taktikleri de kullanılmıştır.
İki savaş arası dönemde Stratejik Çalışmaların en temel konusu, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki etkileriyle hava ve tank gücü olmuştur. Bu çalışmalarda hava gücünün saldırı, kara gücünün ise savunma amaçlı kullanılması görüşü belirleyici olmuştur.
İkinci Dünya Savaşında da genel strateji anlayışının hâkimiyeti söz konusudur ve yine ülkelerin siyasi liderleri stratejistler olarak başroldedir. Almanya’nın bu savaştaki genel stratejisi temelde saldırgandır ve toprak genişletmeyi hedeflemiştir. İngiltere’nin genel stratejisi ise, İngiliz İmparatorluğu’nu ve büyük güç konumunu korumaktı. Dönemin İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’in 1930’ların sonlarında yatıştırma stratejisini izlemiştir. Yatıştırma stratejisi, İkinci Dünya Savaşına giden dönemde İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain ile özdeşleştirilen politikadır. İkinci Dünya Savaşı, teknik gelişmenin yoğun yaşandığı bir dönemi simgelemektedir. ‹kinci Dünya Savaşı’nın sonunda ABD’nin Japonya’ya karşı kullandığı iki atom bombası ise, savaşın gidişatıyla ilgili etkilerinin çok ötesinde, nükleer strateji dönemini başlatmıştır.