SORU: 20. Yüzyılın başlarında psikolojiye dayalı felsefe anlayışının dışlanması ile felsefenin konusu nasıl bir hal almıştır?
CEVAP: 20. yüzyılın başlarında, psikolojiye dayalı felsefe anlayışlarının dışlanması ile felsefenin konusunu fiziksel olana karşıt olarak zihinsel olanın teşkil ettiğine ilişkin kanı artık kabul görmez bir hale gelmişti. Ryle bu dönemde felsefecilerin kendilerine ne fiziksel ne de zihinsel olan bazı nesneler aradığını, Platoncu idealardan, önermelere, mantıksal biçimlerden, duyu verilerine ve yönelimsel nesnelere pek çok bu tür nesnenin, bu konu hakkında çalışan felsefeciler için konu teşkil ettiğini öne sürmüştür. Ryle’a göre ise felsefeyi felsefe yapan şey, özel bir takım nesnelerle ilgili konuşuyor olması değildir. Felsefe bazı sorunları kendine özgü bir tarzda konu edinmektedir. Ryle’a göre bir dili yetkin bir biçimde konuşan kişilerle felsefeciler arasındaki ilişki, belli bir yöreyi orada uzun yıllar yaşadığı için bilen köylülerle o yörenin haritasını çıkaran bir haritacı arasındaki ilişki gibidir. Söz konusu yerli, yöreyi kendi deneyimleri ve hafızası üzerinden bilir. Nereden nereye nasıl gideceği hakkında kişisel fikirleri vardır. Oysa yörenin haritasını çıkarmak isteyen uzman, bu kişisel bakış açılarını terk etmek ve daha genel bir bakış açısıyla konusunu ele almak durumundadır. Ölçüm birimlerini, cetvel, pergel gibi araçları kullanmak durumundadır. Söz konusu yörenin yerlisine bir harita çizmesi ya da mevcut bir haritayı kullanarak bir tarifte bulunması istense, o kişinin haritacının kullandığı araçlar ve birimlerle konuşmaya başlaması beklenir. Bizim gündelik dili öğrenmemiz de o yerlinin yaşadığı bölgeyi öğrenmesine benzer. Dili konuşmayı öğrenirken dili belirleyen kuralları ifade etmeyi öğrenmemiz gerekmez. Öte yandan, dili konuşmayı öğrenirken bir sözcük ya da sözcük grubunu bir başkası ile değiştirdiğimizde, söz konusu ifadenin anlamının ve içerdiği sonuçların farklılaştığını öğreniriz. Bu durum, kendi yöresinde bir yerden bir yere giderken farklı yollar izleyen ve seçtiği bazı yollarla farklı noktalara varan yerlinin durumuna benzerdir. O kişi de bu farklılıkları bilir, öte yandan kendi bölgesinde hareket ederken bu farklılıklar hakkında düşünme gereği hissetmez. Ancak gündelik dilde farklı ifadeleri kullandığımda, bu ifadelerin içerdiklerinin birbirleriyle zıt bazı anlamlara (zıt yönlere) doğru bizi yönlendirdiğini de fark ederiz. Ryle bu noktayı açabilmek üzere, yorgun bir denizcinin bir fırtınadaki eylemini betimleyen sözcükler arasındaki gerilimleri örnek olarak verir. Denizci fırtınada gönüllü olarak (ing. voluntarily) ama içinden gelmeksizin (ing. reluctantly) çabalamaktadır (“Abstractions”, s.443). Burada kullanılan iki sözcük bir karışıklığa yol açmaktadır. Denizci bir zorlama nedeniyle değil “gönüllü olarak” ne yapıyorsa yapmaktadır. Ama her ne yapıyorsa “içinden gelmeden” bunu yapmaktadır. Her iki ifadenin içermelerinin beni taşıdığı yerler (ing. implication threads) birbirine terstir. Burada karşılaştığım karmaşık durumu çözebilmek üzere, öncelikle söz konusu çatışmanın sadece görünüşte olduğuna ikna olmam gerekir. Her iki ifadenin içerdiklerinin bir araya gelebileceğini çözmek üzere, kavramsal bir çözümleme yapmam yeterli olacaktır. Ancak bunu yapabilmem için, artık söz konusu denizciye veya içinde bulunduğu duruma bir gönderimde bulunmama gerek yoktur. Artık eylem, güdü, tercih, irade gibi daha genel kavramlardan genel bir üslup içerisinde söz etmeye başlarım.