SORU: Çevre sorunlarının nedenleri nelerdir? Kısaca açıklayınız.
CEVAP: Çevre sorunları genel anlamda, insanoğlunun ekonomik faaliyetleri yoluyla doğal çevresi üzerinde kurmuş olduğu hâkimiyet ve baskının çevrenin taşıma kapasitesini aşması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu tanımlama aslında çevre sorunlarının esas temel nedenini oluşturmaktadır. Çevre sorunları birden bire ortaya çıkan bir sorun değildir, zaman içinde birikerek ve değişimlerin de etkileri ile birlikte varlığını duyurmaktadır. Bu genel çerçeve içinde düşünüldüğünde, çevre sorunlarının nedenleri ve nereden kaynaklandığına yönelik çok geniş ve farklı bir sınıflandırma yapmak mümkündür. Fakat çevre sorunlarının daha çok ekonomik temelli başlıca nedenleri; Nüfus Artışı ve Kentleşme: Tarihsel süreç içerisinde insanoğlu, çevre sorunlarının yaratılmasında çok etkili olan bir varlıktır. Bu bağlamda dünyadaki insan sayısı ise her geçen gün ve özellikle son iki yüzyıl boyunca hızla artmaktadır. Milattan dört bin yıl önce yeryüzünde yaşayan insan sayısı yaklaşık 30 milyondur. Bu rakam, 1800 ve 1930’lu yıllar arasında 1 milyardan 2 milyara çıkmış 1975 yılında 4 milyara, 20.yüzyılın başında ise 1.6 milyara ulaşmıştır. Nüfus artışı ile ilgili projeksiyonlara göre ise 2025 yılında insan sayısı,8 milyara 2050 yılında ise 10 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. İnsan sayısındaki bu artış insanların temel ihtiyaçlarının karşılanması sorunu, doğal kaynak ve çevre üzerindeki insan baskısını artırmaktadır. Ayrıca, nüfusu çok olan ülkelerin sanayileşme ve kalkınma çabaları olan gelişmekte olan ülkeler olması nedeniyle enerji ve hammadde kaynakları açısından doğal kaynak ve çevre üzerinde insanın baskısı da yoğunlaşmaktadır. Bu bağlamda, hızlı nüfus artışı ve nüfusun doğal kaynaklara göre dağılımındaki dengesizlikler, çevre sorunlarının ortaya çıkmasına ortam hazırlamakta ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılmasını da engellemektedir. Nüfus artışı ve genç nüfustaki büyüklük özellikle kırsal alanlardan kentsel alanlara ve ülkeler arasında göçün de artmasına neden olmaktadır. Göçün sürekli ve yüksek oranlarda artması ise kentlerde kentleşme ve çevre sorunlarını da artırmaktadır. Özellikle nüfus artışı nedeniyle oluşan nüfus göçünün yarattığı nüfus baskıları nedeniyle gecekonduları banliyöleri artıran bir dengesiz kentleşme süreci kaçınılmaz olmaktadır. Sanayileşme: Sanayileşme sadece günümüzde değil çevre sorunlarının tehlikeli boyutlar kazanmaya başladığı zamanlardan beri üzerinde durulan önemli bir konudur. Sanayi şüphesiz, ekonomik gelişmenin ve değişmenin en temel araçlarından biridir. Doğal olarak da sanayinin ekonomi, toplum ve çevre üzerindeki etkileri de olmaktadır. Sanayileşmenin aslında nüfusun kentsel alanlarda yoğunlaşmasına neden olan çekici bir rolü vardır. Nüfus yoğunlaşması ise birçok yararlı dışsal ekonomiler yaratırken aynı zamanda dışsal maliyetler de yaratmaktadır. Bu dışsal maliyetler ise sanayinin yaydığı katı, sıvı, gaz şeklinde kirletici atıklardır. Bu atıklar, sadece insanlara hayvanlara ve bitki örtüsüne zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda ekolojik sisteme verdiği zararla birlikte ekolojik sisitemdeki dengelerin bozulmasına da neden olmaktadır. Bu bağlamda sanayileşme yeryüzündeki üretim amacıyla bitki hayvan, enerji gibi bütün doğal ve çevre kaynaklarının hızla tüketilmesine ve hava, su, toprağın niteliğinin bozulmasına neden olmaktadır. Sanayileşmenin neden olduğu çevre sorunları da bu iki aşamada ortaya çıkmaktadır. Üstelik bu sorunlar sadece sanayileşmenin olduğu ülke ve bölgede olmayıp sınırları aşarak küresel çevre sorunları hâline dönüşmektedir. Sanayileşmiş ülkelerin küresel çevre sorunlarının yaratılmasında ve oluşmasındaki payları ise çok büyüktür. Sanayileşmenin hava kirliliğine etkileri çok yoğun olup özellikle iki neden hava kirliliğe neden olmaktadır. Sanayileşmenin yarattığı hava kirliliğinin birinci nedeni, sanayinin kurulma ve gelişme aşamasındaki plansızlık ve uygulama hatalarıdır. Diğer neden ise sanayi üretim yerlerinin ve fabrikaların üretim faaliyetleri sonucu havaya bıraktıkları atıklar, emisyonlar ve bunlar için hiçbir önlem almamalarıdır. Ekonomik Büyüme: Ekonomik ve teknolojik ilerleme insanoğlunun varlığını sürdürebilmesi ve refah düzeylerini yükseltebilmesi için çok önemli araçlardır. Ekonomik büyüme, GSMH’daki artışlar dolayısıyla toplam üretim düzeylerindeki sürekli artışlar olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle büyüme, kaynakları sürekli kullanan ve tüketen bir üretim artışı olarak ifade edilmektedir. Özellikle ekonomik büyüme sonucu üretim ve tüketimdeki artışlar doğal kaynakların enerjinin aşırı kullanılmasına neden olurken suyun havanın, toprağın kalitelerinin bozulmasına, bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına, verimli tarım arazilerinin azalmasına, sanayi atıklarının artmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda özellikle sürekli üretilen mal ve hizmet miktarını artırmaya yönelik niceliksel amaçlı ekonomik büyüme, doğal kaynakların tükenmesine ve çevre sorunlarının artmasına neden olmaktadır. Küresel üretim, ticaret ve tüketim artarken, doğal kaynakların enerjinin kullanılması ve çevre sorunlarının da hızla artması kaçınılmaz olmuştur. Bu sorunlar, sürekli niceliksel amaçlı büyümenin etkileridir. Aslında sürekli mal ve hizmet miktarındaki sayısal artışlar sayısal sorumsuzca doğal kaynakların enerjinin tüketilmesi aslında aslında GSMH’yı artıran bir iyileşme olmayıp azaltan bir iyileşme olmaktadır. Ekonomik büyüme gerçekleşirken çevresel ve toplumsal sorunlar da çözüm bulmalıdır. Bu tür bir sanayileşme modeli ise Ekolojik Sanayi Devrimi olarak günümüzde artık birçok ülke tarafından ekonomi politikalarında, çevre sorunlarının azaltılması adına sıklıkla kullanılmaktadır. Toplumsal ve Ekonomik Azgelişmişlik, Yoksulluk: Toplumsal ve ekonomik olarak azgelişmişlik kalkınmanın önemli problemlerinden birisi olup birçok ekonomik ve sosyal sorunların da kaynağı olmaktadır. Azgelişmişlik genel olarak kaynakların yetersiz olması ile bireysel ve toplumsal ihtiyaçların karşılanamaması kıstaslarına göre tanımlanmaktadır. Azgelişmiş ülkelerin en temel ekonomik ve yapısal özellikleri şunlardır; düşük kişi başına gelir, dengesiz gelir dağılımı, tasarruf ve yatırımların düşüklüğü, sermaye birikiminin yetersizliği, zorunlu ihtiyaçları gideren malların, tüketim bileşeninde yüksek pay alması, yetersiz beslenme, yetersiz eğitim, hızlı nüfus artışı, dengesiz kentleşme, yetersiz, kötü çevre şartlarında barınmadır. Az gelişmişlik sonunu 1950’lerden sonra gerek bilim adamları gerekse politikacıların tartıştığı konulardan biri olmuştur. Az gelişmişlik sorunu ile önce sadece ekonomistler ilgilenmişken, bu ilgi daha sonraları diğer sosyal bilim dallarına da sıçramış ve az gelişmişlik sorunu interolisipliner bir kimlik kazanmıştır. Azgelişmişlik ve yoksulluk, sanayileşmiş ülkelere göre çevre sorunlarını doğrudan artıran bir neden olmamakla birlikte doğal kaynakların tükenmesi ve çevrenin bozulmasında etkili olan bir durumdur. Çevresel bozulma ve doğal kaynakların tükenmesi ise yoksulluğu etkileyen bir kısır döngünün oluşmasında etkili olmaktadır.