ORTAÇAĞ FELSEFESİ II Dersi İBN RÜŞD: VARLIK VE BİLGİ ANLAYIŞI soru detayı:

PAYLAŞ:

SORU:

İbn Rüşd’ e göre din ve felsefe ilişkisini açıklayınız.


CEVAP:

İbn Rüşd de bu sorunu irdelerken Fârâbî ve İbn
Sînâ gibi din ile felsefeyi “amaç”, “konu”,
“yöntem/söylem” ve “kaynak”ları açısından karşılaştırır
ama onlardan farklı olarak vahiy olgusunun nasıl
gerçekleştiği hususuna rasyonel bir izah getirme gereği
duymaz. Ona göre dinin, insanlara “doğru bilgi”yi (elilmü’l-hakk)
ve “iyi davranış”ı (el-amelü’l-hakk) öğretmek
şeklindeki iki amaç ve işlevine karşılık, felsefenin
“bütün varolanları (mevcudat), Allah’ın varlığı ile hikmet
ve kudretine delil teşkil etmesi bakımından incelemek ve
yorumlamak” tan ibaret olan bir tek işlevi vardır.
Epistemoloji açısından “amaç birliği” içinde olan din ile
felsefe bu ortak amaca yönelik olarak kullandıkları yöntem
ve söylem konusunda farklılaşırlar. Din, gerek hedef aldığı
insan kitlesi, gerekse kullandığı yöntem ve söylemler
itibariyle, yalnızca burhan (akıl yürütme-ispat) metodunu
kullanan, bu yüzden de az sayıda insana hitap edebilen
felsefeye oranla çok daha geniş kapsamlıdır. Bundan dolayı
İbn Rüşd, “felsefe açısından dinin değil, din açısından
felsefenin konumunun belirlenmesi gerektiği” sonucuna
ulaşmış ve Faslu’l-makal. adlı eserinde bunu yapmaya
çalışmıştır. Kısaca dile getirmek gerekirse filozofumuza
göre din, kendisiyle amaç, konu ve yöntem birliği içinde
bulunan felsefeyi gerekli (vacip) görüp teşvik eder.
Fârâbî ve İbn Sînâ gibi din ile felsefenin aynı kaynaktan
beslendiğini kabul eden İbn Rüşd bu anlayışını “süt kardeş”
benzetmesiyle dile getirir ve bambaşka bir yaklaşımla
temellendirmeye çalışır. İbn Rüşd’ün, birçok konuda
olduğu gibi, din ile felsefeyi uzlaştırmada da temel aldığı
şey yukarıda ele alınan “sebeplilik ilkesi”dir. Hatılanacağı
üzere eğer insan zihninde zorunsuz (mümkin) varolanlara
ilişkin bir bilgi bulunuyorsa bu, o varolanlarda bilginin
kendisiyle ilişkili olduğu bir “öz yapı”nın (emr) bulunması
demektir. Beşerî bilginin konusu ve dayanağı durumundaki
bu “özyapı”ların sebebi, ilâhi bilgi ve hikmetten başkası
değildir. Bir başka söyleyişle Allah’ın bilgisi bu özel
yapıların, bunlar da beşerî bilginin sebebi olmaktadır. Bu
yaklaşıma göre insan aklı bu özyapıları kavramakla aslında
ilahî hikmeti kavramış, bilgiyle aydınlanmış olur ve gerçek
anlamda akıl haline gelir. (İbn Rüşd, 1980a, 812) (İbn Rüşd,
1992, 115) Buna rağmen birtakım geçici sebeplerle kimi
insanlara felsefî araştırma ve burhanın, yani aklın verileri
ile dini nasslar ilk bakışta uyum içinde değilmiş gibi
gözükebilir. Bu durumda yapılması gereken şey ise din ile
felsefenin uzlaştırılmasıdır ki filozofumuza göre bunun
yolu da dinî metinlerin yorumlanmasından (te’vîl) geçer.