KBRN SAVUNMA VE GÜVENLİK Dersi KBRN Savunma ve Güvenlik Mevzuatı soru detayı:

PAYLAŞ:

SORU:

Kitle imha silahları(KİS) düzenlemeleriyle ilgili yakın geçmişte ne gibi gelişmeler yaşanmıştır?


CEVAP:

1983-1988 yılları arasında gerçekleşen İran-Irak Savaşında, kimyasal savaş silahlarından olan hardal gazı ve sinir gazlarının kullanımına sıklılıkla rastlanmıştır. Nitekim bu savaş sonucunda Irak, İran’a karşı üstünlüğü ele geçirmiştir. Çünkü İran, cephede kimyasal savaş ajanlarından korunmaya yönelik ekipmana sahip olmayan birliklerini öne sürmüş ve bu nedenle yenilgiye uğramıştır. Özellikle 1988 yılında Irak topraklarında yer alan Halepçe’de kimyasal silahlar kullanılarak yapılan katliamın dünya basınınca da görüntülenmesinin ardından, uluslararası toplum üyeleri kimyasal silahların yasaklanması noktasındaki gayretlerini artırmışlardır. 16 Mart 1988’de Halepçe’ye yapılan kimyasal silahlı saldırı sonucunda ortaya çıkan görüntü Şekil 8.3’te verilmiştir. Bunun ilk somut göstergesi, 1991 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle sonuçlanan Körfez Savaşı sonrasında, BM tarafından kurulan özel bir komisyon aracılığıyla Irak’ın kitle imha silahı programına son vermeye yönelik çalışmaların başlatılması olmuştur. Bu çalışmalar sonucu içerisinde en etkili sinir ajanlarından olan sarin ve hardal gazlarının da bulunduğu 690 tona yakın kimyasal silah ile yaklaşık 3.000 ton ham madde imha edilmiştir. 1995 yılında Japonya’da terörist Aum Şinrikyoo örgütünün sarin gazıyla Tokyo metrosuna düzenlediği kimyasal saldırı da kayıtlara geçmiştir. Kısaca Biyolojik Silahlar Sözleşmesi olarak bilinen “Bakteriyolojik (Biyolojik) ve Zehirleyici Silahların Geliştirilmesi, Üretimi ve Stoklanmasının Yasaklanması ve Bunların İmhasına İlişkin Sözleşme”, silahsızlanma yolunda varılan önemli bir aşamayı ifade etmektedir. Ayrıca, söz konusu Sözleşmeye taraf devletler Sözleşmenin önsözünde kitle imha silahlarının bütün çeşitlerinin yasaklanması ve imhası da dâhil olmak üzere “Kimyasal ve Bakteriyolojik (Biyolojik) Silahların Geliştirilmesinin, Üretiminin, Stoklanmasının ve Yasaklanmasının ve Bunların İmhasının etkin ve sıkı bir uluslararası denetim içerisinde kolaylaşacağına ikna olduklarını” açıklamıştır. Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’nde, 1925 yılında oluşturulmuş olan Cenevre Protokolü’ne atıfta bulunulmuştur. Sözleşmede; Cenevre Protokolü’nün yapmış olduğu ve yapmaya devam ettiği katkının, savaşın dehşetini azaltmak yolunda etkili olduğu ve yine aynı Protokol ile getirilen ilke ve amaçlara aykırı bütün eylemlerin de birçok defa kınandığı vurgulanmıştır. Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’nin 9. maddesi gereği taraf devletlerden “kimyasal silahlara ilişkin aynı şekilde kapsamlı bir yasak getirmek üzere müzakerelere devam etmeleri” istenerek, kimyasal silahların yasaklanmasına ilişkin hukuki ve fiili süreç de aslında Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla birlikte başlamıştır. Biyolojik Silahlar Sözleşmesi ile biyolojik silahların bir savaş yöntemi olarak kullanılmasından vazgeçilmiş ve ayrıca, mevcut stokların imha edilmesi, biyolojik silahların üretilmesi, depolanması da yasaklanmıştır. Ayrıca, Kimyasal Silahlar Sözleşmesinin yürürlüğe girmesi ile faaliyet göstermesi planlanan Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (KSYÖ)’nün kurulmasına karar verilmiştir. KSYÖ, sözleşmenin etkin uygulanmasından sorumlu olacak bir denetim mekanizması olarak göreve başlamıştır. 21.yüzyılda ivme kazanan silahsızlanma konusundaki müzakereler ve kimyasal silahların yaygınlaşmasını önlemenin gerekliliğinin ortaya koyan somut örnekler, Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’nin ve KSYÖ’nün başarısını artırmıştır. KSYÖ, KSS’nin yürürlüğe girdiği 29 Nisan 1997 tarihinden itibaren, kimyasal silahların sonsuza dek ortadan kalkacağı bir yüzyıl olması arzusuyla faaliyet göstermektedir. KSYÖ’nün çalışmaları yalnız kimyasal silahların yasaklanması konusunda değil, küresel terörizme karşı ortak çabalar, uluslararası süreçlere iş dünyası ve sanayinin katılımı ve uluslararası sözleşmelere küresel ölçekli bağlılığın artırılması gibi konuları da içermektedir. BM çerçevesinde 1968 yılında imzaya açılan ve 1970 yılında yürürlüğe giren “Nükleer Silahların Yaygınlaşmasının Önlenmesi Antlaşması (Nuclear Non-Proliferation Treaty-N.P.T)” ile antlaşmadan önce nükleer silaha sahip olan ülkelerin bu silahların bir kısmını muhafaza etmelerine müsaade edilmiş ancak nükleer silaha sahip olmayan ülkelerin ise bu silahları geliştirmelerine dahi müsaade edilmemiştir. Nükleer Silahların Yaygınlaşmasının Önlenmesi Antlaşmasında olduğu gibi, kimyasal silaha sahip olan ülkelerin de Kimyasal Silahlar Sözleşmesine taraf olmaları kolaylaştırılmış ancak Sözleşmeye taraf olmadan önce kimyasal silaha sahip olmayan ülkelere ise sözleşmeye taraf olduktan sonra herhangi bir şekilde kimyasal silah geliştirme imkânı verilmemiştir. Birçok ülke taraf oldukları nükleer, kimyasal veya biyolojik silahların yaygınlaşmasını önleme amaçlı antlaşmalar ve taahhütler altında düzenlenen bağlayıcı yasal yükümlülükleri üstlenmiş, Nükleer Maddelerin Fiziksel Korunması Antlaşması ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA)’nun Radyoaktif Kaynaklara İlişkin Emniyet ve Güvenlik Yönetimi Tüzüğü uyarınca tavsiye edilen fiziksel hassas maddelerin korunması yükümlülüğünü kabul etmiştir.