SORU: Mehmet Rauf’un’nın Serap adlı hikayesinin konusu nedir?
CEVAP: Otuz yaşlarındaki adam bindiği vapurda güzel bir Rum kadını görür. Kadının güzelliğinden ve letafetinden çok etkilenir. Böyle güzel bir kadına nasıl bir erkeğin sahip olabileceğini düşünürken, aslında her şeyin bir tesadüf olduğu kanaatine varır. Küçük yaşta annesini kaybetmiş, kıt kanaat geçindiği bir memuriyette güç bela iş bulmuştur. Bunları düşünürken evlenmekle çok iyi etmiş olduğunu, evlenmeseydi, gönül maceraları arasında hırpalanacağını düşünür. Karısıyla on yıl önce evlenmişlerdir. Aslında mutlu denebilecek bir evliliği vardır. Vapurdan inip eve gittiğinde karısının hastalanmış olduğunu öğrenir. Karısının yanına çıkar ve başucuna oturur. Kadının gözlerinin çevresinin, yüzünün çizgilerle dolduğunu, o yıllar önce âşık olduğu kadının sararıp solduğunu görür. Bütün bu izler, ortaya çıkmak için adeta bir hastalık anını beklemiştir. Adam derin bir üzüntüye kapılır. Demek hayatının bundan sonrasını bu yaşlanmaya yüz tutmuş kadınla geçirecektir. O kapılarak âşık olduğu, heyecanıyla titrediği aşkı artık sonsuza dek kendini terk etmektedir. Kendisi de buna katlanmak zorunda, bu kadınla kalmak mecburiyetindedir. Bu düşüncelerden sonra yataktaki karısıyla sohbet etmeye, eski günleri anmaya başlarlar. Karısı artık eski deliliğin, gençliğin kendilerinde kalmadığını her ikisinin de yaşlanmaya başladığını söylediğinde adam beyninden vurulmuşa döner. Kendisinin de yaşlanmış olduğunu duymak, onu üzüntüye boğar. Bir an önce karısının yanından ayrılıp aynada yüzüne bakmak istemektedir. Karısıyla konuşmaları sona erdiğinde aşağı sofaya iner. Aynaya bakmak ister. Fakat uşak bir misafirin geldiğini haber verir. Gelen yakın bir dostudur. Oturup konuşmaya başladıklarında konu yine yaş meselesinden açılır. Gelen arkadaşı yaşının otuz dörde geldiğini, artık yağlı, kaba bir adama dönüştüğünü anlatır. Kendisinden memnun değildir. Yıllar önceki o aşk gibi derin bir duygu için titreyen adam gitmiş, şehvet düşkünü, derinliksiz bir adam gelmiştir yerine. Sanattan bile eskisi kadar zevk almamakta yalnız beşeri ihtiyaçlarını karşılamakla ilgilenmektedir. Yaşlanmak ondan pek çok duyguyu alıp götürmektedir. Üzüntüyle uzun bir süre hayalini kurduğu bir kadınla yakınlaşma fırsatı bulduğunda, yaşından dolayı bunu yapabilecek kuvveti bile kendinde bulamadığını anlatır. Yaş ilerledikçe hayat artık çekilmez ve boş bir hal almaktadır arkadaşına göre. Kendileri hayatın en şanssız dönemine denk gelmişlerdir. İstibdat dönemi onların gençliklerini yiyip bitirmiştir. Şimdilerde ne kadar hürriyet olsa bile, öyle büyümüş bir adam, hür bir adama asla dönüşemeyecektir. Bu gibi konuşmalardan sonra arkadaşı gider. Odasına tekrar geldiğinde karısının uyuduğunu görür. Aynaya yönelir. Aynada gördüğü manzara harap bir gençlik hatırası gibidir. Çizgileri, kırışıklıklarıyla o eski halinden eser kalmamıştır. Artık âşık olunacak bir adam değil, katlanılacak bir adamdır. Hayatta ne elde ettiğini düşünür. Gayet sıradan bir ilişkisi ve evliliği vardır. Karısı dışarıda yüzlercesi bulunan kadınlardan biridir. Sıradan bir memuriyette sıradan bir maaş almaktadır, istibdadı görmüş yaşamıştır. Hayat hiçbir yönden ona şans tanımamıştır. Şimdi de yaşlanıp, yavaş yavaş ölmeye başlamıştır. Karısı ilerideki yataktan ona seslenir ve yanına çağırır. Bir anda büyük bir iç çatışmaya girer. Ya o kendisine mezar gibi yatağa yatacak böyle ölür gibi yaşayacaktır ya da dışarıya çıkıp maceradan maceraya atılacaktır. Bu mücadeleyi içinden verirken kaçıp gitmenin de hiçbir işe yaramayacağını, yine sonunun üzüntü ve elem olduğunu görür. Her türlü arzu insanın eline geçince sönüp giden bir şeyse, bu dünya denilen, hayat denilen şey seraptan ibarettir. O halde şimdi o evden kaçıp gitmenin ne anlamı vardır ki? Sonunda varıp gideceği yer yine bir mezar olacaktır. Böyle düşünerek karısının yatağına girer.