II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI Dersi EDEBİYAT-I CEDÎDE HİKÂYESİ soru cevapları:

Toplam 39 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU: Mehmet Rauf’un Bekarlar Arasında adlı kısa hikayesinin konusu nedir?


CEVAP: Evlilik, Mehmet Rauf’un önem verdiği temalardan biridir. Evlilikle ilgili çeşitli görüşleri erkek bakış açısıyla enine boyuna tartıştırdığı “Bekârlar Arasında” adlı hikâyesinde on genç “Nasıl bir eş edinmeliyiz?” sorusunu tartışırlar. Bu sırada evlilikle ilgili bazı görüşler ortaya koyarlar. Öncelikle evliliğin zamanla bozulan bir kurum olduğunu, eşler arasındaki heyecanın azaldığını, bunda kayınvalide ve kayınpederin önemli etkisi olduğunu vurgularlar. Evlenilecek kadının dış güzelliği, zerafeti, becerikliliği tartışılırken, gençlerden birinin kadının eğitimli olması gerektiğini savunmasıyla tartışma yeni bir boyut kazanır. Eğitimli kadınların kendini beğenmiş olduğu, eğitimi kendilerini geliştirmek için değil, koca bulmak için aldıkları söylenir. Ancak eğitimsiz bir kadının çocuğunu iyi yetiştiremeyeceği ortak düşünceleridir. Sonuçta seçilecek kadının kendini hem çevresine hem de kendine karşı sorumlu hisseden, yumuşak tabiatlı, eşine karşı sevgi duyan, insanlığın sefaletine karşı derin bir merhamet duygusu olan bir insan olması gerektiği sonucuna varırlar.

#2

SORU: Mehmet Rauf’un kısa hikayeleri nelerdir?


CEVAP: Edebiyat-ı Cedide hikâyesinin önemli isimlerinden bir diğeri Mehmet Rauf’tur. Rahim Tarım’ın tespitiyle Mehmet Rauf, yazı hayatı boyunca yüz otuz iki (kırk altısı II. Meşrutiyet’ten önce, seksen altısı II. Meşrutiyet’ten sonra) hikâye yazmış ve bunları on iki hikâye kitabında bir araya getirmiştir (Tarım, 1998, 85). İhtizar (1909), Âşıkane (1909), Son Emel (1913), Hanımlar Arasında (1914), Üç Hikâye (1919), Kadın İsterse (1919), Pervaneler Gibi (1920), İlk Temas İlk Zevk (1922), Aşk Kadını (1923), Gözlerin Aşkı (1924), Eski Aşk Geceleri (1927), Safo ile Karmen (1920) adlı hikâye kitapları bulunan yazarın ayrıca diğer bazı kitapları içinde de hikâyeleri yer almaktadır.

#3

SORU: Edebiyat-ı Cedide döneminde öne çıkan uzun hikayeler ve yazarları nelerdir?


CEVAP: Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk uzun hikâyeler Ahmet Midhat Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Onun uzun hikâyeleri Letaif-i Rivayat adlı seride yer alan 25 kitap içindeki 27 hikâye ve üç romandan (Yeniçeriler, Çingene, Bahtiyarlık) meydana gelmiştir. Seri, önce üç kitaplık bir çalışma olarak düşünülmüşse de bunların gördüğü ilgi üzerine yazar, daha sonra yazacağı eserleri de bu ana başlık altında neşretme yoluna gitmiştir. Eserdeki uzun hikâyeler hacim bakımından büyük, ancak tek bir konu etrafında gelişen anlatılardır. Ahmet Midhat’ın ardından uzun hikâye yazan ikinci isim Recaizâde Mahmut Ekrem’dir. Muhsin Bey ve Şemsa adlı uzun hikâyeleri yazan Ekrem bizzat Araba Sevdası’nın önsözünde kendisinin de belirttiği gibi başarı kazanamamış eserlerdir. Nitekim İnci Enginün de bu konuda şöyle demektedir: “Şiirindeki zayıflığa karşılık Recaizade Ekrem’in tiyatro ve hikâye yazarlığı daha kuvvetlidir. Ancak bu kuvvet şiirlerle süslediği ve bir bakıma o şiirlerin hikâyesi gibi sunduğu Muhsin Bey yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1991) ve Şemsa (1897) adlı hikâyelerinde değil, Araba Sevdası (1896) romanındadır.” Hemen arkasından Nabizade Nazım’ın kaleme aldığı sekiz uzun hikâyenin içinde Karabibik köyü anlatması ve natüralist mahiyet taşıması bakımından öne çıkmıştır.

#4

SORU: Halit Ziya’nın Küçük Levha adlı kısa hikayesinin konusu nedir?


CEVAP: Halit Ziya’nın çocuğu konu alan ve aynı zamanda hayal-gerçek çatışmasını işleyen “Küçük Levha” adlı hikâye dikkat çekicidir. Anlatıcı, bu hikâyede Taksim’de gezinti yaptığı sırada tesadüf ettiği küçük bir çocuk hakkındaki izlenimlerini aktarır. Çocuk, kalabalık içinde annesinin elinden tutmuş yürümektedir. Çocuk, saçları, elbisesi ve yüzü ile realist anlayışa uygun olarak ayrıntılı bir şekilde adeta bir melek gibi tanıtılır. Çocuğu izleyen anlatıcı, onun mutluluğundan etkilenir. Tam bu sırada bir adam bisikletiyle çocuğa şiddetle çarpar. Az önce gözlerinden mutluluk taşan bu çocuk bu çarpmayla korkar ve annesinin eteklerine sarılır. Bundan sonra anlatıcı bir hayat felsefesi çizer. Ona göre hayat da böyledir. Zavallı çocuk kim bilir daha kaç darbe ile tanışacak, kaç baharından şaşırarak uyanacaktır. Şimdi sarılabildiği bu anne de bir zaman sonra olmayacaktır. Bu, anlatıcı için oldukça acı bir hakikattir.

#5

SORU: Mehmet Rauf’un’nın Garam-ı Şebab adlı hikayesinin konusu nedir?


CEVAP: Garam-ı Ş0ebab, Mehmet Rauf’un Edebiyat-ı Cedide öncesi kaleme aldığı ilk uzun hikâyesidir. Realist anlayışa uygun olarak olaylar kahraman anlatıcı Memduh’un gözünden verilmiştir. Kurgu kısmen Halit Ziya’nın Bir Muhtıranın Son Yaprakları’na benzemektedir. Burada da insanlardan uzak bir köye sığınan bir genç vardır. Yalnız kalmak suretiyle büyük bir hayalini gerçekleştirecektir. Bu hayal büyük bir eser yazmaktır. Edebiyat-ı Cedide anlayışına uygun olarak hikâyede tabiat tasvirlerine yer verilmiştir. Ancak bu tasvirler daha çok idealize edilmiş tasvirlerdir. Memduh burada gördüğü bir kadına âşık olur ve bir süre sonra kadına aşkını itiraf eder. Bu kültürlü ve sanata düşkün kadının aşk anlayışı Memduh’unkinden farklıdır ve sonunda Memduh bu köyden ayrılır gider.

#6

SORU: Mehmet Rauf’un Ferda-yı Garam adlı hikayesinin konusu nedir?


CEVAP: Ferda-yı Garam Servet-i Fünun’da tefrika edildikten sonra kitaplaşmış bir hikâyedir. Babasının memuriyeti yüzünden amcasının yanına bırakılan Macit, amcasının aynı yaştaki kızı Sermet ile birlikte büyür. Çocuk yaştaki geçimsizlikleri daha sonra sevgiye dönüşür. Macit genç yaşına geldiğinde oradan ayrılarak Beykoz’da yaşamaya başlar. Bu ayrılık onu çok üzer ve bir süre sonra hastalanır. Ameliyat olması lazımdır, ama ameliyattan korkar. Sermet yanına gelir, onu ameliyat olmaya ikna eder. Ameliyat sırasında ve sonrasında yanından ayrılmaz ve ona bakar. Karşılıklı olarak birbirlerine olan aşklarını hissettirirler. İyileşme döneminde kır ve bahçe gezileri yaparlar ve bu gezintilerden birinde sevgilerini birbirlerine itiraf ederler. Ancak aşklarının geleceğinden, yeni bir ayrılıktan korkarak başka bir ifadeyle hayalden hakikate geçme cesaretini gösteremeyerek ölmeye karar verirler. Bu hikâye, yazarın Edebiyat-ı Cedide özelliklerini belirgin bir şekilde yansıtan eseridir. Aşkı muhayyilede yaşama fikrinin Edebiyat-ı Cedide şiirinde de (Sözgelimi, Tevfik Fikret’in “Süha ve Pervin”i) karşılığı vardır. Yine bu eserde Edebiyat-ı Cedide’nin aslî temlerinden olan intihar ve kaçış da vardır.

#7

SORU: Halit Ziya’nın Köy Hatırası adlı kısa hikayesinin konusu nedir?


CEVAP: Merhamet duygusunun belirgin ve ortak olarak gözlendiği hikâyelerden biridir. Tevfik Fikret’in “Balıkçılar” şiirini kısmen hatırlatmaktadır. Anlatıcı yalnızlık ihtiyacıyla on beş gündür bir sahil köyüne sığınmıştır. Şehir hayatından bunalmış ve köyün bu sade, sakin yaşayışı onun için bir mutluluk tablosu olmuştur. Bir gün denizde şiddetli bir fırtına kopar ve köylüler balığa çıkan tekneler için sahile toplanır. Teknelerden sadece biri dönmemiştir. Bu teknede Süleyman ile kardeşi Yaşar vardır. Kalabalık arasında bir kadın ve iki çocuk anlatıcının dikkatini çeker. Bunlar Süleyman’ın ailesidir ve bunca insanın arasında umutla bekleyen sadece Süleyman’ın karısıdır. Hikâyenin sonu Fikret’in “Balıkçılar”ından farklıdır. Karanlık içinde bir gölge görülür. Bunlar Süleyman ve kardeşidir ve fırtınadan sağ kurtulmuşlardır. Bu hikâyede de anlatıcının şahsında kaçış duygusuna yer verilmiştir. Anlatıcı yalnızlık ihtiyacı duymuş ve hayal ettiği köy hayatını yaşamaya başlamıştır. Ancak buradaki hayat, uzaktan görüldüğü gibi kolay değil, bilakis her gün mücadeleyi gerektiren bir hayattır.

#8

SORU: Edebiyat-ı Cedide topluluğunda kısa hikaye yazan önde gelen isimler kimlerdir?


CEVAP: Türk edebiyatında küçük hikâye, Samipaşazade Sezai’nin yazdığı hikâyelerle gerçek kimliğine kavuşmuştur. Samipaşazade Küçük Şeyler adlı kitabında bir araya getirdiği kısa hikâyelerle bu türün önünü açmış; tür, Edebiyat-ı Cedide topluluğuna mensup yazarlar tarafından daha da geliştirilmiştir. Edebiyat-ı Cedide sanatçılarının hikâye türünü bu derece geliştirmelerinin sebepleri arasında bu sanatçıların batılı eserleri orijinalinden okuyacak kadar yabancı dil bilmeleri ve Ara Nesil mensuplarınca yapılan bu türe ait tercümelerdir. Romanda olduğu gibi kısa hikâyede de Halit Ziya diğerlerinden hayli öndedir. Bu açıdan Mehmet Törenek’in Edebiyat-ı Cedide hikâyesinin asıl kurucularının Mehmet Rauf ile Hüseyin Cahit olduğunu, Halit Ziya’nın topluluğa katıldığında hikâyeleriyle kendini ispatlamış ve onlara değiştirici yönde tesir yapmış, hatta ufuklarını genişletmiştir şeklindeki tespiti hiç de yabana atılacak bir tespit değildir (Törenek, 1999, 26). Bu açıdan bakıldığında Halit Ziya’nın hikâyeciliğinin en az romancılığı kadar başarılı olduğunu söylemek mümkündür. Ne yazık ki onun romancılığı hikâyedeki başarısının ortaya çıkmasını engellemiştir.

#9

SORU: Halit Ziya’nın kısa hikayeleri nelerdir?


CEVAP: Halit Ziya’nın hikâyelerini topladığı on üç kitabı vardır: Çoğunluğu çevirilerden oluşan ve 1893-1895 yılları arasında yayımladığı dört ciltlik Nakil, 1897-1899 yılları arasında yayımlanan üç ciltlik Küçük Fıkralar, Bir Yazın Tarihi (1900), Solgun Demet (1901), Bir Şiir-i Hayal (1914), Sepette Bulunmuş (1920), Bir Hikâye-i Sevda (1922), Hepsinden Acı (1934), Aşka Dair (1935), Onu Beklerken (1935), İhtiyar Dost (1937), Kadın Pençesi (1939), İzmir Hikâyeleri (1950). Bu kitaplardan bazılarının içinde hikâye türünün dışında bazı yazılara da rastlanmaktadır.

#10

SORU: Edebiyat-ı Cedide topluluğunda uzun hikaye yazan ikinci isim kimdir?


CEVAP: Edebiyat-ı Cedide topluluğunda uzun hikâyeler kaleme alan ikinci isim Mehmet Rauf’tur. Mehmet Rauf’un uzun hikâye olarak nitelendirebileceğimiz eserleri şunlardır: Garam-ı fiebab (1896), Ferda-yı Garam (1897), Serap (1909).

#11

SORU: Halit Ziya’nın uzun hikayelerinin en önemli özelliği nedir?


CEVAP: Halit Ziya’nın uzun hikâyelerinin en önemli özelliği hepsinin acıklı bir atmosfere sahip olmasıdır. Bu açıdan Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası iyimser bir atmosfere sahip olması bakımından bir istisna teşkil eder. Hikâye esas olarak birbirini seven evli iki gencin evlenmeden önce birbirlerine yazdıkları mektupları yıllar sonra tekrar birbirlerine okumalarından oluşur. Realist romancının kendi varlığını silmek için kullandığı tekniklerden biri olan olayı mektuplarla anlatma metodunun kullanıldığı bir diğer uzun hikâye de Valide Mektupları’dır. Hikâye, bir annenin yeni evlenen kızına yazdığı beş mektuptan meydana gelir. Mektupları kaleme alan anne (Semiha), kocasının kötü davranışları yüzünden ondan ayrılmış, kızı Süreyya babasının yanında kalmıştır. Evlendikten sonra birlikte yaptıkları bir seyahat sonunda, Süreyya’nın annesine duyduğu soğukluk ortadan kalkmıştır. Anne bundan cesaret alarak kızına evliliğini ve bu evliliğin bitiş sebeplerini kaleme alan ve hikâyeyi meydana getiren mektupları yazar.

#12

SORU: Mehmet Rauf’un’nın Serap adlı hikayesinin konusu nedir?


CEVAP: Otuz yaşlarındaki adam bindiği vapurda güzel bir Rum kadını görür. Kadının güzelliğinden ve letafetinden çok etkilenir. Böyle güzel bir kadına nasıl bir erkeğin sahip olabileceğini düşünürken, aslında her şeyin bir tesadüf olduğu kanaatine varır. Küçük yaşta annesini kaybetmiş, kıt kanaat geçindiği bir memuriyette güç bela iş bulmuştur. Bunları düşünürken evlenmekle çok iyi etmiş olduğunu, evlenmeseydi, gönül maceraları arasında hırpalanacağını düşünür. Karısıyla on yıl önce evlenmişlerdir. Aslında mutlu denebilecek bir evliliği vardır. Vapurdan inip eve gittiğinde karısının hastalanmış olduğunu öğrenir. Karısının yanına çıkar ve başucuna oturur. Kadının gözlerinin çevresinin, yüzünün çizgilerle dolduğunu, o yıllar önce âşık olduğu kadının sararıp solduğunu görür. Bütün bu izler, ortaya çıkmak için adeta bir hastalık anını beklemiştir. Adam derin bir üzüntüye kapılır. Demek hayatının bundan sonrasını bu yaşlanmaya yüz tutmuş kadınla geçirecektir. O kapılarak âşık olduğu, heyecanıyla titrediği aşkı artık sonsuza dek kendini terk etmektedir. Kendisi de buna katlanmak zorunda, bu kadınla kalmak mecburiyetindedir. Bu düşüncelerden sonra yataktaki karısıyla sohbet etmeye, eski günleri anmaya başlarlar. Karısı artık eski deliliğin, gençliğin kendilerinde kalmadığını her ikisinin de yaşlanmaya başladığını söylediğinde adam beyninden vurulmuşa döner. Kendisinin de yaşlanmış olduğunu duymak, onu üzüntüye boğar. Bir an önce karısının yanından ayrılıp aynada yüzüne bakmak istemektedir. Karısıyla konuşmaları sona erdiğinde aşağı sofaya iner. Aynaya bakmak ister. Fakat uşak bir misafirin geldiğini haber verir. Gelen yakın bir dostudur. Oturup konuşmaya başladıklarında konu yine yaş meselesinden açılır. Gelen arkadaşı yaşının otuz dörde geldiğini, artık yağlı, kaba bir adama dönüştüğünü anlatır. Kendisinden memnun değildir. Yıllar önceki o aşk gibi derin bir duygu için titreyen adam gitmiş, şehvet düşkünü, derinliksiz bir adam gelmiştir yerine. Sanattan bile eskisi kadar zevk almamakta yalnız beşeri ihtiyaçlarını karşılamakla ilgilenmektedir. Yaşlanmak ondan pek çok duyguyu alıp götürmektedir. Üzüntüyle uzun bir süre hayalini kurduğu bir kadınla yakınlaşma fırsatı bulduğunda, yaşından dolayı bunu yapabilecek kuvveti bile kendinde bulamadığını anlatır. Yaş ilerledikçe hayat artık çekilmez ve boş bir hal almaktadır arkadaşına göre. Kendileri hayatın en şanssız dönemine denk gelmişlerdir. İstibdat dönemi onların gençliklerini yiyip bitirmiştir. Şimdilerde ne kadar hürriyet olsa bile, öyle büyümüş bir adam, hür bir adama asla dönüşemeyecektir. Bu gibi konuşmalardan sonra arkadaşı gider. Odasına tekrar geldiğinde karısının uyuduğunu görür. Aynaya yönelir. Aynada gördüğü manzara harap bir gençlik hatırası gibidir. Çizgileri, kırışıklıklarıyla o eski halinden eser kalmamıştır. Artık âşık olunacak bir adam değil, katlanılacak bir adamdır. Hayatta ne elde ettiğini düşünür. Gayet sıradan bir ilişkisi ve evliliği vardır. Karısı dışarıda yüzlercesi bulunan kadınlardan biridir. Sıradan bir memuriyette sıradan bir maaş almaktadır, istibdadı görmüş yaşamıştır. Hayat hiçbir yönden ona şans tanımamıştır. Şimdi de yaşlanıp, yavaş yavaş ölmeye başlamıştır. Karısı ilerideki yataktan ona seslenir ve yanına çağırır. Bir anda büyük bir iç çatışmaya girer. Ya o kendisine mezar gibi yatağa yatacak böyle ölür gibi yaşayacaktır ya da dışarıya çıkıp maceradan maceraya atılacaktır. Bu mücadeleyi içinden verirken kaçıp gitmenin de hiçbir işe yaramayacağını, yine sonunun üzüntü ve elem olduğunu görür. Her türlü arzu insanın eline geçince sönüp giden bir şeyse, bu dünya denilen, hayat denilen şey seraptan ibarettir. O halde şimdi o evden kaçıp gitmenin ne anlamı vardır ki? Sonunda varıp gideceği yer yine bir mezar olacaktır. Böyle düşünerek karısının yatağına girer.

#13

SORU: Halit Ziya’nın Deli adlı hikayesinin konusu nedir?


CEVAP: Deli, günümüz post-modern yazarlarının sıklıkla başvurduğu bir tarzda başlar. Bir müzayedede eski kitaplar satıldıktan sonra eski evrakların bulunduğu bir paket satışa çıkarılır. Oradakilerden biri bu evrakı alır ve içinde bir hatıra defteri bulur. Hikâyenin esası da bu defterde anlatılanlardan oluşur. Hikâyede birtakım vehimleri olan bir kişi anlatılmaktadır. Halit Ziya Kırk Yıl adlı hatıratında Şem’i Bey isimli bir hat komiserinin uyarısıyla Hizmet gazetesinde tefrika edilen bu eseri, yarıda bıraktığını söyler. Uyarı şöyledir: “-Deli isminden ürkmüyor musunuz? Bunun ismi sarahaten gösteriyor ki mevzuu da cinnete dair olacak. Bir kere bu kelime Türk lehçesinden silinmiştir. Sultan Murat’ın deli diye hall’olunduğunu ve Abdülhamit’in bu kelimeden korktuğunu bilirsiniz. O halde... İsmi değiştirmek de kâfi değil. Madem ki mevzu cinnettir.” Bu uyarı üzerine Halit Ziya tefrikayı yarıda keser. Kısa cümlelerle ve basit bir üslupla yazılmış bu hikâyenin yarım kalmış olması hem yazar hem de edebiyatımız açısından bir talihsizliktir.

#14

SORU: Edebiyat-ı Cedide topluluğunda uzun hikaye yazan ilk isim kimdir?


CEVAP: Edebiyat-ı Cedide topluluğunda uzun hikâye yazan ilk ismin Halit Ziya olduğu görülür. Halit Ziya’nın uzun hikâye olarak adlandırabileceğimiz altı eseri vardır: Bir Muhtıranın Son Yaprakları (1888), Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası (1888), Deli (1888), Bu muydu? (1896), Heyhat (1897), Bir Yazın Tarihi (1898). Valide Mektupları (1909). Bunlardan Deli, yarım kalmış bir hikâyedir. Halit Ziya bu eserlerinin bazıları için “küçük roman” tabirini kullanır. Halit Ziya’nın romanlarında kullandığı realist teknikleri uzun hikâyelerinde de kullandığı görülmektedir. Bunların başında kurguyu hatıra defterleri vasıtasıyla oluşturma gelir.

#15

SORU: Hüseyin Cahit Yalçın’ın kısa hikayeleri nelerdir?


CEVAP: Edebiyat-ı Cedide topluluğunun diğer bir ismi Hüseyin Cahit (Yalçın), hikâyelerini iki dönemde yazmıştır. II. Meşrutiyet öncesi ve Malta sürgünü sonrası. Bu aralıkta siyaset ve gazetecilikle uğraşan Hüseyin Cahit’in edebiyatla hemen hemen hiç ilişkisi yok gibidir. Ancak bu uzun aralığa rağmen onun iki dönemdeki hikâyeleri muhteva ve yapı bakımından pek fazla değişikliğe uğramamıştır. Hüseyin Cahit hikâyelerini üç kitapta toplamıştır: Hayat-ı Muhayyel (1899), Hayat-ı Hakikiye Sahneleri (1910), Niçin Aldatırlarmış (1922).

#16

SORU: Ahmet Hikmet Müftüoğlu kimdir?


CEVAP: Bu dönemde ismi anılacak bir diğer isim Müftüoğlu Ahmet Hikmet’tir. Onun Edebiyat-ı Cedide zevkiyle ve kelime kadrosuyla kaleme aldığı tek eseri Haristan ve Gülistan’dır. Kitaba adını veren “Haristan ve Gülistan”, kadın ve erkeğin birbirini bütünlediğini anlatan şiirsel üslubun hâkim olduğu bir hikâyedir. Diğer hikâyelerin büyük bir çoğunluğunda kadın, aşk ve evlilik ön plandadır. Kadınların dış görünüşleri ön plana çıkarılmaktadır. Genellikle kendilerine iyi bir talip bekleyen pasif konumda kişilerdir. Ahmet Hikmet’in bu eserinde bile Türkçülük fikrinin ilk izlerini taşıyan iki hikâye (“Yeğenim”, “Nakiye Hala”) vardır. Bunların yanı sıra alafrangalığın eleştirisi konumundaki “Üç Mektup” adlı hikâyesi de Edebiyat-ı Cedide zümresinin hikâyelerinden farklı özellikleriyle bu kitapta yer almaktadır. Henüz Edebiyat-ı Cedide topluluğu kurulmadan, 1891 yılında yazdığı Leyla yahut Bir Mecnun’un İntikamı adlı uzun hikâyesi, konusu köyde geçen ve içinde halk şiiri tarzında parçalara yer veren bir eserdir. Anlaşılıyor ki Ahmet Hikmet, bu eserinde bile, II. Meşrutiyet yıllarında hararetle savunacağı, Çağlayanlar, Gönül Hanım gibi güzel örneklerini vereceği “Millî Edebiyat anlayışı”na bağlıdır.

#17

SORU: Halit Ziya’nın Bir Yazın Tarihi adlı hikayesinin konusu nedir?


CEVAP: Hatıra defteri kurgusuyla yazılmış bir hikâyedir. Defterin sahibi İhsan, iznini geçirmek üzere bir akrabasının yalısına gider. Orada kendisinden başka akrabalarından beş kız daha vardır. İhsan defterine bu kızlarla ilgili izlenimlerini yazar. Ancak bu kızların içinde öksüz ve veremli olan Meliha’ya ilgi duyar. Meliha ise ona olan ilgisini ancak ölürken ortaya koyar.

#18

SORU: Mehmet Rauf’un Ana Kalbi adlı kısa hikayesinin konusu nedir?


CEVAP: Hikâyenin başkişisi Şerminde Hanım yıllar önce evlenmiş, kocasıyla çok iyi anlaşmasına rağmen kayınvalidesiyle hiç anlaşamamış, her şeye rağmen hep boyun eğen taraf olmuştur. Sonunda bir gün kayınvalidesinin saldırgan davranışlarına dayanamayıp ona karşılık verdiğinde kıyamet kopmuş, evden oğlunu bile alamadan kaçıp gitmek zorunda kalmıştır. Annesine fazlaca itaat eden kocası da bu duruma razı olmuştur. Zaten kayınvalidesinin ve kocasının, kendisinin evden gitmesini beklediklerini öğrenen Şermin de oradan uzaklaşmak mecburiyetinde kalır ve daha sonra Kerkük’te bir başka evlilik yapar. Bu evlilikten hiç çocuğu olmayan kadın, oğlunu çok özlemekte, fakat kaynana korkusundan bir mektup bile yazamamaktadır. Yıllar sonra kocası vefat ettiğinde Şerminde Hanım bir cesaretle oğlunu aramaya başlar. Onun genç bir subay olduğunu ve valinin kızıyla evlendiğini öğrenince çok gururlanır. O eve gider, kendisini hizmetçiler karşılar. Ev oldukça gösterişli ve güzel bir evdir. Oğlunun evde olmadığını öğrenince beklemeye başlar. Bu esnada hizmetçinin bir başka kadınla konuşmalarını duyar: Evin hanımı bu genç subayı asil olmadığı için damat olarak kabul etmekte zorlanmış, vali de onu zorla ikna etmiştir. Fakat şu an evlilikleri çok güzel gitmektedir. Adam karısının üzerine titremektedir. Bunları öğrenen Şerminde Hanım’ın içi korkuyla titrer. Oğlunun rahatını bozmak, onu zor durumda bırakmak istemez. Eğitimli oğlunu bile hor gören dünürleri Şerminde Hanım’ı hiç istemeyecektir. Bu arada oğlunun, karısıyla birlikte geldiğini pencereden görür. Gerçekten mutlu göründüklerini fark eder ve ani bir kararla evin arka kapısından çıkarak kimseye görünmeden kaçar.

#19

SORU: Halit Ziya’nın Üç Mektup adlı hikayesinin konusu nedir?


CEVAP: Hikâyede tutuklanıp yargılandıktan sonra serbest kalan bir gencin içinde bulunduğu psikolojik durum üç mektupla anlatılmıştır. Genç adam, hapisten çıktıktan sonra sürekli birilerinin kendisini takip ettiğini ve öldürmek istediğini düşünerek bunalıma girer. Kaldığı evde annesi de dahil olmak üzere herkesten şüphelenir. Sürekli sanrılar gören genç adam aynı zamanda içini döktüğü bir hatıra defteri de tutmaktadır. Defteri de herkesten saklar. Genç adam yaşadıklarını, hissettiklerini mektuplara yazarak bahçeye atar. Komşu köşkteki bir arkadaşı da mektupları sahiplerine ulaştırır. Genç, üçüncü mektubu evi yakacağını ima eden satırlarla bitirir. Hikâyede II. Abdülhamit dönemi istibdadını yaşayan insanların psikolojik durumlarının tasvirine geniş olarak yer verilmiştir.

#20

SORU:

Halit Ziya Uşaklıgil'in 40 yaşına kadar olan hatıralarını içeren kitabı hangisidir?


CEVAP:

Kırk Yıl: Halit Ziya Uşaklıgil'in 40 yaşına kadar olan hatıralarını içeren kitabıdır. Bu eser, Halit Ziya’nın bu hayat dilimini anlatmasının yanı sıra devrin sanat hayatını anlatması bakımından çok önemli bir eserdir.


#21

SORU:

Yeniçeriler, Çingene, Bahtiyarlık eserleri kime aittir?


CEVAP:

Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk uzun hikâyeler -geçiş dönemi eserleri bir tarafa bırakılırsa- Ahmet Midhat Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Onun uzun hikâyeleri Letaif-i Rivayat adlı seride yer alan 25 kitap içindeki 27 hikâye ve üç romandan (Yeniçeriler, Çingene, Bahtiyarlık) meydana gelmiştir.


#22

SORU:

İç monolog nedir?


CEVAP:

İç monolog: Eserde yer alan kişilerin iç dünyalarını ortaya koymada kullanılan tekniklerden biridir. Anlatılarda yer alan kişilerin kendi kendilerine sessiz bir şekilde konuşmasıdır.


#23

SORU:

Mehmet Rauf’un Edebiyat-ı Cedide öncesi kaleme aldığı ilk uzun hikâyesi hangisidir?


CEVAP:

Garam-ı Şebab, Mehmet Rauf’un Edebiyat-ı Cedide öncesi kaleme aldığı ilk uzun hikâyesidir.


#24

SORU:

Tevfik Fikret’in Edebiyat-ı Cedide topluluğunun ortak özelliklerin en iyi yansıtan manzum hikâye tarzındaki şiiri hangisidir?


CEVAP:

Süha ve Pervin, Tevfik Fikret’in Edebiyat-ı Cedide topluluğunun ortak özelliklerin en iyi yansıtan manzum hikâye tarzındaki şiiridir.


#25

SORU:

Garam-ı Şebab, Ferda-yı Garam ve Serap eserleri kime aittir?


CEVAP:

Mehmet Rauf’un uzun hikâye olarak nitelendirebileceğimiz eserleri şunlardır: Garam-ı Şebab (1896), Ferda-yı Garam (1897), Serap (1909).


#26

SORU:

Türk edebiyatında küçük hikâye, kimin yazdığı hikâyelerle gerçek kimliğine kavuşmuştur?


CEVAP:

Türk edebiyatında küçük hikâye, Samipaşazade Sezai'nin yazdığı hikâyelerle gerçek kimliğine kavuşmuştur


#27

SORU:

Küçük Şeyler adlı kitabın yazarı kimdir?


CEVAP:

Samipaşazade Küçük Şeyler adlı kitabında bir araya getirdiği kısa hikâyelerle bu türün önünü açmış; tür, Edebiyat-ı Cedide topluluğuna mensup yazarlar tarafından daha da geliştirilmiştir.


#28

SORU:

Edebiyat-ı Cedide topluluğu içinde hikâyeleriyle ön plana çıkan en önemli kişi kimdir?


CEVAP:

Edebiyat-ı Cedide topluluğu içinde hikâyeleriyle ön plana çıkan en önemli kişi yukarıda da belirtildiği gibi Halit Ziya'dır.


#29

SORU:

Aile konusunun en fazla irdelendiği Halit Ziya romanı hangisidir?


CEVAP:

Bilindiği gibi Halit Ziya’nın romanlarında da ailenin özel bir yeri vardır. Özellikle Kırık Hayatlar aile konusunun en fazla irdelendiği romandır.


#30

SORU:

Tevfik Fikret’in çok etkilendiği Fransız romantik şair kimdir?


CEVAP:

François Coppée: Tevfik Fikret’in çok etkilendiği Fransız romantik şair.


#31

SORU:

Tevfik Fikret’in fakir bir gencin ekmek parası uğruna fırtınalı bir havada balık tutmak için denize açılmasını ve ölümünü anlatan manzum hikâye tarzındaki şiiri hangisidir?


CEVAP:

Balıkçılar: Tevfik Fikret’in fakir bir gencin ekmek parası uğruna fırtınalı bir havada balık tutmak için denize açılmasını ve ölümünü anlatan manzum hikâye tarzındaki şiiridir.


#32

SORU:

Halit Ziya'nın Taksim’de gezinti yaptığı sırada tesadüf ettiği küçük bir çocuk hakkındaki izlenimlerini aktardığı hikaye hangisidir?


CEVAP:

Çocukların karşılaştıkları olumsuzlukların okuyucuda merhamet duygusu uyandırması zaten doğal bir durumdur. Halit Ziya’nın çocuğu konu alan ve aynı zamanda hayal-gerçek çatışmasını işleyen “Küçük Levha” adlı hikâye bu açıdan dikkat çekicidir. Anlatıcı, bu hikâyede Taksim’de gezinti yaptığı sırada tesadüf ettiği küçük bir çocuk hakkındaki izlenimlerini aktarır. 


#33

SORU:

Yazı hayatı boyunca yüz otuz iki hikâye yazmış ve bunları on iki hikâye kitabında bir araya getirmiş olan yazar kimdir?


CEVAP:

Mehmet Rauf, yazı hayatı boyunca yüz otuz iki (kırk altısı II. Meşrutiyet’ten önce, seksen altısı II. Meşrutiyet’ten sonra) hikâye yazmış ve bunları on iki hikâye kitabında bir araya getirmiştir.


#34

SORU:

Mehmet Rauf'un ilk hikâyesi Hizmet gazetesinde "Düşmüş" başlığıyla yayımlandığında takma isimi neydi?


CEVAP:

Mehmet Rauf’un ilk hikâyesi Halit Ziya’nın Tevfik Nevzat’la İzmir’de çıkardığı Hizmet gazetesinde “Düşmüş” başlığıyla ve Rauf Vicdanî takma adıyla yayımlanır.


#35

SORU:

Mehmet Rauf'un “Bekârlar Arasında” adlı hikâyesinde genel olarak hangi konu tartışılmaktadır?


CEVAP:

Evlilik, Mehmet Rauf’un önem verdiği temalardan bir diğeridir. Evlilikle ilgili çeşitli görüşleri erkek bakış açısıyla enine boyuna tartışıldığı “Bekârlar Arasında” adlı hikâyesinde on genç “Nasıl bir eş edinmeliyiz?” sorusunu tartışırlar.


#36

SORU:

Mehmet Rauf'un psikolojik tahlilleri başarılı bir şekilde verdiği romanının adı nedir?


CEVAP:

Mehmet Rauf’un hikâyelerinde bir olay olmakla birlikte genellikle şahısların iç dünyaları üzerinde durulur. Bir yandan kişilerin iç konuşmaları, diğer taraftan psikolojik tahliller karakterlerin iç dünyasını okuyucuya yansıtırlar. Bu psikolojik tahlilleri Eylül romanında başarılı bir şekilde veren Mehmet Rauf, zaman zaman hikâyelerinde de bu yola başvurmuştur.


#37

SORU:

Hayat-ı Muhayyel, Hayat-ı Hakikiye Sahneleri, Niçin Aldatırlarmış kitaplarının yazarı kimdir?


CEVAP:

Hüseyin Cahit hikâyelerini üç kitapta toplamıştır: Hayat-ı Muhayyel (1899), Hayat-ı Hakikiye Sahneleri (1910), Niçin Aldatırlarmış (1922).


#38

SORU:

Hüseyin Cahit Yalçın'ın gözlemci yanını en iyi ortaya koyan ve yerli hayatı en iyi yansıttığı hikâyeleri hangilerdir?


CEVAP:

Bunun dışında Hüseyin Cahit oldukça iyi bir gözlemcidir. Çeşitli toplum kesimlerini gözlemlemiş ve bu gözlemlerini hikâyelerinde işlemiştir. Onun gözlemci yanını en iyi ortaya koyan “Görücü” ve “Köy Düğünü” hikâyeleri yerli hayatı en iyi yansıttığı hikâyeleridir.


#39

SORU:

Ahmet Hikmet Müftüoğlu'nun  Edebiyat-ı Cedide zevkiyle ve kelime kadrosuyla kaleme aldığı tek eserinin ismi nedir?


CEVAP:

Bu dönemde ismi anılacak bir diğer isim Müftüoğlu Ahmet Hikmet’tir. Onun Edebiyat-ı Cedide zevkiyle ve kelime kadrosuyla kaleme aldığı tek eseri Haristan ve Gülistan’dır.