ULUSLARARASI ÖRGÜTLER Dersi Sui Generis Örgütler soru detayı:

PAYLAŞ:

SORU:

Türkiye-İslam İşbirliği Örgütü ilişkilerini açıklayınız.


CEVAP:

Türkiye’nin kurucu konferanslar sırasında me- safeli yaklaştığı İİÖ’yle ilişkileri zamanla gelişmiş- tir. 1969 Rabat toplantısına davet edilen Türkiye’de konunun birkaç açıdan tartışıldığı söylenebilir. Bi- rincisi, dini nitelik taşıyan bu girişimin anayasada yer alan laiklik ilkesine aykırı olduğu gündeme gelmiştir. İkincisi, Ortadoğu’da Mısır gibi ülkele- re karşı yapıldığı açık olan toplantının Türkiye’yi doğrudan tarafı olmadığı karşıtlıkların içine çekeceği düşünülmüştür. Üçüncüsü, İsrail’i ilk tanıyan devletlerden olan Türkiye’nin Filistin sorunun ba- rışçıl çözümü adına aldığı tüm taraflara eşit mesafe- li tutumun zarar görebileceği görüşü hâkimdir.

Öte yandan, “dışarıda kalmaktansa içeride olmak iyidir” şeklindeki Dışişleri Bakanlığı politikasının da etkisiyle olsa gerek, davet alınan (ve zamanla bir ör- güte dönüşme olasılığı yüksek olan) bir uluslararası toplantıya katılmayarak dışarıda kalmanın çeşitli de- zavantajları olacağı düşüncesi ağır basmış ve Türkiye, Rabat toplantısına dışişleri bakanı düzeyinde gözlem- ci olarak katılmıştır. Toplantıda İsrail’i işgal ettiği tüm topraklardan çekilmeye çağıran bir karar alınsa da, bu ülkeyle diplomatik ilişkilerin kesilmesi yönünde açık bir karar alınmaması, bu konuda çekinceleri olan İran’la birlikte Türkiye’yi de konferanslara katılmaya devam etme anlamında rahatlatmıştır. Yine de iç po- litikada artan tartışmaların etkisiyle 1970’deki Cidde toplantısında bu kez dışişleri bakanlığı genel sekrete- rinin temsil ettiği Türkiye, kurulan ve katkı vermek istemediğini açıkladığı konferans sekretaryasına bir çekince mektubu vermiştir. Buna göre, “konferans kararlarına ancak anayasasının ve dış politikasının il- keleriyle bağdaştığı ölçüde” katılacaktı. Nitekim Türkiye, örgüt çalışmalarına laiklik ilkesiyle çelişmediği ve Filistinlilerin haklarını gözeten barışçıl çözümü desteklemekle birlikte İsrail’le ilişkilerini de etkilemediği sürece katılacaktır.

Her ne kadar bu çekince genel olarak geçerli- liğini korusa da, aslında alınan temkinli tutumda o dönemde gündemde çok yeni ve önemli bir yer tutan Kıbrıs sorununun etkileri de açıktır. Zira kısa bir süre sonra Bağlantısızlar Hareketi’nin Kıbrıslı Rumların ilgili bir teklifini reddetmesiyle, Türkiye Kıbrıs sorunu konusunda aradığı uluslararası desteği Ortadoğu’da ve İslam konferansı ülkelerinde bulabi- leceğini görmüştür. Nitekim 1972’de imzaya açılan kurucu metne ulusal ve uluslararası hukuk usullerine uygun olarak (Eylül 2017 itibariyle de) taraf olma- yan Türkiye, karşılıklı fiili anlayış çerçevesinde örgüt çalışmalarına katılmaya başlamıştır. İlişkileri tümüy- le “normalleştiren” gelişmeyse 1975’teki Dışişleri Ba- kanları Konseyi toplantısına Rauf Denktaş’ın Kıbrıs Türkleri adına “misafir” olarak katılması ve sonuç bildirisinde “Türk toplumunun meşru haklarını ve adanın İslam karakterini koruma çabaları”ndan bahsedilmesi olmuştur. Bir sonraki toplantının İstanbul’da yapılması kabul edildiği gibi, örgü- tün Tarih, Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin İstanbul’da, İstatistik, Ekonomi ve Sosyal Araştır- ma ve Eğitim Merkezi’nin de Ankara’da kurulması kararlaştırılmıştır. Bu süreçte Türkiye örgüt kurucu metnini TBMM’den geçirme hazırlıkları yapsa da, erken seçimler nedeniyle girişim yarım kalmıştır. Ancak artan ilişkilerin etkisiyle, 1979’daki Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısında “Kıbrıs Türk Müs- lüman Topluluğu”nun “misafir” şeklindeki statüsü “gözlemci”liğe yükseltilmiştir. (Bu statü günümüz- de aynen devam etse de 2004’te bir isim değişiklik yapılmış ve Annan Planı’nda geçen “Kıbrıs Türk

Devleti” ifadesi kullanılmaya başlamıştır.) İlişkileri daha da pekiştirense, 1981’de kurulan İSEDAK’ın daimi başkanlığının 1984’te Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na verilmesi oldu.

Öte yandan, her ne kadar 1980’lerde ABD’nin “Yeşil Kuşak” politikalarının da etkisiyle bölge ülke- leri arasında yakınlaşmalar artsa da, o zamanki adıyla İKÖ’nün bölge ve dünya politikasında çok ön planda olmamasının da etkisiyle 2000’li yıllarda kadar ikili ilişkilerde kaydadeğer gelişmelerin olduğunu söylemek zor. Bu anlamda 11 Eylül Saldırıları’yla başlatılabile- cek dönemde yeni gelişmelerin olduğu söylenebilir. Nitekim, dini radikalizmle ve İslamofobiyle mücade- le konularının gündeme gelmesiyle İKÖ’de bir kıpır- danma olduğunu, ılımlı İslam yorumlarının ön plana çıkarılması ve desteklenmesi anlayışının daha fazla dillendirilmeye başladığını görüyoruz. Türkiye, bu çer- çevede İKÖ çalışmalarına daha aktif şekilde katılmaya başlamış, 2005’te Ekmeleddin İhsanoğlu (bu göreve gelen ilk Türk vatandaşı olarak) İKÖ Genel Sekreteri seçilmiştir. Örgütü yeniden yapılandırarak amaç ve hedeflerini gözden geçirme çalışmalarının da hızlan- dığı bu dönemde, sadece dini boyutu olan sorunların ele alınmasıyla yetinilmemesi, üyelerin ekonomik, bi- limsel ve teknolojik kalkınma alanlarında işbirliğini de uluslararası politikayı etkileyecek şekilde artırması hedeflenmiştir. Nitekim 2011’de Astana’da düzenlenen ve örgütün adının İslam İşbirliği Örgütü (İİÖ) olarak değiştirildiği Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısında örgütün hedefleri ve çalışma alanlarını da resmen göz- den geçirilecektir. Bununla birlikte, Mısır, Suriye, Ye- men, Libya ve en son da Katar krizlerinde görüldüğü üzere görüş ve çıkar farklılıkları yaşayan İİÖ üyeleri, sorunların çözümü konusunda çok etkili olamamakta- dır. Bunda, en başta da belirtildiği gibi, üyelerin homo- jen olmayan ekonomik, kültürel, siyasi özelikleri kadar dünya ekonomisinde ve kültüründe kendilerini fazla hissettirememeleri de etkili olsa gerektir.