DAVRANIŞ BİLİMLERİ II Dersi Güdüler ve Duygular soru cevapları:

Toplam 51 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

Güdülenmenin insan davranışlarındaki rolü nasıldır?


CEVAP:

Bireyin amaçlarına ulaşması için belli davranışlar sergilemesi gerekir; bu davranışların kaynağında güdülerin önemli bir rolü vardır.


#2

SORU:

Güdülenme kavramının kaç bileşeni vardır?


CEVAP:

Güdülenme kavramının üç bileşeni vardır: Davranışın yönü, davranışın yoğunluğu ve davranışa devam etme ısrarı.


#3

SORU:

Güdülenme kavramının bileşenleri nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

Davranışın yönü, izlenen amaç ya da amaçlara işaret eder. Davranışın yoğunluğu, davranış için harcanan çaba ve odaklanma düzeyi anlamına gelir. Davranışa devam etme ısrarı, amaca ulaşmak için kişinin bu amaca ulaşmak için gösterdiği sebat (ısrar etme) derecesini gösterir.


#4

SORU:

Güdülenme ve davranış arasındaki ilişki nasıldır?


CEVAP:

Her ne kadar güdülenme, davranışı açıklamaya imkân tanısa da, güdülenme ve davranış arasındaki ilişki, basit bir ilişki olmaktan uzaktır. Çünkü insan davranışını yönlendiren güdüler şaşırtıcı derecede çeşitlidir. Diğer yandan, güdü ve güdünün yol açtığı davranış arasında sabit bir ilişki yoktur. İki insan, aynı davranışı farklı güdülenme süreçleri sonucu sergileyebilir ya da aynı güdülere sahip iki insan bambaşka davranışlar sergileyebilir. Bunun da ötesinde, bir kişinin davranışını güdülendiren faktörler son derece değişkendir. Aslında insanın davranış gösterdiği bağlamın sürekli değiştiği düşünüldüğünde bu çok da şaşırtıcı değildir.


#5

SORU:

Güdülenme ile ilgili hangi kuramsal yaklaşımlar bulunmaktadır?


CEVAP:

Güdülenme ile ilgili kuramsal yaklaşımlar; içgüdü yaklaşımı, dürtü azalması kuramı, optimal uyarılma yaklaşımı ve Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramıdır.


#6

SORU:

İçgüdü nedir?


CEVAP:

Evrimci görüşe göre pek çok hayvan belirli durumlarda belirli biçimde tepki vermek üzere sinir sistemleri önceden programlanmış eğilimlerle doğarlar. İçgüdü olarak adlandırılan bu eğilimler türe özgüdür ve genetik olarak bir kuşaktan diğerine aktarılır.


#7

SORU:

Araştırmacılar insanların içgüdüleri ile ilgili nasıl fikirler ortaya atmışlardır?


CEVAP:

İçgüdü kuramının en güçlü savunucularından olan McDougall içinde merak, girişkenlik, kavgacılık gibi içgüdülerin olduğu toplam on iki içgüdüden oluşan bir liste oluşturmuştur. Diğer yandan William James’in listesinde sevgi, sempati ve alçakgönüllülük gibi içgüdüler vardır. Ancak içgüdü listesi bununla sınırlı kalmayıp farklı araştırmacılar tarafından farklı listeler ortaya koyulmuştur. İnsan davranışlarından sorumlu tutulan içgüdü sayısı günden güne artmıştır. 1920’lere gelindiğinde insanın iki bin beş yüz tane içgüdüsü olduğu iddia edilmekteydi. 


#8

SORU:

Psikolojide içgüdülere yönelik ilginin kaybolması nasıl olmuştur?


CEVAP:

1920’lerde ABD’de davranışçılık akımının güçlenmesiyle birlikte psikolojide içgüdülere yönelik ilgi kaybolmuştur.


#9

SORU:

Sigmund Freud içgüdüleri nasıl açıklamaktadır?


CEVAP:

İçgüdülerin bilinçdışı oluştuğunu ifade eden Freud, iki temel içgüdü olarak yaşam ve ölüm içgüdüsü üzerinde durmuştur.


#10

SORU:

Freud’a göre yaşam ve ölüm içgüdüleri neleri içermektedir?


CEVAP:

Yaşam içgüdüsü, yaşamı sürdürmek için gerekli tüm içgüdüleri, ama en önemlisi cinsellik içgüdüsünü içerir. Ölüm içgüdüsü ise ölüm ve insanın kendisini yıkıma götüren içgüdüleri içerir. Freud’a göre, insanı hayatta tutan yaşam içgüdüsü ile kendini yok eden saldırganlığa yönelten ölüm içgüdüsü arasında bir çatışma vardır ve genellikle bu çatışma insanın kendini yok etme içgüdüsünü başkalarına yönelterek çözülür ve insanın rekabet etme, galip gelme ve öldürme eğilimini açıklar.


#11

SORU:

Araştırmacılar içgüdü yaklaşımını hangi yönleri ile eleştirmişlerdir?


CEVAP:

 Birincisi, bir davranışın “içgüdüsel” olduğunu ileri sürmek, o davranışın kalıtımsal olduğuna işaret etmenin ötesinde pek bir açıklama getirmez. Örneğin bir kişinin saldırgan davranış gösterdiğini farzedin. “Bu saldırgan davranış nereden kaynaklanır?” sorusu sorulduğunda, içgüdüsel yaklaşım, bu davranışın kökeninin içgüdü olduğunu söyleyecektir. Böyle bir cevap ise davranışı açıklamak değil, sadece betimlemek anlamına gelir. İkinci eleştiri, insanın karmaşık ve önceden tahmin edilemeyen davranışları söz konusu olduğunda, içgüdü yaklaşımının bu tür davranışları açıklamakta başarısız olmasıdır. Çünkü içgüdü, tanımı gereği bir türün tüm üyeleri tarafından kalıtımla aktarılan katı bir davranış örüntüsüdür. Dolayısıyla bazı insanların neden beklenenin tersi bir biçimde davrandığını açıklamak için içgüdüden daha esnek bir güdülenme anlayışına ihtiyaç vardır.


#12

SORU:

Dürtü yaklaşımının ortaya çıkışı nasıl olmuştur?


CEVAP:

1920’lerde Avrupa’da Freud, kendi içgüsüdel yaklaşımını savunmaya devam ederken, ABD’de içgüdü yaklaşımı yukarıda belirtilen eleştiriler yüzünden büyük ölçüde terkedildi ve yerine dürtü kavramına dayanan yeni bir güdülenme yaklaşımı geliştirildi.


#13

SORU:

Dürtü yaklaşımı davranışı nasıl açıklamaktadır?


CEVAP:

Davranışın içgüdü gibi ölçümü güç ya da imkânsız olan doğuştan ya da bilinçdışı eğilimlerle açıklanmasını reddeder. Bunun yerine, davranışın çevredeki gözlenebilir etkilerden kaynaklandığına vurgu yapar. Bu anlayışa göre, örneğin saldırgan davranan biri, bu davranışı içgüsel olarak değil, geçmişte bu davranışı ödüllendirildiği için yapıyordur.  


#14

SORU:

Dürtü yaklaşımı güdülenmeyi nasıl açıklamaktadır?


CEVAP:

Dürtü yaklaşımı, güdülenmenin organizmanın ihtiyacı sonucu ortaya çıkan dürtülerle gerçekleştiğini ileri sürer. Bu yaklaşımda, dürtü, ihtiyaç kavramına dayandırılır.


#15

SORU:

Dürtü ve ihtiyaç arasındaki fark nedir?


CEVAP:

İhtiyaç ve dürtü arasındaki bu sıkı ilişkiden dolayı bazıları ihtiyaç ve dürtü terimlerini aynı anlama gelecek şekilde kullanabilmektedir. Ancak bu iki terim birbirinden farklıdır. İhtiyaç, fiziksel bir yoksunluk durumudur; dürtü ise bu durumun ortaya çıkardığı psikolojik sonuçtur. Örneğin ihtiyaç olarak açlık, fizyolojik düzeyde vücut dokularındaki besin yoksunluğudur. İhtiyaç olarak açlık, örneğin kan şekerinin düşmesi gibi birtakım fizyolojik belirtilerle kendini gösterir. Diğer yandan açlık dürtüsü, fizyolojik düzeydeki bu besin eksikliği hâlinin psikolojik düzeyde hissedilmesidir. Dolayısıyla ihtiyaç ve dürtü birbirine paralel olsa da aynı değildir.


#16

SORU:

Dürtü azalması kuramı nedir?


CEVAP:

1930 ve 1940’larda ABD’nin en etkili psikoloğu olarak görülen Hull tarafından geliştirilmiştir. Kuram ilk geliştirildiğinde biyolojik ihtiyaçlara odaklanmıştı. Kurama göre, hayatı devam ettiren gerekliliklerin yoksunluğu biyolojik ihtiyaca yol açar ve bu da organizmada gerilimli ve hoş olmayan bir durum yaratır. Örneğin saatlerce yemek yememeyle bağlantılı olan fizyolojik değişimler açlık adı verilen nahoş bir durum yaratır. Kuram, açlığın bir dürtü görevi gördüğünü ve organizmanın davranışını yönlendirdiğini ileri sürer. Harekete geçen organizma, geçmişte kendini yiyeceğe ulaştıran aynı davranışı sergiler.


#17

SORU:

Dürtü azalması kuramı güdülenmeyi nasıl açıklamaktadır?


CEVAP:

Dürtü azalması kuramının güdülenmeyi açıklama biçimi, açıkça tıptaki homeostaz ilkesine dayanır. Biyolojik denge durumuna işaret eden bu ilke gereği, beden, dengeden her saptığında bu sapmayı düzeltecek mekanizmaları harekete geçirir. Örneğin, insan beden ısısının optimal düzeyi ortalama 37 derecedir. Beden ısısının düşmesi, yani insanın üşümesi durumunda, ısının korunması için bedenin yüzeyindeki kan damarları büzülür ve beden titreme üretir, titreme de ısı üretir. Diğer yandan, kişi sıcağa maruz kaldığında, damarlar ısıyı dışarı vermek için genleşir ve bu da serinleme etkisine yol açan terlemeyi üretir. Benzer biçimde, biyolojik ihtiyaç, organizmanın dengesinden bir sapma olarak görülür ve bu sapma dürtüyü üreterek davranışa yol açar. Dürtü azaltıcı davranış da organizmayı tekrar eski denge durumuna getirir. Psikolojide homeostaz ilkesini psikolojik durumlara da genişletenler de vardır. Kaygı duyan kişinin
kaygıyı azaltıcı davranışlara yönelmesi bu tür durumlara bir örnek olabilir.


#18

SORU:

Hull güdüleri kaça ayırır ve bunlar hangileridir?


CEVAP:

Hull, güdüleri, birincil dürtüler ve ikincil (öğrenilmiş) dürtüler olarak ikiye ayırmıştır. Birincil dürtüler açlık, susuzluk, acı gibi durumlarda organizmada gerilim yaratırlar ve davranışı harekete geçirirler. İkincil dürtüler deneyimle kazanılmış, yani öğrenilmiştir. Örneğin insanlardaki para kazanma dürtüsü, öğrenilmiş bir dürtüdür. Hull’a göre, bu tür dürtüler birincil dürtülerle ilişkilendirildikleri için öğrenilirler. Şu hâlde insanlar, yiyecek ve içeceğe ulaşmaya, onları kötü hava koşullarından ve hırsızlardan koruyacak evi almaya yaradığı için para kazanma dürtüsü edinirler. Benzer şekilde sosyal ilişki ve sosyal onay da insanları, özellikle bebekken birincil dürtüleri azaltmaya yol açtığı için edinilmiş olmalıdır.


#19

SORU:

Özendirici kuramı nasıl ortaya çıkmıştır? 


CEVAP:

Hull’ın dürtü azalması kuramı uzun yıllar boyunca çok popüler bir kuram olmuş ve biyolojik ihtiyaçlara dayalı dürtülerle ilgili çok sayıda laboratuvar araştırmasının yapılmasına yol açmıştır. Ancak 1950’lerde psikologlar artık organizmanın içsel dürtüler yoluyla harekete itilmesini, insanın güdülenmesi için yeterli görmüyorlardı. İnsan davranışının içsel dürtüler tarafından harekete itildiği kadar dışsal uyarıcılar tarafından da harekete geçirildiği düşünülmekteydi (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995). Bu düşünceden hareketle Spence özendirici kavramını Hull’ın kuramına ekleyerek, kuramı genişletti.


#20

SORU:

Özendiriciler ve davranış arasında nasıl bir ilişki vardır?


CEVAP:

Özendiriciler, dışsal uyarıcılardır ve Spence’e göre, özendiriciler de dürtü gibi davranışı harekete geçirirler. Ancak dürtüden farklı olarak, özendiriciler, öğrenilmiş güdülenme kaynaklarıdır. Ders çalışmak, başkalarına yardım etmek ya da kazanmak için rekabet etmek gibi amaca yönelik davranışlar, özendiriciler tarafından güdülenirler. Kişi bu davranışları, davranıştan sonra elde edeceği ödüller için yapar. Örneğin bir öğrencinin sınavından yüksek not almak istemesi ya da almayı umması, o öğrencinin ders çalışmasını güdüler. Özendiriciler sadece sosyal nitelikli davranışların değil biyolojik temelli davranışların güdülenmesinde de rol oynar. Örneğin dürtü yaklaşımına göre karnı tok olan kişi, açlık dürtüsü olmayacağı için yemek yeme davranışına güdülenmeyecektir. Oysa kişi tok olduğunda bile bir pastanın leziz görünümünden etkilenebilir ve pastayı yemeye güdülenebilir. 


#21

SORU:

Optimal uyarılma kuramı nedir?


CEVAP:

Optimal uyarılma kuramı, insanların kendilerini rahat hissettikleri uyarılma düzeyini sürdürmek için güdülendiklerini ileri sürer. Bu uyarılmışlık düzeyi kişiden kişiye ve aynı kişide zamana göre değişebilir. Birinin optimal uyarılmışlık düzeyi, diğerine optimalin altı (örneğin can sıkıntısı) gelebilir ya da tersi. Ne olursa olsun, belirli bir zamanda belirli bir kişi optimal uyarılmışlık düzeyinin altında bir uyarılma hâli içindeyse uyarılmayı arttıracak davranışlar yapacaktır. Aynı kişi başka bir zamanda fazla uyarılmışsa o zaman da uyarılma düzeyini düşürmeye çalışacaktır. Optimal uyarılma kuramı, işteki performansa da uygulanabilir. 


#22

SORU:

Abraham Maslow’un insan davranışlarını anlamaya yönelik bakış açısı nedir?


CEVAP:

Abraham Maslow’a göre insan davranışı mekanik bir biçimde anlaşılamaz. Dolayısıyla davranış, sadece hayatta kalmaya ve gerilimi azaltma amacına yönelik değildir.


#23

SORU:

Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisinde nasıl bir sıralama izlemiştir?


CEVAP:

Maslow, insanın ihtiyaçlarını temel ihtiyaçlardan başlayıp daha karmaşık psikolojik ihtiyaçlara doğru yükselen bir hiyerarşi içinde sıraya koymuştur. Nefes alma, yemek, su ve uyku gibi fizyolojik ihtiyaçlar hiyeraşinin en altında yer alan en temel ihtiyaçlardır. Fizyolojik ihtiyaçların üstünde güvenlik ihtiyaçları yer alır. Bu ihtiyaçlar insanın hem kendisini hem de yakınlarını tehlikeden uzakta tutan ihtiyaçlardır. Fizyolojik ihtiyaçlar giderilip her defasında tekrar ortaya çıkan ihtiyaçlardır (İnsanlar sabah doyduklarında, akşam ne yiyeceklerini planlar). Bu ihtiyaçları sürekli karşılamayı garanti altına almak, insanı kötü hava koşullarından ve tehlikelerden koruyacak barınma ihtiyacı güvenlik ihtiyaçları içinde görülebilir. Maslow’un kuramına göre, insan fizyolojik ihtiyaçlarını ve güvenlik ihtiyaçlarını giderdiğinde, daha üst düzeyde ihtiyaçlar ortaya çıkacaktır. Bu ihtiyaçlar fizyolojik temelli değil insanı diğer canlılardan ayıran kişisel gelişimle ilgili ihtiyaçlardır. Bunların ilki sevgi ve ait olma ihtiyacıdır. Bu kategori, insanın başkaları tarafından sevilmeye ve bir gruba ait olduğunu hissetmeye ihtiyaç duyduğunu ifade eder. Bu ihtiyacın doyurulmasında örneğin aile önemli bir yer tutar. İnsan bu ihtiyacını karşıladıktan sonra, Maslow’a göre başkaları tarafından değer verildiğini bilmeye, başarılı olmaya ve takdir görmeye ihtiyaç duyacaktır. Değer ihtiyaçları adı verilen bu kategori, insanın yaşadığı toplum içinde değerli bir konuma sahip olmasını ifade eder. Hiyerarşinin en tepesinde kendini gerçekleştirme ihtiyaçları yer alır. Kendini gerçekleştirme çeşitli özellikleri kapsayan bir psikolojik konum olarak düşünülebilir. Kendini gerçekleştiren insan, kendini kabul etmiş, yaratıcı, derin bir espri anlayışına sahip, empati kurabilen, kültürel etkilere karşı çıkabilen, demokratik bir kişilik yapısına sahip insan olarak betimlenir.


#24

SORU:

Güdü ve duygu arasında nasıl bir ilişki vardır?


CEVAP:

Duyguların da fizyolojik ve psikolojik güdüler gibi davranışı uyarabildiği ve ona yön verebildiği kabul edilir. Pek çok insan için mutluluk, öfke, üzüntü birer duygudur, ama açlık ya da susuzluk birer duygu değildir. Buradan hareketle güdülerin içsel uyarıcılar, duyguların da dışsal uyarıcılar tarafından ortaya çıkarıldığı iddia edilebilir.


#25

SORU:

Araştırmacılar duyguyu nasıl tanımlamaktadırlar? 


CEVAP:

Duygu, psikolojide genel olarak üç bileşenden oluşan bir deneyim olarak görülür:

1- Biyolojik uyarılma

2- Zihinsel değerlendirme ya da bilişsel bileşen

3- Davranışsal dışavurumlar. Bir duygu ne kadar yoğunsa, bu üç bileşen arasındaki koordinasyonun da daha fazla olması beklenir


#26

SORU:

Biyolojik uyarılma nasıl gerçekleşmektedir?


CEVAP:

Belirli bir duygusal yaşantıda, özellikle de korku gibi hoş olmayan duygusal yaşantıda bu homeostaz bozulur ve beden biyolojik olarak uyarılır. Bu uyarılma sırasında gerçekleşen fizyolojik değişikliklerden otonom sinir sisteminin sempatik bölümü sorumludur. Bu bölüm, adrenalin bezlerini uyararak epinefrin ve norepinefrin hormonlarının salgılanmasına yol açar. Bu mekanizma sonucu oluşan fizyolojik değişiklikler kalp atım hızının, solunum hızının, terlemenin ve kan şekeri düzeyinin artışını, göz bebeklerinin büyümesini ve derideki tüylerin dikenleşmesini kapsar. Bütün bu değişiklikler bedeni acil duruma hazırlar; bedenden enerji çıkışı için organizmayı düzenler. Hissedilen duygunun yoğunluğu azaldıktan ve eylem gereksinimi ortadan kalktıktan sonra parasempatik sinir sistemi bedeni eski hâline, yani normale döndürür. Normale geri dönme süreci uyarılma sürecinden daha uzun sürer. Çünkü bu sırada sempatik sinir sistemi tarafından salgılanan hormonların hücreler tarafından emilimi gerçekleşir.


#27

SORU:

Duygunun bilişsel bileşeni nasıl açıklanmaktadır?


CEVAP:

Duygunun bilişsel bileşeni, bir uyarıcı ya da durumun zihinsel bir değerlendirmesini içerir. Çoğu kez bu değerlendirmeler öyle hızlı ve otomatik gerçekleşir ki kişi genellikle bunların farkına varmaz. Uyarıcıya ilişkin zihinsel değerlendirmeler çeşitli formlar alabilir. Kişi, uyarıcıyla karşılaştığında genellikle ilk yaptığı değerlendirme, o uyarıcının kendisiyle ne kadar ilişkili olup olmadığını saptamaktır. Bir kez uyarıcının kendisiyle ilişkili olduğuna karar verdikten sonra, o uyarıcı ya da uyarıcılara dair başka değerlendirmeler devreye girer.


#28

SORU:

Duygunun davranışsal bileşeni nasıl açıklanmaktadır?


CEVAP:

Duygunun davranışsal bileşeni dendiğinde, duyguların dışavurumu ya da çeşitli yollarla ifade edilmesi anlaşılır. Duyguların dışavurumu sözlü ya da sözsüz iletişimle gerçekleşebilir. Aslında insanların duygularını öğrenmenin en iyi yolunun, bunu onlara sormak olduğu düşünülebilir. Ancak bu her zaman verimli bir yol değildir. Duygular pek çok nedenle sözel olarak ifade edilmeyebilir veya edilmek istenmeyebilir. Hatta kimi durumlarda duygular ifade edilmek istense bile, kişiler duygularının farkında olmayabilirler ya da özellikle olumsuz duygular söz konusu olduğunda bu duygular inkâr edilebilir. Dolayısıyla sözlü iletişim, duyguları anlayabilmek için yeterli değildir (Morris, 2020: 435). Bu yüzden psikologlar, duyguların ifade edilme biçimi olarak sözsüz iletişime, özellikle de yüz ifadelerine odaklanmışlardır. 


#29

SORU:

Plutchik duyguları nasıl sınıflandırmaktadır?


CEVAP:

Plutchik, aynen renkler gibi duyguların da birincil duygular ve ikincil duygular olmak üzere ikiye ayrılabileceğini ileri sürer. Plutchik, sekiz tane birincil duygu saptamıştır: Öfke, iğrenme, üzüntü, şaşırma, korku, güven, neşe ve beklenti. Pluthick’in psikoevrimsel duygu kuramına göre, birincil duygular temel duygulardır ve bunlar evrenseldir. Bu kuram, birincil duyguların biyolojik olarak ilkel duygular olduğunu ve organizmanın üreme uygunluğunu arttırmak için evrimleştiğini öngörür.


#30

SORU:

James-Lange kuramı nedir?


CEVAP:

Sağduyu sahibi olan insanlar, içsel olarak hissedilen duygunun fizyolojik uyarılmaya yol açtığını ve bunun da davranışı güdülediğini düşünürler. Örneğin, kişi karanlıkta sokakta uzaktan ayırt edemediği bir karaltı gördüğünde korktuğunu hisseder. Bu korku, kişinin kalbinin hızlı çarpmasına ve muhtemelen kaçmasına yol açar. Yani, çevredeki bir uyarıcı duyguyu tetikler, duygu da fizyolojik uyarılmaya yol açar. Oysa James-Lange kuramı, bu sağduyusal düşüncenin tam tersini iddia eder. Bu kurama göre, insanlar öyle hissettikleri için öyle davranmazlar; öyle davrandıkları için öyle hissederler.


#31

SORU:

Cannon-Bard kuramı nedir?


CEVAP:

James-Lange kuramına pek çok eleştiri yöneltildi. Bu eleştirilerden en güçlüsü 1920’lerin sonunda Walter Cannon’dan geldi. Cannon, bedende gerçekleşen fizyolojik değişikliklerin tüm duygusal durumlarda aynı olduğunu iddia ediyordu. Oysa eğer James-Lange kuramı doğru ise yani duygular bedensel duyumların yorumundan ibaret ise her bir duygunun farklı fizyolojik değişiklik dizisi ile tanımlanması gerekirdi. Vurgulamak gerekir ki Cannon fizyolojik uyarılmanın duygudaki rolünü inkâr etmiyordu, sadece fizyolojik uyarılmanın duyguları ayırt edemeyecek denli genel ve bedene yayılmış olduğunu ileri sürüyordu. Ayrıca, Cannon duygusal tepkilerin hemen ortaya çıktığını, fizyolojik tepkilerin ise bazen görece yavaş geliştiğini iddia etmiştir.


#32

SORU:

Güdülenme kavramının bileşenleri nelerdir? Açıklayınız.


CEVAP:

Güdülenme kavramının üç bileşeni vardır: Davranışın yönü, davranışın yoğunluğu ve davranışa devam etme ısrarı. Bu üç bileşenin varlığı, güdülerin insanı sadece bir amaca yöneltmekle kalmayıp, o amaç için ne kadar çaba göstereceğini ve bu çabada ne kadar ısrarcı olduğunu da gösterir. Davranışın yönü, izlenen amaç ya da amaçlara işaret eder. Davranışın yoğunluğu, davranış için harcanan çaba ve odaklanma düzeyi anlamına gelir. Davranışa devam etme ısrarı, amaca ulaşmak için kişinin bu amaca ulaşmak için gösterdiği sebat (ısrar etme) derecesini gösterir.


#33

SORU:

Bağlanma kuramının öncüleri kimlerdir? Bu kuramda ne anlatılmak istenmiştir?


CEVAP:

Bağlanma kuramının öncüleri Wortman, Loftus ve Weaver (1999), John Bowlby'dir.   Bowlby’nin kuramına göre, bebeklerin kendilerine bakan yetişkine bağlanmaya yönelik içsel bir eğilimleri vardır. Bu eğilimin bebeklerin ebeveyne yakın olması ve böylece ebeveyn tarafından korunabilmesi için ortaya çıktığı düşünülür. Ancak insan içgüdülerinin diğer türlerin içgüdüleri kadar katı ve otomatik olmadığı, farklı öğrenme deneyimlerine bağlı olduğu için daha değişken olduğu ileri sürülmektedir. Örneğin yavru kazların basımlama davranışı çok hızlı ortaya çıkan, ortaya çıktıktan sonra değiştirilemeyen ve türün tüm üyelerinde tamamen aynı biçimde ortaya çıkan bir davranış iken, bir insan yavrusunun ebeveynlerine bağlılığı çok uzun zaman alan bir etkileşimin ürünüdür ve niteliği açısından çok fazla değişkenlik gösterebilir.


#34

SORU:

Dürtü yaklaşımını temsizl eden en önemli kuram hangisidir? Açıklayınız.


CEVAP:

Dürtü yaklaşımını temsil eden en önemli kuram dürtü azalması kuramıdır ve 1930 ve 1940’larda ABD’nin en etkili psikoloğu olarak görülen Hull tarafından geliştirilmiştir. Kuram ilk geliştirildiğinde biyolojik ihtiyaçlara odaklanmıştı. Kurama göre, hayatı devam ettiren gerekliliklerin yoksunluğu biyolojik ihtiyaca yol açar ve bu da organizmada gerilimli ve hoş olmayan bir durum yaratır. Dürtü azalması kuramının güdülenmeyi açıklama biçimi, açıkça tıptaki homeostaz ilkesine dayanır. Biyolojik denge durumuna işaret eden bu ilke gereği, beden, dengeden her saptığında bu sapmayı düzeltecek mekanizmaları harekete geçirir. Üşüyünce titremek, ısınınca terlemek gibi.


#35

SORU:

Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşis'nde en üstte yer alan ihtiyaç hangisidir?Bu ihtiyacın gereğini açıklayınız.


CEVAP:

Hiyerarşinin en tepesinde kendini gerçekleştirme ihtiyaçları yer alır. Kendini gerçekleştirme çeşitli özellikleri kapsayan bir psikolojik konum olarak düşünülebilir. Kendini gerçekleştiren insan, kendini kabul etmiş, yaratıcı, derin bir espri anlayışına sahip, empati kurabilen, kültürel etkilere karşı çıkabilen, demokratik bir kişilik yapısına sahip insan olarak betimlenir. Maslow örneğin Abraham Lincoln ve Albert Einstein’ı kendini gerçekleştirmiş insanlar olarak görür. Kendini gerçekleştirme eğilimi ölçülemeyen bir olgudur ancak Maslow kendini gerçekleştirmiş insanların daha fazla zirve deneyimi yaşadığını ileri sürer. Zirve deneyimi dünyanın olduğu gibi bir bütün olarak deneyimlendiği, yoğun mutluluk, şaşkınlık gibi duyguların hissedildiği an olarak betimlenebilir.


#36

SORU:

Duygunun bileşenleri nelerdir? Açıklayınız.


CEVAP:

Duygu, psikolojide genel olarak üç bileşenden oluşan bir deneyim olarak görülür: 1- Biyolojik uyarılma 2- Zihinsel değerlendirme ya da bilişsel bileşen 3- Davranışsal dışavurumlar. Bir duygu ne kadar yoğunsa, bu üç bileşen arasındaki koordinasyonun da daha fazla olması beklenir. Örneğin, kişinin memnuniyet hissettiği bir durumda yaşayacağı biyolojik uyarılma, coşkun bir sevinç hissettiği duruma göre daha az olacaktır.


#37

SORU:

Pluthick'in geliştiridiği "Duygu Çemberi Modeli"nin özelliklerini açıklayınız.


CEVAP:

1. Duygular, duygu çemberine rastgele yerleştirilmemiştir. Birbirine benzer duygular birbirine yakın, birbirine zıt duygular birbirinden uzak ve birbirlerine karşı yerleştirilmiştir. Örneğin neşe, beklenti ve güvene yakındır ama korku ve iğrenmeye uzaktır.

2. Plutchik, sekiz temel duygunun iki uçlu bir yapı sergilediğini, bir uçtaki dört olumlu duygunun her birine, diğer uçta dört olumsuz duygunun karşılık geldiğini ileri sürer. Bu, karşı uçlarda yer alan iki zıt duygunun aynı anda yaşanamayacağı anlamına gelir. Sekiz duygu arasındaki ikili uçlar şunlardır: Neşeye karşılık üzüntü, öfkeye karşı korku, güvene karşı iğrenme ve şaşırmaya karşı beklenti.

3. Üç boyutlu modelde, modelin altından yukarıya doğru gidildikçe her duyguya ait renk tonu koyulaşmaktadır ya da tersi. Bu, aynı duygunun en hafif hâlinden en şiddetli hâline doğru geçişi simgeler. Böylelikle bir duygunun yoğunluk düzeyleri kolayca izlenebilir. 

4. Renklerde olduğu gibi, iki duygu bir araya gelerek başka bir duyguyu oluşturabilir. Duygu çemberinde en dışta, temel duyguların arasında gösterilen duygular, böyle elde edilen ikincil duygulardır. 


#38

SORU:

"James-Lange Kuramı"na neden bu isim verilmiştir?


CEVAP:

1880’lerin ortasında Amerikalı psikolog William James ve Danimarkalı psikolog Carl Lang’in birbirinden habersiz olarak duygusal yaşantının nasıl ortaya çıktığına dair benzer iddialar öne sürmesinden dolayı, bu duygu kuramı James-Lange kuramı olarak bilinir. 


#39

SORU:

James-Lange kuramına pek çok eleştiri yöneltildi. Bunlardan en güçlüsü hangisidir? Açıklayınız.


CEVAP:

Bu eleştirilerden en güçlüsü 1920’lerin sonunda Walter Cannon’dan geldi. Cannon, bedende gerçekleşen fizyolojik değişikliklerin tüm duygusal durumlarda aynı olduğunu iddia ediyordu. Oysa eğer James-Lange kuramı doğru ise yani duygular bedensel duyumların yorumundan ibaret ise her bir duygunun farklı fizyolojik değişiklik dizisi ile tanımlanması gerekirdi. Vurgulamak gerekir ki Cannon fizyolojik uyarılmanın duygudaki rolünü inkâr etmiyordu, sadece fizyolojik uyarılmanın duyguları ayırt edemeyecek denli genel ve bedene yayılmış olduğunu ileri sürüyordu. Ayrıca, Cannon duygusal tepkilerin hemen ortaya çıktığını, fizyolojik tepkilerin ise bazen görece yavaş geliştiğini iddia etmiştir.


#40

SORU:

Temel olarak duygusal hislerin ve otonom sinir sistemine bağlı uyarılmanın aynı zamanda gerçekleştiği iddiasına dayanan kuram hangisidir? Bu kuramı açıklayınız.


CEVAP:

James-Lange kuramını eleştiren Cannon, meslektaşı Philip Bard ile farklı bir duygu kuramı geliştirdi. Cannon-Bard kuramı olarak bilinen bu kuram, temel olarak duygusal hislerin ve otonom sinir sistemine bağlı uyarılmanın aynı zamanda gerçekleştiği iddiasına dayanır. Bu kurama göre, beynin talamus adı verilen kısmı duygunun ortaya çıkmasında anahtar rolü oynar. Uyarıcıdan gelen duyumlar, düzenleyici bir durak olarak talamusa geçer. Talamus bilgiyi iki beden kısmına aynı anda gönderir. Bu iki kısım, öznel duygusal yaşantıyı oluşturan serebral korteks ve otonom sinir sistemi yoluyla duyguya ait fizyolojik tepkileri üreten beden iç organlarıdır. Böylece, bu kuramda fizyolojik değişmeler duygulara eşlik eder, James-Lange kuramında olduğu gibi onları üretmezler.


#41

SORU:

"Uyarılmanın bilişsel yorumu"nu açılayınız.


CEVAP:

Schachter ve Singer, insanların ne hissettiklerini açıklamak için çevrelerinde ipucu aradıklarını ileri sürerler. İnsanlara ne hissettikleri sorulunca, ilk önce duygularını betimleyip (örneğin; “Üzgünüm”), hemen sonra bu duyguyu açıklamaya girişirler (örneğin; “Annem riskli bir operasyon geçirmek zorunda”). Kurama göre, mevcut çevresel ipuçlarına bağlı olarak, insanlar, aynı fizyolojik uyarılmanın neşe, aşk, kıskançlık hatta nefret olduğuna karar verebilirler. Genel fizyolojik uyarılma halini özgül bir duygu olarak etiketleyen bu eğilim uyarılmanın bilişsel yorumu olarak bilinir


#42

SORU:

"Bilişsel değerlendirme kuramı"'nı açıklayaınız.


CEVAP:

Lazarus tarafından geliştirilmiştir.  Lazarus’a göre insanlar, sadece nasıl davranacaklarını değil nasıl hissedeceklerini bilmek için sürekli çevrelerinde ipuçları ararlar. Bu kurama göre bilişsel değerlendirme, bilgi toplamaktan ibaret bir süreç değildir; bir yargıya varma sürecini de içerir.


#43

SORU:

Bilişsel değerlendirme süreci içinde yer alan özgül değerlendirme tipleri nelerdir? Açıklayınız.


CEVAP:

Bilişsel değerlendirme süreci, kendi içinde üç özgül değerlendirme tiplerine ayrılabilir: Birincil değerlendirme, ikincil değerlendirme ve yeniden değerlendirme. Birincil değerlendirme, o andaki durumda olan bitenin kişinin kendisiyle ne kadar ilişkili olduğunu ve kendisini nasıl etkileyebileceğini değerlendirmektir. İkincil değerlendirme, o andaki durum ya da problemle başa çıkmak için bireyin mevcut kaynaklarını değerlendirmeyi içerir. Yeniden değerlendirme sürecinde ise uyarıcı olan durum ve başa çıkma stratejileri gözden geçirilir ve gerekirse birincil ve ikincil değerlendirmeler değiştirilir.


#44

SORU:

"Örümceklerin ağ örme davranışları, arıların diğer arılara yiyeceğin yerini göstermek için yaptıkları “dans” gibi örnekler" güdülenme kuramlarından hangisinde yer alan örneklerdir?


CEVAP:

İçgüdü Kuramlarından Evrimci görüşün verdiği örneklerdendir. 


#45

SORU:

Davranışçılık akımının üzerinde durduğu konular nelerdir?


CEVAP:

Davranışçılık akımı, çevre ve birey etkileşiminin önemi üzerinde durur. Davranışçılar, çevredeki uyaranlara yönelik tepkilerimizin davranışlarımızı biçimlendirdiğine inanır.


#46

SORU:

Sigmund Freud' un güdülenme ile ilgili görüşünü yazınız.


CEVAP:

Freud’un diğerlerinden biraz daha farklı olan içgüdü yaklaşımında, içgüdüler bilinçdışı olarak güdülenmiş dürtülerdir. Yine her davranış için ayrı bir içgüdü tanımlayan diğer kuramcıların aksine Freud, insan davranışının altında yatan iki temel içgüdü olduğunu ve bu temel güdülerin onları oluşturan içgüdülere indirgenemeyeceğini ileri sürmüştür. Bu iki temel içgüdü, yaşam ve ölüm içgüdüsüdür. Yaşam içgüdüsü, yaşamı sürdürmek için gerekli tüm içgüdüleri, ama en önemlisi cinsellik içgüdüsünü içerir. Ölüm içgüdüsü ise ölüm ve insanın kendisini yıkıma götüren içgüdüleri içerir. Freud’a göre, insanı hayatta tutan yaşam içgüdüsü ile kendini yok eden saldırganlığa yönelten ölüm içgüdüsü arasında bir çatışma vardır ve genellikle bu çatışma insanın kendini yok etme içgüdüsünü başkalarına yönelterek çözülür ve insanın rekabet etme, galip gelme ve öldürme eğilimini açıklar.


#47

SORU:

Özellikle ABD’de yükselen davranışçı akımın etkisiyle içgüdü yaklaşımları 1920’lerde eleştirilmeye başlandı. Bu eleştiriler iki temel noktada toplanabilir. Bu eleştirileri açıklayınız.


CEVAP:

Birincisi, bir davranışın “içgüdüsel” olduğunu ileri sürmek, o davranışın kalıtımsal olduğuna işaret etmenin ötesinde pek bir açıklama getirmez. Örneğin bir kişinin saldırgan davranış gösterdiğini farzedin. “Bu saldırgan davranış nereden kaynaklanır?” sorusu sorulduğunda, içgüdüsel yaklaşım, bu davranışın kökeninin içgüdü olduğunu söyleyecektir. Böyle bir cevap ise davranışı açıklamak değil, sadece betimlemek anlamına gelir. İkinci eleştiri, insanın karmaşık ve önceden tahmin edilemeyen davranışları söz konusu olduğunda, içgüdü yaklaşımının bu tür davranışları açıklamakta başarısız olmasıdır. Çünkü içgüdü, tanımı gereği bir türün tüm üyeleri tarafından kalıtımla aktarılan katı bir davranış örüntüsüdür. Dolayısıyla bazı insanların neden beklenenin tersi bir biçimde davrandığını açıklamak için içgüdüden daha esnek bir güdülenme anlayışına ihtiyaç vardı


#48

SORU:

İhtiyaç ve dürtü arasındaki farkı açıklayınız.


CEVAP:

İhtiyaç, fiziksel bir yoksunluk durumudur; dürtü ise bu durumun ortaya çıkardığı psikolojik sonuçtur. Örneğin ihtiyaç olarak açlık, fizyolojik düzeyde vücut dokularındaki besin yoksunluğudur. İhtiyaç olarak açlık, örneğin kan şekerinin düşmesi gibi birtakım fizyolojik belirtilerle kendini gösterir. Diğer yandan açlık dürtüsü, fizyolojik düzeydeki bu besin eksikliği hâlinin psikolojik düzeyde hissedilmesidir. Dolayısıyla ihtiyaç ve dürtü birbirine paralel olsa da aynı değildir.


#49

SORU:

"Dürtü azalması kuramı" kaç yıllarında ve kim tarafından geliştirilmiştir?


CEVAP:

Dürtü yaklaşımını temsil eden en önemli kuram dürtü azalması kuramıdır ve 1930 ve 1940’larda ABD’nin en etkili psikoloğu olarak görülen Hull tarafından geliştirilmiştir. Kuram ilk geliştirildiğinde biyolojik ihtiyaçlara odaklanmıştı.


#50

SORU:

Dürtü azalması kuramının güdülenmeyi açıklama biçimi hangi ilke bağlıdır? Bu ilkeyi açıklayınız.


CEVAP:

Biyolojik denge durumuna işaret eden bu ilke gereği, beden, dengeden her saptığında bu sapmayı düzeltecek mekanizmaları harekete geçirir. Örneğin, insan beden ısısının optimal düzeyi ortalama 37 derecedir. Beden ısısının düşmesi, yani insanın üşümesi durumunda, ısının korunması için bedenin yüzeyindeki kan damarları büzülür ve beden titreme üretir, titreme de ısı üretir. Diğer yandan, kişi sıcağa maruz kaldığında, damarlar ısıyı dışarı vermek için genleşir ve bu da serinleme etkisine yol açan terlemeyi üretir. Benzer biçimde, biyolojik ihtiyaç, organizmanın dengesinden bir sapma olarak görülür ve bu sapma dürtüyü üreterek davranışa yol açar. Dürtü azaltıcı davranış da organizmayı tekrar eski denge durumuna getirir. Psikolojide homeostaz ilkesini psikolojik durumlara da genişletenler de vardır. Kaygı duyan kişinin kaygıyı azaltıcı davranışlara yönelmesi bu tür durumlara bir örnek olabilir.


#51

SORU:

Optimal Uyarılma Kuram'nı açıklayınız.


CEVAP:

Optimal uyarılma kuramı, insanların kendilerini rahat hissettikleri uyarılma düzeyini sürdürmek için güdülendiklerini ileri sürer. Bu uyarılmışlık düzeyi kişiden kişiye ve aynı kişide zamana göre değişebilir. Birinin optimal uyarılmışlık düzeyi, diğerine optimalin altı (örneğin can sıkıntısı) gelebilir ya da tersi. Ne olursa olsun, belirli bir zamanda belirli bir kişi optimal uyarılmışlık düzeyinin altında bir uyarılma hâli içindeyse uyarılmayı arttıracak davranışlar yapacaktır. Aynı kişi başka bir zamanda fazla uyarılmışsa o zaman da uyarılma düzeyini düşürmeye çalışacaktır. Optimal uyarılma kuramı, işteki performansa da uygulanabilir.