ESKİ TÜRK EDEBİYATINA GİRİŞ: BİÇİM VE ÖLÇÜ Dersi ESKİ TÜRK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ VE BAZI TEMEL BİLGİLER soru cevapları:
Toplam 71 Soru & Cevap#1
SORU: Divan şiirindeki sevgili ve âşık tipinden kısaca bahsediniz.
CEVAP: Divan şiirinde sevgilinin niteliklerinin ve güzelliğinin mutlak olmasının yanı sıra onun âşığa ilgisiz davranması (=istiğnâ, tecâhül), bir tatlı sözü bile ondan esirgemesi, âşığın hâline acımaması, sürekli naz içinde olması gibi huyları onun karakterini oluşturur. Divan şiirindeki aşk, tek taraflıdır. Seven ve aşk ıstırabı içinde yanan bir âşık vardır. Sevgili ise âşığına karşı ilgisizdir, onun bakışı hatta eziyeti bile âşığa bir lütuftur. Bütün güç, kuvvet sevgilinin elindedir. Âşık için sevgili bir padişah, yahut efendi mevkiindedir, âşık ise onun kölesi gibidir. Âşığa eziyet etmesi, onu üzmesi onun değişmez âdetidir. Vefasızdır, verdiği sözü tutmaz. Sürekli mesafelidir. Kimse kendisinden hesap soramaz. Kendisi ulaşılamaz bir konumdadır. Bütün bunlar onun değişmez özellikleridir. Sevgili başta güzellik sembolü Hz. Yusuf olmak üzere Hz. İsa ve Hz. Süleyman’a benzetilir. Aşk ülkesinin sultanıdır. Silahlıdır. Silahları kaş (=ebrû), kirpik (=müje, müjgân) ve gamzedir. Girdiği ülkeyi (âşığın gönlünü) harap eder.
#3
SORU: Divan şiirindeki hakim kozmik anlayış hakkında kısaca bilgi veriniz
CEVAP: Divan şiirine hâkim kozmoloji anlayışına göre gökyüzü katmanlar(=felekler)dan meydana gelmiştir. Dünya bu feleklerin merkezinde yer alır. Gökler onun üzerinde soğan zarları gibi üst üste geçmiş bir hâldedir. Her felekte bir “seyyâre (=gezegen)” vardır. Felekler bu gezegenlerin adlarıyla anılır. Bunlar seb’a-i seyyare (=yedi gezegen) adı verilmiş olan Ay (=kamer, mâh), Utarid (=Merkür), Zühre (=Venüs, Nâhîd) , Şems (=Güneş, Hurşîd), Mirrih (=Merih), Zuhal (=Satürn), Müşterî (=Jüpiter)’dir. Gezegenlerden sonraki sekizinci felekte sabit yıldızlar vardır. Daha sonra boş olan atlas feleği yer alır. Güneş sultandır. Ay vezir, Utarit kâtip, Zühre çalgıcı ve rakkase, Mirrîh komutan, Müşterî kadı ve Zuhal hazinedar olarak hayal edilir.
#4
SORU: Batı Türkçesinin dönemlerini genel olarak sıralayınız
CEVAP: “Batı Türkçesi”nin ilk dönemine “Eski Osmanlıca”, “Eski Türkiye Türkçesi” ve “Eski Anadolu Türkçesi” gibi adlar verilmiştir. Bu dönem, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Çağı ile Osmanlı Devleti’nin XV. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanan kuruluş dönemini içine alır. Bu edebî dilin ikinci dönemi ise “Osmanlı Türkçesi” olarak adlandırılmıştır. XX. yüzyılın başlarına kadar varlığını sürdüren oldukça gelişmiş bir yazı dilinin, daha doğrusu yüksek bir edebî dilin adıdır. Batı Türkçesinin bir kolu da “Doğu Osmanlıcası” da denen “Âzeri Oğuzcası”dır. Kısacası Osmanlı Türkçesi, Batı Türkçesi dairesine dahildir.
#5
SORU: Eski Türk edebiyatının dayandığı ortak kültürden anlaşılması gereken nedir?
CEVAP: Bugün eski Türk edebiyatı olarak adlandırdığımız edebî dönemin gerek nazımda gerekse nesirde İslamî dönem İran edebiyatını örnek aldığı, bu dönem İran edebiyatının da kuramsal ve estetik olarak Arap edebiyatını esas aldığı bilinmektedir. İslamî dönem Türk edebiyatının oluşum sürecinde Türk şair ve yazarlarının her bakımdan örnek aldıkları edebî esaslar, doğrudan Arap edebiyatının değil, birtakım değişikliklere uğramış biçimiyle İran edebiyatının edebî esasları olmuştur. Bu üç edebiyatın da esaslarını belirleyen ilk eserler Arap ve Fars dilleriyle yazılmış eserlerdir. Ancak Arap ve Fars dilleriyle yazılmış olan bu eserlerin birçoğunun yazarının Türk olduğu; örnek alınan İslamî dönem İran edebiyatının oluşumunda Türk şairlerin, yazarların ve onları sürekli teşvik eden Türk hükümdarların da önemli katkıları olduğu bilinmektedir. O hâlde İslâmî dönem Türk edebiyatının dayandığı kuramsal ve estetik esasları yalnızca Arap veya Fars edebiyatına ait edebî esaslar olarak kabul etmek yerine, bunları her üç milletin ortak bilgi birikimi olarak değerlendirmek daha doğru bir yol olarak görülmektedir
#6
SORU: Her şeyi gösterdiğine inanılan kadehi ve parlak tacı ile anılan efsanevi İran hükümdarı kimdir?
CEVAP: Cemşîd’dir.
#7
SORU: Zâl kimdir?
CEVAP: Neriman’ın torunu, Sâm’ın oğlu ve Rüstem’in babasıdır. Ok atmasıyla ünlüdür.
#8
SORU: Divan şiirinde yılanlarla ve zalimliğiyle yer eden efsanevi İran şahı kimdir?
CEVAP: Dahhâk’tır.
#9
SORU: Hz. Muhammed’i kısaca anlatınız.
CEVAP: Hz. Muhammed ise son peygamber olması, âlemlerin kendisi için yaratılması, yetimliği, yüksek ahlakı, herhangi birisinden ders almaması(ümmî olması)na rağmen Rabbi tarafından kendisine verilen derin ilmi, Mekke’den Medine’ye hicreti, kıyamet günü insanlara şefaat edecek olması, İsrâ ve Miraç hadiseleri, Miraç’ta Allah’a “yayın iki ucu kadar” yakınlaşması (=kabe kavseyn), âlemlere rahmet olarak gönderilmesi, yürürken bulutların onun üzerine gölge yapması, gölgesinin yere düşmemesi gibi motiflerle şiirde yer alır.
#10
SORU: Eski Türk edebiyatı için kullanılan diğer adlandırmalar nelerdir?
CEVAP: Söz konusu edebiyat, onu yalnızca toplumun belli kesimlerine hitap eden bir edebiyatmış gibi gösteren havâs edebiyatı (=yüksek zümre edebiyatı), sarây edebiyatı, Enderun edebiyatı, edebiyyât-ı Osmâniyye (=Osmanlı edebiyatı), Osmanlı şiiri, Divan edebiyatı, ümmet edebiyatı, ümmet çağı Türk edebiyatı, İslamî Türk edebiyatı, klâsik Türk edebiyatı gibi adlarla da anılmıştır
#11
SORU: Âhenk nedir?
CEVAP: Şiiir metinlerini düzyazıdan ayıran özelliklerinden biri olan âhenk, kelimelerin akıcılığı, kulakta güzel tesir bırakacak şekilde bir araya getirilmesi, sözün ses yapısının çeşitli yollarla etkileyici şekilde düzenlenmesidir. Divan şiiri âhenk yönü çok güçlü bir şiir diline sahiptir. Onun bu özelliği bazen anlamını kavramadan okuyucunun bu şiirin etkisi altına girmesini sağlar. Eski Türk edebiyatının benimsediği edebî anlayışta şiir mevzûn (=vezinli) ve mukaffâ (=kafiyeli) söz olarak tanımlanmış; sonradan buna muhayyel olma şartı da eklenmiştir. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere Divan şiirinde âhengi sağlayan aslî ögeler vezin ve kafiyedir. Divan şiirindeki diğer âhenk ögeleri ise şunlardır: söz diziminin fasih kelimelerden oluşması, söz sanatları, bazı nazım şekillerinin yapısal özellikleri, işâd (=özellikli şiir okuma).
#12
SORU: Dört Halife’yi sıralayınız.
CEVAP: Dört halifeden Hz. Ömer adaleti, Hz. Ali cesareti, kahramanlığı, Zülfikar adlı kılıcı ve Düldül adlı atı; Hz. Ebubekir, sadakati; Hz. Osman da hilim ve haya sahibi olması ve Kur’ân ayetlerini toplatması ile şiirde geçer.
#13
SORU: Türk Edebiyatı genel olarak kaça ayrılır?
CEVAP: Türk Edebiyatı Türklerin X. yüzyıldan başlayarak İslâm dinini kabul etmeleri, diğeri de XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı uygarlığının etkisi altına girmeleri dikkate alınarak genel olarak “İslamiyet öncesi Türk edebiyatı”, “İslamî dönem Türk edebiyatı” ve “Batı etkisindeki Türk edebiyatı” olmak üzere üç ana döneme ayrılmıştır.
#14
SORU: Divan edebiyatı adlandırması ilk kimler tarafından kullanılmıştır?
CEVAP: Divan edebiyatı” ise, ilk olarak Ömer Seyfettin (öl. 1884) ve Ali Canip (öl.1967) tarafından kullanılmıştır.
#15
SORU: Eski Türk edebiyatında şiirlerin toplandığı kaç tür kitap vardır?
CEVAP: Eski Türk Edebiyatında şiirlerin toplandığı üç tür kitap vardır: “dîvân”lar, “mesnevî”ler ve “mecmû’a-i eş’âr”lar.
#17
SORU: Tasavvuf ve edebiyat bağından kısaca bahsediniz.
CEVAP: Divan şiiri dilinin oluşmasında tasavvufun önemli bir rolü vardır. Tasavvuf, temelde İslâm dininin Kur’an ve sünnet adı verilen iki kaynağına dayanmakla birlikte zamanla dış etkilerden, başka milletlerin felsefelerinden ve düşünüşlerinden de etkilenen dini, dünyayı ve hayatı yorumlayış tarzıdır. Tasavvuf mutlak bir “gerçek”in var olduğunu; fakat, bu “gerçek”in içinde yaşadığımız dünyanın ötesinde olduğunu, gerçek varlığa ulaşmanın ancak görünüşten ve bir hayalden ibaret bu âlemin inkârı ile mümkün olabileceğini kabul eder. Tasavvufa göre bu varlığa ulaşmada hiç bir aracı bulunmaması gerekir. Aklın prensipleri de dinin bir takım kuralları da aracısız olarak elde edilen bu bilginin yerini tutamaz. Zaman içinde ve gerçekleştirilen fetihlerle İslâm dünyası farklı milletlerin kültürleri ve felsefeleri ile ilişkiye girmiş; bunun sonucunda da tasavvufun bir kolu ayrı bir yaşam tarzı olmaktan uzaklaşarak felsefî bir boyuta bürünmüştür. Bu felsefî boyutunun en uç noktası ise “vahdet-i vücûd (=varlık birliği)” adı verilen inanç sistemidir. Bu sistem İbn Arabî(öl. 1240)’nin yorumlarıyla şekillenmiş ve bu düşünce bütün Divan şiirini etkilemiştir. Tasavvuf tarihinde vahdet-i vücûd düşüncesini daha da ileriye götürerek “yaratan ile yaratılanın aslında aynı olduğu”nu savunanlar olmuşsa da bu, bütün tasavvufa egemen bir düşünce hâlini alamamıştır. Tasavvufa göre bütün varlıklar üzerinde hâkim olan bir “mutlak sevgi” ve “mutlak güzellik” vardır. Bu yolda olanlar Yaratıcı’yı, kulun sevdiği, bu sevgi ile huzur bulduğu, hem kendi hem de kâinat üzerindeki eserlerinde onun izlerini gördüğü bir sevgili olarak kabul etmişlerdir. Allah, varlık sahnesinde görünmek, bunun için de sınırsız güzelliğini açığa vurmak istemiş ve bu âlemi yaratmıştır. Böylece yüzyıllarca edebiyatın diline de hâkim olacak olan “İlahî aşk” nazariyesi ortaya çıkmıştır. Divan şiirinde tasavvuf etkisinin oluşmasında Ahmed Yesevî (öl.1166) ve onun dervişlerinin, Yunus Emre (öl.1320-21) ve izleyicilerinin ve Mevlânâ(öl.1273)’nın büyük etkisi vardır. Türk EDB103U-ESKİ TÜRK EDEBİYATINA GİRİŞ: BİÇİM VE ÖLÇÜ Ünite 1: Eski Türk Edebiyatının Genel Özellikleri ve Bazı Temel Bilgiler 5 edebiyatında dinî-tasavvufî etki önce halk edebiyatı ürünlerinde görülmüş, daha sonra bu etki yaygınlaşmış ve Divan şairleri de şiirlerinde tasavvufu zengin bir ilham kaynağı olarak kullanmışlardır. Bu şiirde aşkı ve gönlü esas alan kişilerin islâmî edebiyatın diğer kolları olan İran, Arap ve Urdu edebiyatlarının dil ve üslûbunu da doğrudan etkileyen, hatta belirleyen bir niteliğe sahiptir. Şiirdeki “aşk”, “şarap”, “meyhane”, “sevgili” gibi unsurlar genellikle tasavvufun mecazlı diliyle kaleme alınmıştır ve bu kavramlar sözlük anlamlarından çok daha farklı anlamları gösterirler. Dolayısıyla tasavvufun mecazlarla yüklü dili ve kültürü göz önünde bulundurulmadan bu edebiyat ürünlerinin anlaşılması zordur.
#18
SORU: Eski Türk edebiyatında dil nelerden etkilenmiş ve nasıl bir görünüm kazanmıştır?
CEVAP: Türkler, İslam dinini kabul ettiklerinde yeni bir din ile birlikte bu dinde önemli bir yer tutan Arapça ile de karşılaşmışlardır. Dinî metinlerin anlaşılması için bu dilin bilinmesi, dinî kavramların karşılıkları tam olarak kullanılan dilde bulunmadığı için bu dilden aktarılması ve nihayet ibadet için bir başka dilde yazılmış olan Kur’ân-ı Kerim’in okunması ve anlaşılması lâzımdı. Bu kaçınılmaz olarak Arapça ile teması doğurdu. Bununla birlikte İslâm kültürü ve sanatı ile olan yaygın ve sürekli ilişki İran yoluyla olmuş, sözünü ettiğimiz ilişki de sanat bağlamında büyük ölçüde Fars dili üzerinden olmuştur. Kısacası Türkçe Arapça ve Farsça kelime ve kelime gruplarıyla bezenmiştir.
#19
SORU: Ya’kub ve Yusuf peygamberleri kısaca anlatınız
CEVAP: Ya’kub peygamber, rü’ya yorumundaki ustalığı, oğlu Yusuf’tan ayrılmanın üzüntüsüyle gözlerinin kör olması, onun gömleğinin gözlerine sürülmesi ile gözlerinin tekrar açılması münasebetleri ile geçer. Divan şiirinde “hüzn”ün ve “sabr”ın sembolüdür. Yûsuf peygamber güzelliği, kardeşlerinin kıskançlığı ve onlar tarafından kuyuya atılışı, köle olarak satılması, Züleyha’nın kendisine olan aşkı, buna karşı iffetini muhafaza etmesi, onun güzelliğini gören kadınların ellerini kesmeleri, bir iftira sonucunda zindana atılması, rüya tabiri konusundaki yeteneği ile geçer. Divan şiirinde “güzellik” ve “iffet” sembolüdür.
#20
SORU: Melâ’ike-i mukarrebîni sıralayınız
CEVAP: İslam inancına göre yalnızca Allah’a itaat etmek için yaratılmış sayısız nuranî varlıklar olan meleklerden bazıları da Divan şiirinde çeşitli münasebetlerle yer almışlardır. Bu melekler içinde melâ’ike-i mukarrebîn olarak nitelenen dört büyük meleğin adları Cebrâ’îl, Mikâ’îl, İsrâfîl ve Azrâ’îl’dir. Bu meleklerden Cebrâ’îl (=Rûhü’l-kuds, Rûhü’l-emîn, Nâmûs-ı Ekber) peygamberlere vahiy getiren, Mikâil doğa olaylarından ve kulların rızıklarının taksiminden sorumlu olan, İsrafil kıyamet günü sûra üfleyecek olan; Azrail de canlıların ruhunu alan (=melekü’l-mevt) melekler olarak Divan şiiri metinlerinde geçer. Bunların dışında cennet bekçisi olarak nitelenen Rıdvan da şiirde geçen melek adlarındandır
#21
SORU: Doğu Türkçesinin dönemleri hakkında kısaca bilgi veriniz
CEVAP: Doğu Türk yazı dili, tarihsel süreç içerisinde biri diğerinin devamı olan üç edebî dil hâlinde varlığını sürdürmüştür: “Karahanlı” (XI. yüzyıl), “HarezmAltınorda” (XII-XV. yüzyıllar) ve “Çağatay” (XV.-XIX. yüzyıllar). Doğu Türkçesinin bir kolu da bünyesinde birtakım Oğuzca (=Batı Türkçesi) unsurlar da barındıran Memluk Kıpçakçasıdır. Türklerin Suriye ve Mısır’da meydana getirdikleri bir edebî dil olan Memluk Kıpçakçası, XV. yüzyıldan sonra tamamen Oğuzcalaşmış ve ayrı bir edebî dil olma özelliğini yitirmiştir. Doğu Türkçesi (=Hakaniye Türkçesi) Türk edebî dillerinden biri olup diğer kolu olan Batı Türkçesine göre daha önce edebî ürünler vermiştir.
#22
SORU: Dâvûd peygamber hangi özellikleriyle edebiyata konu olmuştur?
CEVAP: Dâvûd peygamber sesinin güzelliği ve demirden zırh yapmasıyla konu olmuştur.
#23
SORU: Kayadan deve çıkarmasıyla edebiyata konu olan peygamber kimdir?
CEVAP: Sâlih peygamberdir
#24
SORU: Klâsik edebiyat adlandırması kime aittir?
CEVAP: “Klâsik edebiyat” ve “Klâsik Türk edebiyatı” gibi adlandırmalar ise Fuat Köprülü (öl. 1966)’ye aittir
#25
SORU: . Divan şiirinde adaletin, gücün ve uzun ömürlülüğün sembolü efsanevi İran hükümdarı kimdir?
CEVAP: Feridun’dur.
#26
SORU: Âbâ ve ümmehât terimleri neyi ifade eder?
CEVAP: Âbâ dokuz feleği, ümmehât da dört unsuru ifade eder.
#27
SORU: Mahlas nedir?
CEVAP: Divan şairleri İran şiirindeki bir geleneğe uyarak şiirlerinde “mahlas” adı verilen takma adlar kullanmışlardır. Mahlasların büyük kısmı, birtakım isimlerin sonuna Farsça nispet eki olan “-î”nin eklenmesiyle elde edilmişse de bu şiirde nispet eki almamış “Bakî”, “Yahyâ”, “Nedîm”, “Gâlib” gibi mahlaslar da kullanılmıştır. Bunlardan bir kısmı şairlerin kendi adlarıdır. şairler şiirde kullanacakları mahlasları genellikle kendileri seçmiş olmakla birlikte XVIII. yüzyıl şairlerinden Hoca Neş’et (öl. 1807) gibi, bir şairin başka şairlere mahlas armağan ettiği de görülmüştür. Bilindiği kadarıyla şiirde mahlas kullanma geleneğine XIV. yüzyıl divan şairlerinden Kadı Burhaneddin (öl. 1398) ve XV. yüzyıl şairlerinden Kemal Paşazâde (öl. 1534) dışında uymayan olmamıştır. Geleneğin ağır bastığı bu edebiyatta sultan şairler de mahlas kullanarak şiir söylemişlerdir. “Avnî” Fatih Sultan Mehmed’in, “Selîmî” Yavuz Sultan Selim’in, “Muhibbî” Kanuni Sultan Süleyman’ın, “İlhamî” III. Selim’in mahlaslarıdır. Fuzulî ve Bakî örneklerinde gördüğümüz gibi bazı şairlerin mahlasları edebiyat tarihlerinde adları-nın önüne geçmiştir. Mahlaslar genellikle şiirlerin sonlarında yer alır.
#28
SORU: Mazmun nedir?
CEVAP: Mazmunlar kelimelerin ilk bakışta görülemeyen gizli bir ya da birden fazla anlamıdır. Esas söylenmek istenen şey arka plandadır. Bir başka ifadeyle mazmun, bir mananın birtakım ipuçları verilmek suretiyle ifade edilmesidir. Bu da dilde mecazlı bir anlatımı beraberinde getirir. Bu mecazlı söyleyişin açıklığa kavuşması ise Divan şiiri kültürünün belli bir düzeyde bilinmesine ve onun hayal (=imaj) sisteminin tanınmasına bağlıdır. Ortak bir imaj dünyasının bulunması mazmunlarla bezenmiş olan bu şiirin anlaşılmasını kolaylaştırır. Mazmunlar şaire az sözle çok anlam ifade etme imkânını sunar.
#29
SORU: Eski Türk edebiyatında kaç türlü gelenekten bahsedilebilir?
CEVAP: Eski Türk edebiyatı, Osmanlı döneminde ortaya konulan edebiyat ürünlerini esas almakla birlikte Osmanlı döneminde tek bir edebî gelenek bulunmamaktadır. Farklı özellikleri göz önünde tutarsak, bu dönemde varlığını sürdüren üç ayrı edebî anlayıştan ve gelenekten söz etmek mümkündür: 1. Halk edebiyatı 2. Tasavvufî halk edebiyatı (=Tekke edebiyatı) 3. Klâsik Türk edebiyatı (=Divan edebiyatı).
#30
SORU: Belâgat nedir? Kaça ayrılır?
CEVAP: Belâgat, bir düşünce ya da duygunun yerinde ve zamanında manası en açık şekilde ve akıcı bir dille ifade edilmesidir. Belâgat kitaplarında sözün fasîh (=açık, anlaşılır ve akıcı olmak şartıyla muktezâ-yı hâl ve makam denilen (a) söyleyenin, (b) söze muhatap olanın, (c) dile getirilecek düşünce, duygu ve hayalin durumuna uygun şekilde söylenmesi olarak tanımlanır. Belâgat bir ilim olarak üç kısma ayrılır: Meânî, beyân ve bedî’. “Me’ânî” sözün duruma uygun bir şekilde nasıl ifade edileceğini, “beyân” bir maksadın birbirinden farklı usullerle ne şekilde dile getirileceğini, “bedî” ise maksadı ifadede yeterli olan söze mana ve âhenk açısından güzellik verme yollarını gösterir.
#31
SORU: Nazire mecmuaların birkaçı sayınız
CEVAP: Nazire mecmuaların birkaçı sayınız. 1. Ömer b. Mezid tarafından 1437 yılında derlenmiş olan Mecmû’atü’n-Nezâ’ir. 2. Eğridirli Hacı Kemal tarafından 1512-13 yıllarında derlenmiş olan Câmi’ü’n-Nezâ’ir. 3. Edirneli Nazmi tarafından 1524 tarihinde derlenmiş olan Mecma’u’n-Nezâîr. 4. Pervane Bey tarafından 1560 tarihinde derlenmiş olan ve kendi adıyla anılan Pervâne Bey Mecmû’ası.
#32
SORU: Cengiz kimdir?
CEVAP: Büyük Moğol hükümdârı olup asıl adı Timuçin’dir. Divan şiirinde daha çok sahip olduğu topraklarla, saltanat gücüyle ve zalimliğiyle anılır.
#33
SORU: Eski Türk edebiyatında şiir başlıca kaç döneme ayrılır?
CEVAP: Bu edebiyatı gelişim çizgisini ve buna bağlı olarak geçirdiği üslup farklılaşmalarını göz önünde bulundurarak başlıca üç döneme ayırmak mümkündür: 1. Oluşum Dönemi: XIII. yüzyılın sonlarından XIV. yüzyıl sonlarına kadar devam eder. Dönemin önemli temsilcileri, Âşık Paşa (öl.1333), Gülşehrî (öl.XIV. yy.), Şeyhoğlu Mustafa (öl. 1401?), Ahmedî (öl. 1413) ve Şeyhî (öl. 1431?) gibi şairledir. 2. I. Klâsik dönem: XV. yüzyılın ilk yıllarından XVII. yüzyıl başlarına kadar devam eder. Ahmed Paşa (öl. 1496), Necatî (öl.1509) ve Zâtî (öl.1546) gibi şairlerle olgunluk kazanmaya başladığı; Fuzulî (öl.1556), Bakî (öl.1600), Nev’î (öl.1599), Hayalî (öl. 1557) ve Taşlıcalı Yahya (öl.1582) gibi şairlerle de Türk edebiyatının İran edebiyatı etkisinden kısmen de olsa kurtularak artık kendi iç gelişimini tamamlayıp özgün eserlerini vermeye başladığı bir dönemdir. 3. II. Klâsik Dönem: XVII. yüzyıl başlarından XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eder. İran edebiyatındaki üslup farklılaşmasının etkisiyle özellikle şiirde yoğun olarak yeniden bu edebiyatın etkisi altına girdiği bir dönemdir. Sebk-i Hindî (=Hind üslubu) adı verilen bu edebî akımın Türk edebiyatındaki önemli temsilcileri Fehîm-i Kadîm (öl. 1647), Nâ’ilî (öl. 1666), Nedîm-i Kadîm (öl.1670), Nef’î (öl. 1635) ve Şeyh Gâlib (öl.1799)’dir.
#34
SORU: Katiplerin ve terzilerin piri olan peygamber kimdir?
CEVAP: İdrîs peygamberdir.
#35
SORU: “Heft-hân” adlı türlü tehlikelerle dolu yolu geçen İranlıların efsanevî iki kahramanı kimdir?
CEVAP: Rüstem ve İsfendiyar’dır.
#36
SORU: Divan şiirinde Şirin’e olan aşkı ve efsanevî iki atı Gülgûn ve Şebdîz’le birlikte anılan efsanevi hükümdar kimdir?
CEVAP: Hüsrev’dir.
#37
SORU: Divan şiirindeki iki efsanevi kuşun isimleri nedir?
CEVAP: Anka/Simurg ve Hüma kuşlarıdır.
#38
SORU: Divan şiirinde kendini beğenmişliğin sembolü olarak geçen ve mahmur gözden kinaye olarak da kullanılan çiçek nedir?
CEVAP: Nergis’tir.
#39
SORU: Divan şiirinde geçen bitkiler nelerdir?
CEVAP: Ağaç (=şecer, dıraht) ve fidan (=nahl, nihâl), servi, çenâr, ar’ar, tûbâ, şimşâd, sanavber; gül, ayva, elma (=sîb), nar (=enâr, rümmân), şeftâlû, üzüm (=engûr), badem (=bâdâm), fıstık (=piste).
#40
SORU: Mevâlîd-i selâse ne demektir?
CEVAP: Dokuz felek ve dört unsurdan meydana gelmiş üç çocuktur yani hayvanat/hayvanlar, nebatat/bitkiler ve cemadat/cansız varlıklardır
#41
SORU: Divan şiirinde geçen hayvanlar nelerdir?
CEVAP: Bülbül (=hezâr, andelîb), şahin, keklik(=kebg), sülün (=tezerv), güvercin (=kebûter), papağan (=tûtî), tâvûs, kumrî (=kumru) ilk gruba, akbaba (=kerkes), baykuş (=bûm), karga (=gurâb, zâg), yarasa (=huffâş), çaylak (=zegân); Arslan (=şîr, gazanfer), peleng (=kaplan), bebr (=pars), âhû (=gazâl), çakal, tilki, fil (=pîl), eflek (=har), it (=seg, kelb), pervâne (=kelebek), sinek (=meges, zübâb), arı (=zenbûr), karınca (=mûr, mûrçe), örümce (=ankebût), balık (=mâhî), timsah (=neheng), yılan (=mâr, su’bân, ef’î), sincab, kakum, samur, deve (=nâka, üfltür, ba’îr).
#42
SORU: Bihzad kimdir?
CEVAP: Hüseyin Baykara(öl.1506)’nın ressamlarındandır. Divan şiirinde çizmiş olduğu resimlerdeki marifetiyle övülen ve sevgilinin güzelliği anlatılırken kendisinden bahsedilen bir kişidir.
#43
SORU: Divan şiirinin coğrafyasında hangi mekan isimleri görülür?
CEVAP: Çin, Rum, Şam, Mısır, Hindistan, Irak, Hicaz, İsfahan, Bağdad, Yemen, Babil, Tebriz, Kazvin, Azerbeycan, Türkistan, Semerkand,Buhara, Irak, Kerbela, Basra, Necef, Kudüs, Vadî-i Eymen, Mekke ve Medine, Aydın, Manisa, Karaman, Vardar, Edirne, İstanbul, Ceyhun, Dicle, Fırat, Aras, Nil nehirleri..
#44
SORU: Divan şiirinde kahramanlığı ve daha çok uğradığı iftiralar sonucunda “haksız yere öldürülme” sembolü olarak anılan efsanevi kahraman kimdir?
CEVAP: Siyavuş’tur.
#45
SORU: Divan şiirinde sarayı, çanı ve adaleti ile anılan İranlı efsanevi hükümdar kimdir?
CEVAP: Nuşirevan’dır.
#46
SORU: İskender kimdir?
CEVAP: Divan şiirinde Kur’ân’da adı geçen Zülkarneyn ile Makedonyalı Büyük İskender birbirine karıştırılmış ve ikisi aynı şahıs imiş gibi kabul edilmiştir. Şiirde “âb-ı hayat(=ölümsüzlük suyu)”ı aramak için “zulumât(=karanlıklar ülkesi)”a gitmesi, Hızır ile olan hikâyesi, dünyayı gösteren aynası (=âyîne-i İskender), Ye’cüc ve Me’cüc adı verilen bir kavmin yayılmasını engellemek için yaptırdığı sedd(=sedd-i İskenderî)i ve dünyaya hâkim olması ile anılır.
#47
SORU: Nesir terimini açıklayınız
CEVAP: Nesir (Nesr), bir edebiyat terimi olarak “nazm”ın karşıtıdır. Vezinli olmayan, düzyazı, söz anlamına gelir. Nesir yazılara “mensûr”, nesir yazarlarına da “nâsir” denir. Göktürkler döneminden hitabet üslubunun etkileyiciliği ve içeriğinin doğallığı ile Orhon Anıtları, Uygurlar döneminden çok farklı bir üslûpta kaleme alınan ve önemli bir kısmı Budizm ve Maniheizm etkisini taşıyan metinler İslamî dönem öncesi Türk edebiyatından günümüze kadar ulaşan az sayıdaki yarı edebî nesir örnekleridir. İslam dininin kabulünden sonraki ilk Türkçe nesir örnekleri ise Karahanlılar dönemine aittir.
#48
SORU: Eski Türk Edebiyatındaki nesir dilini kaç ana grupta inceleyebiliriz?
CEVAP: Eski Türk Edebiyatındaki nesir dilinin asırlar boyunca verdiği örneklerini bu açıdan iki grupta inceleyebiliriz: 1. Sade Nesir 2. Süslü Nesir. İlk nesir örnekleri sade nesirle verilmiştir. Sinan Paşa (öl. 1486)’nın Tazarrunâme’si süslü nesrin ilk örneği olarak kabul edilir. En uç örnekler olarak da Veysî (ö.1628) ve Nergisî (ö.1635)’nin eserleri gösterilir. Her iki nesir kolu da son dönemlere kadar devam etmiştir. Üslûp açısından mensur eserleri tarihî bir tasnife tabi tutmadan incelemek daha yerinde olur. İlk tarihlerimizden olan Âşık Paşazade Tarihi aslında sade nesrin örneği olmakla birlikte yine aynı türden asırlar sonra kaleme alınan İbni Kemal’in ve Hoca Sadeddin (öl.1599)’in tarihleri süslü nesre örnek verilebilir.
#49
SORU: Eski Türk edebiyatı tarihinin başlıca kaynaklarını sıralayınız.
CEVAP: Eski Türk edebiyatının tarih içindeki sürecinin değerlendirilmesine kaynaklık edecek başlıca eserler şunlardır: Şuara tezkireleri, Şakâ’ıku’n-Numâniyye tercüme ve zeylleri, mevki ve meslekler göre bilgi veren eserler, türlü biyografik eserler, Osmanlı tarihleri, bibliyografyalar, ansiklopedik eserler, sözlükler, edebiyat tarihleri, klasik belâgat kitapları ve münşeatlar
#50
SORU:
Türk tarihindeki iki önemli dönüm noktası hangileridir?
CEVAP:
Yeryüzündeki milletlerin edebiyatları, o milletlerin tarihsel süreç içerisinde geçirdikleri din, dil, coğrafya değişiklikleri ve bu değişikliklere bağlı olarak ilişkide bulundukları milletlerin uygarlık, kültür ve edebiyatlarının etkileri de dikkate alınarak birtakım dönemlere ayrılır. Türk tarihinde de iki önemli dönüm noktası vardır. Bunlardan biri Türklerin X. yüzyıldan başlayarak İslâm dinini kabul etmeleri, diğeri de XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı uygarlığının etkisi altına girmeleridir.
#51
SORU:
Türk edebiyatı kimi yazarlarca kaç döneme ayrılmıştır?
CEVAP:
Yeryüzündeki milletlerin edebiyatları, o milletlerin tarihsel süreç içerisinde geçirdikleri din, dil, coğrafya değişiklikleri ve bu değişikliklere bağlı olarak ilişkide bulundukları milletlerin uygarlık, kültür ve edebiyatlarının etkileri de dikkate alınarak birtakım dönemlere ayrılır. Türk tarihinde de iki önemli dönüm noktası vardır. Bunlardan biri Türklerin X. yüzyıldan başlayarak İslâm dinini kabul etmeleri, diğeri de XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı uygarlığının etkisi altına girmeleridir. Türk edebiyatı da Türk tarihindeki bu iki önemli dönüm noktası dikkate alınarak kimi yazarlarca “İslamiyet öncesi Türk edebiyatı”, “İslamî dönem Türk edebiyatı” ve “Batı etkisindeki Türk edebiyatı” olmak üzere üç ana döneme ayrılmıştır. Bununla birlikte Batı uygarlığının etkisine girildiğinde Türk edebiyatında
meydana gelen değişiklik, İslam dairesine girildikten sonraki kadar derin ve köklü olamamış, belli bir oranda da olsa dinin etkisi bu dönem edebiyatında da varlığını korumaya devam etmiştir.
#52
SORU:
Türk Dili'nin tarihsel gelişim süreci nasıldır?
CEVAP:
Türklerin İslâmiyetle VIII. yüzyıldan itibaren temas kurduğu kabul edilir. Topluca ve yaygın bir şekilde İslâmlaşma ise X. yüzyılda görülür. İslâmî Türk edebiyatının ilk önemli eseri olan Kutadgu Bilig’in yazıldığı tarih 1069’dur. Bu eser Doğu Türkçesi ile yazılmıştır. Doğu Türk yazı dili, tarihsel süreç içerisinde biri diğerinin devamı olan üç edebî dil hâlinde varlığını sürdürmüştür: “Karahanlı” (XI. yüzyıl), “Harezm-Altınorda” (XII-XV. yüzyıllar) ve “Çağatay” (XV.-XIX. yüzyıllar). Doğu Türkçesinin bir kolu da bünyesinde birtakım Oğuzca (=Batı Türkçesi) unsurlar da barındıran Memluk Kıpçakçasıdır. Türklerin Suriye ve Mısır’da meydana getirdikleri bir edebî dil olan Memluk Kıpçakçası, XV. yüzyıldan sonra tamamen Oğuzcalaşmış ve ayrı bir edebî dil olma özelliğini yitirmiştir. Doğu Türkçesi (=Hakaniye Türkçesi) Türk edebî dillerinden biri olup diğer kolu olan Batı Türkçesine göre daha önce edebî ürünler vermiştir. “Batı Türkçesi”nin ilk dönemine “Eski Osmanlıca”, “Eski Türkiye Türkçesi” ve “Eski Anadolu Türkçesi” gibi adlar verilmiştir. Bu dönem, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Çağı ile Osmanlı Devleti’nin XV. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanan kuruluş dönemini içine alır. Bu edebî dilin ikinci dönemi ise “Osmanlı Türkçesi” olarak adlandırılmıştır. Osmanlı Türkçesi, Osmanlı Beyliği’nin gittikçe güçlenerek Anadolu’da siyasi birliği sağlamasından, özellikle de İstanbul’un alınmasından sonra bu kentin yeni bir bilim, kültür ve uygarlık merkezi hâline gelmesiyle gelişen ve Arapça ve Farsçadan alınan kelimeler ve çeşitli gramer yapılarıyla anlatım gücünü geliştirerek XX. yüzyılın başlarına kadar varlığını sürdüren oldukça gelişmiş bir yazı dilinin, daha doğrusu yüksek bir edebî dilin adıdır. Batı Türkçesinin bir kolu da “Doğu Osmanlıcası” da denen “Âzeri Oğuzcası”dır. Kısacası Osmanlı Türkçesi, Batı Türkçesi dairesine dahildir. “Eski Türk Edebiyatı” olarak adlandırılan dönemin kuramsal olarak Köktürk, Uygur, Karahanlı, Harezm-Altınorda, Çağatay, Memluk-Kıpçak, Anadolu Selçuklu, Beylikler Çağı edebiyatlarını ve XIX. yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı Türkçesiyle yazılmış bütün edebî ürünleri kapsaması gerektiği hâlde günümüzdeki kullanım şekliyle “Eski Türk Edebiyatı”nın Türk dili tarihi açısından durduğu yer burasıdır.
#53
SORU:
Eski Türk Edebiyatında varlığını sürdüren edebi anlayış ve gelenekler nelerdir?
CEVAP:
Eski Türk edebiyatı, Osmanlı döneminde ortaya konulan edebiyat ürünlerini esas almakla birlikte Osmanlı döneminde tek bir edebî gelenek bulunmamaktadır. Farklı özellikleri göz önünde tutarsak, bu dönemde varlığını sürdüren üç ayrı edebî anlayıştan ve gelenekten söz etmek mümkündür:
1. Halk edebiyatı
2. Tasavvufî halk edebiyatı (=Tekke edebiyatı)
3. Klâsik Türk edebiyatı (=Divan edebiyatı)
Bu üç anlayış genel itibarıyla aynı zaman diliminde canlılıklarını sürdürmüştür. Eski Türk edebiyatı aslında bu üç anlayışı da kapsamakla birlikte, günümüzde anlam alanı dar tutulmuş olup bu üç koldan sadece sonuncusunu ele alır durumdadır.
#54
SORU:
Eski Türk Edebiyatını gösterdiği özellikleri göz önünde tutarak nasıl tanımlayabiliriz?
CEVAP:
Eski Türk edebiyatı, günümüzdeki kullanım şekline göre, Türk edebiyatının XIII. yüzyıl sonlarından XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar olan sürecini kapsar. Osmanlı devletinin coğrafyası içerisinde, devletin siyasi gelişimine paralel olarak gelişen, zenginleşen, devletin gerileme dönemlerinde bile yükselişini sürdüren, Türk edebiyatı tarihi içerisinde belli bir dönemde tamamlanmakla birlikte günümüzde bile etkileyiciliğini koruyan bir edebî gelenektir. Bu edebiyatı gösterdiği özellikleri göz önünde tutarak şu şekilde tanımlayabiliriz: Eski Türk edebiyatı, Türk edebiyatı tarihinin Osmanlı devletinin coğrafyasında XIII. yüzyıl sonlarında başlayıp XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını sürdüren, nazarî ve estetik esaslarını müşterek İslamî kültürden alan, örnek aldığı Fars edebiyatının etkisi altında şekillenen, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin geniş bir oranda yer aldığı bir Türkçe ile eserlerini veren, sanatlı söyleyişi önde tutan, kuralcılığın ve geleneğin ağır bastığı Türk edebiyatının bir dönemidir.
#55
SORU:
Eski Türk Edebiyatındaki adlandırma sorunu nedir?
CEVAP:
İran edebiyatı etkisinde gelişen ve XIX. yüzyıl ortalarına gelinceye kadar mükemmel denilebilecek eserlerini vermiş olan “İslamî dönem Batı Türk edebiyatı”, XIX. yüzyıl başlarından itibaren artık tükenmeye yüz tutmuş; bu yüzyılın ikinci yarısından sonra da yerini artık yeni bir edebî anlayışa bırakmaya başlamıştır. Batı, özellikle de Fransız edebiyatı etkisinde doğan ve gelişmeye başlayan bu yeni dönem Türk edebiyatı edebiyyât-ı cedîde (=yeni edebiyat) olarak adlandırılmıştır. Başlangıçta bu edebî anlayışı öncekinden ayırmak için eskisine edebiyyât-ı kadîme (=eski edebiyat) ya da bu dönemde yazılmış mensur (=düz yazı) eserleri bir tarafa bırakarak şi’r-i kudemâ (=eskilerin şiiri) gibi adlar verilmiştir. Daha sonra bu adlarla da yetinilmemiş; söz konusu edebiyat, onu yalnızca toplumun belli kesimlerine hitap eden bir edebiyatmış gibi gösteren havâs edebiyatı (=yüksek zümre edebiyatı), sarây edebiyatı, Enderun edebiyatı, edebiyyât-ı Osmâniyye (=Osmanlı edebiyatı), Osmanlı şiiri, Divan edebiyatı, ümmet edebiyatı, ümmet çağı Türk edebiyatı, İslamî Türk edebiyatı, klâsik Türk edebiyatı ve eski Türk edebiyatı gibi adlarla da anılmıştır. Ancak “havâs edebiyatı”, “sarây edebiyatı” ve “Enderun edebiyatı” gibi adlandırmalar bu edebiyatın, toplumun yalnızca belli kesimlerine hitap eden bir edebiyat olmadığının bilimsel araştırmalar sonucunda kesin olarak kanıtlanmasıyla artık tamamen terk edilmiştir.
#56
SORU:
Yerli ve yabancı edebiyat tarihçileri Eski Türk Edebiyatı için hangi isimleri kullanmışlardır?
CEVAP:
Hammer Purgstall (öl. 1856) ve E. J. W. Gibb (öl. 1901) gibi Batılı araştırmacılar bu edebiyat için “Osmanlı edebiyatı” ve “Osmanlı şiiri” gibi adları kullanmayı tercih etmişler; Fâik Reşâd (öl. 1851), Abdülhalim Memduh (öl. 1866) ve Şehabeddin Süleyman (öl. 1885) gibi modern anlamda ilk yerli edebiyat tarihçileri de söz konusu edebiyat için “edebiyyât-ı Osmâniyye” tabirini kullanmışlardır. Fakat bu adlandırmalar aynı kuramsal ve estetik temellere dayanan Beylikler çağı Türk edebiyatını göz ardı ettiği ve Osmanlı dönemi Türk edebiyatını Türk edebiyatı tarihinden bağımsız bir edebiyatmış gibi gösterdiği için doğru bir adlandırma olarak kabul edilmemiştir.
#57
SORU:
Eski Türk Edebiyatına Divan Edebiyatı ismini verenler kimlerdir?
CEVAP:
“Divan edebiyatı” ise, ilk olarak Ömer Seyfettin (öl. 1884) ve Ali Canip (öl.1967) tarafından kullanılmıştır.
#58
SORU:
Eski Türk edebiyatına Divan edebiyatı denmesinin gerekçesi neden yanlıştır?
CEVAP:
“Divan edebiyatı” ise, ilk olarak Ömer Seyfettin (öl. 1884) ve Ali Canip (öl.1967) tarafından kullanılmıştır. İlk başlarda bu adla Osmanlı sarayları ve konaklarında düzenlenen “meclis” ve “divan”lara özgü bir “yüksek zümre (=havâss)” edebiyatının kastedildiği bilinmektedir. Ancak zamanla bu adlandırmanın gerçek nedeni unutulmuş ve bu adın söz konusu dönem şairlerinin çeşitli formlarda yazdıkları şiirleri “dîvân” adı verilen kitaplarda toplamış olmalarından hareketle verildiği gibi bir yorum ortaya çıkmıştır. Bir yorum sonucunda ortaya çıkan ikinci gerekçeyi kabul etmek de altı yüz yıl sürmüş bir edebiyatın mensur eserlerini ve birtakım şiir formlarını yok saymak gibi bir sonucun ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
#59
SORU:
Eski Türk edebiyatını Ümmet edebiyatı adıyla anmak neden bilimsel değer taşımaz?
CEVAP:
“Ümmet edebiyatı”, “ümmet çağı Türk edebiyatı” ve “İslamî Türk edebiyatı” gibi adlandırmalar ise başlıca amacı sanat olan bu edebiyatı yalnızca dinî birtakım amaçlara hizmet eden bir edebiyatmış gibi gösterdiğinden bilimsel bir değer taşımamaktadır.
#60
SORU:
Klasik Edebiyat, Klasik Türk Edebiyatı gibi adlandırmalar kime aittir?
CEVAP:
“Klâsik edebiyat” ve “Klâsik Türk edebiyatı” gibi adlandırmalar ise Fuat Köprülü (öl. 1966)’ye aittir. Köprülü, son araştırma ve incelemelerinde bu edebiyatın “yüksek bir medeniyet dairesinde” kendi şartlarında ve kendine has klâsik bir edebiyat olduğunu kabul ederek “klâsik edebiyat” ya da “klâsik Türk edebiyatı” olarak adlandırılması gerektiğini ileri sürmüşse de bu dönem Türk edebiyatında Batı edebiyatlarındaki klasisizm ölçütlerini arayanlar bu edebiyatta söz konusu özellikleri göremedikleri için böyle bir adlandırmaya karşı çıkmışlardır.
#61
SORU:
Eski Türk Edebiyatı olarak adlandırılan edebi dönemin nazım ve nesirde esas aldığı edebiyat hangisidir?
CEVAP:
Bugün eski Türk edebiyatı olarak adlandırdığımız edebî dönemin gerek nazımda gerekse nesirde İslamî dönem İran edebiyatını örnek aldığı, bu dönem İran edebiyatının da kuramsal ve estetik olarak Arap edebiyatını esas aldığı bilinmektedir. Türklerden önce İslam dinini kabul etmiş olan İranlılar, nazımda Arap şiirinin vezin (=ölçü) ve kafiye (=uyak) sistemini; bir tür “mensur şiir” olarak kabul edebileceğimiz süslü nesirde (=nesr-i müsecca’) de aynı edebiyatın nesir anlayışını benimsemişlerdir. İranlı şair ve yazarların bu yeni dönem İran edebiyatını meydana getirirken vezin ve kafiye dışında esas aldıkları edebiyat kuramı da yine Arap “belâgat”idir. İranlıların başlangıçta Arap edebiyatının bütün esaslarını kabul etmiş olsalar da zaman içinde bu esaslar üzerinde birtakım küçük değişiklikler yaptıkları, kısmen de olsa kendilerine özgü bir edebiyat kuramı geliştirdikleri bilinmektedir. Dolayısıyla İslamî dönem Türk edebiyatının oluşum sürecinde Türk şair ve yazarlarının her bakımdan örnek aldıkları edebî esaslar, doğrudan Arap edebiyatının değil, birtakım değişikliklere uğramış biçimiyle İran edebiyatının edebî esasları olmuştur. Bu üç edebiyatın da esaslarını belirleyen ilk eserler Arap ve Fars dilleriyle yazılmış eserlerdir. Ancak Arap ve Fars dilleriyle yazılmış olan bu eserlerin birçoğunun yazarının Türk olduğu; örnek alınan İslamî dönem İran edebiyatının oluşumunda Türk şairlerin, yazarların ve onları sürekli teşvik eden Türk hükümdarların da önemli katkıları olduğu bilinmektedir. O hâlde İslâmî dönem Türk edebiyatının dayandığı kuramsal ve estetik esasları yalnızca Arap veya Fars edebiyatına ait edebî esaslar olarak kabul etmek yerine, bunları her üç milletin ortak bilgi birikimi olarak değerlendirmek daha doğru bir yol olarak görünmektedir.
#62
SORU:
Klasik dönem Türk şairlerinin etkilendiği ortak kültürün edebiyat etkisi nasıl olmuştur?
CEVAP:
Klâsik dönem Türk şairleri eserlerini söz konusu kuram ve estetik esaslar yanında ortak bir kültür ve geniş bir bilgi birikiminden yararlanarak yazmışlardır. Ancak bu ortak kültür ve bilgi birikimi şairi ya da yazarı dar sınırlar içinde bırakmamış; aksine onların şiire geniş bir bilgi ve kültür penceresinden bakabilmelerini sağlamıştır. Fakat bu kültür ve bilgi birikimi toplumun her kesiminin değil, ancak aydın kesiminin sahip olabildiği, üst düzeyde bir kültür ve bilgi birikimidir. Birçok bilim dalında bilgi sahibi olmayı, Arapça ve Farsçayı okuyup anlamayı, hayata tanıklık etmeyi, dili elde bir hamur gibi şekillendirebilmeyi ve hayatı sevmeyi gerektiren bir kültürdür bu. Kökü bu milletin kendi hayatına ve tarihine uzanan, ama kendi dünyalarına duydukları güven dolayısıyla farklı dünyaların kültürlerine kapılarını kapatmayan bir anlayışı barındırır. Bundan dolayı bu dönemin yakın ilişkide bulunulan iki medeniyet ve kültüründen, yani Arap ve Fars kültüründen aktarmalar ve etkilenmeler olmuş; bu etkiler şiire de yansımıştır. Dönemin şair ve yazarları edebiyatı ilgilendiren her alanda bilgi sahibi olmak, Arapçayı ve Farsçayı bu dillerle yazılmış edebî eserleri okuyup anlayacak, hatta bazen bu iki dilde şiir yazacak kadar iyi bilmek zorundadırlar.
#63
SORU:
Türk şairlerin Arap ve Fars kültürünü ve edebi anlayışlarını çokça benimsemiş olmalarının tarihi ve sosyal nedenleri nelerdir?
CEVAP:
Dönemin Türk şair ve yazarlarının Arap ve Fars kültürünü ve bu iki milletin edebî anlayışlarını bu derecede benimsemiş olmalarının tarihî ve sosyal nedenleri vardır. Bu nedenlerin başında İran ve Arap milletleri ile olan din birliği gelmektedir. Bir diğer önemli neden de Osmanlı devletinin kendine hedef olarak bölgesel bir güç olarak kalmayı değil, bir dünya devleti olmayı seçmiş olmasıdır. Bunun için de fethedilen topraklardaki farklı milletlere ait kültürlere ve uygarlıklara düşmanlık etmemiş, onların kültürlerinden ve bilgi birikimlerinden kendi değerlerini zorlamadığı sürece yararlanabileceği kadar yararlanmıştır. Nitekim İran’la savaşan ve Safevî Devleti’nin Anadolu’ya yönelik emellerini sona erdiren Yavuz Sultan Selim, savaştığı halkın diliyle şiir yazmakta bir sakınca görmemiş, onun bu tutumu ne kendi döneminde ne de daha sonra yadırganmıştır. İran edebiyatının Türk edebiyatı üzerinde bu derece etkili olmasının bir başka önemli nedenini de İranlıların İslâm dinini Türklerden yaklaşık iki yüzyıl önce kabul etmiş olmalarında aramak gerekir. İslam dinini İranlılardan sonra benimsemiş olmaları, Türklerin birçok konuda olduğu gibi sanat anlayışında da onları örnek almalarına yol açmış; bu da Türk ve Fars şairlerinin aynı edebiyat derslerini görerek ve aynı kitapları okuyarak yetişmeleri sonucunu doğurmuştur. Buna İranlılarla olan komşuluk ilişkilerinden doğan kültürel yakınlaşmayı ve İran topraklarının uzun yıllar Türk egemenliği altında kalmış olması gibi etkenleri de ilave edersek, Türk şairlerinin, iki yüz yıl önce başlamış olan İran edebiyatını örnek almış olmalarını doğal karşılamak gerekir. Bütün bu sebepler Divan şairlerinin dâhil oldukları medeniyet dairesindeki diğer milletlerle aynı kültür zemininde şiir söylemeleri sonucunu doğurmuştur. Bu müşterek kültür zemininin yanı sıra mahallî unsurlar ve Türk milletinin hayatı ve insanı kendisine özgü yorumlayış tarzı da bu şiirin kültür zemininin oluşmasında önemli bir role sahiptir.
#64
SORU:
Türkçe'nin Arapça ve Farsça ile münasebeti nasıl olmuştur?
CEVAP:
Türkler, İslam dinini kabul ettiklerinde yeni bir din ile birlikte bu dinde önemli bir yer tutan Arapça ile de karşılaşmışlardır. Dinî metinlerin anlaşılması için bu dilin bilinmesi, dinî kavramların karşılıkları tam olarak kullanılan dilde bulunmadığı için bu dilden aktarılması ve nihayet ibadet için bir başka dilde yazılmış olan Kur’ân-ı Kerim’in okunması ve anlaşılması lazımdı. Bu kaçınılmaz olarak Arapça ile teması doğurdu. Bununla birlikte İslâm kültürü ve sanatı ile olan yaygın ve sürekli ilişki İran yoluyla olmuş, sözünü ettiğimiz ilişki de sanat bağlamında büyük ölçüde Fars dili üzerinden olmuştur.
#65
SORU:
Fars edebiyatıyla karşılaşılması Türk edebiyatı üzerinde nasıl bir etki bırakmıştır?
CEVAP:
Türk edebiyatı, toplum yaşantısıyla da bağlantılı olarak, İslamdan önce sözlü bir edebiyat şeklinde idi. Türkler İranlılarla kültürel temasa geçtiklerinde karşılarında âhenkli bir şiir dili ve klâsikleşmiş bir edebiyat buldular. Böylece İslamlaştıktan sonraki dönemde bir taraftan İran coğrafyasındaki Türk devlet idarecileri bu dil ile meydana gelen edebiyatı desteklemiş; diğer taraftan Türk şairleri XII ve XIII. yüzyıllarda şiirlerini Farsça yazmışlardır. İslam dinini kabul ettikten sonra Türk ve İranlı bilginlerin farklı bilim dallarında eserlerini Arapça yazdıkları, İranlıların söz varlığı itibarıyla önemli miktarda Arapça kelimeyi kendi dillerine aldıkları, Türklerin edebiyatlarını İranlıların oluşturduğu estetik yapı üzerine bina ettikleri, bununla birlikte İranlıların bu estetik yapıyı Arapça eserlerin etkisi ile şekillendirdikleri, fakat bu Arapça eserlerin pek çoğunun da Türk yazarlarca kaleme alındığı görülmektedir. Bilim, kültür ve sanat alanındaki bu geçişlerin ve etkileşimlerin bu denli sınırsız bir şekilde olmasını içine girilen medeniyet anlayışının insana ve dünyaya bakış tarzı ile ilişkilendirmek gerekir.
#66
SORU:
Eski Türk Edebiyatını gelişim çizgisi ve buna bağlı olarak geçirdiği üslup farklılaşmalarını göz önünde bulundurarak kaç gruba ayırabiliriz?
CEVAP:
Eski Türk Edebiyatını gelişim çizgisini ve buna bağlı olarak geçirdiği üslup farklılaşmalarını göz önünde bulundurarak başlıca üç döneme ayırmak mümkündür:
1. Oluşum Dönemi: XIII. yüzyılın sonlarından XIV. yüzyıl sonlarına kadar devam eder. Dönemin önemli temsilcileri, Âşık Paşa (öl.1333), Gülşehrî (öl. XIV. yy.), Şeyhoğlu Mustafa (öl. 1401?), Ahmedî (öl. 1413) ve Şeyhî (öl. 1431?) gibi şairledir.
2. I. Klâsik dönem: XV. yüzyılın ilk yıllarından XVII. yüzyıl başlarına kadar devam eder. Ahmed Paşa (öl. 1496), Necatî (öl. 1509) ve Zâtî (öl. 1546) gibi şairlerle olgunluk kazanmaya başladığı; Fuzulî (öl. 1556), Bakî (öl. 1600), Nev’î (öl. 1599), Hayalî (öl. 1557) ve Taşlıcalı Yahya (öl.1582) gibi şairlerle de Türk edebiyatının İran edebiyatı etkisinden kısmen de olsa kurtularak artık kendi iç gelişimini tamamlayıp özgün eserlerini vermeye başladığı bir dönemdir.
3. II. Klâsik Dönem: XVII. yüzyıl başlarından XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eder. İran edebiyatındaki üslup farklılaşmasının etkisiyle özellikle şiirde yoğun olarak yeniden bu edebiyatın etkisi altına girdiği bir dönemdir. Sebk-i Hindî (=Hind üslubu) adı verilen bu edebî akımın Türk edebiyatındaki önemli temsilcileri Fehîm-i Kadîm (öl. 1647), Nâ’ilî (öl. 1666), Nedîm-i Kadîm (öl. 1670), Nef’î (öl. 1635) ve Şeyh Gâlib (öl. 1799)’dir.
#67
SORU:
Osmanlı toplumunda şiir ve şairin önemi nasıldı?
CEVAP:
Osmanlı dönemi Türk toplumunda şiirin ne ifade ettiğini anlamak, ancak bu toplumda şiir ve şaire verilen önemin anlaşılmasıyla mümkündür. Bu toplumda her zaman en üst düzeyde takdir gören sanat ve sanatkârlar arasında şiir ve şairin özel bir yeri olmuştur. Osmanlı toplumunda padişahtan sadrazama, vezirden bilim adamına, çeşitli devlet görevlilerinden farklı meslek gruplarına kadar şiir söyleme ve şiirden zevk alma o toplumun ortak zevkleri arasında yer almıştır. Sürekli savaş meydanlarında bulunmuş birçok padişahın aynı zamanda dönemlerinin önemli şairleri arasında yer almış olmaları da bunu açıkça göstermektedir. Kendisini elinde kılıç yerine bir gülle resmettiren Fatih Sultan Mehmet, sanat zevki yüksek bir padişah ve döneminin başarılı şairlerindendir. Yine Fatih’in veziri Mahmut Paşa (öl.1474), Divan’ı günümüze kadar ulaşmış bir divan şairidir. Yavuz Sultan Selim, Türkçe yanında Farsçayla da edebî değeri yüksek şiirler söyleyebilecek güçte başarılı bir şairdir. Kanûnî Sultan Süleyman, Divan edebiyatının en fazla şiir yazmış şairlerindendir. Bu şair sultanlar sadece payitaht (=başkent)lerde şiir ve sanatla ilgilenmemişler; hayatlarının önemli bir bölümünü geçirdikleri seferlerde de şiir ve sanatla uğraşmışlar; sefere çıktıklarında yanlarına bilginler ve sanatkârları da almışlardır. Tarihî kaynaklar şair padişahların, şehzadelerin, vezirlerin, dönemin bilim kurumları olan medrese hocalarının ve devlet adamlarının şiirlerinden örneklerle doludur. Padişahları şair olan bir devletin devlet adamlarının, bürokratlarının da şiirle, edebiyatla ilgilenmiş olmalarını doğal karşılamak gerekir. Bundan dolayı şairlik ve sanatkârlık devlet kademelerinde yer alan liyakat sahibi kişilerin ilerlemelerinde rol oynayan en önemli etkenlerden biri olmuştur. Bürokraside ve bilim alanında pek çok kişinin, yazdıkları şiirleri padişahlara, devlet adamlarına ya bizzat onların huzurunda okumaları ya da bir vesile ile göndererek sunmalarının sebeplerinden biri de budur. Devlet, diğer hizmetleri ve yeteneklerinin yanı sıra onların bu yönlerini de dikkate almış, bu kişileri ödüllendirmiş böylece toplumda şiirin, şairin ve sanatın yeri devlet eliyle yüceltilmiştir. Başarılı şairlere devlet tarafından maaş bağlandığı devrin tarihî kaynaklarından olan “in’amât (=bağışlar)” defterlerinde ve “şu’arâ tezkireleri”nde görülür. Ayrıca II. Bayezid’in kendi dönemindeki şairlerden şiir yazmalarını istemesi ve yazılan şiirlere şiirin derecesine göre ödül vermesi de yine bu dönemde şiire ve sanatkâra verilen önemin bir göstergesidir. Bununla birlikte sundukları şiirler karşılığında ödül alan, makamı yükseltilen, maaş bağlanan şairlerin çoğunun aslında devlette bir görevi bulunduğu ya da bir meslek sahibi olduklarını hatırlamak, sanatla ilgilenmenin o dönemin bürokrasisinde ve toplum hayatında ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir. Şu’arâ tezkirelerinde yer alan birtakım bilgilerden yola çıkarak Osmanlı dönemi şairlerinin şiir ve edebiyatla ilk kez aile çevresinde tanıştıklarını söylemek mümkündür. Ayrıca her aşamadaki eğitim öğretim kurumlarının dersleri arasında edebiyatla ilgili olanların ağırlıklı olarak yer aldığı; hatta Miftah Medreselerinde olduğu gibi yükseköğretim sisteminin bazı aşamalarına o dönemde okutulan edebiyatla ilgili teorik eserlerin adının verildiği görülmektedir. Bu, o dönemde eğitim öğretimde edebiyatın tuttuğu yerin önemini göstermektedir. Divan şairlerinin meslek grupları ve yetiştikleri bölgelerle ilgili olarak şairlerin hayatları ve eserlerinden örnekler veren “şuara tezkireleri” üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar ve istatistiksel bilgiler şunu göstermektedir: Bu kaynaklarda geçen 3000 civarındaki şair arasında en fazla “ilmiye sınıfı” mensupları, yani bilim adamları yer alır. Daha sonra “kalemiyye” adı verilen bürokrat sınıf gelmektedir. Bunlardan sonra saray mensupları, askerler, esnaf ve serbest meslek sahipleri yer almaktadır. Dolayısıyla divan şairleri, entelektüel birikimin en üst düzeyde olduğu dönemin yükseköğretim kurumlarındaki bilim adamlarından başlayarak toplumun hemen her kesiminden insanlardan oluşuyordu. Bu tespit başka bulgularla da desteklenmektedir. Çok geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı devletinde İstanbul dışında da pek çok kültür merkezi vardır. Genel olarak bu edebiyat bir şehir ve şehirli edebiyatıdır. Fakat en yoğun olarak divan şairi payitaht (=başkent) olan Bursa, Edirne ve İstanbul’da yetişmiş olmakla birlikte, bunların dışında Konya, Amasya, Diyarbakır, Kastamonu, Kütahya, Antep gibi Anadolu’daki şehirler, Bağdat, Vardar Yenicesi, Filibe, Manastır, Sofya gibi bugün Türkiye sınırları dışında kalmış kültür merkezleri de ünlü divan şairlerinin yetiştiği yerlerdir. Kısacası bu edebiyat şiirle küçük yaştan itibaren tanışan, kendisini şiirle ifade eden bir toplumun edebiyatıdır. Divan şairlerinin arasında, dönemin bilim ve devlet adamları fazla olmakla birlikte, çeşitli meslek gruplarından, hatta esnaftan şairlerin de bulunması bu gerçeği desteklemektedir.
#68
SORU:
Dönemin şiir kitapları nelerdir?
CEVAP:
Eski Türk Edebiyatında şiirlerin toplandığı üç tür kitap vardır: “dîvân”lar, “mesnevî”ler ve “mecmû’a-i eş’âr”lar.
#69
SORU:
Eski Türk Edebiyatında şiirlerin toplandığı kitaplardan olan "Divan" nedir?
CEVAP:
Klâsik dönem Türk şairlerinin çeşitli nazım şekilleri ile yazdıkları şiirler, “dîvân” adı verilen kitaplarda toplanmıştır. “Dîvân” kelimesinin aslı Farsça olup devlet idaresiyle ilgili kayıt defterleri, bunların ve bunları tutan kâtiplerin bulunduğu yer anlamında iken zamanla Arap edebiyatının önemli bir eseri olan Ebu Temmâm’ın kahramanlık şiirlerini topladığı Dîvânü’l-Hamâse’si gibi birden fazla şairin şiirlerinin bir araya getirildiği şiir mecmuası, daha sonra da belli bir şairin şiirlerinin toplandığı kitap ya da defter anlamını kazanmıştır. Klâsik dönem Türk şairlerinin çeşitli nazım şekilleri ile yazdıkları şiirler, bu şairlerin her bakımdan örnek aldıkları İran şairlerininki gibi “dîvân” adı verilen bu kitaplarda toplanmıştır. Ancak bu, her şairin bir divan sahibi olduğu anlamına gelmez. Bugün adlarını bildiğimiz, hatta bazı şiirleri günümüze kadar ulaşmış birçok şairin divanının elimizde bulunmaması, bu şairlerin ya bir divan oluşturacak kadar şiir yazmamış olmalarından ya da yazdıkları şiirlerin toplanarak çeşitli nedenlerle divan hâline getirilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Divanlar düzenlenirken nazım şekilleri esas alınmış ve şiirler genellikle kasideler, tarih kıt’aları, gazeller, musammatlar, rubâ’îler, kıt’alar, beyitler, mısralar düzeninde sıralanmıştır. Ancak Türk edebiyatında her zaman uyulmuş bir divan düzeninden söz etmek mümkün değildir. Musammatların gazellerden önceye alındığı, kasidelerin gazellerden sonraya konulduğu divanlar da vardır. Gazeller divanlarda redifli gazellerde redifin son harfi, redifsiz gazellerde de kafiyenin son harfine göre Osmanlı Türkçesi “elifbâ (=alfabe)”sı esas alınarak sıralanmıştır. Bazı harflerle kafiye bulmak güç olduğundan bütün harflerle gazel söylemiş şair sayısı oldukça azdır. Kasidede ise, böyle bir sıra gözetilmemiş; bu nazım şekliyle yazılmış manzumeler daha çok konularının önemine göre sıralanmıştır. Tarih kıt’aları ise son mısra ya da beyitlerinde birtakım önemli olayları “ebced”le tarihlendirmek için yazılmış; edebî olmaktan çok tarihî değer taşıyan manzumelerdir. Musammatların sıralanmasında genellikle bendlerinin mısra sayılarına dikkat edilmiş olsa da bunun bir kural hâline geldiğini söylemek mümkün değildir. Gazellerden sonra genellikle “mukatta’ât” olarak adlandırılan kıt’a, rübâ’î, matla’, müfred gibi küçük hacimli şiirler yer alır. Şiirlerin, bir başka açıdan bakarak kendi içlerinde nazım şekillerine göre gruplandığını da söyleyebiliriz. Bunda da esas olan nazım şekillerinin uzunluğu ya da kısalığıdır. Kasîde, terkîb-i bend, tercî’-i bend gibi uzun şiirlerle başlayan bir divan, orta uzunluktaki şiirler olan gazellerle ve gazele göre daha kısa nazım şekilleri ile devam eder; bağımsız beyitler ve mısralarla da son bulur. Bazı şairlerin divanları kendileri hayatta iken, bazılarınınki de ölümlerinden sonra düzenlenmiştir. Küçük hacimli ve eksik divanlara “dîvânçe”, nazım şekilleri bakımından zengin, geniş hacimli divanlara ise “müretteb divan” denir. Genellikle bir şairin divanı onun bütün şiirlerini içerir. Ancak Gelibolulu Âli (öl. 1600), Ahmed Namî gibi bazı şairlerin birden fazla divan tertip ettikleri de bilinmektedir. Divanlar Dîvân-ı Fuzulî, Divan-ı Bakî gibi şairlerinin adlarıyla anılırlar. Pek çok divan şairi Türkçe dışında Farsça divan da tertip etmişlerdir. Bazı divanlarda “dîbâce”, “mukaddime” adları verilen “önsöz” niteliğinde bir giriş bölümü yer alır. Bu bölümler şairin şiir ve sanata bakışı hakkında günümüze önemli bilgiler aktarır.
#70
SORU:
Eski Türk Edebiyatında şiirlerin toplandığı kitaplardan olan "Mesnevî" nedir?
CEVAP:
Mesnevî hem bir nazım biçimi, hem de bu nazım biçimi ile yazılmış kitaplara verilen addır. Divanlarda beyit sayısı en fazla otuza kadar çıkmış kısa mesnevîlere de rastlanmakla birlikte bu nazım biçimiyle genellikle “Leylâ ve Mecnun”, “Husrev ve Şîrîn”, Yûsuf ve Zelîhâ” gibi edebî değer taşıyan uzun, bazen binlerce beyit tutarındaki aşk hikâyeleri, destânî konular, öğretici yönü ağır basan dinî, tasavvufî, ahlakî eserler ve manzum sözlükler yazılmıştır. Mesnevîde beyitlerin diğer beyitlerden bağımsız olarak kendi içinde kafiyelenmesi ve gazel ve kasidede olduğu gibi beyit sayısı için bir sınırlama konulmamış olması, diğer nazım şekillerinde olduğu gibi şairleri kafiye bulma ve sayısı önceden belli birkaç beyit ile düşüncelerini ifade etme sıkıntısından kurtarmış; bu nedenle de uzun, bazen binlerce beyit tutan manzumeler bu nazım biçimiyle yazılmıştır.
#71
SORU:
Eski Türk Edebiyatında şiirlerin toplandığı kitaplardan olan "Şiir Mecmuası" nedir?
CEVAP:
Divanlar ve mesneviler dışında farklı şairlerin çeşitli nazım şekilleriyle yazdıkları şiirlerinin toplandığı “şiir mecmuaları (=mecmû’a-i eş’âr)” ile beğenilen bir şiire başka şairler tarafından yazılmış benzer şiirler(=nazîre)in toplandığı “nazire mecmua(=mecmû’a-i nezâ’ir)ları” bu dönemin antoloji niteliğindeki şiir kitaplarıdır. Bunların sayıları kesin olarak tespit edilemeyecek kadar çoktur. Bir kısmının toplayanı belli değildir. Nazire mecmualarının önemlileri şunlardır:
1. Ömer b. Mezid tarafından 1437 yılında derlenmiş olan Mecmû’atü’n-Nezâ’ir.
2. Eğridirli Hacı Kemal tarafından 1512-13 yıllarında derlenmiş olan Câmi’ü’nNezâ’ir.
3. Edirneli Nazmi tarafından 1524 tarihinde derlenmiş olan Mecma’u’n-Nezâîr.
4. Pervane Bey tarafından 1560 tarihinde derlenmiş olan ve kendi adıyla anılan Pervâne Bey Mecmû’ası.