Medya ve İletişim Dersi İletişim Kuramları soru cevapları:

Toplam 124 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

Medya hangi açılardan 20. yüzyılın bilimsel çalışma konularından biri olmuştur?


CEVAP:

Medyanın insanların yaşamları üzerinde ne tür etkilere sahip olduğu, toplumların kültürlerini değiştirme gücü, bireylerin tutum, davranış ve düşüncelerini yönlendirme rolü 20. yüzyılın bilimsel çalışma konularından biridir. Medyada gösterilen şiddetin çocuklarda ve yetişkinlerde ne denli şiddeti motive edeceği, politikacıların siyasal kampanyalarının seçmenlerin oy vermede seçimini nasıl etkileyeceği, toplumdaki ahlaki ve kültürel değerlerin yozlaşması sıklıkla güncel tartışmalarında konusu olmaktadır.


#2

SORU:

Medyaya yöneltilen eleştiriler hangi yöndedir?


CEVAP:

Medyada gösterilen şiddetin çocuklarda ve yetişkinlerde ne denli şiddeti motive edeceği, politikacıların siyasal kampanyalarının seçmenlerin oy vermede seçimini nasıl etkileyeceği, toplumdaki ahlaki ve kültürel değerlerin yozlaşması sıklıkla güncel tartışmalarında konusu olmaktadır. Medya şiddeti kanıksatması, toplumun ahlaki değerlerini “bozması”, yeni neslin tüketime alıştırılması gibi pek çok olumsuzluğun nedeni olarak işaret edilmekte; siyasi otorite tarafından denetim altına alma ve yönlendirme çabaları hiç bitmemektedir.


#3

SORU:

Medya ne ile suçlanmaktadır?


CEVAP:

Toplumsal yaşamda önemli bir güç olarak medya, bir taraftan elde edilmek ve denetlenmek istenen bir güç, diğer taraftan da insanları etkileme ve yönlendirme potansiyeliyle kolaycı bir yaklaşımla olumsuzlukların da sorumlu aktörü olarak suçlanmaktadır.


#4

SORU:

Medyanın önemi hangi alanlarda artmakta ve medya nasıl vazgeçilmez hale gelmektedir?


CEVAP:

Medyanın veya kitle iletişiminin gündelik yaşamdan toplumların ekonomik ve politik yaşamına hatta uluslararası ilişkilere kadar önemi gittikçe artmaktadır. Yeni iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle de her geçen gün her yaştan ve her sosyo-ekonomik gruptan insanın yaşamında vazgeçilmez şekilde yerini almakta; küreselleşmenin arttığı bir dünyada da medyasız bir yaşam düşünülememektedir.


#5

SORU:

Medya üzerine bilimsel çalışma yapmak neden önemli ve gereklidir?


CEVAP:

Medyanın toplumsal yapıdaki işlevleri düşünüldüğünde medya üzerine bilimsel çalışma yapmak önemli ve gereklidir; çünkü günümüz toplumlarında ekonomik alandan toplumsal ve kültürel alana kadar toplumsal yaşamda önemli meselelere doğrudan bir aktör olarak katılan önemli bir güçtür.


#6

SORU:

Medya hakkında tartışmalı görülen konular nelerdir?


CEVAP:

İletişim araştırmaları geleneği içerisinde medyanın gücü ve ideolojik işlevlerinden kuşku duyulmamasına karşın pek çok farklı kitle iletişim aracı ve bu araçlarda üretilen haberler, diziler, reklamlar, tartışma programları gibi hayli farklı program türleri içerisinde nasıl olup da medyanın yekpare ve homojen bir şekilde ideoloji üretebildiği önemli ve tartışmalı bir sorudur. Ayrıca, medyanın birbirinden farklı özelliklere sahip gruplara, coğrafyalara ve toplumlara seslenmesine rağmen nasıl olup da herkeste aynı tarz etki ve yönlendirme yapabildiği de bir başka anlamlı ve önemli tartışma konusudur.


#7

SORU:

İletişim çalışmaları ne zaman gelişme göstermeye başlamıştır?


CEVAP:

İletişim çalışmaları 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkıp gelişme gösteren bir alandır. 20. yüzyılın başlarında ilk çalışmaların yapılması bir tesadüf değildir çünkü yüksek tirajlı gazeteler, reklamların yaygınlaşması, popüler sinema ve gramofon müziklerinin başlangıcı ayrıca radyo ve telefonun icadı bu yıllardadır.


#8

SORU:

İletişim araştırmaları ilk kez ne zaman ve hangi bilimler içerisinde yapılmıştır?


CEVAP:

İletişim araştırmaları 20. yüzyılın başlarında ilk kez Amerika’da sosyoloji, sosyal psikoloji ve psikoloji gibi temel sosyal bilim disiplinleri içerisinden yapılmıştır.


#9

SORU:

Üniversitelerde iletişime özgü bölümler ne zaman açılmaya başlanmıştır?


CEVAP:

Üniversitelerde iletişime özgü bölümlerin veya araştırma merkezlerinin açılması II. Dünya Savaşı sonrasıdır.


#10

SORU:

Yüzyılın başında Amerikan üniversiteleri bünyelerinde açılan ilk gazetecilik okullarının iletişim alanındaki bilimsel bilgi birikimine pek katkısı yoktur, neden?


CEVAP:

Yüzyılın başında Amerikan üniversiteleri bünyelerinde açılan ilk gazetecilik okullarının alandaki bilimsel bilgi birikimine pek katkısı yoktur; çünkü bu okulların amacı basın kuruluşlarına nitelikli uzman yani iyi gazeteciler yetiştirme amacı taşımaktadır.


#11

SORU:

İletişim çalışma konusu olarak nasıl önem kazandı?


CEVAP:

Endüstrileşme sonrasında başlayan kırdan kente göç, kentlerdeki hızlı büyüme ve hızlı değişmeye paralel olarak gelişen Amerikan sosyal bilimleri kavrayışı içerisinde “iletişim” de çalışma konusu olarak önem kazandı. İletişim sürecine dayanan bir kültür ya da toplum anlayışının mevcut olması sebebiyle “iletişim” olgusu öncelikli bir teorik sorun ve demokratik bir toplumun başarısının bir ölçütü haline geldi.


#12

SORU:

Dewey 1925 yılında ele aldığı çalışmasında iletişimi nasıl tanımlamıştır?


CEVAP:

Dewey ise 1925 yılında kaleme aldığı çalışmasında iletişimi “emsalsiz olarak araçsal ve emsalsiz olarak sonuldur” şeklinde tanımladı. Ona göre iletişim, “bireyleri olayların bunaltıcı baskısından serbestleştirmesi ve anlamı olan bir şeyler dünyasında yaşamayı olanaklı kılmasından ötürü de araçsal, bir topluluk açısından değerli olan nesneleri ve sanatları bir paylaşma olarak da sonuldur”.


#13

SORU:

Dewey’e göre demokrasi nedir ve demokrasi ve kitle iletişim araçları arasında nasıl bir ilişki vardır?


CEVAP:

Dewey’e göre demokrasi bir yönetim biçiminden daha fazla bir şeydir; gönüllü biraradalığa dayalı hayat tarzını, ortak iletilmiş tecrübe tarzını temsil etmektedir. Dolayısıyla çoğulcu demokrasi ile kitle iletişim araçları arasında doğrudan bir ilişki olduğu görüldü ve kitle iletişim araçları, özellikle basın kuruluşları haber verme işlevi ve eleştiri yapma hakkı ile çoğulcu demokrasinin işleyişi ve korunmasında “zorunlu” bir kurum olarak kabul gördü.


#14

SORU:

Basın kuruluşlarına nasıl bir misyon atfedilmiştir? 


CEVAP:

Basın yasama, yargı ve yürütmenin yanısıra, ama bu üç gücün dışından bu üç gücü denetleyen bir güç olarak tanımlanır; çoğulcu demokrasinin garantörü olarak “4. Güç” metaforu kullanılarak basın kuruluşlarına, ideal bir yerden bakarak ve iktidar ilişkileri sorunsallaştırılmaksızın önemli bir toplumsal misyon atfedildi.


#15

SORU:

Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’da iletişim araştırmalarında ne zaman bir artış görülür?


CEVAP:

Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’da II. Dünya Savaşı sonrasında iletişim araştırmalarında önemli bir artış görülür ve iletişim araştırmaları geleneğinin temellerini atan çalışmalar da hayata geçirilir.


#16

SORU:

1940’lardan sonra medya ve iletişim çalışmaları sosyoloji disiplinin yapısal işlevci yaklaşımından ve sosyal bilimlerde egemenliğini hissettiren pozitivizmden nasıl etkilenmiştir?


CEVAP:

Örneğin, Lasswell 1948 yılında yayınladığı çalışmasında kitle iletişiminin toplumdaki işlevlerini sıralanırken teorik yaklaşımı yapısal işlevselci yaklaşıma yaslanır ve medyanın temel işlevi de toplumun sürekliliğini sağlamak olarak tanımlanır. İşlevselci yaklaşımın iletişimden ve kitle iletişiminden beklentisi toplumda uyumu yükseltme, devamlılık/süreğenlik ve toplumun normalleştirilmesidir. Bununla birlikte medyanın işleyişinde, şiddet yönelimini artırma gibi istenmedik sakıncalı sonuçların olabileceği de kabul edilir.


#17

SORU:

Amerikalı ve Kanadalı bilim adamlarının öncülüğünde geliştirilen iletişim araştırmaları kaç gruba ayrılarak ele alınmaktadır?


CEVAP:

Amerika ve Kanadalı bilim insanlarının öncülüğünde geliştirilen iletişim araştırmaları bugünden bakılarak üç ana gruba ayrılarak ele alınmaktadır:

  • İlk dönem (1890-1930): Güçlü Etkiler Dönemi
  • Orta dönem (1930-1960): Sınırlı Etkiler Dönemi
  • Geç Dönem (1960’tan günümüze uzanan süreç): Yeniden Etkiler Dönemi

#18

SORU:

Güçlü etkiler dönemi hangi zaman dilimini kapsamaktadır?


CEVAP:

19.yüzyılın sonu ile II. Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar ki süreçte yapılan iletişim araştırmaları “Güçlü Etkiler Dönemi” olarak adlandırılmaktadır.


#19

SORU:

Bu döneme güçlü etkiler dönemi denilmesinin sebebi nedir ve bu zaman diliminde geliştirilen kuramlara hangi isimler verilmiştir?


CEVAP:

Bu dönemde medyanın insanlar üzerinde çok güçlü etkilere sahip olduğu ön kabulü vardır. Bu nedenle de bu zaman diliminde geliştirilen kuramlara “Hipodermik Şırınga”, “Gümüş İğne” ve “Sihirli Mermi” gibi isimler verilmiştir. Tıpkı bir şırıngadan ilacın insan vücuduna enjekte edilmesi veya bir merminin yönünden sapmaksızın tam hedefine ulaşması gibi medya aracılığıyla insanların istenildiği gibi yönlendirilebileceği öne sürülmektedir.


#20

SORU:

Güçlü etkiler döneminin iletişim çalışmalarında psikolojinin Uyaran-Tepki modeli nasıl kullanılmıştır, açıklayınız?


CEVAP:

Psikolojinin Uyaran-Tepki modelinin kullanıldığı ilk dönemin iletişim çalışmalarında medya mesajlarının birer uyaran olduğu ve bu uyarana karşılık vermelerde tepki olarak kabul edilir. Dolayısıyla iletişim araştırmaları bireylerin medyanın etkisiyle davranışlarındaki değişikle ilgilenir. Medyanın iletilerinin insanların zihinlerine rahatlıkla nüfuz edebileceği ve bu kişilerin de rahatlıkla bu mesajların söylediğine uygun davranacağı kabul edilmektedir. Dolayısıyla, medyayı elinde bulunduranların veya medyaya sahip olma şansına sahip olanların, toplumu istediği gibi yönetebileceği bu dönem kuramlarının öne sürdüğü iddialardır.


#21

SORU:

1940’lı yıllara kadar bilim insanlarının medyanın hayli güçlü ve insanları istenildiği şekilde etkileme gücüne sahip olduğu inancı hangi temel nedenlere dayanmaktadır?


CEVAP:

Dört temel nedene dayanmaktadır. Bunlar;

  • Radyo ve sinema geniş kalabalıklara seslenme kapasitesine sahip yeni iletişim teknolojileri sayesinde, iletişim alanında da seri üretimin yapılması ve bunun bir sonucu olarak da kitle izleyicisinin yaratılması.
  • Sanayi Devrimi sonrasında kentleşmenin artması ve kırsal alanlardan insanların kalabalıklar halinde kentlere göç etmesi. Dolayısıyla kentlerde değişken, katılımsız, cemaat bağlarından ve geleneksel değerlerinden koparak köksüzleşmiş, kendisine yabancılaşmış; doğal olarak da manipülasyona açık toplumların oluştuğuna olan inanç.
  • Böylesi bir toplumda yaşayan insanların hayli savunmasız bir duruma düşerek medyanın etkilerine daha açık hale geldiğine inanılması.
  • II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi propagandasında radyonun etkin kullanımı sonucu medyanın, I. Dünya Savaşı’nda halkın beynini yıkadığı ve Avrupa’da faşizmin iktidara gelmesine yol açtığı düşüncesi.

#22

SORU:

Güçlü etkiler döneminde medyaya neden sahip olduğundan çok daha fazla bir güç atfedilmiştir, açıklayınız?


CEVAP:

Güçlü etkiler olarak adlandırılan ilk dönemin iletişim kuramlarında bireyler, sanayileşme ve kentleşmenin bir sonucu olarak medya programları karşısında hayli savunmasız ve edilgen olarak tasavvur edilmiş, medyanın insanları kısa vadede ve doğrudan rahatlıkla etkileyebileceği, insanların tutum ve düşüncelerinin istendik şekilde yönlendirilebileceği kabul edilmiştir. Ayrıca bu dönemin araştırmalarında yetersiz ve eksik yöntemlerin kullanması, kuramların yanlış ve abartılı varsayımları nedeniyle toplum ile medya etkileşimine ilişkin yeterli bilgiler sunamamış; medyaya, sahip olduğundan çok daha fazla bir güç atfedilmesine yol açmıştır.


#23

SORU:

Medyaya neredeyse her şeye gücü yeten bir araç olarak gören birinci dönemin medya kuramları hangi araştırmaların sonuçlarıyla terk edilmiştir?


CEVAP:

Bunlardan birincisi askerlerle yapılan eğitim amaçlı çalışmalar; diğeri ise 1940 Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimi esnasında seçmenlerin oy verme davranışında medya etkisinin araştırılmasıdır.


#24

SORU:

Pek çok araştırmacıyı, medyanın bireylerin tutumlarını neden ve ne şekilde etkilediği üzerinde çalışmaya yönelten unsur nedir?


CEVAP:

Hitler’in liderliğinde Nazi propagandasının geniş insan toplulukları tarafından kabul görerek hayli etkili olması pek çok araştırmacıyı, medyanın bireylerin tutumlarını neden ve ne şekilde etkilediği üzerinde çalışmaya yöneltir.


#25

SORU:

Amerikalı araştırmacı Hovland’ın askerlerle yaptığı araştırmanın içeriği nedir?


CEVAP:

Amerikalı araştırmacı Hovland, askerlere propaganda içerikli filmler izlettirerek, hem onları savaşma konusunda eğitmeye hem de medya aracılığıyla yapılan propagandanın etkilerini ölçmeye çalışır. Askerlerle yapılan laboratuvar çalışmaları önemlidir; çünkü bu araştırmaların bulguları ilk dönemde olduğu gibi medyanın, insanların tutumlarını değiştirmede ve ikna etmede sanıldığı kadar güçlü olmadığını ortaya koyar. Deney grubunda bulunan askerlere yoğun propaganda içeren filmler izlettirilmesine rağmen bu grupta bulunan askerlerin savaşma motivasyonunda önemli bir artış sağlanamaz. Eğitim seviyesi yüksek olan askerlerin, eğitimi daha az olanlara göre daha fazla bilgilendiği gözlenir.


#26

SORU:

Amerikalı araştırmacı Hovland’ın askerlerle yaptığı araştırmanın sonucu nedir?


CEVAP:

Ancak deney grubu ile kontrol grubu arasında anlamlı farklılıkların bulunmaması, ilk dönemin etki tanımlamasının değiştirilmesine, medyanın tüm insanlar üzerinde aynı derecede ve çok güçlü etkiye sahip olmadığı sonucuna ulaşılmasına yol açar.


#27

SORU:

Paul Lazarsfeld ve ekibinin yaptığı seçim araştırmaları “medyanın güçlü etkilere sahip olduğu” varsayımını nasıl doğrulamaz?


CEVAP:

Avrupa’dan Amerika’ya göç eden araştırmacı Paul Lazarsfeld ve ekibinin yaptığı seçim araştırmalarında seçim öncesi dönemde siyasi partiler tarafından yürütülen siyasi propaganda içerikli iletişim kampanyalarından farklı etkilenildiği gözlenir. Farklı etkilenmenin nedeni ise insanların farklı sınıf, bölge ve sosyo-ekonomik yapıya sahip olması ile açıklanır. Dolayısıyla herkesin aynı tarzda etkilendiği homojen bir toplum yoktur.


#28

SORU:

Lazarsfeld ve ekibinin medya etkileri konusunda yaptığı üç farklı ve önemli tespit nedir?


CEVAP:

Lazarsfeld ve ekibi medya etkileri konusunda aktifleme, güçlendirme ve değiştirme olmak üzere üç farklı ve önemli etki tespiti yapar:

  • Aktifleme: Siyasal kampanyalar insanların var olan yönelimlerini aktifler. Çünkü insanlar zaten medyadan kendi yönelimlerine uygun içerikleri seçerek takip ederler. Medya insanların toplumsal konumlarından kaynaklanan tercihlerini gerçekleştirmeleri için teşvik eder.
  • Güçlendirme: Kararlı seçmenler için siyasal kampanyaların anlamı farklıdır. Medya, insanların sahip oldukları tutum ve fikirlerin daha güçlenmesini veya kuvvetlenmesini sağlar.
  • Değiştirme: Medya bireylerin var olan tutum, görüş veya davranışlarını tümüyle değiştirmede başarılı olamamaktadır. Örneğin, bireyler, kendi görüşleri ve yaşam tarzlarına uygun olmayan bir siyasal partinin seçim kampanyasından etkilenmemekte ve o partiye oy vermemektedir.

#29

SORU:

Lazarsfeld ve arkadaşlarının yaptığı araştırmaların sonucu nedir?


CEVAP:

Lazarsfeld ve arkadaşları yaptıkları araştırmalar sonucunda, medyanın seçim kampanyalarının insanların oy verme davranışı üzerinde doğrudan ve birebir çok etkisinin olmadığı, ancak yüz yüze iletişimin veya bireyler arasındaki etkileşiminde önemini koruduğunu ifade eder. Doğrudan etkilerden çok bireylerin içinde bulunduğu toplumsal koşullara dikkat çeken Lozars Feld dolaylı yani bireyler arası etkileşime vurgu yapar. Grup dinamiği ve liderlik vasfına sahip insanların etkileme kapasitesine işaret eden İki Aşamalı Akış adlı yeni bir kuram geliştirir.


#30

SORU:

İki Aşamalı Akış kuramı nasıl işlemektedir, açıklayınız?


CEVAP:

Kamuoyu lideri veya kanı önderi denilen kişiler, ortalama insanlara göre medyayı ve siyasal gelişmeleri daha çok takip eden; halk arasında eğitimi, yaşam deneyimi veya kuvvetli öngörüye sahip olması gibi nedenlerle saygınlığı olan kişilerdir. Köy muhtarları, öğretmenler, ailenin büyükleri, toplumun aydınları birer kamuoyu lideri olarak kabul edilebilir. Bu kişiler medyadan aldıkları bilgileri kendi bilgi, deneyim ve görüşleri doğrultusunda değerlendirirler; kendi yorumlarını da katarak çevrelerindeki insanları yönlendirirler. İnsanlara ne yapmaları veya nasıl davranmaları gerektiğini medyadan ziyade kendi grup içinde saygınlığı olan kişiler telkin etmektedir.


#31

SORU:

Lazarsfeld ve arkadaşlarının yaptığı araştırmaların iletişim alanına katkısı ne olmuştur?


CEVAP:

Böylelikle 1940’lı yıllarda medyanın ilk yıllarda olduğu gibi tek başına çok güçlü bir etkileme potansiyeline sahip olmadığı; yüz yüze iletişimin de önemini koruduğu görülür. Dolayısıyla bu dönemin kuramlarında, araştırmalardaki bulgulardan hareketle medyanın sınırlı veya zayıf etkilere sahip olduğu öne sürülür.


#32

SORU:

Televizyon ve etkileri neden üzerinde yoğun çalışılan bir alan olmuştur?


CEVAP:

1960’lı yıllar yeni bir kitle iletişim aracı olarak televizyonun baş döndürücü bir hızla insanların yaşamına girdiği dönemdir. Bir kitle iletişim aracı olarak televizyon, kolay erişim ve hayli ucuz olması nedeniyle süratle her evin oturma odasına girerken tiyatro, opera ve sinema gibi dışarıda salonlarda izlenen kültür ve sanat etkinliklerinin de yerini kolaylıkla doldurmuştur. Görsel-işitsel bir araç olması, her eğitim düzeyi ve ekonomik gruptan insana hitap edebilmesi nedeniyle televizyon hem politikacıların hem de siyasal iktidarın kendi politikalarını anlatma, benimsetme ve yönlendirmede yoğun olarak kullandığı bir kullanışlı bir propaganda aracı olarak gündelik yaşamda yerini almıştır.


#33

SORU:

Yeniden Etkiler olarak adlandırılan üçüncü iletişim araştırmaları döneminde günümüzde de geçerliliğini koruyan hangi kuramlar geliştirilmiştir?


CEVAP:
  • Kullanımlar ve Doyumlar
  • Gündem Belirleme
  • Suskunluk Sarmalı
  • Yetiştirme / Ekme Kuramı

#34

SORU:

Kullanımlar ve Doyumlar kuramının gelişimine yol açan bakış açısı nedir?


CEVAP:

Amerikalı bir psikolog olan Elihu Katz, o zamana kadarki iletişim araştırmalarının “Medya insanlara ne yapar?” sorusu doğrultusunda şekillendiğini oysa “İnsanlar medya ile ne yapar?” sorusu ekseninde çalışmak gerektiğini belirterek, bu sorudan temellenen Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı’nın gelişimine yol açan alan çalışmaları yapar.


#35

SORU:

Katz’a göre insanların ne tür ihtiyaçları vardır?


CEVAP:

Katz’a göre insanların toplumsal ve psikolojik kökenli olmak üzere değişik ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar nedeni iledir ki insanlar, medyadan ve diğer bilgi kaynaklarından bu ihtiyaçlarını gidermek için beklentilere sahiptir. Örneğin, bireyler sosyal bir varlık olmanın bir gereği olarak içinde yaşadıkları toplum ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmek, haber ve enformasyona ulaşmak isterler. Bu nedenle de medyanın sunduğu haber bültenleri onların bilgilenme ihtiyaçlarını doyuma ulaştırır. Aynı şekilde günlük yaşamın sıkıntıları ve zorluklarından kurtulmak için eğlenme ihtiyacı duyarlar. Sinema, radyo tiyatroları, müzik programları ve özellikle pek çok televizyon program türü insanlara ucuz eğlence sunar; gündelik yaşamın stres ve bunalımlarından geçici süreliğine de olsa uzaklaşmaları sağlanır. Böylelikle psikolojik bir ihtiyaç olan sorunlardan kaçış ve eğlenme isteği bazı medya içeriklerinin izlenmesi/okunması/dinlenmesi ile giderilir.


#36

SORU:

Kullanımlar ve Doyumlar kuramı izleyicilere hangi açıdan yaklaşmaktadır?


CEVAP:

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı’nda izleyiciler, medya içeriklerinin yönlendiriciliğinde pasif alıcılar değil; ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda medyayı bilinçli olarak kullanan tüketiciler olarak değerlendirilmektedir. Medya kullanımında ve medya içeriklerinin tüketilmesinde izleyicilerin kendi dünya görüşleri, eğitim seviyeleri, politik yönelimleri doğrultusunda seçim yaptıkları tespit edilmiştir. Örneğin, insanlar, günlük olarak okudukları veya satın aldıkları gazeteleri seçerken ideolojik görüşlerine en yakın olanı veya benzer yayın politikasına sahip olanını seçmektedirler. Ayrıca bu kurama göre, izleyici, okuyucu ve dinleyicilerin medya metinlerinde verilmek istenen anlamdan çok daha farklı yorumlar geliştirebileceği de öne sürülmektedir.


#37

SORU:

Kullanımlar ve Doyumlar kuramı hangi varsayıma dayanmaktadır?


CEVAP:

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı’nda, insanların medya içeriklerini kendi ihtiyaçları doğrultusunda seçerek tükettikleri görüşü izleyicilerin medya karşısında savunmasız olmadığı, medyanın onları rahatlıkla manipüle edebileceği görüşünün aksine bir varsayıma dayanmaktadır. Ayrıca izleyiciler “kültürel eblehler” olarak kabul edilmemekte; insanların her programı izlemeyerek seçici olma gibi bir edimle kendilerini medya manipülasyonundan koruyabildiği öne sürülür. Ayrıca toplumun tüm bireyleri medya programlarını zaten benzer tarzda tüketmemektedir. Yaş, cinsiyet, sosyo-ekonomik konum gibi pek çok değişken medyanın kültürel tüketiminde belirleyicidir.


#38

SORU:

Kullanımlar ve Doyumlar kuramının en çok eleştirilen yönü nedir?


CEVAP:

Bu kuramın en fazla eleştiri alan yönü medya içeriklerinin her zaman insanların her çeşit ihtiyaçlarını karşılayacak kapasiteye sahip olmadığıdır. Yayıncılık politikalarının ve dolayısıyla da medya içeriklerinin medya sahiplerinin istekleri ve ekonomik çıkarları doğrultusunda üretildiğidir. Medya patronlarının bireysel olarak ekonomik ve hatta politik çıkarlarının korunmasının halkın taleplerinin karşılanmasından daha belirleyici olabilmektedir. Medyaya sahip olan sermaye grupları çoğuna politik aktörlerle de ekonomik ve siyasi çıkar ilişkileri içerisinde olmakta ve bir dayanışma sergilemektedir. Böylesi bir sermaye ile politik aktör grubunun hizmetinde olsa bile medya toplum için yönlendirici bir güç olmaya devam etmektedir.


#39

SORU:

Nicelik olarak pek çok medya kuruluşunun yayıncılık sektöründe olması, neden her zaman izleyiciye çok seçenek sunulduğu anlamına gelmemektedir?


CEVAP:

Örneğin, ülkemizde eğlence amaçlı izlenen televizyon dizilerinin çoğu, içerik açısından birbirine çok benzerlik taşımakta ve aynı tür mesajlar vermektedir. Çünkü yayıncılık sektöründe medya kuruluşları bir rekabet içindedirler. Reklam, medya kuruluşlarının en temel gelir kaynağıdır. Reyting adı verilen en çok izlenen, okunan veya dinlenen programlar ve kuruluşlar pazardaki reklam gelirinin büyük payını almaktadır. Görünürde insanların medyadan seçerek izleme/dinleme/okuma gibi bir seçenekleri olması ve kumandanın kendi ellerinde olması dolayısıyla istemedikleri programları izlememeleri gibi bir kontrol hakkına sahip olmasına rağmen medya içeriklerinin oluşturulmasında ve tüketilmesinde, reyting rekabeti daha belirleyicidir. Kontrolün izleyicide olduğu öne sürülse de gerçekte program içerikleri birbirine çok benzemekte, sektördeki reyting mücadelesi belirleyici olmaktadır.


#40

SORU:

Gündem Belirleme kuramına göre hangi haberlerin haber olacağına kim ve neye göre karar vermektedir?


CEVAP:

Eşik bekçileri adı verilen medya profesyonelleri, haberlerin üretim aşamasında hangi olayların haber olarak halka duyurulacağına, hangi olayların ise haber olarak yer almaması gerektiğine karar verirler. Eş deyişle basın kuruluşlarındaki editör, yayın yönetmeni gibi yöneticilik konumundaki gazeteciler gündemi kurmaktadır. Medya profesyonelleri neyin haber olacağına karar vermede kişisel görüş ve kanaatlerine göre hareket etmediklerini öne sürerler. Haber değeri adı verilen gazetecilik normlarına göre davranmaları ve görevlerini de tarafsız/adil şekilde yerine getirmeleri gerekmektedir.


#41

SORU:

Gündem Belirleme kuramının temeli neye dayanmaktadır?


CEVAP:

Gündem Belirleme Kuramı’nın temeli, medyanın haber üretme ve sunuş tarzıyla halk veya kamu gündemini belirlediği düşüncesine dayanmaktadır. Kamu gündemi ise doğrudan halkla görüşerek, “Bugünlerde sizi en çok ilgilendiren problem nedir?” şeklinde onlara yöneltilen soruya alınan yanıtlardan oluşan, kamuoyunun en çok ilgilendiği sorun ya da konuların sıralamasıdır.


#42

SORU:

Gündem Belirleme kuramının kurucuları kimdir ve bu kuram nasıl ortaya atılmıştır?


CEVAP:

Kuramın kurucu isimleri Amerikalı iletişim bilimciler MaxwellMcCombs ve Donald L. Shaw’dır. McCombs ve Shaw seçim döneminde medya gündeminin, kararsız seçmenlerin kararlarını nasıl etkilediğini araştırmışlardır. Medyanın gündemine aldığı yani önem verdiği olaylar seçmenler tarafından da önemli hale gelmeye başlamıştır. Buradan hareketle McCombs ve Shaw, medyanın kurduğu gündem ile halkın bilişsel dünyalarını biçimlendirdiğini öne sürmektedir.


#43

SORU:

Gündem Belirleme kuramının varsayımı nedir?


CEVAP:

Bu kuramın temel varsayımına göre medya insanların nasıl düşüneceklerini etkilemede önemli bir güce sahip değildir; ancak ne hakkında düşüneceklerini ve neyi önemli olarak algılayacaklarını belirlemede hayli güçlü/etkili bir araçtır.


#44

SORU:

Kamuoyu ne demektir?


CEVAP:

20.yüzyılda yaygın kullanıma kavuşan “kamuoyu” kavramı da insanları bir arada tutan “yazılı olmayan yasalar” için kullanılmaktadır. İşte toplumun çoğunluğu tarafından kabul gören bu uzlaşı/oydaşma insanları bir arada tutmaktadır.


#45

SORU:

Suskunluk Sarmalı Kuramı hangi varsayıma dayanmaktadır?


CEVAP:

Suskunluk Sarmalı Kuramı, yalnızca üyelerinin birbirlerini tanıdıkları grupların değil, toplumun da genel uzlaşıdan sapan bireyleri tehdit ettiği varsayımına dayanmaktadır. Bu tehdit ise şantaj, göz dağı verme, korkutma gibi somut eyleme dayanmaz; bireyler belki de genetik olarak belirlenen bilinçaltı bir dışlanma korkusu taşımaktadırlar. Bu dışlanma korkusu, insanların çevrelerinde hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin taraftarlarının arttığını veya azaldığını düzenli olarak kontrol etmelerine yol açar. İşte bu gözlemlerin sonuçları insanların kamu önünde konuşma ve davranışta bulunma isteklerini etkiler.


#46

SORU:

İnsanlar kendi fikirlerinin kamuoyunda uzlaşı içinde yer aldığına inanırsa ya da azınlıkta olduğunu hissederlerse ne yaparlar?


CEVAP:

Eğer insanlar kendi fikirlerinin kamuoyundaki uzlaşı içinde yer aldığına inanırlarsa, özel ve kamusal tartışmalarda yüksek sesle konuşma cesaretine sahip olurlar. Örneğin rozetler ve arabalarına yapıştırdıkları sloganlarla veya giysilerinde halkın görebileceği biçimde üzerilerinde taşıdıkları çeşitli simgelerle düşüncelerini açığa vururlar. Bunun aksine insanlar azınlıkta olduklarını hissettiklerinde ise suskun ve temkinli davranırlar; böylelikle kamu önünde kendi taraftarlarının zayıflığı konusundaki yargı daha da güçlenir. Bu durum, geçmişten gelen değerlere sıkı sıkıya bağlı kararlı bir azınlık dışında, zayıf tarafın fikirleri tümüyle ortadan kaybolana kadar veya bir tabuya dönüşene kadar sürer.


#47

SORU:

Suskunluk Sarmalı Kuramı araştırmalarda hangi unsurları göz önünde bulundurur?


CEVAP:
  • Toplum, genel kabul görmüş değerler ve düşüncelerin dışında davrananları tehdit eder.
  • Bireyler sürekli olarak dışlanma korkusu duyarlar.
  • Bu korku nedeniyle bireyler, sürekli çevrelerindeki tutum ve düşünceleri gözlemleyip, öğrenmeye çalışırlar.
  • Bu gözlemleri sonucunda edindiği izlenimler doğrultusunda fikirlerini açıkça dile getirir veya suskun kalmayı tercih eder.
  • Bu dört varsayım birbiriyle etkileşim halinde kamuoyunun oluşması, sürdürülmesi ve değişmesinde etki etmektedir.

#48

SORU:

Suskunluk Sarmalı Kuramına göre bir toplum tartışmalı bir konu hakkında tarafların güçlülüğü ve zayıflığı hakkındaki bilgiye nasıl ulaşabilir?


CEVAP:

Birincisi, birey kendi deneyim alanı içinde doğrudan gözlem yapabilir. İkincisi ise medyanın sağladığı haber ve enformasyonu takip edebilir. Günümüzün modern toplumlarında ise bireylerin kendi yaşam ve kişisel deneyimiyle ilgisi olmayan tüm konularda fikir iklimine ilişkin bilgilenmeler önemli oranda medya aracılığıyla olmaktadır.


#49

SORU:

Medya insanların fikirlerini nasıl etkilemektedir?


CEVAP:
  • Toplumdaki çoğunluğu oluşturan taraf yaygın medya tarafından desteklendiği taktirde, bu grubun üyeleri düşüncelerini dile getirmekte daha istekli olurlar.
  • Eğer medya karşıt tarafı, yani azınlığı oluşturan tarafı desteklerse çoğunluğu oluşturan taraf suskun kalmayı yeğler ve sessiz çoğunluk haline gelir.
  • Azınlık, medyanın düşmanca tutumuyla karşılaşırsa kamusal alanda düşüncelerini dile getirmeye çekinir ve sessizliğe bürünür.

#50

SORU:

Yetiştirme ve Ekme Kuramına göre televizyonun etkileri nasıl ortaya çıkmaktadır?


CEVAP:

Yetiştirme veya Ekme Kuramı’na göre televizyonun etkileri kısa sürede ortaya çıkmamakta, uzun vadeli olarak, yavaş yavaş ve zaman içerinde birikerek oluşmaktadır.


#51

SORU:

Yetiştirme ve Ekme Kuramına göre televizyonun etkileri neye etki etmektedir?


CEVAP:

Bu kurama göre televizyonun etkileri insanların davranışlarından çok tutumlarına etki etmektedir. Günümüz toplumlarında bireyler var olan bir medya ağı içinde doğmaktadır ve insanların toplumsallaşma yani içinde bulunduğu toplum ve kültürü tanıyıp, ona adapte olma sürecinde televizyon artık çok önemli bir etkendir.


#52

SORU:

Yetiştirme ve Ekme Kuramına göre televizyon “merkezileşmiş bir öykü anlatma sistemidir” ifadesini açıklayınız?


CEVAP:

Bu sistem, insanların içinde yaşadıkları toplumda nesnelerin ve olayların nasıl işlediği, olayların ne olduğu ve nesnelerle ne yapılması gerektiğini ifade etmektedir. Dramalar, reklamlar, haberler ve diğer televizyon programlarıyla her eve ortak imgeler ve iletiler dünyası götürmektedir, işte televizyonun yansıttığı dünya, gerçek dünyadan farklıdır. Bununla birlikte televizyon ekranlarında kurulan sosyal gerçeklik insanların algılamasında farklılaşır (Özer, 2007) ve dışsal dünya veya gerçek dünya algısına dönüşür.


#53

SORU:

Yetiştirme ve Ekme Kuramına göre medyanın gücü nedir?


CEVAP:

Yetiştirme/Ekme Kuramı’nın kurucu ismi G. Gerbner, medyanın bir kültürde var olan egemen değer ve tutumları ektiğini öne sürmektedir. Yani medya insanları bir arada tutan değerleri yaymakta, benimsetmekte ve bu değerlerin sürdürülmesine katkı sağlar. Televizyon var olan liberal sistemin kültürel silahıdır; bu nedenle de bu sisteme istikrar kazandırmak ve güçlendirmek için çaba sarf eder.


#54

SORU:

Yetiştirme ve Ekme Kuramını temel alarak yapılan araştırmalar hangi konulara yoğunlaşmıştır?


CEVAP:

Bu kuramı temel alarak yapılan araştırmalar, daha çok televizyon ve şiddet konusuna yoğunlaşmıştır. Çok fazla televizyon seyreden insanların, televizyon programları aracılığıyla verilen iletilerden az seyreden kişilere kıyasla daha çok etkilendiği ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca televizyon dünyasında gündelik yaşamdakinden daha fazla şiddet olduğu; aksiyon, macera veya polisiye türü programların kanun ve düzene, toplumsal adalete ve statükoya olan inancı pekiştirme etkisine sahip olduğu açığa çıkarılmıştır.


#55

SORU:

Günümüz toplumlarındaki yayıncılık faaliyetleri ne yöndedir?


CEVAP:

Günümüz toplumlarında sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok ülkesinde az sayıda medya şirketi tekel ortamı oluşturmuştur. Yayıncılık uğraşı da hayli ticarileşmiştir. Televizyon şirketleri, ulaşabilecekleri en fazla izleyici için genel beğeniye seslenen ve egemen değerleri içeren programlar hazırlamaktadır; bu yayıncılık politikası ile olası en fazla izleyiciye ulaşmaya çalışmaktadırlar. Çünkü ilan ve reklam veren şirketler her zaman için reklamlarını en çok sayıda insana ve en ucuz şekilde duyurmaya çalışmaktadır. Bu sistem medyayı bir reyting kaygısına yöneltmekte; televizyon kanalları arasında rekabeti artırmaktadır.


#56

SORU:

Eleştirel Medya Çalışmaları hangi ülkelerdeki teorik gelişmelerden hareketle yapılmıştır?


CEVAP:

İletişim çalışmalarında eleştirel paradigma olarak adlandırılan medya araştırmaları, 1960’lardan sonra Avrupa kıtasında özellikle Fransa, Almaya ve İngiltere’deki teorik gelişmelerden hareketle yapılmıştır. 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupalı sosyal bilimciler de medyayı görmezden gelmemiş, her biri kesin sonuca götüren düşünce ögeleri ortaya koymuştur.


#57

SORU:

Amerika Birleşik Devletlerindeki medyaya bakış açısıyla, Avrupa’daki bakış açısı arasında nasıl bir farklılık vardır?


CEVAP:

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki pozitivist 59 düşünürler iletişim konusuyla iletişimin modern dünyada edindiği merkezi konumu nedeniyle ilgilendiler. Buna karşın Avrupalı sosyal bilimciler, toplumların gelişimi üzerine kimi zaman kötümser görüşleri de barındıran bu düşünürlerin yapıtlarında ekonomik, politik ve toplumsal modernliğin kesinliğinin ortaya koyduğu temel kopuşun önemli bir etkisi vardır. Yıkıcı iki dünya savaşının ardından gelen totaliter ideolojilerin iklimiyle birleşen bu kötümserlik, Avrupa’da modernliğin en belirleyici nesnelerinden biri olan medya üzerine araştırma geleneğinin daha olumsuz bir bakışla yerleşmesine yol açar Amerika’daki çalışmalarla kıyaslandığında tarihsel olarak da daha geç bir döneme, 1960’lardan sonraya denk gelir.


#58

SORU:

Eleştirel araştırma geleneği, ana damar iletişim çalışmalarından nasıl ayrılmaktadır?


CEVAP:

Eleştirel araştırma geleneği, yukarıda anlattığımız Amerika ve Kanadalı araştırmacıların öncülüğünde gelişen ana damar iletişim araştırmasının davranışçı yöneliminin aksine medyayı iletişim ve toplumsal iktidar arasındaki ilişkiyi irdelemeye odaklanır. Buradaki iktidar kavramı, ana damar iletişim çalışmalarından farklı bir karakteristiğe sahiptir.


#59

SORU:

Eleştirel araştırma geleneği ve ana damar iletişim çalışmaları iktidar kavramına nasıl yaklaşmaktadır? Arada nasıl bir fark vardır?


CEVAP:

Ana damar çalışmalarda liberal toplum modeline yaslanarak göndermede bulunulan iktidar, siyasetçiler, hükumet veya iktidardaki siyasal parti temsilcileri ile ilişkili olarak irdelenir. Eleştirel medya çalışmaları ise Marksist toplum modeline yaslanan, dolayısıyla toplumu birbiriyle eşitsiz rekabet koşulları içerisinde mücadele eden grupların oluşumu olarak gören bir bakışa sahiptir. Medyanın ideolojik bir işleyişe sahip olduğu, iktidara sahip kişi/kurum/gruplar ve var olan toplumsal bütünün devamlılığı lehine üretim yapan kültürel bir kurum olduğu öne sürülür. Bu bağlamda, toplumsal denetim ve medyanın iktidar ile ilişkisi eleştirel medya çalışmalarında düşünsel emek sarf edilen bir mesele olarak karşımıza çıkar.


#60

SORU:

Eleştirel medya çalışmaları kendi içerisinde çeşitlilik göstermektedir. Bunlardan başlıcaları nedir?


CEVAP:

Eleştirel medya çalışmaları da kendi içinde farklılıklara sahip olsa da başlıcaları: Frankfurt Okulu, ekonomi-politik yaklaşımı, yapısalcılık ve kültürel çalışmalardır.


#61

SORU:

Frankfurt Okulu nedir, açıklayınız.


CEVAP:

Frankfurt Okulu, 1923 yılında Frankfurt’ta kurulan Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’ndeki düşünürlerin kapitalizm, kitle iletişim araçları ve modern toplumlarda kültürel/sanatsal üretim konularındaki eleştirel görüşlerini anlatmada kullanılır.


#62

SORU:

Frankfurt Okulunun öncü isimleri kimlerdir?


CEVAP:

Okulun öncü isimleri olan Max Horkheimer ve Theodor Adorno, 1930 ve 1940’lı yıllarda pek çok yayın yapmışlardır ancak görüşleri savaş ortamında yaygınlaşamamış; ancak 1960’lı yıllardan sonra benimsenmeye ve tartışılmaya başlanmıştır.


#63

SORU:

Frankfurt Okulu ne zaman ve nasıl taşınmıştır?


CEVAP:

Okul, 1933 yılında, Hitler’in tüm Almanya’da egemen olmasıyla Amerika’da Columbia üniversitesine taşınmış, 1942 yılında da tekrar Frankfurt kentine dönmüştür. Max Horkheimer’den sonra, okulun müdürlüğünü ölünceye (1968) kadar Theodor Adorno yürütmüştür.


#64

SORU:

Frankfurt Okulu düşünürleri neye yönelik eleştirel değerlendirmelerde bulunurlar?


CEVAP:

Frankfurt okulu düşünürleri, kapitalizmin 19. yüzyılda bir kitle toplumu yarattığını ve kitle toplumunun ürünü olan “kitle insanı” ile “kitle kültürü”ne değin hayli eleştirel değerlendirmeler yaparlar. Sözünü ettikleri kitle toplumu içerisinde medyaya kötümser bir yerden bakarlar ve olumsuz işlevlerine dikkat çekerler.


#65

SORU:

Kitle toplumu ve kitle kültürü kuramı hangi kavrama benzerlik göstermektedir?


CEVAP:

Kitle toplumu ve kitle kültürü sadece okulun düşünürlerinin benimsediği bir yaklaşım değildir. Freud, Le Bon, Spengler ve Ortega y Gasset gibi çağdaş düşünürler tarafından da benimsenen, 19. Yüzyıl sonlarından başlayarak modern toplumları tanımlamada ve “kalabalık” kavramıyla benzer anlamda kullanılan bir kuramdır.


#66

SORU:

Adorne ve Horkheimer modernizimi nasıl eleştirir?


CEVAP:

Adorno ve Horkheimer’a göre, tekniğin her yerde olması ve insan ilişkilerinin ticarileşmesi modernizmin temel özellikleridir. Bireylerin, varoluşlarına anlam vermelerini sağlayan aile gibi temel ve büyük toplumsal kurumlar, kapitalizmin tempolu iş hayatı ve rekabet ortamı içerisinde parçalanmıştır. Çocukluktan itibaren, boş zamanları da dahil olmak üzere, insanların tüm yaşamları bir kamusal evrenle sarmalanmıştır. Günümüzde insanlar bireysel kararlarıyla hareket ettiklerini sanırlar. Oysa davranışları, sosyal mekanizmalar tarafından biçimlendirilir. Gelecekleri bağımsız bireylerin rekabetleri sonucunda şekillenmez, onun yerine yönetici klikler ve ekonomik sistem arasındaki ulusal ve uluslararası çatışmalarla belirlenir.


#67

SORU:

Alman düşünür Hannah Arendt’ın Eleştirel Okula benzer görüşleri nedir?


CEVAP:

Bir başka Alman düşünür olan Hannah Arendt, Eleştirel okulla benzer görüşleri benimseyerek, mutlak despotizm olarak nazizmin yükselişini sınıfsal analizle değil toplumsal köksüzlük ve topluluk kurallarının yokluğuyla açıklar. Ona göre, “kitle insanının” temel özelliği yalnızlaşma ve toplumsal ilişkilerin eksikliğidir. Adorno ve Horkheimer ise toplumsal parçalanma diye adlandırdıkları olguyu, modern toplumların kötülüklerin kaynağı olarak işaret ederler. İnsanlar ait oldukları köklerini yitirmiş ve kendi başlarına kalmışlardır. Bu köksüzlük ve yalnızlık ise onların kendilerine de “yabancılaşmalarına” yol açar. Modern toplumun savunmasız ve yabancılaşan bireyleri, toplumu yöneten yeni güçlerin egemenliğindedir. Dolayısıyla kitle iletişim araçları, kitle toplumunu rahatlıkla manipüle edebilir ve zihinleri yönlendirilebilir.


#68

SORU:

Kültür endüstrisi kavramı ne demektir, açıklayınız.


CEVAP:

Okulun düşünürleri kuramlarında “kültür endüstrisi” kavramını geliştirirler. 20. yüzyılda sanatın da tıpkı diğer sanayi kollarında olduğu gibi kitlesel üretildiğini ve yine kitlesel bir tüketiminin hedeflendiğini öne sürerler. Burada sorunlu nokta, kültür endüstrilerinde üretilen sanatın bağımsız olmayışıdır, eserler (veya medya programları) sanatsal ve entelektüel kaygılarla üretilmez. Düşünürlere göre, sanatsal ve kültürel üretimin işlevi bireylerin aklını kullanmasını engellemek, eleştirel aklı ve insanların değerlendirme yetisini köreltmektir. Kültür endüstrisinin ürünleri bireyleri baştan çıkarmaya çalışır; çünkü onları rahatlatır, umut aşılar, düşler kurdurur. Medyanın kurgusal dünyasından izleyicilere sunduğu karakterlerle dünyanın karmaşası ve çatışmalarıyla başa çıkma yolunu anlatır. Ancak bu öğretilenler eleştirel bir akılla değil kapitalizme uyumlu bireyler olma üzerinden açıklanır.


#69

SORU:

Frankfurt Okulu düşünürlerinin bakış açısından tüketim kültürü ne demektir?


CEVAP:

Adorno’ya göre tüketiciler, kültür endüstrilerinde yüceltilen bir seçme özgürlüğü söylemine karşılık, tüketmesi gereken bir “nesne” konumuna indirgenmektedir.


#70

SORU:

Ekonomi-politik yaklaşım nasıl çalışır?


CEVAP:

Ekonomi politik yaklaşım medya kuruluşlarının ve medya ekonomilerinin politikaları eksenli çalışır. İktidar, zenginlik, mülkiyet ve denetim meseleleri ekonomi-politik çalışmaların temel odağıdır. Ekonomi politik yaklaşım doğrudan klasik Marksizm ile bağlantılıdır. Klasik Marksizm toplumlardaki ham madde ve üretim araçlarının mülkiyeti üzerine yürütülen mücadeleyi kapitalist toplumlardaki dengesiz servet dağılımının temel kaynağı olarak kabul eder. Medyaya sahip olan sermayedarlar, kendi ekonomi ve politik gündemlerini de kurma ayrıcalığına sahip olurlar.


#71

SORU:

Ekonomi-politik yaklaşım dar anlamda neyi ifade eder?


CEVAP:

Dar anlamıyla ekonomi politik karşılıklı olarak kaynakların üretim, dağıtım ve tüketimini meydana getiren toplumsal ilişkilerin, özellikle iktidarın nasıl işlediği sorunsalı doğrultusunda irdelenmesidir.


#72

SORU:

Ekonomi-politik yaklaşım neye vurgu yapar?


CEVAP:

Medya/iletişim sektöründe üretimden tüketime kadar uzanan tüm sürecin irdelenmesi gerektiğini vurgular; ona göre üretim, dağıtım ve tüketim aşamalarından oluşan bu süreçteki ilişkilerin her birinin önemli olduğu öne sürülür ve bu önem nedeniyle medya sektöründe üretim boyunca kontrolün değişen formları, dağıtım ve tüketim zincirini araştırmaya yöneltir.


#73

SORU:

Ekonomi-politik yaklaşım geniş anlamda neyi ifade eder?


CEVAP:

Toplumsal yaşamda egemenliğin ve iktidarın irdelenmesi ekonomi politiğin daha geniş anlamıdır. Kontrol grup üyeleri veya medyaya sahipleri, bireysel kuruluşların hayatta kalabilmek için neleri yeniden üretmeleri gerektiği kararının alınmasında kendi içsel kontrolleri anlamında kullanılmaktadır. Kontrol süreçleri bir toplulukla ilişkiler içerisinde sosyal bir organizasyona dahil olduklarından politiktir. Hayatta kalma süreçleri ise esas olarak ekonomiktir; çünkü üretim ve yeniden üretim süreçleriyle ilgilidir.


#74

SORU:

Ekonomi-politik yaklaşıma göre kültürel bir ürün nasıl metalaşmaktadır?


CEVAP:

Örneğin bir gazetede köşe yazarı olarak çalışan bir gazeteci gerçekte ücret karşılığı çalışan bir emekçidir/işçidir. Her ne kadar yaptığı iş bedensel bir emek/çaba gerektirmese de entelektüel faaliyetini veya yaratıcılığını medya örgütüne üretim araçlarına sahip olan bir sermaye sahibine satmaktadır. Gazetede köşe yazarı tarafından kaleme alınan yorum/görüş teknik üretim süreçlerinin ardından pazara satışa sunulmaktadır. Böylelikle kültürel bir üretim, değişim değerine de kavuşmuş olmakta ve metalaşmaktadır.


#75

SORU:

Ekonomi-politik yaklaşıma göre medya endüstrilerinde çalışmakta olan kültür işçilerinin rolleri nedir?


CEVAP:

Medya endüstrilerinde çalışmakta olan kültür işçilerinin rolleri ise ayrı bir tartışma konusudur: Daha esnek ekonomi politikçilere göre medya profesyonelleri sahiplik yapısından veya medya patronlarından göreli özerliği sahiptirler. Ekonomi politikçi olan Garnham’a göre ise medya profesyonellerinin özerkliği yanıltıcıdır. Murdock ise editoryal kadronun göreli bir özerkliğe sahip olduğunu kabul etmekle birlikte, genel yayın yönetmenleri veya üst düzey yönetici kadroların, mülkiyet sahipleriyle doğrudan ilişkileri nedeniyle haber içeriklerini denetim altında tutulabildiğini öne sürmektedir.


#76

SORU:

Yapısalcılık nedir? Diğer kuramlardan farklı olan yönü nedir?


CEVAP:

Yapısalcılık toplumu çözümlemeye çalışan bir yaklaşımdır. Diğer kuramlardan farklılığı ise toplumun işleyiş yasalarının, dilin işleyiş yasalarıyla aynı olduğunu kabul etmesidir.


#77

SORU:

Medya metinleri nelerden oluşur, medya metinlerinin çözümlenmesindeki amaç nedir?


CEVAP:

Medya metinleri işaretler ve mitlerden oluşur; medya anlatılarının içerik ve yapılarının çözümlenmesindeki amaç içinde yaşanılan kültürle bunların bağlantısını kurmak ve böylelikle toplumsal denetimin nasıl işlediğinin açığa çıkarma kaygısıdır.


#78

SORU:

Gösterge bilim nedir?


CEVAP:

Gösterge bilim ise yapısalcılığın daha dar bir versiyonudur. Tüm anlam dizgelerini ve medyanın anlam dünyasını dilin işleyiş yasalarından hareketle çözümlemeye çalışır.


#79

SORU:

Göstergeler neden üretilir?


CEVAP:

İnsan varlığı iletişim kurmak için gösterge üretir.


#80

SORU:

En önemli gösterge dizisi nedir?


CEVAP:

En önemli ve gelişkin gösterge dizgesi dildir. Ayrıca sözsüz iletişimde kullanılan çeşitli jestler (el, kol, baş hareketleri), sağır-dilsiz alfabesi, trafik işaretleri, flamalar ve bayraklar, reklam afişleri, giyim-kuşam kodları, mimari düzenlemeleri, yazın, resim, müzik gibi çeşitli birimlerden oluşan ve ses, yazı, görüntü, hareket gibi gereçler vasıtasıyla oluşturulan dizgelerin tümü insan iletişiminin anlamlı bütünün birer parçasıdır. Dolayısıyla gösterge bilim, sadece dilsel göstergeleri değil, temsili olan ve anlamlı bir bütün oluşturan her şeyi inceler.


#81

SORU:

Gösterge bilimin temelini kimler atmıştır?


CEVAP:

Gösterge bilimin temeli göstergeye değinen çalışmalarıyla Pierce, göstergelerin toplumsal işlevi ve dilbilim çalışmalarıyla R. D. Saussure ve antropolojik çalışmalarıyla C.L Strauss atmıştır. Dilbilim ve antropoloji alanındaki dilsel açılımları medya program türleri ve popüler kültür çözümlemelerine uyarlayan öncü sosyal bilimciler Roland Barthes ile John Fiske’dir. Barthes’in en popülerleşen medya mit-üretim analizi, Paris-Match adlı derginin ön kapağının gösterge bilimsel okumasıdır


#82

SORU:

Kültürel çalışmalar hangi kavramlar ile ilgilenir ve neyi ortaya çıkarmaya çalışır?


CEVAP:

Kültürel çalışmalar, kültür ve iktidar kavramlarıyla ilgilenir. Asıl ortaya çıkarılmaya çalışılan ise toplumsal/kültürel yapıdaki eşitsizliktir.


#83

SORU:

Kültürel çalışmaların temeli ne zaman, kim tarafından atılmıştır?


CEVAP:

İngiltere’nin Birmingham Üniversitesi’nde, 1964 yılında Richard Hoggart’ın yönetiminde kurulan Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin öncü çalışmalarıyla birlikte yaklaşımın temelleri atılmış, Stuart Hall’un merkez yönetimine geçişiyle birlikte de medyayı irdeleyen araştırmalarda bir artış olmuştur. Kültürel çalışmalar, İngiltere’de ortaya çıkmakla birlikte kısa sürede kıta Avrupa’sı dışında da benimsenmiş; çok daha geniş bir coğrafyada benimsenerek kültürel çalışmalar perspektifinden medya, kültür ve toplum analizleri yapılmaya başlamıştır.


#84

SORU:

Kültürel çalışmaların 1960-70’li yıllar ve 1970-80’li yıllar arasındaki bakış açısında ne gibi farklar vardır?


CEVAP:

1960’lar ve 70’ler boyunca klasik Marksist altyapı/üstyapı formülünün veya ekonomik determinizm yumuşatılması, kültür kuramı bağlamında da ideoloji olgusunun yeniden kavramlaştırılması iletişim araştırmalarında önemli bir açılımdır. 1970’li ve 1980’li yıllardaysa, Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin, özellikle yapısalcı Marksist bakış açısıyla, dilbilimsel gelişmelerin ışığında ideoloji, dil ve özne sorunsalına, dinamik ve bütüncül bir yaklaşım geliştirir. Kültürel çalışmalar, metin odaklı çözümlemeler yapmakta; metinde iktidarın kuruluşunu ve medya metinlerine sızan bu iktidarın toplumsal denetim işlevini açığa çıkarmaya çalışır.


#85

SORU:

Kültürel çalışmalar disiplinlerarası bir çalışma alanıdır. Hangi disiplinlerden yararlanmaktadır?


CEVAP:

Kültür sosyoloğu Raymond Williams’ın görüşlerinden, dil felsefesi yapan Bakhtin’in metinlerarasılık kavramından, Volosinov ve Kristeva’nun dilbilime kazandırdıkları yeni yaklaşımlardan, Barthes’in yapısalcılık sonrası tartışmalarından, Gramsci’nin hegemonya konusundaki görüşlerinden, Althusser’in ideoloji teorisinden ve psikanaliz içinden Lacan’ın Freud’u yeniden okumalarının tümünden yararlanarak bütüncül bir medya analizi geliştirmeye çalışır.


#86

SORU:

Kültürel Çalışmalar Merkezi hangi yeni alanlarda araştırma yapmayı tercih etmiştir?


CEVAP:

Kültürel Çalışmalar Merkezi’nde kültüre elitist bakışı kırarak, sosyal bilim disiplinleri içerisinde üzerinde çalışmaya değer görülmeyen popüler kültür, etnik kimlik, göçmenler gibi pek çok yeni konularda araştırmalar yaptılar.


#87

SORU:

Kültür sosyoloğu Williams, kültürü nasıl tanımlamıştır?


CEVAP:

Kültür sosyoloğu Williams, geleneksel kültür tanımını daha da genişleterek “belirli bir halkın ya da sosyal grubun genel hayat tarzı” olarak tanımlamaktadır. Williams, kültürü toplumun üstünde ya da üst sınıflara özgü bir üretim şeklinde algılayıştan kurtararak gündelik yaşam pratikleri ve simgelere kadar kazınmış bir üretim olduğunu öne sürmektedir. Ona göre kültür, ‘kültürel pratik’in ve ‘kültürel üretim’in başka pratiklerce kurulmuş toplumsal düzenin basit bir ürünü olmayıp aksine, tüm bu yapının kuruluşunda yer alan temel ögelerden bir tanesidir.


#88

SORU:

Kültürel çalışmaların bakış açısından kültürün kendisi neden bir mücadele alanı olarak kabul edilmiştir?


CEVAP:

Kültürün kendisi de bir mücadele alanı olarak kabul edilir. Burada işaret edilen mücadele ise sadece kültürel bir çatışma değil, aynı zaman da politik bir edim ve çıkar mücadelesidir. Böylesi bir bakışla da popüler kültürden temellenerek yapılan her çeşit üretim estetik değeri düşük dolayısıyla önemsiz bir çaba değil, egemen güce karşı bir duruş veya muhalif tavır alma olarak değerlendirilir.


#89

SORU:

Kültürel çalışmalara göre anlam nedir ve nasıl oluşur?


CEVAP:

Yapısalcılığın sosyal teorideki açılımlarını takip eden kültürel çalışmalara göre anlam, toplumsal bir üretimdir/pratiktir. İnsanlar içinde yaşanılan dünyanın anlamlı ve anlaşılır olması önemlidir. Dil ve sembolleştirme, anlamın üretildiği araçlardır. Anlamlandırma, toplumsal yapıda mücadele verilen alanlardan biridir ve anlamlandırma iktidarı da yansız bir güç değildir. Anlamlandırmalar, çekişmeli ve çatışmalı konulara gerçek ve olumlu bir güç olarak katılmakta dahası sonuçları etkilemektedirler. Olgu veya olayların tanımlanması aynı zamanda uğruna mücadeleye girilen şeyin de bir parçasıdır çünkü anlamlandırma kolektif toplumsal anlamların yaratıldıkları araçtır. İşte bu nedenle de belli sonuçların alınabilmesine yönelik toplumsal rızanın etkili bir şekilde seferber edilebildiği bir araçtır.


#90

SORU:

Kültürel çalışmalar yaklaşımına göre anlamlandırma pratiği, hegemonya ve ideoloji arasında nasıl bir ilişki vardır?


CEVAP:

Hegemonya yapıları ideolojiyle çalışır. Egemen sınıfların lehine olan sivil toplum ve devlet tarafından kurumsallaştırılan gerçeklik tanımları bizzat bağımlı –alt veya düşük sosyo ekonomik statüye sahip- sınıfların yaşanan gerçeklik tanımları haline gelir. Bu şekilde tüm bir toplumsal bloğun ideolojik birliğini koruyan ideoloji, bir toplumsal formasyonda çatlak oluşmasını engelleyen bütünleştirici sıvayı sağlamış olur. Bu nedenle de modern toplumlarda anlam üreten ve sembolik üretim yapan kuruluşlar olarak medya örgütleri önemlidir. Medyaya ideolojik gücünü veren şey, durum tanımı yapma yeteneğidir. Medyanın kurduğu durum tanımları önemlidir; çünkü insanlar bu durum tanımlarına göre bilgilendirilmiş olur ve eyleme geçmede bu tanımlar üzerinden yapılır.


#91

SORU:

Feminist kuram nereden yola çıkmış ve hangi sorunu irdelemiştir?


CEVAP:

Feminist kuram, bilimin erkek odaklı bakışı ve kadınların tarihsel süreçlerde görünmezliğine tepki duyarak yola çıkmış, sosyal bilimler alanında da yeni çalışmalar ve kavramlar sağlamıştır. Bu yeni oluşum ile birlikte sosyal bilimler içerisinde öncelikle toplumsal yaşamda “iktidar” sorunu irdelenmiştir.


#92

SORU:

Feminist kuram hangi soruları incelemiştir?


CEVAP:

Kadın tarihi araştırmaları ile toplumsal yaşamdaki kadın ve erkek arasındaki “iş bölümü” kavramını sorgulanmaya açmıştır. Kamusal ve özel alan ayrımlarının tartışılması, toplumsal cinsiyeti gündeme getirmiştir. Kadınlar tarafından disiplinli bir şekilde sorunsallaştırılan bu alanlar ve meydana gelen farklılaşmalar kadın çalışmalarının belirlenmesine yardımcı olmuştur.


#93

SORU:

Feminist hareket ne zaman başlamış ve ne zaman etkinlik kazanmıştır?


CEVAP:

1960’larda başlayan kadın hareketi, 1970’li yıllarda sosyal bilimlerde etkisini göstermeye başlamıştır. Feminist hareket içerisinde yer alan bazı entelektüel kadınların üniversitelere geçmesi ve kadın hareketinin toplumsal yaşamda ciddi bir baskı grubu haline gelmesiyle birlikte sosyal bilimlerin bu durma kayıtsız kalması da mümkün olmamış, üniversitelerde kadın çalışmaları ayrı bir disiplin olarak varlığını kabul ettirmiştir.


#94

SORU:

Feminist hareketin amacı nedir?


CEVAP:

Kadın hareketi ile amaçlanan kadını toplumun veya ailenin bir parçası olarak değil, bir birey olarak kadına saygınlık kazandırmaktır. Kadınların birey olarak duyguları, deneyimleri ve bilgilerine başvurulması ve görünür kılınmasıyla ilgilenir. Ayrıca kadınların sorunlarına sahip çıkmasının önemi vurgulanarak, kadınlara bu fırsatın yaratılması ve bu bağlamda kamuoyu oluşturulmaya çalışılır. Kadın hareketi, toplumsal yaşamın her alanında birey olarak kadınları güçlü bir konuma taşımaya yöneliktir.


#95

SORU:

Toplumsal cinsiyet nedir? Neyi anlatmada kullanılır?


CEVAP:

Feminist kuramda önemli bir yere sahip olan “toplumsal cinsiyet”, insan varlığının sahip olduğu biyolojik özelliklerinin dışında toplumsal olarak yapılandırılan kimliğini tanımlamada kullanılır. Cinsiyet, fizik varlık olarak kadın ve erkeği tanımlamada kullanılırken; toplumsal cinsiyet,  toplumsal ve kültürel olarak kadın olma ve erkek olma sosyal rollerinin öğrenilme sürecini yani toplumsal olarak kadın(sı)lık ve erkek(si)lik değer, tutum ve kimliğini anlatmada kullanılır.


#96

SORU:

Toplumsal cinsiyet kavramının bir diğer kullanılış şekli nedir?


CEVAP:

Toplumsal cinsiyet kavramının farklı bir kullanımı da kadın ile erkek arasındaki ayrımın ilişkisel boyutlarını ortaya çıkarmak için geliştirilmiştir. Bu kavramı sosyal ilişki olarak ele alan yaklaşım aslında, kadın ve erkek olmanın, nasıl kamusal alandaki kaynaklara giriş, bunların kullanım hakkı ve bu hakların kontrolü ile süreğenliğini açıklamada da elverişlidir.


#97

SORU:

Medyada toplumsal cinsiyetin nasıl yer aldığı niçin araştırılması gereken bir konudur?


CEVAP:

Medyada toplumsal cinsiyetin nasıl yer aldığı araştırılması gereken bir konudur çünkü toplumsal cinsiyetin kuruluşunda, insanların kendilerini birer erkek veya kadın olarak inşa etmelerinde; kendi dışındaki kadın olma veya erkek olma durumuna ilişkin bilgisi ve rol modellerinde modern toplumlarda medya önemli bir bilgi kaynağıdır.


#98

SORU:

Gaye Tuchman’ın 1978’de kadınlar üzerine yaptığı araştırmanın sonucu neyi göstermiştir?


CEVAP:

Kadın hareketleri ve gösterilerinin gazetelerde politik bağlamından uzaklaştırıldığını; ikincil bir önem ve statüde haberleştirildiğini, hareketin liderleri olan kadınların da yine kadının toplumsal meselelerine ilişkin radikal görüşleriyle yani politik eylem ve düşünceleriyle değil, bireysel yaşamlarındaki başarılarıyla haberlere konu olduklarını tespit eder. Kadınların medyada böylesi sorunlu temsilleri medya kuruluşlarında çalışan çok az sayıda kadın gazeteci veya medya profesyoneli ile açıklanır.


#99

SORU:

Eğitimli kadın sayısında ne zamandan itibaren önemli bir artış yaşanmıştır?


CEVAP:

1970’lerden sonra özellikle hem Türkiye’de hem de dünyada eğitimli kadın sayısında ciddi bir artış yaşanmıştır.  Her alanda iyi eğitim almış meslek sahibi kadınların sayısında ciddi artış gözlenir ve medya kuruluşlarında kadın gazetecilerin sayısında önemli artış vardır. Ancak medyanın cinsiyet ayrımcılığı yapan, kadının sesini ve sözünü simgesel olarak yok eden, kadını ev içi ve ev hanımlığı ile sınırlayan yayıncılık politikasında değişim kaydedilemez.


#100

SORU:

Medya sektöründe yer alan kadınlar daha çok hangi alanlarda çalışmaktadır?


CEVAP:

Kadın gazetecilerin daha çok kadın sayfalarında çalışmakla başlayan kadınların daha çok eğitim, sağlık ve kültür sayfalarında görevlendirildikleri saptanmıştır. Radyo ve televizyonların da haber odalarından ziyade sohbet programları sundukları, mesleki özerkliklerini çok önemsemedikleri, düzeltme ve uyarılara açık oldukları tespit edilmiştir.


#101

SORU:

Medya sektöründe kadın yönetici oranı hangi seviyelerdedir?


CEVAP:

Medya sektöründe çalışan kadın sayısında önemli artışa rağmen yönetici konumunda yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü gibi kurumun yayın politikasının belirlendiği üst düzey yönetici konumunda kadınlar görülmemektedir. BBC’nin pozitif ayrımcılık politikası ile % 30 civarında kadın yönetici politikası olumlu sonuçlar vermiş, kurumda üst düzey kadın yönetici sayısı artış göstermiştir. Daha gelişkin demokrasilere sahip batı ülkelerinde kadın yönetici oranı % 15 civarındadır. Türkiye’de ise kimi zaman bir iki kadın yayın yönetmeni veya yazı işleri olsa da süreğenliğini koruyan bir oran vermek mümkün değildir.


#102

SORU:

Medya sektöründe cam tavan ne ifade etmektedir?


CEVAP:

Toplumsal yaşamın farklı sektörlerinde olduğu gibi kadınların üst düzey yöneticilik pozisyonunda yer alamayışı “cam tavan” ile açıklanmaktadır; medya sektöründe de cam tavanın kadın çalışanlar için hayli kalın olduğu, kadın çalışanların medya kuruluşlarında karar mekanizmalarında kolay yer alamadıkları görülmektedir.


#103

SORU:

Medyada ciddi haber ve magazin haberi ayrımı kadınları nerede konumlandırmaktadır?


CEVAP:

Haberler çoğuna erkekler tarafından erkeklere anlatılan öyküler olarak kabul görür; çünkü ekonomik gelişmeler, politikayla ilgili olaylar ve uluslararası ilişkiler çoğuna erkeklerin yer aldığı haberlerdir. Oysa magazin, popüler sanat dünyası, moda gibi daha değersiz görülen konular kadın sunucular tarafından ve kadın öyküleri olarak sunulur.


#104

SORU:

Türkiye’de kadınlar medyada nasıl sunulmaktadır?


CEVAP:

Türkiye’deki medyada yapılan bir araştırmada medyada kadınların sunumunda dört temel kategori tespit edilmiştir.

  • Medyada kadının anne ve eş olarak sunumu temizlik, yemek ve çocuk bakımı odaklıdır. Medyada kadının anne ve eş olarak sunumu temizlik, yemek ve çocuk bakımı odaklıdır. Kadınlar temizlik yapmakla, çocukların ve eşlerinin sağlıklı beslenmesi ile mutlu olurlar.
    Kadının evdeki karşılıksız emeği sorgulanmaz ve eşitsiz iş bölümü görünmez kılınır.
  • Özellikle reklamlarda kadının cinsel amaçlı kullanımı kadınların medyada sunumunda bir başka sorunlu noktadır. Kadın tümüyle bedeniyle temsil edilmekte, cinsel bir nesneye indirgenmektedir.
  • Türkiye’deki medya program türlerinde psikolojik, sosyal, fiziksel ve cinsel şiddet yoğun olarak görülmektedir. Kadının şiddete maruz kaldığı durumlarda ise failden çok kurban olan kadın habere konu olmaktadır. Dahası şiddeti meşrulaştıran ve haklılaştıran bir haber dili kullanılmaktadır.
  • Medyada ideal kadın imgesi yeniden üretilir. “Vücudun formda ve saçların dolgun olmalı”, “başarı için çok çalışmalısın”, “erkeğin desteğini arkana almalısın”, gibi öğütler farklı şekillerde sıklıkla verilen mesajlardır.

#105

SORU:

Medyanın toplumsal ve kültürel işlevleri nelerdir?


CEVAP:

Vurgulanması gereken önemli bir boyutta medyanın toplumsal ve kültürel işlevleridir. Çünkü içinde yaşadığımız toplum ve dünyaya dair bildiklerimizi önemli oranda medyadan ediniriz; medya bilgi, haber, eğlence ve sanat olmak üzere dışsal dünyada olan bitene dair pek çok olay/konu hakkında bilgilendirir. Medyanın geniş bir alana ve insan topluluğuna erişim potansiyeli; içinde yaşanan dünyaya ait gündelik hayat bilgisini üretme kapasitesi nedeniyle de önemli bir politik güçtür. Bu nedenle tarihin her döneminde siyasal iktidarlar tarafından elde edilmek ve denetlenmek istenen bir güçtür. Bu nedenle de propagandanın en etkili aracı medyadır.


#106

SORU:

İletişim araştırmalarının tarihsel gelişimi nasıldır?


CEVAP:

İletişim araştırmaları 20. Yüzyılın başlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkmıştır. Ancak asıl gelişimini II. Dünya savaşı sonrasında gösterir. Metodolojik gelişmeler ve kuramlarda artış savaş sonrası döneme denk gelir ve 1960’lardan sonra İngiltere’de yeni bir akım yükselir; özellikle haber yapma ve haber metinlerindeki ideolojiyi analiz eder. Fransa’da göstergebilimden hareketle medyada görünen anlamın ötesinde yananlamlar ve örtük kurulan anlamlar analiz edilmeye başlar. Alman düşünürler ise medyanın endüstri boyutuna vurgu yapar ve kültürel üretimin kitleselleşerek değersizleşmesini mesele edinir. Böylelikle Avrupa’da medya alanında bilimsel çalışmalar önem kazanır ve Amerika’daki çalışmalara kıyasla daha eleştirel bir bakış hakim olur. Medya alanındaki bilimsel çalışmalar ve kuramlar esas olarak iki temel ayrışmaya yaslanır: Birinci yaklaşım medya olumlu bir bakışa sahiptir: çoğulcu demokrasinin sağlıklı işleyişi ve gelişimi için medyayı gerekli ve önemli bir kurum olarak tanımlar çünkü medya halkın gerçekleri bilmesini sağlayan bir kurumdur. İkinci yaklaşım ise medyaya olumsuz bir bakışa sahiptir çünkü medya gerçeği çarpıtan, manipüle eden ve propaganda amaçlı kullanılan bir araçtır.


#107

SORU:

İletişim alanındaki kuramlar  esas olarak hangi  iki temel ayrıma sahiptir?


CEVAP:

İletişim alanındaki bu kuramlar da esas olarak iki temel ayrıma sahiptir: Birinci yaklaşım medyaya olumlu bir bakışa sahiptir: çoğulcu demokrasinin sağlıklı işleyişi ve gelişimi için medyayı gerekli ve önemli bir kurum olarak tanımlar çünkü medya halkın gerçekleri bilmesini sağlayan bir kurumdur. İkinci yaklaşım ise medyaya olumsuz bir bakışa sahiptir çünkü medya gerçeği çarpıtan, manipüle eden ve propaganda amaçlı kullanılan bir araçtır. İkinci yaklaşım medyaya daha eleştirel yaklaşır; medyanın ideolojik işleyişiyle daha fazla ilgilenir. 1960’lardan sonra Almanya, İngiltere ve Fransa’daki düşünürlerin çalışmalarından etkilenerek geliştirilir.


#108

SORU:

Amerikan iletişim çalışmalarında belirleyici olan  araştırma geleneği hangisidir?


CEVAP:

Amerikan iletişim çalışmalarında belirleyici olan işlevselci amprik araştırma geleneği, sosyoloji ve antropolojinin önemli kuramı işlevselciliğin rehberliğinde geliştirilmiştir. İşlevselci kuramda, toplumun canlı bir organizma olarak varlığını nasıl sürdürdüğü kabul edilir ve bu canlı yapının varlığını sürdürebilmesi için tüm yapılarının çok önemli bir fonksiyonu vardır ve yapılar arasında da bir bağımlılık vardır. Bütün içerisinde bir parçanın fonksiyonunu yerine getirmemesi bütünü olumsuz yönde etkiler. Modern işlevselciliğin en önemli öncüleri Comte, Spencer, Pareto ve Durkheim’dır. İşlevselcilik yaklaşımı Durkheim tarafından sistemleştirilmiş ve daha sonra ise Parsons ve Merton tarafından geliştirilmiştir. işlevselci kuramın medyaya uyarlaması ise toplumu koruyacak değerlerin medya aracılığıyla halka aktarılmasıdır. Çoğulcu demokrasinin korunabilmesi için medyanın farklı grupların görüşlerini ifadesine olanak tanıması ve vatandaşların bilgilendirilmesi gerektiği öne sürülür ve işlevselci bakışla da medyanın demokrasinin ortak değerlerini insanlara özümseterek bir görüş birliği sağlamadaki rolüne dikkat çeker.


#109

SORU:

Denis McQuail iletişim araştırmalarının medya etkisine yaklaşımlarından hareketle hangi dönemlere ayırır?


CEVAP:

Amerika ve Kanadalı bilim insanlarının öncülüğünde geliştirilen iletişim araştırmaları anadamar, anayön veya libaral iletişim çalışmaları olarak adlandırılır ve bugünden bakarak Denis McQuail araştırmaların medya etkisine yaklaşımlarından hareketle üç döneme ayırır:

• İlk dönem (1890-1930): Güçlü Etkiler Dönemi

  • Orta dönem (1930-1960): Sınırlı Etkiler Dönemi

  • Geç Dönem (1960’tan günümüze uzanan süreç): Yeniden Etkiler Dönemi


#110

SORU:

Güçlü Etkiler Dönemini açıklayınız?


CEVAP:

19. yüzyılın sonu ile II. Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar ki süreçte yapılan iletişim araştırmaları “Güçlü Etkiler Dönemi” olarak adlandırılır. Bu dönemde medyanın insanlar üzerinde çok güçlü etkilere sahip olduğu ön kabulü vardır. Bu nedenle de bu zaman diliminde geliştirilen kuramlara “Hipodermik Şırınga”, “Gümüş İğne” ve “Sihirli Mermi” gibi isimler verilmiştir. Tıpkı bir şırıngadan ilacın insan vücuduna enjekte edilmesi veya bir merminin yönünden sapmaksızın tam hedefine ulaşması gibi medya aracılığıyla insanların istenildiği gibi yönlendirilebileceği öne sürülür. Psikolojinin Uyaran-Tepki modelinin kullanıldığı ilk dönemin iletişim çalışmalarında medya mesajlarının birer uyaran olduğu ve bu uyarana karşılık vermelerde tepki olarak kabul edilir; böylesi bir bakışla da iletişim araştırmaları, medyanın bireylerin davranışlarında yol açtığı ‘etki’yi ölçmeye çalışır.


#111

SORU:

1940’lı yıllara kadar bilim insanlarının medyanın hayli güçlü ve insanları istenildiği şekilde etkileme gücüne sahip olduğu inancı hangi temel nedenlere dayanmaktadır?


CEVAP:

1940’lı yıllara kadar bilim insanlarının medyanın hayli güçlü ve insanları istenildiği şekilde etkileme gücüne sahip olduğu inancı dört temel nedene dayanmaktadır.

  • Radyo ve sinema geniş kalabalıklara seslenme kapasitesine sahip yeni iletişim teknolojileri sayesinde, iletişim alanında da seri üretimin yapılması ve bunun bir sonucu olarak da kitle izleyicisinin yaratılması.

  • Sanayi Devrimi sonrasında kentleşmenin artması ve kırsal alanlardan insanların kala- balıklar halinde kentlere göç etmesi. Dolayısıyla kentlerde değişken, katılımsız, cemaat bağlarından ve geleneksel değerlerinden koparak köksüzleşmiş, kendisine yabancılaşmış; doğal olarak da manipülasyona açık toplumların oluştuğuna olan inanç.

  • Böylesi bir toplumda yaşayan insanların hayli savunmasız duruma düşerek medyanın et- kilerine daha açık hale geldiğine inanılması.

  • II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi propagandasında radyonun etkin kullanımı sonucu medyanın, I. Dünya Savaşı’nda halkın beynini yıkadığı ve Avrupa’da faşizmin iktidara gelmesine yol açtığı düşüncesi.


#112

SORU:

Sınırlı Etkiler Dönemini açıklayınız.


CEVAP:

Medyayı neredeyse her şeye gücü yeten bir araç olarak gören birinci dönemin medya kuramları, daha sonraki dönemde yapılan araştırmaların sonuçlarıyla terk edilmiş; yeni ve farklı bir etki tanımlaması geliştirilmiştir. Bunlardan birincisi askerlerle yapılan eğitim amaçlı çalışmalar; diğeri ise 1940 Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimi esnasında seçmenlerin oy verme davranışında medya etkisinin araştırılmasıdır: Hitler’in liderliğindeNazi propagandasının geniş insan toplulukları tarafından kabul görerek hayli etkili olması pek çok araştırmacıyı, medyanın bireylerin tutumlarını neden ve ne şekilde etkilediği üzerinde çalışmaya yöneltir. II. Dünya savaşı’nın hemen sonrasında yapılan araştırmalar sahaya inilerek değil, askerlerden oluşturulan gruplarla yapılır. Amerikalı araştırmacı Hovland, askerlere propaganda içerikli filmler izlettirerek, hem onları savaşma konusunda eğitmeye hem de medya aracılığıyla yapılan propagandanın etkilerini ölçmeye çalışır. Askerlerle yapılan laboratuvar çalışmaları önemlidir; çünkü bu araştırmaların bulguları ilk dönemde olduğu gibi medyanın, insanların tutumlarını değiştirmede ve ikna etmede sanıldığı kadar güçlü olmadığını ortaya koyar. Deney grubunda bulunan askerlere yoğun propaganda içeren filmler izlettirilmesine rağmen bu grupta bulunan askerlerin savaşma motivasyonunda önemli bir artış sağlanamaz. Eğitim seviyesi yüksek olan askerlerin, eğitimi daha az olanlara göre daha fazla bilgilendiği gözlenir. Ancak deney grubu ile kontrol grubu arasında anlamlı farklılıkların bulunmaması, ilk dönemin etki tanımlamasının değiştirilmesine, medyanın tüm insanlar üzerinde aynı derecede ve çok güçlü etkiye sahip olmadığı sonucuna ulaşılmasına yol açar.


#113

SORU:

Lazarsfeld ve ekibi medya etkileri konusunda hangi tespitleri yaparlar?


CEVAP:

Lazarsfeld ve ekibi medya etkileri konusunda aktifleme, güçlendirme ve değiştirme olmak üzere üç farklı ve önemli etki tespiti yapar:

Aktifleme: Siyasal kampayalar insanların var olan yönelimlerini aktifler. Çünkü insanlar zaten medyadan kendi yönelimlerine uygun içerikleri seçerek takip ederler. Medya insanların toplumsal konumlarından kaynaklanan tercihlerini gerçekleştirmeleri için teşvik eder.

Güçlendirme: Kararlı seçmenler için siyasal kampanyaların anlamı farklıdır. Medya, insanların sahip oldukları tutum ve fikirlerin daha güçlenmesini veya kuvvetlenmesini sağlar.

Değiştirme: Medya bireylerin var olan tutum, görüş veya davranışlarını tümüyle değiştirmede başarılı olamamaktadır. Örneğin, bireyler, kendi görüşleri ve yaşam tarzlarına uygun olmayan bir siyasal partinin seçim kampanyasından etkilenmemekte ve o partiye oy vermemektedir.


#114

SORU:

İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan medya ve propaganda araştırmalarında “güçlü etki” varsayımını desteklemeyen bulgulara sahip çalışmalar hangileridir.


CEVAP:

İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan medya ve propaganda araştırmalarına göre, medyanın tüm insanlar üzerinde aynı derecede ve çok güçlü etkiye sahip olmadığı sonucuna ulaşılır çünkü gerek Hovland’ın askerlerle laboratuvar araştırması gerekse de Lazarsfeld’in seçmen davranışı hakkında saha araştırması “güçlü etki” varsayımını destekleyen bulgulara sahip değildir.


#115

SORU:

İki Aşamalı Akış kuramını açıklayınız.


CEVAP:

Grup dinamiği ve liderlik vasfına sahip insanların etkileme kapasitesine işaret eden İki Aşamalı Akış adlı yeni bir kuram geliştirir.

Kamuoyu lideri veya kanı önderi denilen kişiler, ortalama insanlara göre medyayı ve siyasal gelişmeleri daha çok takip eden; halk arasında eğitimi, yaşam deneyimi veya kuvvetli öngörüye sahip olması gibi nedenlerle saygınlığı olan kişilerdir. Köy muhtarları, öğretmenler, ailenin büyükleri, toplumun aydınları birer kamuoyu lideri olarak kabul edilebilir. Bu kişiler medyadan aldıkları bilgileri kendi bilgi, deneyim ve görüşleri doğrultusunda değerlendirirler; kendi yorumlarını da katarak çevrelerindeki insanları yönlendirirler. İnsanlara ne yapmaları veya nasıl davranmaları gerektiğini medyadan ziyade kendi cemaat veya grup içinde saygınlığı olan kişiler telkin etmektedir. Örneğin, ülkemizde de özellikle seçim dönemlerinde cemaat veya grup içi bağların kuvvetli olduğu ortamlarda insanlar, belirli kanı önderlerinin telkinleri doğrultusunda oy verebilmektedir. Kanı önderleri din adamları, öğretmenler, muhtarlar, köyün en yaşlısı gibi eğitim, bilgi veya yaşam deneyimine sahip insanlar olmaktadır. İki Aşamalı Akış Kuramı veya kanı önderleri, eğitim seviyesinin yüksek olduğu ve birey kimliğinin gelişkin kılındığı modern kent ortamlarında etkin olarak görülmeyebilir. Daha çok kırsal alanlarda, dışarıya kapalı olarak yaşanan cemaat veya grup içi ortamlarda daha etkili olmaktadır. Böylelikle 1940’lı yıllarda medyanın ilk yıllarda olduğu gibi tek başına çok güçlü bir etkileme potansiyeline sahip olmadığı; yüz yüze iletişimin de önemini koruduğu görülür. Dolayısıyla bu dönemin kuramlarında, araştırmalardaki bulgulardan hareketle medyanın sınırlı veya zayıf etkilere sahip olduğu öne sürülür.


#116

SORU:

1960’lı yıllardan sonra ortaya çıkan yeniden etkiler dönemindeki başlıca iletişim kuramları hangileridir?


CEVAP:

1960’lardan sonra, iletişim araştırmalarında önemli bir çeşitlenme vardır:

• Kullanımlar ve Doyumlar

• Gündem Belirleme

• Suskunluk Sarmalı

• Yetiştirme/Ekme Kuramı


#117

SORU:

Kullanımlar ve doyumlar kuramını açıklayınız.


CEVAP:

Kullanımlar ve doyumlar, Amerikalı bir psikolog olan Elihu Katz tarafından 1970’li yıllarda geliştirilen bir kuramdır. Katz, iletişim araştırmalarının o zamana kadar “Medya insanlara ne yapar?” sorusuna göre desenlendiğini oysa asıl araştırma sonrusunun “İnsanlar medya ile ne yapar?” olması gerektiğini belirtir. Kuramın temel meselesi medya ‘etki’sinden, bireylerin ‘ihtiyaçlar’ına (needs) kaymıştır. Araştırma sorusunun farklı sorulmasının nedeni aslında insanların medyayı kullanım amaçları ve nasıl bir doyuma ulaştıklarının analizidir. Katz, gerçekte medyanın bireyler tarafından ihtiyaçları doğrultusunda belirli bir seçicilikle kullanıldığını; iletişim çalışmaları literatüründe olduğu gibi medya tarafından belirli ideolojiler ve politik amaçlar doğrultusunda rahatlıkla manipüle edilebilen bilinçsiz kitleler olmadıklarını öne sürer. Dolayısıyla kullanımlar ve doyumlar yaklaşımında medyanın teknolojik, estetik, ideolojik ve ideolojik gibi elitist kavramlarla değerlendirilmesine karşı çıkar ve medyanın kültürel tüketim boyutunun analizinin önemli olduğunu öne sürer.


#118

SORU:

Gündem belirleme kuramının temel varsayımı nedir?


CEVAP:

Gündem belirleme kuramının öncü isimleri Amerikalı iletişim bilimciler Maxwell McCombs ve Donald L. Shaw’dır. McCombs ve Shaw seçim döneminde medya gündeminin, kararsız seçmenlerin oy verme kararlarını nasıl etkilediğini araştırmışlardır. Medyanın gündemine aldığı olaylar, seçmenler tarafından da önemli görülmekte ve gündelik konuşma/tartışmaları bu konular hakkında olduğu tespit edilir. Buradan hareketle McCombs ve Shaw, medyanın kurduğu gündem ile halkın bilişsel dünyalarını biçimlendirdiğini öne sürer. Bu kuramın temel varsayımına göre medya insanların nasıl düşüneceklerini etkilemede önemli bir güce sahip değildir; ancak ne hakkında düşüneceklerini ve neyi önemli olarak algılayacaklarını belirlemede hayli güçlü/etkili bir araçtır.


#119

SORU:

Suskunluk sarmalı kuramının temel varsayımları nelerdir?


CEVAP:

Kuram şu varsayımları kabul ederek araştırmalar yapmaktadır:

• Toplum, genel kabul görmüş değerler ve düşüncelerin dışında davrananları dışlamakla tehdit eder.

• Bireyler sürekli olarak dışlanma korkusu duyarlar.

• Bu korku nedeniyle, insanlar sürekli çevrelerindeki tutum ve düşünceleri gözlemleyip, öğrenmeye çalışırlar.

• Bu gözlemleri sonucunda edindiği izlenimler doğrultusunda fikirlerini açıkça dile getirir veya suskun kalmayı tercih eder.

• Bu dört varsayım birbiriyle etkileşim halinde kamuoyunun oluşması, sürdürülmesi ve değişmesinde etki eder


#120

SORU:

Yetiştirme (cultivation) kuramını açıklayınız.


CEVAP:

Yetiştirme (cultivation) kuramı Amerika’da George Gerbner tarafından 1970’li yıllarda geliştirmeye başlamış, düşünür tarafından 1980’li yıllarda daha da genişletilmiştir. Gerbner, medyanın etkilerinin kısa vadeli değil uzun vadede açığa çıktığını belirtir ve bu etkinin de doğrudan değil 68 İletişim Kuramları toplumdaki başka dinamiklerin de etkisi ile dolaylı şekilde oluştuğunu belirtir. Bu kurama göre televizyonun etkileri insanların davranışlarından çok tutumlarına etki etmektedir. Günümüz toplumlarında bireyler var olan bir medya ağı içinde doğmaktadır ve insanların toplumsallaşma yani içinde bulunduğu toplum ve kültürü tanıyıp, ona adapte olma sürecinde televizyon artık çok önemli bir etkendir. Yetiştirme kuramı medyanın toplumdaki rolünü sorgulayarak daha genel/makro bir analiz yapsa da özel olarak televizyondaki şiddetin etkilerini irdeler.


#121

SORU:

Eleştirel medya çalışmaları nasıl doğmuştur?


CEVAP:

İletişim çalışmalarında eleştirel paradigma olarak adlandırılan medya araştırmaları, 1960’lardan sonra Avrupa kıtasında özellikle Fransa, Almaya ve İngiltere’deki teorik gelişmelerden hareketle yapılmıştır. 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupalı sosyal bilimciler de medyayı görmezden gelmemiş, her biri kesin sonuca götüren düşünce öğeleri ortaya koymuştur. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki pozitivist düşünürler, iletişim konusuyla iletişimin modern dünyada edindiği merkezi konumu nedeniyle ilgilendiler. Buna karşın Avrupalı sosyal bilimciler, toplumların gelişimi üzerine kimi zaman kötümser görüşleri de barındıran bu düşünürlerin yapıtlarında ekonomik, politik ve toplumsal modernliğin kesinliğinin ortaya koyduğu temel kopuşun önemli bir etkisi vardır. Yıkıcı iki dünya savaşının ardından gelen totaliter ideolojilerin iklimiyle birleşen bu kötümserlik, Avrupa’da modernliğin en belirleyici nesnelerinden biri olan medya üzerine araştırma geleneğinin daha olumsuz bir bakışla yerleşmesine yol açar (Maigret, 2004: 46). Amerika’daki çalışmalarla kıyaslandığında tarihsel olarak da daha geç bir döneme, 1960’lardan sonraya denk gelir


#122

SORU:

Frankfurt okulu kavramını nedir?


CEVAP:

Frankfurt okulu, 1923 yılında Frankfurt’ta kurulan Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’ndeki düşünürlerin kapitalizm, kitle iletişim araçları ve modern toplumlarda kültürel/sanatsal üretim konularındaki eleştirel görüşlerini anlatmada kullanılır. Okulun öncü isimleri olan Max Horkheimer ve Theodor Adorno, 1930 ve 1940’lı yıllarda pek çok yayın yapmışlardır ancak görüşleri savaş ortamında yaygınlaşamamış; ancak 1960’lı yıllardan sonra benimsenmeye ve tartışılmaya başlanmıştır. Okul, 1933 yılında, Hitler’in tüm Almanya’da egemen olmasıyla Amerika’da Columbia üniversitesine taşınmış, 1942 yılında da tekrar Frankfurt kentine dönmüştür. Max Horkheimer’den sonra, okulun müdürlüğünü ölünceye (1968) kadar Theodor Adorno yürütmüştür. Frankfurt okulu düşünürleri, kapitalizmin 19. yüzyılda bir kitle toplumu yarattığını ve kitle toplumunun ürünü olan “kitle insanı” ile “kitle kültürü” konularında hayli eleştirel değerlendirmeler yaparlar. Sözünü ettikleri kitle toplumu içerisinde medyaya kötümser bir bakış hakimdir ve olumsuz işlevlerine dikkat çekerler. Kitle toplumu ve kitle kültürü sadece okulun düşünürlerinin benimsediği bir yaklaşım değildir. Daha önceki kısımda da ele aldığımız gibi Freud, Le Bon, Spengler ve Ortega y Gasset gibi çağdaş düşünürler tarafından da benimsenen, 19. Yüzyıl sonlarından başlayarak modern toplumları tanımlamada ve “kalabalık” kavramıyla benzer anlamda kullanılan bir kuramdır. Toplumda patolojik bir sapmaya dikkat çekmeye çalışan kitle toplumu yaklaşımı, Frankfurt okuluna özgü şekilde Marksist düşünceyle birleşir ve okulunun çalışmalarında ekonomik yapı, yoksulluk, işsizlik ve emek sömürüsü gibi Marksizm’in bilimsel açıklamaları değil yabancılaşma, fetişizm ve sahte bilinç gibi eleştirel kavramlarını kullanırlar


#123

SORU:

Hegemonya nedir?


CEVAP:

Toplumda egemen sınıfın, kendi değer ve normlarını kültürel olarak egemen kılmasıdır. Hegemonya, zor veya baskı aracılığıyla değil ideoloji (yani bir dünya görüşü veya değerler silsilesine ikna) aracılığıyla gerçekleştirilir.


#124

SORU:

İdeoloji kavramı nedir?


CEVAP:

İdeoloji, en genel anlamda, toplumsal yaşamla ilgili düşünce, anlamlar ve sembolik temsillerin alanını anlatmada kullanılır. Ancak bu genel anlamı içerisinde kültür kavramı ile karıştırılabilir ve kültür ile ideoloji olguları karıştırılabilir. Her tür toplumsal düşünce ve anlamda ideoloji değildir; ideoloji daha çok farklı toplumsal anlam ve değerlerin çatıştığı bir alanda oluşan toplumsal düşünce olarak tanımlanabilir. Bu noktada ideolojinin iktidar kavramıyla da ilişkilendirilmesi önemli ve gereklidir; “ideoloji, toplumsal iktidar ilişkileri sayesinde oluşan kendisi de iktidar ilişkilerinin oluşum dolayımı (aracı) olan toplumsal düşünce ve anlamlar”dır.