SİYASİ DÜŞÜNCELER TARİHİ Dersi İKTİDARIN EVRENSELLİĞİNDEN PARÇALANMIŞ İKTİDARA:ROMA VE ORTAÇAĞ soru cevapları:

Toplam 55 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU: Bugün bile siyasal mücadeleler içinde kullanılan birçok terim ve kavram, varlığını neden Roma’ya borçludur?


CEVAP: Dünyanın en büyük imparatorluklarından biri olan Roma İmparatorluğu daha çok, geliştirilmiş düşüncelerin hukuksal olarak somutlaştırıldığı, bu bakımdan siyasal düşünceye hukuk anlayışıyla katkıda bulunan bir örnektir. Roma’nın karmaşık sınıf yapısı ve bu karmaşık yapı içinde süren sınıf mücadeleleri, o günden bugüne siyaset biliminin ve siyasal düşüncenin bir laboratuvarı gibi ele alınmasına vesile olmuştur.

#2

SORU: Roma İmparatorluğu kaç yıllıktır ve kaç dönemde incelenir?


CEVAP: 1200 yıl ve 3 dönemde incelenir, bu dönemler cumhuriyet, cumhuriyetten imparatorluğa geçiş ve imparatorluk dönemleridir.

#3

SORU: Roma İmparatorluğu’na adını veren Roma kenti ile ilgili ne bilgiler verilebilir?


CEVAP: İÖ VII. yüzyılda kurulduğu Kabul edilmektedir. Ancak daha sonra Etrüskler Roma çevresindeki yerleşimleri de kendi bünyelerine katarak Roma’yı bir kent devleti olarak inşa ederler. Roma, İÖ 509’a kadar krallıkla yönetilen bir kent devletidir. Bu nedenle siyasal örgütlenmesi krallık mirası çerçevesinde anlaşılabilir. Krallık İÖ 509’da yıkılır ve cumhuriyet rejimi kurulur ama bu yeni rejim esasta krallık mirasının üzerinde yükselmektedir.

#4

SORU: Roma Krallığı bir kabileler konfederasyonu biçiminde örgütlenmişti. Bunlardan 3 temel kabile hangileridir?


CEVAP: Roma halkı (populus romanus) üç temel kabilede (tribus) toplanmıştı. Her tribus, on fratriye (curia), her curia ise 10 klana (gens) ayrılmıştı. Böylece populus romanus, üç tribus, 30 curia ve 300 gensten oluşmaktaydı.

#5

SORU: Bir gens’in üyesi olan yetişkin bütün erkekler tüm yurttaşlık haklarını elde tutuyorlardı. Hiçbir soyla yani bir gens’le ilişkisi olmayan, iki ayrı grup daha vardı, bunlar nelerdir?


CEVAP: Bunların ilkine pleb, ikincisine ise client denmekteydi.

#6

SORU: Auctoritas ne demektir?


CEVAP: Sözcük olarak augeo (artırmak, çoğaltmak) fiiliyle ilişkili olsa da siyasal düşünce içinde bu anlamda kullanılmaz. İktidarı bir şeyi yapabilme, uygulama gücü olarak düşünürsek, auctoritas bu gücün hayata geçirilebilmesi, uygulanabilir olması için gerek duyduğu meşruluğu, otoriteyi sağlar. Bu bakımdan uygulamanın kendisini haklı göstermek için başvurduğu ilke olarak iktidarın ilkesi diye kavranır.

#7

SORU: Proletarii ne anlama gelir?


CEVAP: Bu sözcüğün günümüzdeki karşılığı proletaryadır ve kapitalist sistem içinde iki ana sınıftan biri bu adı taşır; diğeri burjuvazidir. Bu iki sınıf birbirlerini var ederler. Özellikle Karl Marx’ın modern işçi sınıfını zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan bir sınıf olarak nitelemesiyle yoksullukla bu sınıf arasında sıkı bir ilişki kurulmuştur ama buradan hareketle modern işçi sınıfı, Roma’da olduğunca yoksulluğa indirgenmemelidir.

#8

SORU: Res publica ya da Cumhuriyet nereden türemiş ve zaman içinde ne anlama gelmiştir?


CEVAP: Res publica sözcüğü res (eşya, nesne), publica (ortaklığa, topluluğa, kamuya ilişkin) sözcüklerinin birleşimiyle kamusal şey, kamusal çıkar, kamusal işler, olaylar, vb. gibi anlamlara gelmektedir. Ancak bu sözcük Roma siyasal düşüncesinde Yunan düşüncesindeki politea’nın yani devletin karşılığı olarak kullanılmaya başlanır. Bu haliyle Roma düşüncesinde res publica devletin kamusal vasfını ortaya koyar. Bu kamusallık ortak çıkarlar, tabi olunan ortak bir hukuk sistemi, özel mülkiyetin yanı sıra kamusal mülkiyetin varlığı gibi özelliklerde kendini gösterir. Bu nedenle res publica terimi, kendisini oluşturan unsurların dışında kendine has varlığı ve çıkarlarıyla devletin bağımsız, soyut bir güç olarak kavranmasına giden yolda önemli bir dönüm noktasıdır.

#9

SORU: Roma gerçekçiliği neyi tanımlar?


CEVAP: İÖ II. yüzyılın ortalarına ulaşıldığında Roma artık bir kent devleti olmaktan çıkmıştır. İspanya’dan Batı Anadolu topraklarına kadar uzanan fiilî olarak bir imparatorluk hâline gelmiştir. Bu imparatorluğun temel felsefesi ise savaşmak, yönetmek ve para kazanmaktan ibaretti ki buna da Roma gerçekçiliği adı verilir.

#10

SORU: Latifundium nedir ve neye yol açmıştır?


CEVAP: Bu işletme tarzı, ticarete dayalı, geniş ölçekli tarımın özgün bir örneğidir. Büyük köle yığınlarının emeğinin tümüne, karşılıksız olarak el konulmasıyla yani angaryayla işletilen bu büyük çiftlikler, köle emeğinin yeniden üretilmesi için kölelere olabildiğince pay vermekten kaçınıyorlardı. Bu da mevcut köle emeğinin çok kısa süre içinde açlık, hastalık, ağır çalışma koşulları gibi nedenlerle erimesine yol açıyordu. Bu nedenle bu sistem sürekli olarak yeni büyük köle yığınlarına ihtiyaç duymaktadır ve bu da Roma’yı sürekli olarak fetihlere yönelten önemli dinamiklerden biridir.

#11

SORU: Polybios kimdir ve İstoriai adlı kitabını neye dayanarak yazmıştır?


CEVAP: Polybios (İÖ 200-120) Roma’ya savaş esiri olarak götürülmüş Yunanlı bir düşünürdür. Ancak kısa zamanda Roma’nın büyük gücü karşısında Roma’ya hayran kalmış ve bu başarıyı açıklama iddiasıyla İstoriai (Tarihler) adlı yapıtını kaleme almıştır. Devletlerin başarı ya da başarısızlığının, nasıl yönetildiklerine, yani anayasalarına bağlı olduğunu kabul eden Polybios, öncelikle Yunan geleneğine uygun bir biçimde yönetimleri tasnif etmekte ve yönetimlerin döngüsünü açıklamaktadır.

#12

SORU: İÖ II. yüzyıl sonlarında Roma düzenini tehdit eden ne olmuştur?


CEVAP: Savaşlarda yenik düşen toplulukların yığın hâlinde köleleştirilmesi ve bunların latifundium’larda kullanılması, bir yandan küçük üreticilerin rekabet edemez hâle getirilip yoksullaştırılmasıyla kentlere yığılmasına neden olmuş; aynı anda latifundium’lardaki köle yığınları büyük güçleriyle siyasal bir tehdit olarak belirmiştir.

#13

SORU: Roma’yı sürekli istikrarsızlaştıran sorunların başında giderek keskinleşen sınıf mücadelelerden sonraki sorun ne olur?


CEVAP: Roma’nın karşı karşıya kaldığı sorunlardan biri de bağlaşık halklar sorunudur. Özellikle savaşlarda kritik bir önem taşıyan bağlaşık halklar, üstlendikleri sorumluluk ölçeğinde savaşlardan yararlanamadıkları için huzursuzlanmaya ve sorunlarının çözümü için de yurttaşlık talebini yükseltmeye başlamışlardır.

#14

SORU: Birinci Triumvirlik diye bilinen üçlü anlaşmayla Roma’ da ne yaşanır?


CEVAP: Roma siyasal sisteminin giderek askerileşmesi ve cumhuriyetin kurumlarının bozulmasıyla birlikte ilk aristokrasi yanlısı Sulla yönetimi meydana geldi. Sulla İÖ 81’de kendini süresiz olarak diktatör seçtirmeyi başardı. İÖ 70 yılında öldüğünde, arkasında artık monarşi düşüncesine yatkın hâle gelmiş bir Roma bırakmıştı ve dolayısıyla devamı geldi. İÖ 60’da Pompeius ve Crassus’la birlikte İulius Sezar, Birinci Triumvirlik diye bilinen üçlü anlaşmayla Roma’nın yönetimini ele geçirdiler. Crassus’un savaşta ölmesinin ardından, Pompeius ve Sezar kozlarını paylaştı ve Sezar gülen taraf olarak Roma’nın tek hakimi hâline geldi. İÖ 44’te diktatörlüğü sürekli hâle geldiği gibi, ayrıca senato tarafından yarı tanrı ilan edilmişti. Bu artık cumhuriyetin sonu imparatorluğun başlamasıydı.

#15

SORU: Cumhuriyetten imparatorluğa uzanan kriz dönemi, aynı zamanda yaşanan büyük ideolojik çözülüş beraberinde neleri getirmiştir?


CEVAP: En başta yurttaşlığın kapsamının genişlemesi ve siyasal sistemin askerileşmesi Roma temelli değerlerin bozulmasına yol açmıştır. Artık anayasal kurumların yüceliği, Roma’nın tanrısal görevleri gibi misyonların, yönetilenler açısından pek bir anlamı kalmamıştır. Siyasal faaliyetin içine şiddetin sızması ve rejimin askerileşmesiyle de deyim yerindeyse artık siyasetin özel biçimleri, şiddet ve güçle tezahür eden biçimleri, kurumsal siyaset anlayışını ortadan kaldırmıştır.

#16

SORU: Marcus Tullius Cicero kimdir?


CEVAP: Varlıklı atlılar sınıfının mensubu olarak aktif bir siyasetçi ve iyi hatip olmanın yanı sıra, Roma düşüncesinin en önemli isimlerinden biridir. Soyluların ve varsılların desteğiyle önce konsüllük, ardından senatörlük yapmıştır. Birinci Triumvirlik döneminde Selanik’e sürgüne gönderilmiştir. Bu çalkantılı dönemde yanlış siyasal tercihler yapmışsa da İÖ 57’de Sezar Roma’ya dönmesine yine de izin vermiştir. Ama Sezar’ın öldürülmesinin ardından yine bir yanlış yapıp bu cinayeti destekleyince, patlayan iç savaşta Sezar yandaşları zafer kazanınca, Marcus Antonius’un adamlarınca yakalanmış ve başı kesilerek Roma’ya getirilmiş, halka teşhir edilmiştir.

#17

SORU: Cicero’nun etkisi altında kaldığı şeyler nelerdir?


CEVAP: Cicero bir Roma düşünürü olmasına karşın Yunan düşüncesinin, özellikle Platon’un etkisi altındadır. Ancak Cicero devleti, doğal yasalarla meşrulaştırmak konusunda, Platon’u değil, Stoacı düşünceyi izler.

#18

SORU: Pricipatus ve Dominatus ne anlama gelmektedir?


CEVAP: Augustus İÖ 27’den itibaren Roma’yı bir imparatorluğa dönüştürmüştü. Ancak Augustus, kendisini cumhuriyetin krizini sona erdiren adam olarak görmektedir. Bu nedenle de kendisinin birinci yurttaş anlamında princeps olarak adlandırılmasını istemiştir. Bu yüzden imparatorluğun bu ilk dönemleri principatus (birinci yurttaşın yönetimi) olarak anılır. Ancak çok geçmeden imparatorlar artık gereksiz hâle gelen cumhuriyetçilikten tümüyle vazgeçer ve principatus’un yerini dominatus, yani ‘yurttaşların değil, uyrukların üstünde hüküm süren efendinin yönetimi’ alır.

#19

SORU: Lucius Annaeus Seneca kimdir?


CEVAP: Lucius Annaeus Seneca (İÖ 4-İS 65) siyasal düşünceye uzak duran, daha çok ahlakla ilgilenen bir düşünürdür. Hayatı ise çelişkilerle doludur. Bir yandan özel mülkiyet başta olmak üzere, eşitsizliklere karşı çıkar ama öte yandan kendisi lüks, servet ve şöhret düşkünlüğünden kesinlikle vazgeçemez. Bir yandan siyasete ilgisizliği temellendirir, öte yandan siyasetin tam ortasındadır.

#20

SORU: Seneca’nın siyasi düşünce yapısı nasıldır ve bu bağlamda başvurduğu Altın Çağ Mitosu ne anlama gelmektedir?


CEVAP: Seneca diğer Roma düşünürlerinden farklı olarak devleti doğal görmez. Bunun için altın çağ mitosuna başvurur. Seneca tüm siyasal kurumları kabul eder ve bu durum içinde doğruluğun sağlanmasını savunur. Bu tutumun bir örneğini kölelik konusunda verir. Bir yandan kölelerin de insan olduğunu kabul eder ve onlara iyi davranılmasını ister, öte yandan kölelik kurumunu olduğu gibi onaylar. Bunu meşrulaştırabilmek için de içsel özgürlük-dışsal özgürlük ayrımına başvurur. Altın çağ mitosu: İnsanların devlet öncesi yaşadıkları kabul edilen, özel mülkiyetin, köleliğin, eşitsizliğin olmadığı doğal toplumsal durum. Buna göre, bu doğal toplumsal durumdan çıkılması çoğu kötülüğün ana nedenidir. Bu mitosu siyasal düşünce içinde en iyi ifade eden isim JeanJacques Rousseau’dur.

#21

SORU: Hristiyanlığın yayılmasında etkili rol oynayan kurum ve etken ne olmuştur?


CEVAP: Hristiyanlığın evrensel bir din hâline gelmesinde ve yayılmasında kuşkusuz en önemli etken Roma İmparatorluğu’nun varlığıdır. Roma tahtına kendisi Hristiyan olan Constantinus’un geçmesiyle Constantinus tarafından yedi tepe üzerine inşa edilen yeni bir kente, Constantinopolis’e dönüştürülerek burası bir kiliseler kenti olarak yeniden inşa edilir.Kilise Hristiyanlığın yayılmasında etkili rol oynamıştır.

#22

SORU: Hristiyanlıkta İsa’nın ve Pavlus’un amaçları ne olmuştur?


CEVAP: Bir Roma dini olarak diğer topluluklara açılmadan önce İsa’nın iletisi öncelikle ve özellikle Yahudilere dönüktü. İsa’nın ilk refleksi kendi inancını, soysuzlaşmış ama kendini Yahudilik olarak gösteren dinden ayırmak olmuştur. Aslında her tür otoritenin kaynağı Tanrı’dır ve İsa da dünyayı en büyük otorite sahibine uymaya çağırmaktadır. Ama Hristiyanlığı, ona uygun bir şeriatla donatan asıl isim Pavlus olur. Pavlus, adeta bu dinin gerçek kurucusudur. Pavlus, Hristiyanlığı seçtikten sonra hem bu yeni inancın yaygınlaşması hem de kurumlaşarak bir şeriat oluşturması için en önemli çalışmaları yapan kişidir ve yakalanıp Roma’da öldürülünceye değin bu faaliyetini sürdürmüştür.

#23

SORU: Patristik düşüncenin en büyük ismi kabul edilen Augustinus kimdir ve Patristik düşünce ne anlama gelmektedir?


CEVAP: Evrensel olarak Roma Devleti’nin yarattığı boşluğu doldurabilecek sistemli bir düşünceyi, Kilise evrenselciliğini inşa eden kişiydi Augustinus. Patristik düşünce: Pavlus’un ardından, Hristiyan öğretisini Antik felsefenin kavramlarıyla biçimlendirerek sistemli bir dünya görüşü ortaya koymak amacıyla kilisenin o dönemdeki ileri gelenlerinin, daha sonra Roma Kilisesi tarafından aziz sayılmış olanların düşünsel girişimlerinin tümüne verilen addır.

#24

SORU: Orta Çağı nitelediği ileri sürülen temel özellikler nelerdir?


CEVAP: Orta Çağı nitelediği ileri sürülen temel özellikler iktisadi düzeyde feodalite, siyasal düzeyde merkezî iktidarın yokluğu ya da yerel iktidarların öne çıkması, kültürel düzeyde ise Hristiyanlığın kurumsallaşmasıdır.

#25

SORU: Kilisenin yeni arayışlara yönelmesinin nedeni nedir?


CEVAP: Kilisenin yeni arayışlara yönelmesinin nedeni, Doğu Roma İmparatoru’nun hem kutsal otoriteyi, hem dünyevi iktidarı kendi kişiliğinde, imparatorluk makamında temsil etme savından kaynaklanmaktadır.

#26

SORU: Feodalite ne demektir?


CEVAP: Orta Çağı nitelediği kabul edilen terimlerden biri olan feodalite hem zaman, hem de coğrafya olarak tüm Orta Çağ dönemini kapsamaz. Feodaliteyi niteleyen en önemli şeylerin başında gerek soya gerek tabakalara dayalı yükümlülükler sisteminin katı bir biçimde uygulanması gelirken, bir diğer unsur küçük iktidarlar topluluğunun varlığıdır.

#27

SORU: Roma İmparatorluğu’nu yıkma başarısını gösterseler de Cermen krallıklarının siyasal ömrü, biri dışında, neden çok sürmemiştir?


CEVAP: İtalya’da Ostrogotlar ve Lombardlar, Doğu Galya’da Burgondlar, İspanya’da Vizigotlar ve nihayet Galya’nın büyük bir bölümünü de ele geçirerek kabileleri birleştirmeye başaran Franklar, büyük Roma mirasının üzerinde yerleşmelerine ve bu mirasa uyum göstermeye çalışmalarına karşın, esasta Roma siyasal sistemi ve hukukuyla kan uyuşmazlığı içindeydiler. Bunun en temel gösterge ve nedenlerinden biri, bu toplulukların kabile örgütlenmesine dayalı, barbar topluluklar oluşudur.

#28

SORU: Avrupa’nın ciddi güvenlik sorunuyla yüz yüze olduğu anımsanırsa, manor lordu ya da senyörünün tek başına hâkimiyetini sağlayamayacağı ya da bu hâkimiyeti uzun süre devam ettiremeyeceği anlaşılınca ne gibi bir önlem alınır?


CEVAP: Feodal efendiler arasında bir bağlılık zinciri kurmaya çalışılmıştır. Bu anlamda aralarında güç, büyüklük vb. eşitsizlikler bulunan iki feodal bey birbirine bağlılık ilişkisiyle bağlanır. Buna göre, üstün ve güçlü olan lord ya da senyör, belirli bir toprak parçasını ve toprağın üstündeki bütün hakları,-yani insanlar, araçlar, din üzerindeki haklarla yargılama, yönetme hakları- bir diğer feodal beye ya da vasala devretmektedir. Vasal konumundaki senyör de bunun karşılığında diğer senyöre karşı çeşitli yükümlülükler üstlenmektedir.

#29

SORU: Kilise’nin dünyevi işlerdeki büyük gücünü işaret eden asıl olay XI. yüzyılın sonunda başlayan olay ve beraberinde getirdikleri nedir?


CEVAP: Haçlı Seferleri’dir. Haçlı Seferleri’yle birlikte Kilise’nin dünyevi işlerde söz sahibi olduğu, gerektiğinde savaşa girebileceği ve kan dökebileceği açıkça ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda Haçlı Seferleri, bu seferlere katılan şövalyelerin yani soyluların belirli bir bölümünün tasfiyesini de beraberinde getirir ve önemli bir tabakayı oldukça zayıflatır. Haçlı Seferleri, Papa VII. Gregorius’un Kilise’ye yüklediği en önemli misyon olan dünya üzerinde Hristiyan bir toplum kurma projesinin nihayet ete kemiğe bürünmüş en önemli girişimlerindendir.

#30

SORU: Plenitudo potestatis savı ne anlama gelir?


CEVAP: Dinsel iktidarın, dünyevi iktidardan üstün olduğu kabulünden hareketle dinsel iktidarın sahibi olarak Kilise’nin de dünyevi iktidar sahiplerinden üstün olduğu, bu nedenle dünyevi iktidarın da Kilise’ye ait olması gerektiği savı.

#31

SORU: İki kılıç kuramı nedir ve neyi savunur?


CEVAP: İki kılıç kuramı, her iki iktidarı birbirinden farklı ve ayrı alanlara yerleştirerek Kilise’nin İmparatorluk karşısında özerkliğini amaçlamış olan Gelasius öğretisinden farklıdır. Bu kuram, Kilise’ye hem dünyevi işleri idare etme, düzeni ve adaleti sağlama, hem de dinsel alanı çekip çevirme hakkını ileri sürme imkânı verir.

#32

SORU: Salisburlyli John kimdir ve kilise ile ilgili düşüncesi nedir?


CEVAP: Salisburyli John (1115-1180)’un siyasal görüşlerinin tümünü kapsayan Policraticus (Devlet Adamının Kitabı), Augustinus’un Tanrı Devleti’nden sonra, Orta Çağda üretilmiş, ilk kapsamlı siyasal inceleme metnini kaleme alan bir din adamıdır. Salisburyli John’a göre de dünyevi ve ruhani iktidarın kaynağı hiç kuşkusuz Tanrı’dır ve Tanrı her iki kılıcı da yine kuşkusuz, Kilise’ye vermiştir. Kilise, ise dünyevi kılıcı, kendisi kan dökücü olmadığından, prenslerin kullanımına devretmiştir. Bu sınırlı çerçeve içinden bakıldığında, Salisburyli’nin dile getirdiği şey dünyevi iktidar karşısında Kilise’nin üstünlüğünden, yani geleneksel plenitudo potestatis savından başka bir şey değildir.

#33

SORU: Aquinumlu Thomas kimdir ve yaptıkları neye yol açar?


CEVAP: Görüşleri günümüz Roma Kilisesi’nin resmî görüşü sayılan Aquinumlu Thomas sıradan bir din adamı değildir. 1322’de, Papa XXII. Ionnes tarafından Aziz (Saint) ilan edilmiş, 1879’da Papa XIII. Leo tarafından görüşleri teolojinin gerçek temeli olarak nitelenmiş ve nihayet, 1914’ten, Papa X. Pius’tan sonra görüşlerini tartışmak günaha girmekle eş değer sayılmıştır. Thomas ile birlikte, artık Kilise çatısı altında, Aristotelesçilik, tümüyle dinselleştirilerek de olsa siyasal düşüncenin omurgası olarak yeniden canlanır.

#34

SORU: Aquinumlu Thomas ile Salisburly John’un düşünce ve eylemlerindeki ortak nokta nedir?


CEVAP: Devleti var eden ortak yarardan başka bir şey değildir; bu ortak yarar ise, işlevlerine göre farklılaşmış bir organizmalar bütünü olan toplumda tecelli eder. Bu yanıyla Salisburyli John’un organizmacılığını paylaşan Thomas, devleti siyasal ve ahlaki amaçları bulunan bir canlı organizma gibi tasarlar. Ancak işlev ve köken bakımından Kilise ile ilişkisi kesilen devleti, başka bir düzeyde Kilise’yle yeniden ilişkilendirecektir Thomas. Bu ilişkilendirmeyi ise yasayı merkeze alarak yapar.

#35

SORU: Thomas için başlıca dört tür yasa vardır. Bunların açılımları nelerdir?


CEVAP: Bunlardan ilki, sonsuz yasadır (lex aeterna),ikincisi doğal yasa (lex naturalis), üçüncüsü insani yasa (lex humana) ve nihayet sonuncusu tanrısal yasadır (lex divina). Sonsuz yasa, bir anlamda tanrısal aklı ifade eder ve evrendeki tüm varlıklara uygulanır; her varlığın kendine has ereği doğrultusunda ilerlemesini sağlar. Bundan türeyen doğal yasa ise insana kendi potansiyel varlığını hem kişisel, hem toplumsal düzeyde nasıl mükemmelleştirebileceğini gösterir. Bu bakımdan, insanın doğal amaçlarına ve eylemlerine uygun düşen (yani aslında sonsuz yasaya uygun düşen) kurallar bütününden başka bir şey değildir. Sonsuz ve doğal yasanın dışında, bir de insanların birlikte yaşama deneyimleri içinde ortaya çıkan kurallar bütünü vardır ki bu da insani yasadır. İnsani yasa kaçınılmaz olarak sonsuz ve doğal yasayla koşullu ya da onlara uygun olmak zorundadır. Son sırada yer alan tanrısal yasa ise hakikati kavramak üzere iş görür.

#36

SORU:

Roma Krallığı halkının örgütlenme yapısı ne şekildedir?


CEVAP:

Roma Krallığı bir kabileler konfederasyonu biçiminde örgütlenmişti. Yurttaşlık haklarına sahip olan Roma halkı (populus romanus) üç temel kabilede toplanmıştı. Her kabile, on fratriye (curia), her curia ise 10 klana (gens) ayrılmıştı. Böylece populus romanus, üç tribus, 30 curia ve 300 gensten oluşmaktaydı. Temel örgütlenme ilkesi soy olduğu için siyasal haklardan yararlanabilmek için, örgüt­lenmenin birinci basamağında yer alan bir gens’in mutlaka üyesi olmak gereki­ yordu. Bir gens’in üyesi olan yetişkin bütün erkekler tüm yurttaşlık haklarını elde tutuyorlardı. Hiçbir soyla yani bir gens’le ilişkisi olmayan, iki ayrı grup daha vardı. Bunların ilkine pleb, ikincisine ise client denmekteydi. Bu iki kesim özgür nüfusu oluşturuyordu ama siyasal haklardan yoksundular. Toplumsal örgütlenmenin en altında ise özgürlükten mahrum, alınıp satılabilir bir mal olarak köleler bulunuyordu.


#37

SORU:

"Res publica" kavramı Roma siyasal dünyasında neyi ifade etmektedir?


CEVAP:

Res publica sözcüğü res (eşya, nesne) ve publica (ortaklığa, topluluğa, kamuya ilişkin) sözcüklerinin birleşimiyle "kamusal şey, kamusal çıkar, kamusal işler, olaylar..." gibi anlamlara gelmektedir. Ancak bu sözcük Roma siyasal düşüncesinde Yunan düşüncesindeki politea’nın yani devletin karşılığı olarak kullanılmaya başlanır. Bu haliyle Roma düşüncesinde res publica devletin kamusal vasfını ortaya koyar. Bu kamusallık ortak çıkarlar, tabi olunan ortak bir hukuk sistemi, özel mülkiyetin yanı sıra kamusal mülkiyetin varlığı gibi özelliklerde kendini gösterir. Bu nedenle res publica terimi, kendisini oluşturan unsurların dışında kendine has varlığı ve çıkarlarıyla devletin bağımsız, soyut bir güç olarak kavranmasına giden yolda önemli bir dönüm noktasıdır.


#38

SORU:

Roma Krallığı'nın başlangıçta soy unsuruna dayanan örgütlenme yapısı zamanla nasıl bir örgütlenmeye dönüşmüştür?


CEVAP:

Roma'da başlangıçta tümüyle soy temelli bir örgütlenme varken bu zamanla yerini ikamet ve özel mülkiyet temelli bir örgütlenmeye bırakır. Buna göre, tüm yurttaşlar patrici (yani soylu) ya da pleb (yani herhangi bir soyla ilişkisi olmayan­lar) oluşları bir yana, servetlerine göre tasnif edilir ve su yeni tasnif, çoluk çocuklarından (proles) başka serveti olmayanlar, yalnızca 'çocuk üretebilenler', 'çocuk emzirmekten başka mahareti olmayanlar' anlamında kullanılan proletarii, yani toplumun en yoksulları olan yeni bir kesimi ortaya çıkarır. Yeni örgütlenme servet ölçüsünü kullansa da aslında soyluluk servetle birlik­te baskın niteliğini de sürdürmektedir. Öyle ki krallığın yıkılarak cumhuriyetin kurulmasıyla yeni yönetim halka aitmiş gibi görünse bile baskın olan şey, yeni rejimin karakterinin de soyluluk tarafından biçimlendirilmiş oluşuydu. Soyluların hakimiyetindeki cumhuriyet düzeninde pleb’ler, patrici’lerin siya­sal haklarını meşrulaştırmaktan başka işe yaramıyorlardı. Bu da pleb’lerin siyasal haklarını genişletmek için sürekli olarak mücadele etmesine yol açmış görünü­yor. Pleb’ler iki yüz yıla yayılan bir mücadele süreci içinde büyük haklar elde etmeyi başardılar; borç köleliğine son verilmesi, kendilerine özgü bir meclis ile yöneticiler kurulunun oluşturulması, patrici’lerle evlenme yasağının kaldırılması ve yüksek devlet görevlerinin pleb’lere açılması bunlardan bazılarıdır. Özellikle evlenme yasağının ortadan kalkması ve zenginleşmiş pleb’ler ile patricimensuplarının birleşmesiyle, optimates denilen yepyeni bir sınıf ortaya çıkmıştır. Böylece Roma dünyasının iki büyük hakim sınıfı gelişimini tamam­lamış oldu. Bunların karşısında ise giderek yoksullaşan ve siyasal sistemden de dışlanan artık yoksulları nitelemek için kullanılacak bir terime dönüşen popularesile ifade edilen halk vardır. 


#39

SORU:

Yunanlı düşünür Polybios, Roma siyasal rejimi için nasıl bir yönetim biçimi öngörmüştür?


CEVAP:

Polybios’a göre devlet tümüyle doğal olarak ortaya çıkmaktadır; bunun nedeni de güce dayanmasıdır. Bu yüzden ilk yönetimi biçimi de güce dayanan tiranlık ya da despotluk olmaktadır. Ancak aklın ve mantığın hâkimiyetiyle despotluk ye­rini monarşiye bırakır. Ancak monarşi kısa zamanda gücün mutlak sa­nılmasıyla yeniden despotluğa dönüşmektedir. Bu da soyluların ayaklanıp rejimi yıkmalarına neden olmaktadır. Diğer yandan aristokrasi de kendisini zenginlik hırsına kaptırınca rejimin niteliği oligarşiye dönüşmektedir. Oligarşi ise buna tepki duyan kitleler tarafından yıkılarak demokrasi inşa edilmektedir. Görüldüğü gibi, her yönetim biçimi kendi içindeki olumsuz öğelerin baskın çıkmasıyla bozulmaktadır. Krallık içinde mutlakiyeti, aristokrasi oligarşiyi, demokrasi ise yasa tanımayan bir şiddeti barındırmaktadır. O halde, bu üç yönetim biçiminin iyi yönleri alınarak karma bir anayasa yapılmalıdır. İşte Polybios, Roma siyasal rejimini bunun bir örneği olarak görmektedir. Konsüllerin yönetimi monarşiyi, senatonun rolü aris­ tokrasiyi ve halkın elindeki iktidar yetkileri de demokrasiyi işaret etmektedir.


#40

SORU:
Roma tarihinde ülkeyi siyasi olarak istikrarsızlaştıran temel unsurlar neler olmuştur?


CEVAP:

Roma’yı sürekli istikrarsızlaştıran sorunların başında giderek keskinleşen sınıf mücadeleleri ve bizatihi yönetici sınıf­ların dinmek bilmez zenginleşme ve iktidar arzuları bulunmaktadır. Kamu görevleri ve hizmetleriyle zenginleşen, patrici’lere dahil olmayan, adlarına bu yüzden publicani ya da atlılar denilen yeni kesimler gözlerini zamanla siyasal güce dikmişlerdir. Diğer yandan populares ile optimates sınıfları arasın­daki çatışmanın sertleşmesi, beraberinde siyasal kurumların da yıpranmasını getirmektedir. İkincil olarak İÖ 107’de mülkiyet sahipliği ile askerlik hizmeti arasındaki bağı kesmesiyle ordu sistemi proletaryaya açılmış ve Roma askeri sistemi değişikliğe uğramıştır. Artık proletarya para karşılığı askerlik yapabilecektir. Bu­nun anlamı, Roma ordusunun artık yurttaşlar ordusu değil, profesyonel bir yapılanma olduğudur. Bu değişiklik siyasal olarak önemlidir, çünkü böylece alt sınıf­lar sisteme dahil edilerek düzen için bir tehlike olmaktan çıkarıldıkları gibi, aynı zamanda giderek genişleyen Roma İmparatorluğu’nun ihtiyaç duyduğu as­ker ihtiyacı da karşılanmaktadır. Ancak ordu bir kez profesyonelleşince yalnızca proletaryaya değil, ihtiyaç arttıkça İÖ 90’da İtalyan halklarının en alt sınıf­larına ve nihayet yurttaş olmayan herkese (barbarlara da) açılacaktır. Bu ise Roma or­dusunun temel düsturu olan Roma’ya bağlılık ilkesini ortadan kaldıracak ve ordu sistemi içinde kişisel bağlılık ilişkilerinin yeşermesine zemin hazırlayacaktır. Son olarak, bu dönemde Roma’nın karşı karşıya kaldığı sorunlardan biri de bağlaşık halklar sorunudur. Özellikle savaşlarda kritik bir önem taşıyan bağlaşık halklar, üstlendikleri sorumluluk ölçeğinde savaşlardan yararlanamadıkları için huzursuzlanmaya ve sorunlarının çözümü için de yurttaşlık talebini yükseltmeye başlamışlardır. Yurttaşlığın yaygınlaştırılmasını gerektiren bu talep ise Romalıla­rın büyük bir direnişiyle karşılaşır. Tıpkı toprak reformu girişiminde olduğu gibi İÖ 91’de tribün M. Livius Drusus’un yurttaşlığın kapsamını genişletmesi, öldürül­mesiyle sonuçlanır. Bunun üzerine bağlaşıklar büyük bir ayaklanmaya girişirler ve ayaklanma İÖ 90’da Roma’ya sadık kalan ve silahlarını bırakan bütün bağlaşıklara tam yurttaşlık hakkının tanınmasıyla bastırılır.


#41

SORU:

Cicero doğal hukuk anlayışı üzerinden Roma'da nasıl bir yönetim biçimini savunmuştur?


CEVAP:

Doğal hukuk anlayışına göre devleti temellendiren şey doğal yasa olduğundan yöneticiler toplumu keyif­lerine göre değil, doğal yasaya ya da adalete uygun olarak yönetmek zorundadır­lar. Yani doğal yasaya uymuyorsa pozitif yasaların değeri yoktur. Örneğin tiranların yasaları ne kadar uygulanmış olursa olsun, doğal hukukla bağdaşmadığı için yasa sayılamaz. Cicero için aristokratik cumhuriyetin yasaları doğal yasaya uygundur ve bunların değiştirilmemesi gerekir. Bu yapılmaya kalkılırsa ve Cicero’nun Sezar’ın ölümünü onayladığı düşünülürse demek ki yönetilenlerin buna direnme hakkı vardır. Cicero’nun doğal hukuk anlayışı, bir yandan devletin varlığını meşrulaştırırken, bir yandan da Roma’nın yayılmacı bir devlet olarak varlığı meşrulaştırılmakta, Roma evrenselleştirilmekte, böylece Roma emperyalist ideolojisi doğrulanmış olmaktadır. Doğal yasa bütün insanları kapsadığına, bütün insanlar aynı aklı paylaştığına göre, bütün insanlara uygun tek bir devlet olmalıdır. Bu, kozmopolis anlayışıdır. Elbette Cicero için kozmopolis ya da evrensel devlet adını almayı hak eden tek devletin Roma'dır.


#42

SORU:

"Pax Romana" Roma'daki hangi dönemi işaret etmektedir?


CEVAP:

Augustus İÖ 27’den itibaren Roma’yı bir imparatorluğa dönüştürmüştür ve Augustus kendisini, cumhuriyetin krizini sona erdiren adam olarak görmektedir. Bu nedenle de kendisinin birinci yurttaş anlamında princeps olarak adlandırılma­sını istemiştir. Bu yüzden imparatorluğun bu ilk dönemleri principatus (birinci yurttaşın yönetimi) olarak anılır. Diğer yandan çok geçmeden imparatorlar artık gereksiz hale gelen cumhuriyetçilik­ten tümüyle vazgeçer ve principatus’un yerini dominatus, yani 'yurttaşların değil, uyrukların üstünde hüküm süren efendinin yönetimi' alır. Augustus’un en büyük başarılarından biri orduyu tümüyle kontrolü altına alması ve askeri bir hazinenin oluşturulmasıyla ordunun doğrudan kendisine bağlanıp sık sık siyasal alana müda­hale etmesinin önüne geçilmesidir. Böylece Roma topraklarında iki yüz yıl sürecek bir barış ve istikrar dönemi başlar. Bu döneme Roma Barışı (Pax Romana) denir.


#43

SORU:

"Res Romana" kavramı neyi ifade eder?


CEVAP:

Nasıl ki res publica terimi kamuya ait, ona ilişkin olan şeyi işaret ediyor ve bu haliyle devletin kamusal vasfını ifade ediyorsa res romana terimi de Roma’ya ait olan şeyi, Romalılığı öne çıkartmaktadır. Terim, imparatorluk döneminde yayılma alanı bulmuştur ve bu dönemde devlet artık kamusal vasfından daha çok, adeta imparatorların büyük gücüyle özdeş hale gelmiştir. Bu nedenle yönetilenlerin çevresinde toplanacağı ve kolayca çekip çevrilebileceği yeni bir birlik eksenine gereksinim duyulmuş ve bunun sonucunda da eski Romalılık duygusu diriltilmeye çalışılmıştır.


#44

SORU:

İnsanların devlet öncesi yaşadıkları kabul edilen, özel mülkiyetin, köleliğin, eşitsizliğin olmadığı doğal-toplumsal durumu ifade eden kavram hangisidir?


CEVAP:

Altın çağ mitosu, insanların devlet öncesi yaşadıkları kabul edilen, özel mülkiyetin, köleliğin, eşitsizliğin olmadığı doğal-toplumsal durumdur. Buna göre, bu doğal toplumsal durumdan çıkılması çoğu kötülüğün ana nedenidir. Bu mitosu siyasal düşünce içinde en iyi ifade eden isim Jean-Jacques Rousseau’dur.


#45

SORU:

Hristiyanlığın evrensel bir din haline gelmesinde Roma Kilisesi'nin nasıl bir etkisi olmuştur?


CEVAP:

Hristiyanlığın evrensel bir din haline gelmesinde ve yayılmasında kuşkusuz en önemli etken Roma İmparatorluğu’nun varlığıdır. Bu din başlangıçta yeni bir Ya­hudilik biçimi olarak sahneye çıkmış fakat Yahudilerin bu dinsel anlayışa karşı şiddetle karşı çıkmaları üze­rine, yeni inanç kendisini Yahudilikten ayırarak farklı kaynaklardan beslenmiştir. İlk aşamada 313’te Milano Fermanı’nı yayınlayan Constantinus Hristiyanlığı öz­gürleştirir. Byzantium bir kiliseler kenti olarak yeniden inşa edilir. İkinci aşmada ise Roma Kilisesi’nin (Vatikan) açık üstünlüğüne dayalı hiyerarşik örgütlenme gerçekleştirilir ve Papalık kurumsal olarak belirir. Başlangıçta hiyerarşik bir düzen içinde de olsa sınırlı yetkiye sahip piskoposlar cemaat tarafından atanırdı; fakat bu atama giderek cemaatin elinden alınıp cemaat içindeki dinsel sorunları çözmeye yetkili tek bir rahibin eline verildi. Roma Kili­sesi işte bu süreç içinde, kendi hiyerarşik üstünlüğünü dinsel olarak da temellen­dirme becerisiyle öne çıkar ve kiliseler arasında merkezi bir kurum haline gelmiştir. 


#46

SORU:

Kitab-ı Mukaddes hangi kitaplardan oluşmaktadır?


CEVAP:

Yaygınlıkla Tevrat diye bilinen dini kitap Eski Ahit’tir. Eski ve Yeni Ahit, yani Tevrat ve İncil birlikte Kitab-ı Mukaddes’i oluştururlar. İncil sözcük olarak müjde anlamına gelir. Kutsal kitap olarak ise Yunanca evangelion, "iyi haber, müjde" anlamına gelen metinler bütününü ifade eder. İncil’in iki bölümü, İsa’nın havarileri olan Matta ve Yuhanna tarafından, Luka ve Markos ismini taşıyan bölüm­ler ise havarilerin yakınları tarafından kaleme alınmıştır.


#47

SORU:

Hristiyanlık dininde ilk günah kavramı neyi ifade eder?


CEVAP:

İlk günah, Eski Ahit kaynaklı Adem ve Havva hikayesiyle ilgilidir. Önce Adem ve ondan Havva yaratıldıktan sonra Tanrı, onlara cennetteki her şeyi serbest bırakır, bir ağacın meyvesi hariç. Fakat Havva şeytanın aldatmasıyla bu yasak meyveyi kendisi yediği gibi, Adem’e de yedirir. İşte bu ilk günahtır. Hikayeye göre, insan iradesi gereği günaha batmıştır, bu yüzden kendi iradesiyle kurtuluşu mümkün değildir. Buna "düşüş" adı da verilir.


#48

SORU:

Patristik düşünce nedir?


CEVAP:

Patristik düşünce, Pavlus’un ardından, Hristiyan öğretisini Antik felsefenin kavramlarıyla biçimlendirerek sistemli bir dünya görüşü ortaya koymak amacıyla kilisenin o dönemdeki ileri gelenlerinin, daha sonra Roma Kilisesi tarafından aziz sayılmış olanların düşünsel girişimlerinin tümüne verilen addır.


#49

SORU:

Bir uygulama gücü olarak iktidarı işaret eden ve doğrudan iktidarın uygulama gücünü, eylemliliğini ve bu gücün kullanılış biçimini kapsayan kavram hangisidir?


CEVAP:

Potestas, bir uygulama gücü olarak iktidarı işaret eder. İktidarın eylemleri açısından bağlayıcı kurallar koyan, nihai, meşrulaştırıcı, üstün iktidarı ifade eden auctoritas’tan farklı olarak doğrudan iktidarın uygulama gücünü, eylemliliğini, bu gücün kullanılış biçimini kapsar. Bu bakımdan iktidar, "potestas" olarak bölünebilir, farklı ellerde kendisini gösterebilir; örneğin günümüzde yürütme ve yargı potestas’ı açıkça ayrı ellerde somutlaştıran kurumlardır. Oysa iktidarın ilkesi yürütme ve yargının eylemlerini mümkün kılan ulusal egemenliktir; yani auctoritas’ın sahibi ulustur ve bu kesinlikle bölünemez, parçalanamaz, dağıtılamaz.


#50

SORU:

Batı Roma’nın yıkılışıyla, Yeni Avrupa'yı şekillendirecek hangi iki önemli aktör tarih sahnesinde karşı karşıya kalmıştır?


CEVAP:

Batı Roma’nın yıkılışıyla "Yeni Avrupa"yı şekillendirecek iki önemli aktör tarih sahnesinde karşı karşıya kalmıştır: Roma İmparatorluğu’nun yıkılışında önemli bir rol üstlenen Cermen krallıkları ve Roma’nın yıkıntıları arasından merkezi bir güç olarak tek başına öne çıkan Roma Kilisesi.


#51

SORU:

Feodal üretim tarzının temelini hangi örgütlenme modeli oluşturmaktadır?


CEVAP:

Feodal döneme rengini kazandıran feodal üretim tarzının temelini manoryal ör­gütlenme adı verilen, özel bir tür köy örgütlenmesi oluşturur. Bu özel örgütlenme­nin en tepesinde manor lordu ya da senyör denilen feodal bir bey yer alır. Toprağı terk etmesi hukuken kesinlikle yasak olan köylüler ya da serflerin, gerek kendile­rine tahsis edilmiş olan küçük ölçekli topraklarından elde ettikleri ürünün büyük bir bölümü ve gerekse manor topraklarının belirli bir kısmındaki (demesne, efen­di toprağı) karşılıksız emeklerinin (angarya) ürünleri hep bu beye gider. Manor örgütlenmesi Roma İmparatorluğu’nun pazara dayalı, geniş ölçekli köle emeğiyle üretim yapan, büyük çiftlikleri olan latifundium’un dönüşümüyle ortaya çıkmıştır ve ondan farklı olarak pazara dönük üretim yapmaktan çok, kendine yeterli, ka­palı bir ekonomi oluşturur. 


#52

SORU:

Feodal dönemde, özellikle X. yüzyılda, Batı Avrupa'nın en önemli kurumu hangisi olmuştur?


CEVAP:

Feodal dönemde, özellikle X. yüzyılda Kilise, Batı Avrupa’nın en önemli kuru­muydu. Çünkü Kilise, aynı zamanda en büyük toprak sahibiydi. Bu büyük ekono­mik gücüne karşın, Kilise’nin Orta Çağda baskın siyasal güç haline gelmesi daha geç bir dönemde gerçekleşecektir. Çünkü Kilise’nin kurumsal varlığına karşın, feodal ilişki sistemi içinde, feodal aristokrasi dinsel alanda belli bir rol üstleniyor; örneğin kilise kurup başına rahip atayabiliyor ve dahası aynı sistem içinde kilise­leri vergilendirebiliyordu. Ancak Kilise’nin dünyevi iktidar üzerindeki üstünlük iddiası asıl, 1073’te Papa VII. Gregorius ile somutlaşmaya başlamıştır. Papa VII. Gregorius’un attığı en önemli adım, öncelikle Kilise’yi fief sözleşme sisteminin olabildiğince dışına çıkarmak olmuştur. Papa, bulundukları dinsel ma­ kamları belirli karşılıklar sayesinde edinmiş olan din adamlarını, mülklerini fief iliş­kisine bağlı olarak senyörlerden almış olan piskoposları ve manastır başkanlarını aforoz ederek doğrudan din dışına atar. Ayrıca ruhbanın dünyevi ilişkilerini kontrol etmek için din adamlarının evlenmelerini yasaklar. Aynı şekilde rahiplere piskopos­luk vererek kendilerine bağlayan senyörler de Kilise dışına itilir. Böylece VII. Grego­rius öncelikle piskopos tayinlerinin tümüyle Roma’nın tekelinde kalmasını amaçlar.


#53

SORU:

İki kılıç kuramı neyi ifade eder?


CEVAP:

Kilise dünyevi iktidarla dinsel iktidar arasındaki farklılığı ve ayrışmayı or­tadan kaldırmak için "plenitudo potestatis" savını ileri sürmüştür. Bu sav, dinsel iktidarın, dünyevi iktidardan üstün olduğu kabulünden hareketle dinsel iktidarın sahibi olarak Kilise’nin de dünyevi iktidar sahiplerinden üstün olduğu, bu nedenle dünyevi iktidarın da Kilise’ye ait olması gerektiğini iddia eder. Bu bakımdan Kilise, artıkauctoritas’la yetinmemekte, potestas’ı (kral iktidarı) da istemektedir. Plenitudo potestatis savının somut içeriği ise kendini "iki kılıç kuramı"nda gösterir. İki kılıç kuramı, her iki iktidarı birbirinden farklı ve ayrı alanlara yerleştirerek Kili­se’nin İmparatorluk karşısında özerkliğini amaçlamış olan Gelasius öğretisinden farklıdır. Bu kuram, Kilise’ye hem dünyevi işleri idare etme, düzeni ve adaleti sağ­lama, hem de dinsel alanı çekip çevirme hakkını ileri sürme imkanı verir. Kilise, bir yandan maddi ya da dünyevi kılıcın kralların ya da imparatorların elinde olduğunu söylüyor ama öbür yandan bu kılıcın ancak Kilise’nin buyruklarına tabi olarak kullanılması gerektiğini ileri sürüyordu. Böylece, krallar ya da imparatorlar adeta Kilise’nin hizmetkarı ya da feodal döneme uygun bir ifadeyle vasalı haline getirilmiş oluyordu. Bu kurama göre Kilise, yine iki ayrı iktidar­dan, iki ayrı kılıçtan söz etmekte ve bunu da İncil’le temellendirmektedir fakat iki kılıç da (biri kral tarafından kullanılıyor olsa da) Kilise’ye aittir ve Kilise’ye tabi olmalıdır. 


#54

SORU:

Salisburyli John'un ileri sürdüğü tiranlık türleri nelerdir?


CEVAP:

Salisburyli John (1115­-1180)’un siyasal görüşlerinin tümünü kapsayan Policra­ticus (Devlet Adamının Kitabı), Augustinus’un Tanrı Devleti’nden sonra, Orta Çağda üretilmiş ilk kapsamlı siyasal inceleme metnidir. Salisburyli John’a göre dünyevi ve ruhani iktidarın kaynağı Tanrı’dır ve Tanrı her iki kılıcı da Kilise’ye vermiştir. Kilise ise dünyevi kılıcı, kendisi kan dökücü olmadığından, prenslerin kullanımına devret­miştir. Bu bağlamda, Salisburyli’nin dile getirdiği şey dünyevi iktidar karşısında Kilise’nin üstünlüğünden, yani geleneksel plenitudo po­testatis savından başka bir şey değildir. John’a göre üç tür tiran olabilir. Bunlardan ilki ailede ve iş yerinde tiranlaşan­lardır. Bu "küçük tiranlar" kolaylıkla dünyevi yasalarla denetlenip sınırlandırıla­ bilirler. İkincisi Kilise mensuplarının tiranlaşmasıdır. Tiranlaşan Kilise mensubu olduğuna göre, ona dünyevi yasalar uygulanamaz. Üçüncü tiran türü ise prensler ya da krallardır. Tiranlaşmış bir prense karşı, Salisburyli John’a göre, adeta her şey mubahtır. Örneğin onlara dalkavukluk etmek, kandırmak vb. yöntemlerle müdahale etmek yasalara uygun sayılmaktadır. Ancak tiranlaşan prens artık mevcut araçlarla düzeltilemiyorsa yapılacak tek bir şeref­li şey kalmıştır; onu kılıçtan ge­çirmek. Böylece, tiranın öldürülmesi yoluyla halkı Tanrı buyruklarına uymaktan alıkoyan bir engel ortadan kaldırılmış ve Tanrı’ya hizmet edebilmesi için halk öz­ gürleştirilmiş olacaktır.


#55

SORU:

Tarihte kralın soylular ve kilise üzerindeki yetkileri kısıtlayan ilk belge olma özelliğe sahip metin hangisidir?


CEVAP:

Magna Carta, İngiltere kralı Yurtsuz John ve soylular arasında imzalanan, İngilizce karşılığıyla Great Charter (Büyük Berat) belgesidir. Bu belgeyle kralın soylular ve Kilise üzerindeki yetkileri kısıtlanmıştır. Beratın en önemli özelliği artık kral iradesinin tek başına belirleyici olmaktan çıkmasıdır. Ayrıca bu berat, krallık iradesinin üstünde, toplumsal olarak desteklenen soyut bir hukuka atıf yapan ilk belgelerdendir.