SOSYAL POLİTİKA I Dersi Sosyal Politikanın Türkiye’deki Tarihsel Gelişimi soru cevapları:

Toplam 20 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

Türkiye’de modern sosyal politika kurumlarının oluşumu ne zaman başlamıştır?


CEVAP:

Türkiye’de modern sosyal politika kurumlarının oluşumu ancak II. Dünya Savaşı sonrasındaki demokratik gelişmeler neticesinde gerçekleşebilmiştir. Bu düzenlemeler, çalışma hayatına ilişkin kurumların oluşturulması, çalışanların örgütlenmelerine ilişkin yasal altyapının sağlanarak örgütlenme düzeyinin güç kazanması şeklinde kendisini göstermiştir. 


#2

SORU:

Türk devletinin koruyucu niteliğini açıklayınız.


CEVAP:

Yaklaşık dört bin yıllık geçmişe sahip Türk devlet geleneği, dinin, coğrafya ve iklim şartlarının ve geleneklerin etkisiyle şekillenmiştir. Türklerde devlet anlayışı kökleri çok derinlerde bulunan ve sağlam bir düşünce sistemini yansıtan bir dünya görüşüne dayanmaktadır. Türk devlet yapılanmasındaki en önemli olgu “adalet” kavramıdır. Yöneticilerin halktan çok uzak bir yaşantıya sahip olmamaları, onların sorunlarını ve taleplerini çok yakından bilmelerine ve bunun sonucunda adaletin ve toplumsal taleplerin hızla gerçekleşmesini sağlamıştır. Türk devlet yapılanmasında gerek İslamiyet öncesinde ve gerekse İslamiyet sonrasında dinin devlete ve yöneticilerine kutsallık atfeden niteliği, halkın devlete duyduğu saygı ve sevginin pekişmesini sağlamıştır. Devlet başkanlarının halkı koruma ve halkın yaşamını düzenleme ile ilgili görevleri, Türk devlet anlayışının, halkın devletten beklentilerini artıran “devlet baba” kavramı çerçevesinde şekillenmesine neden olmuştur


#3

SORU:

Türkiye'de geleneksel koruma kurumları nelerdir?


CEVAP:

Türk aile yapısının aynı zamanda toplumsal yapının da temelini oluşturması ailenin, toplumsal yapı içerisinde “geleneksel sosyal politika koruyucusu” olarak güç kazanmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nde bir nevi üretim ve tüketim birliği niteliği taşımış olan aile, kişilerin sosyal risklere karşı korunması bakımından çok önemli bir rol oynamış;aile içi yardımlaşma, sosyal güvenlik sisteminin temelini oluşturmuştur. Üretimin ağırlıklı olarak tarım sektöründe gerçekleşmesi, gelenekler, dini inançlar ve pederşahi aile kuralları, ailenin bölünmeden geleneksel bir koruyucu olarak güç kazanmasında etkili olmuştur.

Türk toplumsal yapısının bir diğer önemli aracı da bireyler ve gruplar arasındaki bir etkileşimi ifade eden toplumsal yardımlaşmadır. Sosyal yardım yukarıdan aşağıya doğru bir seyir gösterirken, toplumsal yardımlaşma daha sivil bir kavramı ifade etmekte ve toplumun kendi içindeki yardımlaşma dinamiğini ortaya koymaktadır. Türk toplumsal yapısı içerisinde bu yardımlaşmanın kurumsallaştırılmasının bir sonucu olarak vakıf ve benzeri sosyal yardımlaşma kurumları ortaya çıkmıştır. Toplumsal yapı içerisinde ortak tavır ve toplu hareket etmeye bağlı olarak gelişen bağlılık duygusunun bir yansıması olan bu kurumlar, toplumsal yapının kurumları ve değerlerinin birbiriyle tutarlı şekilde işletilerek çatışmanın önlenmesini sağlamışlardır. Toplumsal ve kültürel özellikleriyle tarihî bir derinliğe sahip olan Türk toplumsal yapısı içinde var olan vakıf kurumu, dünyadaki yönetici elitlerin henüz sosyal adalet, sosyal refah ve dengeli gelir dağılımı gibi konularla ilgilenmedikleri bir dönemde devletten bağımsız olarak bu işlevi yerine getirmiştir. Temelinde gönüllülük ve maddi fedakârlık düşüncesinin yattığı vakıf kurumu, sivil karakteriyle dinamik bir toplumsal yapının da hazırlayıcısı olmuştur (


#4

SORU:

Cumhuriyet öncesi dönemde sosyal politikalar nasıldır?


CEVAP:

Osmanlı Devleti’nde üretim sisteminin ağırlıklı olarak tarıma dayalı olması, toplumsal ilişkilerin bu üretim anlayışı çerçevesinde oluşmasını sağlamıştır. İslam dininin kabul edildiği diğer devletlerde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de dinî kurumlar toplumsal yapıyı doğrudan şekillendirmiş ve Osmanlı kendi dönemi içerisinde ileri sayılabilecek birçok düzenlemeyi uygulamaya koymuştur. Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e uzanan evrede modern sosyal devletin düz bir ilerleme çizgisi oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. Sosyal refah devletinin 19. ve 20. yüzyıllarda yaşanan modernleşme sürecinin nihai durağı olduğu şeklindeki yaklaşım açıklayıcılığını yitirmiş ve günümüzde olduğu gibi Osmanlı toplumunda da refah uygulamalarının ne tür bir yönetim tekniği ve siyaset tarzı olduğu gerçeği daha da belirginleşmiştir. Osmanlı sosyal devlet ve refah uygulamalarının doğru anlaşılması, Osmanlı refah sisteminde tanımlanan hayrat, mebarrat, iane, fukaraperver gibi kavramların, günümüz sosyal politika kavramları olan refah sistemi, refah rejimi, sosyal devlet ve sosyal yardım gibi kavramlarla ilişkisinin belirlenmesine ve Osmanlı tarihi çerçevesinde bunlara yüklenmiş olan anlamların bilinmesine bağlıdır


#5

SORU:

Türkiye’deki toplumsal ilişki ve yapıların kapitalist dünya sistemi içindeki evrensel dinamiklerden etkilenmeye  ne zaman başlamıştır?


CEVAP:

Türkiye’deki toplumsal ilişki ve yapıların kapitalist dünya sistemi içindeki evrensel dinamiklerden etkilenmeye başlamasının zamanını kesin bir şekilde belirlemek zordur. Bu etkilenmenin 18. yüzyıl Sanayi Devrimi’ne geçiş dönemiyle ya da 16. yüzyıldaki Batı’daki gelişmelere bağlı olarak ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Anadolu’nun 15. ve 16. yüzyıllardaki toplumsal yapısında, feodalleşme gibi görünen özellikler, despotik bir Ortadoğu devlet geleneği ve bunun merkezci bir emir kumanda ekonomisini anımsatan özellikleriyle bir arada var olmuştur. Osmanlı Devleti’nde üretim yapısının ağırlıklı olarak tarıma dayanması, bu alanda başarılı bir sistemin kurulmasını gerekli kılmıştır. Tımar sistemi olarak tanımlanan Osmanlı toprak sistemi, köylülerin kiracı olarak işledikleri topraklarda elde ettikleri ürünün bir kısmını toprağın sahibi olan devlete vermeleri şeklinde işlemiştir. 16. yüzyıla kadar başarı ile sürdürülen bu sistemin bu dönemden itibaren yozlaşması, devlet ve köylü arasındaki aracıların çoğalması, devletin çözülmesi ile paralel bu sistemin de güç kaybetmesi ve ortadan kalkması ile sonuçlanmıştır. Yeni kıtaların bulunması, ticaret ve sanayi kapitalizminin hızla gelişmesi ve makine çağı Osmanlı ülkesinin uluslararası ticaret alanından uzaklaşmasına neden olmuştur. Osmanlı toplumunda sosyal koruma gereksinimi, küçük yerleşim merkezlerinde yaşayan kalabalık aile ve tarıma dayalı kapalı ekonomik yapı içerisinde, büyük ölçüde akrabalar, komşular arasında karşılanabilmiştir. Güçlü bir dayanışma duygusu ile insanlar, yüzyıllar boyu birbirlerinin yardımcısı ve güvencesi olabilmişlerdir. İslam dininden kaynaklanan zekât, fitre, adak, kurban, kefaret, sadaka, yardım ve bağış türündeki yardımlar ile imece geleneğinin bu alandaki gereksinimleri karşılamada önemli payı olmuştur


#6

SORU:

Cumhuriyet öncesi dönemde vakıf kurumları nasıldır?


CEVAP:

İslam düşünce sisteminde, ekonomik faaliyetler, bir bütün olarak toplumun refahını her şeyin üstünde tutan bir anlayışça belirlenmektedir. Batı uygulamalarındaki faydacı yaklaşımlardan farklılaşan bu bakış açısı ile ekonomik amaçlar, yoksul ve muhtaçların gözetilmesi, gelecek nesillerin refahına kaynak tahsis edilmesi ve toplum yaşantısının iyileştirilmesi anlayışlarına uygun düzenlenmiştir. Birey-toplum ilişkisinin bu şekilde kurgulanması, “hayır” kavramından türeyen kurumların oluşmasına ve bunların servetin toplum içinde yeniden bölüştürülmesi görevini gerçekleştirmesini sağlamıştır. Osmanlı kent ve kasabalarındaki kalabalık yoksul ve işsiz gruplar bu tür hayır kurumlarından geçinmişlerdir. Seçkinler elinde toplanan servetin önemli bir bölümü hayır amaçlı vakıflara aktarılmış ve bu tür kurumlar Osmanlı ekonomik yapısının temelini oluşturmuştur.

Osmanlılarda vakıfların çok daha büyük gelişmeler gösterdiği, toplumun eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi en temel ihtiyaçlarının ötesinde son derece ayrıntılara dönük alanlara bile yöneldiği anlaşılmaktadır. Bu durumu ifade etmek için Batılı tarihçiler 16. yüzyıl Osmanlı toplumu için “vakıf cenneti” tabirini kullanmışlardır. Dönemin şartları içinde vakıfların toplumun tüm ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışan tek yaygın toplumsal kurum olduğu görülmektedir. Osmanlı toplum yapısının, vakıfların gördüğü işlevlerin göz önünde tutulmadan incelenmesi mümkün değildir. Osmanlılarda devletin kendisini sosyal fonksiyonlarla tanımlamaması, bu konularda harcamaların yapılmasını da olanaksız kılmıştır. İslami gelenekte bir devlet görevi olarak tanımlanan bu işlevlerin, başta padişah, devlet yetkilileri ve zenginler tarafından kurulan ve devletin de vergi muafiyetleri ile dolaylı olarak desteklediği vakıf kurumu tarafından yerine getirildiği görülmüştür. Bu durum İslami kaynaklardan çok, eski doğu imparatorluklarının etkisinde kalmanın ve İslam hukukunda özel hukuk ve kamu hukuku ayrımının netleşmemesinin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.


#7

SORU:

Ahi teşkilatı nedir?


CEVAP:

18. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı toplum yaşantısının düzenlenmesinde önemli tesirlere sahip olan Ahi Teşkilatları çok yönlü sosyal yapılardır. Ahi Teşkilatının sosyal yapı ve çalışma hayatı üzerinde çeşitli etkilerinden söz edebilmek mümkündür. İlk olarak usta-kalfa-çırak şeklinde kurulan mesleki hiyerarşi Ahi Teşkilatı içerisinde yapılandırılmış, mesleki ve ahlaki temele dayalı güçlü bir niteliğe sahip olmuştur. Esnaf ve sanatkârlıkta önemli bir sorun olan üretici-tüketici çıkar ve ilişkileri, birbiriyle çatışmadan bu teşkilatlar içersinde çözümlenebilmiştir. Yine Ahi teşkilatlarınca oluşturulan konuk evleri Anadolu’nun her köşesinde her türlü konuğa kucak açarak önemli bir sosyal fonksiyonu yerine getirmiştir


#8

SORU:

Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde sosyal politikalar nasıldır?


CEVAP:

Tanzimat’a kadar hukuk düzenini Türk örfi hukuku ve İslam hukuku anlayışı içinde sürdüren Türk toplumu, Tanzimat Fermanı’ndan (1839) itibaren tüm kurumlarında köklü değişimler yapmaya yönelmiştir. Bu tercih, tüm kurumlarda olduğu gibi hukuk sisteminin çağın şartlarına göre düzenlenmesinde de Batı’nın sanayileşmiş ve kalkınmış modellerinin Türk toplum yapısına uyarlanması şeklinde ele alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılın sonuna doğru çözülmeye başlayan ekonomik toplumsal yapısı, vakıflar ve loncalar gibi dayanışma ve yardımlaşma kurumlarının da etkinliğini azaltmıştır. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde, II. Mahmut zamanında başlanılan ve Abdulmecid döneminde sürdürülen yapı, deri, cam, halı, dokuma ve savaş donatım sanayisinin kurulması çabaları sonucu İstanbul ve Rumeli’de çoğu yabancı sermaye ve ortaklıklar tarafından kurulup işletilen bu fabrikalardaki işçi sayılarında artışlar olmuştur. Bu koşullar altında, işçi statüsünde çalışanların iş ilişkilerinde korunmalarını öngören politikaların izleneceği bir ortam da oluşmaya başlamıştır. İş ilişkilerini düzenleyen geleneklere dayalı kuralların yerini pozitif hukuk kuralları almış, birbirini izleyen nizamnameler ile ilk yazılı hukuk kurallarına işlerlik kazandırılmıştır


#9

SORU:

Kurtuluş savaşı yıllarında sosyal politikalar nasıldır?


CEVAP:

11 Mayıs 1921’de 114 Sayılı “Zonguldak ve Ereğli Havza-ı Fahmiyesinde Mevcut Kömür Tozlarının Amele Menafi-ı Umumiyesine Olarak Füruhtuna Dair Kanun” kabul edilmiştir. Kanun, genel anlamda çalışma ilişkilerini düzenleyen bir niteliğe sahip olmakla birlikte, Zonguldak ve Ereğli bölgelerinde kömür çıkarılmasında elde edilen kömür tozlarının satılarak işçilerin geçimlerine yardımcı olunması gibi bir sosyal hedefi taşımaktadır. 23 Eylül 1921 tarihinde çıkarılan 151 Sayılı Kanun da “Ereğli Havza-ı Fahmiye Maden Amalesinin Hukuna Müteallik Kanun”dur. Mevcut düzenlemelerin yetersizliği nedeni ile maden ocaklarında çalışan işçilerin insani çalıştırılma şartlarına yönelik olarak düzenlenen Kanun, çalışma hürriyeti, günlük mesai, asgari ücret, sosyal güvenlik, iş teftişi ve ceza-i müeyyideler konusunda önemli hükümler getirmiştir (Turan, 1990: 162-163). Kurtuluş Savaşı döneminin bir diğer önemli gelişmesi de Şubat 1923’de İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’dir. İktisadi gelişmenin yollarının arandığı ve tüm kesimlerin temsilcilerinin davet edildiği kongrede işçi işveren ilişkilerinin çözüm bekleyen sorunları da değerlendirme konusu yapılmıştır. Çalışma hayatına ve ekonomik prensiplerine ilişkin yaklaşımlarda sanayi kalkınmasını gerçekleştirmiş ülkelerin liberal uygulamalarının model alındığı görülmüştür. İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenen program dâhilinde sanayileşmede liberal denemelerin 1920’li yılların sonuna kadar devam ettiği görülmüştür. Üretimin ilkel ve geleneksel tekniklerle yürütülen tarıma dayalı yapısı ve zor şartlar altında verilen Kurtuluş Savaşı mücadelesi, yoksul bir toplumsal yapıyı oluşturmuştur. Dünya’da Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkışından itibaren gelişme içinde olan yapılar dikkate alınarak sanayinin sağlam ve dengeli bir ekonomik yapı içinde teşkili amacıyla değişik ekonomik politikalar izlenmiştir.


#10

SORU:

Cumhuriyet döneminde sosyal politikalar nasıldır?


CEVAP:

Liberal politikaların uygulandığı dönem boyunca özel sektör ile sanayileşmeyi teşvik amacı ile devlet tarafından kurumsal ve yasal düzenlemeler yapılmıştır. Sağlanan teşviklere rağmen sermaye ve girişimci eksikliği 1929 yılına kadar devam eden eski gümrük rejimi, dış borçlar ve 1929 Ekonomik Bunalımı özel sektöre dayalı sanayileşme çabalarının sonuçsuz kalmasına neden olmuştur. 1932 yılından sonra uygulanan devletçi sanayileşme politikaları sanayileşmenin finansmanının kamu kaynaklarından sağlanmasını, bunun yanında özel sektörün desteklenmesini öngörmüştür.

Cumhuriyet’in ilanı yalnız siyasi yapılanmada bir anlam ifade etmenin ötesinde ekonomik, sosyal ve hukuki bakımdan da bir dönüşümü içermektedir. Cumhuriyetin ilanı ve sonrasında kabul edilen 1924 Anayasası ile bireysel özgürlükler ve doğal hukuk anlayışı çerçevesinde önemli adımlar atılmaya başlanmıştır. Fransız İhtilali’nin dünyaya yaydığı liberal hukuk anlayışının hak ve özgürlük ilkeleri Anayasa’da yerini almıştır. Liberal devlet modelinin tipik bir örneğini yansıtan 1924 Anayasası sosyal devlet ilkelerinden uzak kalmış, sosyal sorunlar bireylere daha fazla hak ve özgürlüğün verilmesi ile çözülmek istenmiştir. Anayasa’nın belirlediği özgürlükler ortamında bireysel iş ilişkilerini düzenleyen Borçlar Kanunu 1926 yılında kabul edilmiştir. Özellikle hizmet sözleşmesinin taraflarının hukuki açıdan eşit olması, sözleşme şartlarının serbestçe belirlenmesi ve sözleşmenin özel bir şekil şartına tabi tutulmaması gibi ilkeler, özel hukukun ana ilkeleri olarak bireysel iş hukukumuza yön vermiştir


#11

SORU:

Paternalizm nedir?


CEVAP:

Yönetimde hiyerarşik bir yapının varlığını ve alınacak kararların da ideal kişi ya da kişiler tarafından alınması gerekliliğini savunan yönetim sistemidir.


#12

SORU:

Tek partili dönemde devletin çalışma hayatına müdehalesi nasıl olmuştur?


CEVAP:

Devletin çalışma hayatına ilk geniş kapsamlı müdahalesini oluşturan 3008 Sayılı İş Kanunu tek partili sistemde planlı devletçi ekonomi politikasının ve devlet paternalizminin derin izlerini taşımaktadır. Ülkemizde bireysel iş ilişkilerini ilk kez özel olarak düzenleyen Kanun, 10 ve daha yukarı sayıda işçi çalıştıran iş yerlerini kapsama alırken, iş uyuşmazlıklarını zorunlu uzlaştırmaya tabi tutarak grev ve lokavtı yasaklamıştır. Kanun, iş sürelerini 8 saat olarak belirlemiş, işe alım ve işten çıkarmayı özel düzenlemelere bağlamış ve işçi sağlığı ve güvenliğine yönelik bazı hukuki düzenlemeler içermiştir. İş ve iş gücü sağlama hizmetlerine de kanunla kamusal bir nitelik kazandırılarak İktisat Bakanlığı’na bağlı bir “İş Dairesi”nin kurulması hükme bağlanmıştır


#13

SORU:

Çok partili dönemde sosyal politika eğitime yönelik ilk çalışmalar nelerdir?


CEVAP:

Türkiye’de sosyal politika eğitimine ilişkin ilk çalışmaların da bu döneme rastladığı görülmektedir. Üniversite reformu ile yurtdışından gelen hocalar arasında sosyal politika disiplininin Türkiye’de gelişimine yaptığı katkılar bakımından Prof. Dr. Gerhard Kessler özel bir öneme sahiptir. Sosyal politikanın çeşitli meseleleri hakkında çok sayıda eser veren ve bu alanda birçok bilim insanının yetişmesine katkı sağlayan Kessler, ülkemizde sendikacılık hareketlerinin gelişmesi ve 1945 yılından itibaren Çalışma Bakanlığı başta olmak üzere birçok kurumun oluşumunda önemli katkılar sağlamıştır


#14

SORU:

Marshall yardımları nedir?


CEVAP:

II. Dünya Savaşı sonrasında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülkeye yönelik olarak ABD kaynaklı ve ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi amaçlı yardım programıdır.


#15

SORU:

Çok partili dönemde çalışma hayatını düzenlemeye yönelik neler yapılmıştır?


CEVAP:

Türkiye’de modern sosyal politika kurumlarının ortaya çıkışının çok partili demokratik yaşama geçiş döneminde yapılandırıldığı görülmüştür. 1945 yılında “iş yaşamı ile ilgili hususları düzenleme, yürütme ve denetleme ile görevli” olmak üzere 4763 sayılı yasa ile Çalışma Bakanlığı kurulmuştur. Ancak illerdeki yapılanmanın İktisat Bakanlığı’na bağlı olmasının ortaya çıkardığı ikili yapı ancak Ocak 1946’da çıkarılan 1945 sayılı yeni yasa ile giderilebilmiştir. Yeni yasa ile merkez örgütü ile taşra örgütü de kurulmaya başlanmıştır. İlk Çalışma Bakanı Ord.Prof.Dr. Sadi Irmak olmuştur. Çalışma Bakanlığının kuruluşunun ardından önemli sosyal politika yasaları birbirini izlemiştir.

1945 yılında Çalışma Bakanlığının ardından İş ve İşçi Bulma Kurumu kurulmuştur. Aynı yıl 4772 sayılı yasa ile İş Kazalarıyla Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortası Kanunu ile ülkemizde ilk kez bir sosyal sigorta koluna işlerlik kazandırılmıştır.  Almanya’da Nazi rejiminin baskısı nedeni ile ülkesinden ayrılan ve 1933 yılında 4792 Sayılı Sosyal Sigortala Kurumu Kanunu da 1945 yılında hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. 1949 yılında ise kamu görevlilerine yönelik olarak önceki tarihlerde kurulmuş olan çeşitli kurum ve kuruluşlara ait yardım ve biriktirme sandıkları 5434 sayılı kanun ile kurulan Emekli Sandığı çatısı altında bir araya getirilmiştir. 1949 yılında 5417 sayılı kanunla “ihtiyarlık”, 1950 yılında ise 5502 sayılı kanunla “maluliyet, ihtiyarlık ve ölüm” sigortaları uygulamaya konulmuştur.


#16

SORU:

1962 anayasasıyla sosyal politikalarda neler değişmiştir?


CEVAP:

1961 Anayasası’nın ikinci maddesinde yerini bulan sosyal devlet ilkesi, o döneme kadar sosyal güvenlik, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, parasız ilköğretim gibi konularla sınırlı kalan sosyal politika uygulamalarında bir genişleme yaratmıştır. Anayasa’nın çizdiği çerçeve doğrultusunda 1963 tarihinde “274 Sayılı Sendikalar Kanunu” ve “275 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu” yürürlüğe girmiştir. Düzenlenen bu kanunlar ile sendikalar batılı ülke uygulamalarından farklı olarak büyük mücadelelere girişmeden kapsamlı haklara kavuşmuşlardır. 


#17

SORU:

Türkiye'de liberal ekonomi politikaları ne zaman uygulanmaya başlanmıştır?


CEVAP:

1977-1978 yıllarında alınan istikrar önlemlerinin yetersiz kalması üzerine hükûmet, 24 Ocak 1980’den başlayarak yeni bir ekonomik politikayı uygulamaya başlamıştır. 1970’lerin ithal ikameci sanayileşme ve birikim modeli 1980’den itibaren yerini dışa açık büyüme ve yeni liberal piyasacı uygulamalara bırakmıştır. Bu modelin işleyebilmesi için Türkiye’nin yeni bir kapitalist birikim stratejisi izlemesi ve bunun için de iç üretim maliyetlerinin yani ücretlerin düşük tutulması ve para politikaları izlemesi gerekmiştir. İthalatta koruma oranları düşürülerek yerli üretim dış rekabete açılmış, yabancı sermayenin ülkeye girişi kolaylaştırılmış ve kamu kesiminin ekonomideki yerinin küçültülmesi amaçlanmıştır. İhracata dayalı sanayileşme politikaları önemli bir ihracat artışını ortaya çıkarmıştır 


#18

SORU:

Neo-liberalizm nedir?


CEVAP:

1970’li yıllarda petrol şokları ortaya çıkan ekonomik sorunların aşılmasında piyasa ve rekabet temelli politika önerileri ile serbest piyasa işleyişini öngören yaklaşımdır.


#19

SORU:

Sosyal politikaların ulusal tarafları kimlerden oluşmaktadır?


CEVAP:

Sosyal politikanın ulusal taraflarını devlet, sendikalar ve sivil toplum örgütleri oluşturmaktadır. Devletin çıkardığı kanunlar, oluşturduğu kurumlar işveren ve arabulucu rolü ile sosyal politikaların oluşturulmasında temel rol oynamaktadır. Ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel yapısı ve uluslararası faktörler devletin sosyal politikaların oluşturulmasındaki rolünü kapsam ve içerik olarak etkilemektedir


#20

SORU:

Sosyal politikanın taraflarından biri olan sendikanın fonksiyonu nedir?


CEVAP:

Sosyal politikanın en önemli taraflarından biri de, “kendi kendine yardım mekanizması” olarak da ifade edilen sendikalardır. Avrupa’da Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkışını izleyen dönemde çalışma şartlarına tepki olarak örgütlenen işçi sınıfının oluşturduğu yapılar, ilerleyen dönemde sanayi toplumlarının vazgeçilmez birer öğesi haline gelmişlerdir.