DİN SOSYOLOJİSİ Dersi DİN VE DEVLET İLİŞKİLERİ soru cevapları:

Toplam 32 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU: Laiklik nedir?


CEVAP: En genel anlamıyla din ve devlet işlerinin ayrılması olarak tanımlanan laiklik, felsefi çağrışımları yanında hukuki bir ilke olarak yasama faaliyetlerinde kutsal metinlerin kaynak olarak alınmamasını ifade eder.

#2

SORU: Laiklik kavramının etimolojisini açıklayınız.


CEVAP: Laiklik (laïcisme) teriminin kökenlerine bakıldığında ilk kez 16. Yüzyılda İngiltere’de papaz olmayanların da, kiliselerin yönetiminde rol alabileceklerini savunan düşünce akımını ifade etmek üzere kullanıldığı görülür. Fransa’da 1870 yıllarından itibaren kullanılmaya başlanan laiklik kavramı, Yunancadaki laikos kelimesinden türetilmiş olup halktan olan yani ruhban sınıfına mensup olmayan anlamına gelir. İngilizce de ise laiklik kavramıma karşılık olarak Latince saeculum kelimesinden gelen sekülerizm (secularism) ve dünyevi anlamına gelen seküler (secular) kavramları mevcuttur. Kavram, Batı dillerindeki lâique (laik) kelimesi şekline dönüşmüş ve buradan da ruhbanlığa, kilise teşkilatına ve dini alana ait olmayan anlamında Türkçeye laik olarak geçmiştir. Laiklik kavramı Türkçeye Fransızcadan geçtiği için Fransız siyasi düşüncesi, Türkiye’deki laiklik anlayışı ve uygulamasını etkilemiştir.

#3

SORU: Siyasi anlamda laiklik ne demektir?


CEVAP: Siyasi anlamda laiklik, devletin dinler karşısında mutlak tarafsızlığı anlamında kullanılmaktadır. Bu manada laiklik devletin siyasî varlığı üzerinde dinsel inançların söz konusu olmaması; onun bütün din ve mezhepler karşısında tarafsız tavır alması, vicdan ve inanç özgürlüğüne saygı göstermesi şeklinde anlaşılacaktır.

#4

SORU: Laikliğin yaygın ve belirgin özellikleri nelerdir?


CEVAP: Laiklik, devlet yönetiminin dini esaslara göre yönetilmemesi, yasaların dini kaynaklar esas alınarak çıkarılmaması, devletin dinler ve dini gruplar arasında ayırım yapmaması, bütün inanç gruplarına eşit mesafede bulunması, din ve vicdan özgürlüğünü koruması ilkelerini içerir.

#5

SORU: Sekülerleşme nedir?


CEVAP: Modernleşme sürecinin sonucu olarak görülen sekülerleşme, dinin toplumdaki geleneksel etkisini yitirmesi, yeni şekiller alması, kutsal referanslardan uzaklaşması, rasyonel seçeneklere dayalı bir siyaset ve toplum anlayışı geliştirerek ruhban sınıfının otoritesinden kurtulunması, yani toplumun dünyevileşmesi anlamına gelmektedir.

#6

SORU: Sekülerleşme ve laiklik arasındaki fark nedir?


CEVAP: Laiklik bir ilke ve anlayışa işaret ederken, sekülerleşme dinin farklı biçimler alması ve toplumun dünyevileşmesi sürecine işaret eder.

#7

SORU: Sekülerleşme teorilerinin ortaya çıkışına sebep olan etken nedir?


CEVAP: Batı’da yaygınlık kazanan modernleşme kuramı, dinin önemini kaybedeceğini, dini kurum ve referansların siyasi, kültürel ve toplumsal düzenlemelerde hiçbir etkisinin kalmayacağını, dinin kamusal alandaki görünürlüğünü yitireceğini, bireyselleşeceğini ve özel alanla sınırlı kalacağını öngörmüştür. İşte modernizmin din üzerindeki etkilerini gösteren sürece sekülerleşme (sekülarizasyon), bu süreci açıklamayı amaçlayan teorilere de sekülerleşme teorileri denmektedir.

#8

SORU: Modernleşme ve sekülerleşme kuramcılarının ortak görüşleri nelerdir ve temsilcileri kimlerdir?


CEVAP: Modernleşme ve sekülerleşme kuramcıları, genel olarak modern değerler ve kurumları benimseyen ve özümseyen toplumlarda dinin toplumsal ve siyasal alanlardaki etkinliğinin ortadan kalkacağını, bireysel olarak ta dini pratikler, ibadetler ve ritüellere katılımın gerileyeceğini savunuyordu. On dokuzuncu yüzyılda A. Comte, H. Spencer, E. Durkheim, M. Weber, K. Marks ve S. Freud gibi düşünürler sanayi toplumunun gelişimine paralel olarak dinin önem kaybedeceği görüşünü savunuyordu.

#9

SORU: Rasyonalizm ve inanç kaybını savunanlardan Wilson’a göre sekülerleşme nedir?


CEVAP: Max Weber’in çalışmalarından etkilenen ve 1960- 70’li yıllarda David Martin, Brian Wilson ve Peter L. Berger gibi toplumbilimcilerin sözcülüğünü yaptığı Rasyonalizm ve inanç kaybı argümanını savunanlardan Wilson’a göre sekülerleşme dinin toplumsal öneminin azalmasını ifade eden bir süreçtir. Aydınlanma bilimsel bilgiye, evrenin teknolojik kontrolüne ve deneysel kanıtlama ölçütlerine dayalı rasyonel bir dünya görüşü ortaya çıkarmıştır. Bu yaklaşıma göre rasyonalizm (akılcılık) modern dünyada, kilisenin merkezi iddialarını boşa çıkarmış ve Batı Avrupa’da hurafeye dayalı dogmaları yıkmıştır. Rasyonalizm inanç kaybına da neden olmuştur. İnanç kaybı ise dinin çözülmesine, kiliseye üyelik ve devam alışkanlıklarının ve bireysel dini pratiklerin erozyona uğramasına, mezhebi kimliklerinin toplumsal anlamlarının kaybolmasına, inanç temelli kurum faaliyetlerine katılım ve sivil toplumdaki dini gruplara verilen desteğin azalmasına neden olmuştur.

#10

SORU: İşlevsel evrim ve amaç kaybı yaklaşımını açıklayınız.


CEVAP: Durkheim’ın görüşlerinden etkilenen İşlevsel evrim ve amaç kaybı yaklaşımını savunan Steve Bruce, Thomas Luckmann ve Karel Dobbelaere gibi toplumbilimcilere göre sanayi toplumlarındaki işlevsel ayrışma, dinin toplumdaki merkezi rolünün ortadan kalmasına neden olmuştur. Örneğin Steve Bruce, modern dünyadaki din algısını köklü biçimde değiştiren bireysellik ve rasyonel düşüncenin Reformasyon’la başladığını ve modernitenin geleneksel dini hayatı zayıflattığını savunmaktadır. Ona göre bireysellik veya bireycilik dini inanç ve hayatın cemaat/grup temelini zedelemiş, rasyonalite ise dinin kutsal amaç ve öğretilerine inanmayı ortadan kaldırmıştır. Bu yaklaşıma göre din sadece inançlardan ibaret değildir. Doğum, ölüm ve evlilik gibi hayatın çeşitli döngülerinde törenler ve ritüellerle işlevsel bir yönünde vardır.

#11

SORU: Larry E. Shiner sekülarizasyonun boyutlarıyla ilgili olarak hangi tespitlerde bulunmuştur?


CEVAP: L. E. Shiner sekülarizasyonun tek boyutlu olmadığını, farklı alanları kapsadığını savunarak bir sekülerleşme tipolojisi çizer ve altı tip sekülerleşme biçiminden veya sekülerleşme alanından bahseder. Birinci sekülarizasyon modernitenin etkisiyle dini sembol, doktrin ve kurumların önemini ve prestijini kaybetmesidir. Shiner’e göre sekülarizasyonun son noktası dinsiz bir toplum olacaktır. Sekülarizasyonun ikinci tipi bu dünya ile uyum içinde olmaktır ve bu dünyaya uyum sağlamaktır. Sekülarizasyonun üçüncü biçimi toplumun dinle olan bağlantısının kesilmesi, artık dine dayalı bir anlayıştan kurtulup bağımsız bir gerçeklik oluşturması ve dinin etkilerini özel hayat alanına sınırlaması şeklinde kendini gösterecektir. Sekülarizasyonun dördüncü biçimi dini bilgi, inanç ve kurumların işlevlerinin bu dünya temelli bir görüntüye bürüneceği öngörüsünü içermektedir. Sekülarizasyonun dördüncü biçimi bu dünyanın kutsal karakterini aşamalı biçimde kaybedeceği, bunun yerine rasyonel olarak açıklanan bir alanine objesi olacağı düşüncesine dayanmaktadır.

#12

SORU: T. Luckmann ve Berger, toplumsal alandaki sekülarizasyonu nasıl tanımlamaktadır?


CEVAP: T. Luckmann, toplumsal alandaki sekülarizasyonu geleneksel ve kutsal kozmosun çözülüşü olarak tanımlar. Dinin toplum üzerindeki etkisinin zayıflamasına işaret eden bu gelişmeye paralel olarak kurumsal dinin modern sanayi toplumunun çeperine itildiği gözlemi ön plana çıkmaktadır. P. Berger ise toplumsal düzlemdeki sekülarizasyonu modern Batı tarihinde toplumsal ve kültürel sektörlerin, dini kurum ve sembollerin baskısından kurtuluşu olarak tanımlar.

#13

SORU: Geleneksel Sekülerleşme teorileri hangi konular üzerinde durmaktadır?


CEVAP: Geleneksel sekülerleşme teorileri modernitenin dini inanç, kurum ve pratikler üzerindeki yıpratıcı ve zayıflatıcı etkileri üzerinde durmaktadır. Batı Avrupa deneyimini açıklamakta, ancak ABD başta olmak modernleşme süreçlerinden geçen diğer pek çok toplumdaki din-birey, din-toplum ve din-devlet ilişkilerini açıklayamadaığı yönünde görüşler ileri sürülmektedir. Bu nedenle sekülerleşmeyi dini inanç, kurum ve pratiklerin zayıflaması olmaktan ibaret gören teoriler eleştirilmektedir. Bu teorilerin, sadece Batı Avrupa’daki gelişmelere bağlı olarak geliştirildiği, dolayısıyla de ABD ile Batı dışı toplumlarda modernite ve sekülerleşmenin din üzerindeki sosyolojik etkilerini bütün boyutları ile açıklayamadığı düşünülmektedir.

#14

SORU: Peter L. Berger geleneksel sekülerleşme kuramını savunmaktan neden vazgeçmiştir?


CEVAP: Peter L. Berger ise 1967 yılında yayımladığı The Sacred Canopy isimli kitabında geleneksel sekülerleşme kuramını ve varsayımlarını savunduğu fikirlerinden vazgeçmiş; 1999 yılında yayımlanan The Desecularization of the World: A Global Overview başlıklı makalesinde tam tersi görüşü savunmuştur. Ona göre, sekülerleşmiş bir dünyada yaşadığımız varsayımı yanlıştır. Bugün dünya bazı istisnalar dışında en az eskisi kadar, hatta bazı yerlerde eskisinden daha fazla dindardır. Berger’e göre sekülerleşme ve sekülerleşme süreçlerinin etkilerini içeren literatürün tümü esas itibariyle yanlışlıklar içermektedir. Modernleşme zorunlu olarak dinin gerilemesine neden olmamıştır. Hatta hayli modern toplumlarda bile din varlığını sürdürmüştür.

#15

SORU: Dinin ABD’de toplumsal hayatta edindiği rol nedir?


CEVAP: ABD’de yaklaşık her on kişiden altısı ise dinin günümüzdeki sorunların tümüne veya büyük bir kısmına çözümler getirebileceğine inanıyor. Bütün bu bulgular açıkça gösteriyor ki, Amerikalıların büyük bir çoğunluğu dini hala hayatlarının önemli bir unsuru olarak görüyor. Diğer taraftan dini kurumlar ABD’de sağlıklı bir sivil/toplumsal hayatın sürdürülmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bireylerin gönüllü davranışları ile ilgili yürütülen geniş kapsamlı bir araştırmada, kiliselerin yurttaşlık kültür ve yeteneklerini geliştirecek etkin ortamlar yarattıkları belirlenmiştir. Kilise çatısı altında toplantılar düzenlemek veya bu tür toplantılara katılmak gibi faaliyetlerde yer alanların siyasal hayata daha fazla oranda katılacakları tahmin edilmektedir.

#16

SORU: Laik devlet modelinin özellikleri nelerdir?


CEVAP: Bu modeled din ve devlet işleri birbirinden ayrılmış, dini kurumlar ve ruhban sınıfının siyasi ve hukuki kararların alınmasındaki etkisi ortadan kaldırılmıştır.

#17

SORU: Anayasal düzenlemeler açısından bakıldığında başlıca devlet yapısı ve din-devlet ilişkisi modelleri nelerdir?


CEVAP: 1. Anayasada laiklik ilkesinin açıkça kabul edildiği model 2. Anayasada laiklik ilkesi açıkça belirtilmeyen (laik) model 3. Anayasada bir devletin dininin benimsendiği ama uygulamada laik model 4. Anayasada resmi bir devlet dini veya mezhebinin benimsendiği ve dinin kısmen veya tamamen yasama kaynağı olduğu model 5. Din karşıtı model olmak üzere beş model bulunmaktadır.

#18

SORU: Anayasada laiklik ilkesinin açıkça kabul edildiği modelin özellikleri nelerdir?


CEVAP: Anayasada laiklik ilkesinin açıkça kabul edildiği model: Din ve devletin kesin olarak ayrıldığı bu modeli benimseyen ülkeler, anayasalarında açıkça laiklik ilkesini belirtir, herhangi bir din veya mezhebi benimsemez, belli bir din ya da mezhebi koruma altına almaz. Fransa, Türkiye ve Portekiz, bazı yorum ve uygulama farkları olmakla beraber bu gruba girer. Fransa’da başörtüsü ile ilgili düzenlemeler ve getirilen yasaklar ile Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevcudiyeti, Portekiz’de Vatikan ile yapılan ve Konkordat (Concordat) adı verilen anlaşma söz konusu farklılıklara işaret etmektedir.

#19

SORU: Anayasada laiklik ilkesi açıkça belirtilmeyen (laik) modelin özellikleri nelerdir?


CEVAP: Anayasada laiklik ilkesi açıkça belirtilmeyen (laik) model: Bu modeli benimseyen ülke anayasalarında, laiklik ilkesinin, devletin temelini oluşturduğu belirtilmemiştir. Bununla beraber din ve devlet işlerinde karşılıklı karışmazlık siyaseti benimsenmekte ve uygulanmaktadır. Almanya, Avusturya, ABD ve Hollanda’nın da içinde yer aldığı bu modeldeki ülkelerde, her ülkenin siyasi ve tarihi birikimlerine bağlı farklılıklar görülmektedir. Örneğin ABD’de anayasa din ve devlet ilişkilerinde belirgin bir ayrım duvarı örmekte, kamu kaynaklarının dini kurum ve bunların etkinliklerine aktarılmadığı görülmektedir. ABD’de devlet, kiliseler ve dini grupların işlerine karışmamakta, kamu düzenini bozmadıkları sürece etkinliklerini kısıtlamamaktadır. Bu nedenle ABD’de kiliseler üniversite kurmak dâhil her düzeyde eğitim kurumu açmakta, hastaneler kurup işletmekte ve televizyon kanalları kurabilmektedir.

#20

SORU: Almanya’da laiklik ilkesi nasıl uygulanır?


CEVAP: Almanya’da devlet tarafından resmen tanınan ve tüzel kişilik kazanan kiliseler, devlet tarafından tanınmayan dini gruplara göre bazı imtiyazlardan yararlanmaktadır. Örneğin kilise üyelerinden toplanması gereken vergiler devlet marifetiyle toplanarak ilgili kiliseye aktarılmaktadır. Devlet, kiliselerin eğitim ve sağlık alanlarındaki hizmetlerini kısıtlamamakta, okullarını desteklenmektedir. ABD ve Almanya örneklerinde görüldüğü gibi anayasalarda açıkça belirtilmese de laiklik ilkesi uygulanmakta, karşılıklı karışmama ilkesi bu ülkelerde kilise ve dini grupların sosyal hayatta geniş etkiler yapabileceği alanların zeminini oluşturmaktadır.

#21

SORU: Anayasada bir devlet dininin benimsendiği ama uygulamada laik modelin özellikleri nelerdir?


CEVAP: Anayasada bir devlet dininin benimsendiği ama uygulamada laik model: Devletin resmi bir dini veya mezhebinin olduğu ancak yasama faaliyetlerinde dini kurum ve otoritelerin etkisinin bulunmadığı bu modelde, resmi olarak kabul edilen din veya mezhebin diğerlerine göre ayrıcalıkları söz konusudur. İngiltere, Danimarka, Finlandiya, Norveç ve Yunanistan’ın benimsediği bu yapıda resmi din veya kilise olmamasına karşın din özgürlükleri güvence altına alınmıştır ve söz konusu resmi din veya kilise, siyasi ve hukuki kararların alınmasında bir rol üstlenmez. Diğer modellerde olduğu gibi bu modeli benimseyen ülkelerde de uygulama da birbirinden farklılıklar görülmektedir. Örneğin İngiltere’de Anglikan Kilisesi devletin resmi kilisesidir ve devlet başkanı aynı zamanda kilisenin de başı olmak durumundadır. Öte yandan Katolik ve Anglikan Kiliselerinin çok sayıda ilk ve ortaöğretim okulu olduğu, bu okulların eğitim-öğretim giderlerinin büyük çoğunluğunun devlet tarafından finanse edildiği bilinmektedir. İslam, Hinduizm ve Yahudilik gibi dinlerin de ibadethane ve okul açmalarına izin verilmekte, Müslümanlar ve Yahudiler tarafından kurulan okulların bazılarının giderleri de yasaların öngördüğü biçimde kamu kaynaklarından karşılanmaktadır. Ancak Yunanistan’da özgürlük alanının aynı şekilde geliştiğini söylemek mümkün değildir zira Yunan hükümeti Müslüman cemaatin seçtiği müftüyü meşru temsilci kabul etmemekte, kendi siyasi görüşüne uygun birini müftü olarak atamaktadır.

#22

SORU: Anayasada resmi bir devlet dini veya mezhebin benimsendiği ve dinin kısmen veya tamamen yasama kaynağı olduğu modelin özellikleri nelerdir?


CEVAP: Anayasada resmi bir devlet dini veya mezhebinin benimsendiği ve dinin kısmen veya tamamen yasama kaynağı olduğu model: Bu modelde resmi olarak kabul edilen din, kısmen veya tamamen yasamanın kaynağı olarak görülmekte, siyasi ve hukuki kararları etkilemektedir. İran, Afganistan, Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır ve Pakistan gibi İslam ülkeleri ile İsrail ve Vatikan’ın benimsediği bu model de uygulamada kendi içinde farklılıklar göstermektedir. Örneğin İran Şii mezhebini be öğretisini yasamanın kaynağı olarak görürken, Suudi Arabistan Vehhabi İslam yorumunu benimsemektedir. Öte yandan Mısır ve Pakistan’da ise aile hukuki gibi bazı alanlarda İslam hukuku uygulanırken bazı alanlarda da dini kaynaklı olmayan düzenlemeler yapılmaktadır.

#23

SORU: Din karşıtı modelin özellikleri nelerdir?


CEVAP: Anayasada laiklik ilkesi açıkça belirtilsin veya belirtilmesin dine olumsuz bakan, dini örgütlenme ve faaliyetleri yasaklayan ve din özgürlüklerini kısıtlayan bu yapı Çin, Küba, Vietnam ve Kuzey Kore’de görülmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce Sovyet bloğunda da görülen bu model, komünist ve Marksist ideolojinin din aleyhtarı bakış açısına yaslanmakta ve din karşıtı politikalar uygulamaktadır.

#24

SORU: İslam ülkelerinde laiklik nasıl ortaya çıkmıştır?


CEVAP: İslam dünyasında laikliliğin ortaya çıkışı ve dindevlet ilişkileri çeşitli aşamalardan geçmiş ve ülkelere özgü şartlara bağlı olarak farklı boyutlar kazanmıştır. On dokuzuncu yüzyılda seküler Batı değerleri yönetici elit kesim tarafından daha üstün görülmüştür. Yirminci yüzyılın başlarında ise Batılıların açtığı okullarda okuyan yeni kuşak, kendi toplumları için seküler Batı kültürünü modernleşme ve toplumsal dönüşüm projesi olarak benimsemiştir. İslam ülkelerinde laikliğin ortaya çıkışı, tarihi gelişimi ve uygulanma şekilleri ile bu konulardaki tartışmalar, laikliğin doğup yayıldığı Batı ülkelerinden farklı olmuştur. İslamiyet, ulus devletlerin kurulmasıyla dini ve siyasi otoritenin birbirinden tamamen ayrıştığı Avrupa ülkelerindeki Batı Hıristiyanlığının yaşadığına benzer bir reform süreci geçirmediği için, İslam ülkelerinde laiklik iç dinamiklerden daha çok dış dinamiklerin ve gelişmelerin etkisiyle başlamıştır.

#25

SORU: Laikliğin gelişimi İslam dünyasi ile Batı’da nasıl bir yol izlemiştir?


CEVAP: Batı’da laiklik siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelere parallel olarak kademeli bir şekilde gelişmiştir. İslam dünyasında ise laiklik Batı ülkelerinin tersine tedrici bir şekilde gelişmemiştir. Laiklik, İslam dünyasına bu tür iç gelişmelerden daha ziyade Avrupa sömürgeciliğinin ve yayılmacılığının 19. yüzyıl başlarında başlattığı ideolojik bir ürün olarak dışarıdan bir akım olarak girmiştir. Batı sömürgeciliği ile yüz yüze kalan Müslüman toplumların 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında üzerinde yoğunlaştığı konu, varlıklarını sürdürebilmek, bağımsızlıklarını korumak veya ülkelerini işgalcilerden kurtarmak olmuştur. Özellikle bilim ve teknoloji alanı başta olmak üzere Batının kaydettiği ilerleme ve gelişme laik kültürün üstünlüğü ve çağdaşlığa ulaşmanın yolu olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.

#26

SORU: Türkiye’de laikliğin gelişimi nasıl gerçekleşmiştir?


CEVAP: Türkiye’de laikliğin gelişimi ve kurumsallaşması söz konusu olduğunda bu süreci ağırlıklı olarak Cumhuriyet dönemi ile başlatma eğiliminin yaygın olduğu görülmektedir. Hâlbuki Osmanlı devletinin, Batı eğitim metotları vekurumlarını, hukuki sistemlerini ve askeri teknolojisini yaygınlaştırmak için 19. yüzyılda başlattığı modernleşme hareketi ve buna bağlı reformlar İslam dünyasında ilk laik kurumların ortaya çıkmasına öncelik etmiştir. Genel hatlarıyla Tanzimat’ın ilanıyla başlayıp Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ilanıyla devam eden ve hukuki yapının değişmesiyle başlayan süreç, Cumhuriyet dönemindeki değişim projesinin temelleri olarak görülebilir. Ayrıca I. Meşrutiyet’in ilanı ve 1876 Kanun-i Esasi’nin kabulü, II. Meşrutiyet’in ilanı siyasal yapıda klasik anlayıştan uzaklaştığını gösteriyordu ki bu da uzun dönemde aslında laiklikle sonuçlanan bir sürece hazırlık olarak yorumlanabilir.

#27

SORU: Laikliğe geçişin basamakları nelerdir?


CEVAP: Laikliğin temellerinin atılması, yapısal ve yasal dönüşümlerin gerçeklemesi sürecinde, dini siyasi meşruiyet aracı olmaktan çıkaran halifelik kurumunun kaldırılması, 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 1925 tarihli tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun, 1926 tarihli Türk Medeni Kanunu ve 1934 tarihli bazı kisvelerin giyilmesini yasaklayan kanunların çıkarılması laik yapıya geçişin önemli basamakları arasında yer alır. Laiklikle ilgili anayasada yer alan önemli bir düzenleme Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili olmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmış ve din işlerinden sorumlu Şeyhülislamlık makamı ilga edilmiştir. Bunun yerinebugünkü adıyla Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.

#28

SORU: Mısır’da laiklik ve din-devlet ilişkileri nasıl şekillenmektedir?


CEVAP: Mısır’da laik bir devletin inşası ve laik hukuk müesseselerinin kuruluşu Hidiv İsmail’in (1863-1879) desteğiyle 19. yüzyılda başlamış ve 1882 İngiliz işgalini müteakiben bu laikliği kurumsallaştırma politikası daha yoğun uygulanmıştır. laik aydınlar ortaya çıkmıştır. Birinci dünya savaşını takip eden yıllarda Ezher Üniversitesi de dâhil dini kurumların devlet denetimi altına alınmasını ve özel hukuk hariç her alanda Şeriatın yerine Batı hukukunun ikame edilmesini destekleyen Mısır’daki milliyetçi partiler genelde laikliği benimsiyordu. 1928 yılında hem sekülerizmi kınayan hem de Ezher’i bu akımı savunanlara karşı etkin muhalefet izlememekle itham eden İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) hareketinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Hareketin lideri Hasan elBenna şeriatın tekrar ikamesi, zekât gibi İslami modellerin yeniden canlandırılması çağrısında bulunurken Batı modelini sosyo-ekonomik eşitsizlikler yaratmakla itham etmiştir.

#29

SORU: Cezayir için laiklik hangi konumda yer alır?


CEVAP: 1831 yılında Fransa’nın işgal ettiği Cezayir’de İslamiyet, siyasi gelişmelerde önemli bir rol oynamış, milli birlik ve dayanışmanın temellerinden biri olmuştur. Özellikle 1830-1962 Fransız işgali döneminde İslamiyet, sömürge karşıtlığı, bağımsızlık mücadelesi ve Cezayir milliyetçiliği için bir ilham kaynağı olarak görülmüştür. . Halkın çoğunluğunun Müslüman olduğu ülkede 1963 yılında çıkarılan Cezayir Anayasasında devletin sosyalist olduğu ve resmi dininin de İslam olduğu ilan edilmiştir. Demokratik açılıma kapalı bir yönetimin hüküm sürdüğü, sosyo-ekonomik eşitsizliklerin olduğu ve her siyasi gurubun meşruiyet aracı olarak din dilini kullandığı diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Cezayir’de de din-devlet ilişkilerindeki gerilimler sürmektedir.

#30

SORU: Tunus’ta laiklik ve din-devlet ilişkileri nasıldır?


CEVAP: 1956’dan 1987 yılına kadar Habib Burgiba’nın tek adam olarak hükmettiği Tunus, otuz yılı aşkın bir süre tek parti iktidarı ile yönetilmiştir. Burgiba, Batı yanlısı ve laik bir modernleşme süreci başlatmıştır. Devlet yazışmalarında ve yüksek eğitimde Fransızca resmi dili olarak kabul edilirken, elit kesimin kullandığı dil de Arapçadan çok Fransızca olmuştur. Batı değerlerini benimseme ve modernleşme politikasının bir parçası olarak Şer’i mahkemeler kaldırılmış, kadınların başörtüsü yasaklanmış, Kuzey Afrika’nın meşhur eğitim-öğretim merkezlerinden Zeytuna Medresesi kapatılmış ve ulemanın gücü zayıflatılmıştır. reformlar, İslam ve Arap mirasının Fransız kültürünün gölgesinde kalması, ekonomik çöküntü, Arap milliyetçiliğinin ve sosyalizminin başarısızlığı gibi iç ve dış nedenler Tunus’ta muhalefet hareketlerin doğmasına neden oldu.

#31

SORU: Pakistan’da din ve devlet ilişkileri nasıl şekillenmiştir?


CEVAP: İslam dünyasının en kalabalık nüfus yoğunluğunun bulunduğu Güney ve Güneydoğu Asya İslam ülkelerinde bölgenin siyasi tarihi, bölge nüfusunun dini, kültürel ve etnik yapısından kaynaklanan farklılıkları uzlaştıran yönetim biçimleri ortaya çıkarmıştır. 1947 yılında bağımsızlını kazanan Hindistan demokratik laik bir ülke olduğunu ilan etmesine ve Kongre Partisinin bütün dini ve etnik grupları kucakladıklarını söylemelerine karşın, ülke, din ve mezhep çatışmalarına sahne olmuştur. İlke olarak Pakistan her zaman İslami bir cumhuriyet olarak tanımlanmasına karşın uzun yılar laik bir devlet olarak yönetilmiştir. 1977 yılında askeri bir darbe ile iktidarı ele geçiren General Ziyaü’l Hak ise İslamileştirme programı başlatmıştır. Son dönem Pakistan tarihi, bir taraftan demokrasi ve devletin uygulamaya koyduğu İslami sistem, diğer taraftan da modern ve geleneksel İslami eğilimler arasında yaşanan mücadeleyi yansıtmaktadır.

#32

SORU: İran’da Din-Devlet İlişkileri nasıl şekillenmiştir?


CEVAP: İslam hukukuna göre yönetildiği iddia edilen İran, Şii geleneğe yaslanmaktadır. din ve devlet işlerinin iç içe girdiği İran’da, idareciler kendi meşruiyetlerini Şii İslam’ı ve Şii din adamı sınıfını koruma iddiasıyla sağlamıştır. İran, Avrupalı güçlerden birinin sömürgesi olmamış ancak 19. Yüzyılın sonunda ekonomisi yavaş yavaş Avrupa’nın kontrolüne geçmiştir. Türkiye’yi örnek alarak laik bir devlet kurma çabasına girişti. Şah Rıza Pehlevi ve oğlu Muhammed Rıza Şah Pehlevi dönemi (1941- 1978) İran’da devletin öncülük ve empoze ettiği modernleşme çabalarının yoğun olarak sürdürüldüğü Pehlevi dönemindeki modernleşme politikasının bir parçası olarak 1920 ve 1930’larda erkeklere Batı tarzı giyinme kuralı getirilirken, kadınların başörtüsü takmaları yasaklanmıştır. Ayetullah Humeyni liderliğinde gerçekleştirilen devrim sonrasında mollaların etkisi daha ağır bastığı için İran’da dini kurallara dayalı olduğu iddia edilen bir devlet kurulmuştur. Haşimi Rafsancani devlet başkanı seçilmiş ve 1990 yılından sonra tedrici bir siyasal liberalleşme ve muhalefet süreci başlamıştır. Bu dönemde İran’ın Batı ve ABD ile ilişkilerinde olumlu bir gelişme olurken bu ülkeler arasında kültürel ve entelektüel değişimler için uygun ortam hazırlandı. 2004 ve sonraki yıllarda yapılan seçimlerde çoğu ılımlı ve modernist adayın seçime girmesi engellenmiş ve bu nedenle muhafazakârlar seçimlerden daha güçlü olarak çıkmıştır.