FİNANSAL EKONOMİ Dersi FAİZ VE FAİZ ORANLARININ BELİRLENMESİ soru cevapları:

Toplam 21 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

Faizin önemini tartışınız.


CEVAP:

Faiz, finansal sistem tarafından belirlenen ancak etkileri itibariyle ekonominin genelini ilgilendiren önemli bir makro değişkendir. Oluşumu ve etkileri de başlangıç olarak finansal karakterlidir. Ancak ekonomik yapı içindeki etkileri sadece finansal sistemle sınırlı değildir. Genel ekonomik yaşamda gösterdiği etki, aslında faizin taşıdığı önemi ortaya koymaktadır. Faiz, günümüz ekonomilerinde makroekonomik hedeflerin gerçekleştirilmesi bağlamında ele alınmakta ve analizler daha çok bu yönde yapılmaktadır. Finansal sistemin reel sektöre olan tamamlayıcılığı, faiz gibi finansal karakterli değişkenlerle işlemektedir. Faiz ve oluşum sürecinde ortaya çıkan aksaklıklar, doğal olarak öncelikle finansal sistemin işleyişinde, etkinliğin bozulması anlamında, önemli sorunlar doğuracaktır. Sorunlu ve etkinlikten uzak bir işleyişe sahip finansal sistem ise reel sektöre olan tamamlayıcılık fonksiyonunu gereği gibi yerine getiremeyecektir. Faiz oranları tüketim, tasarruf ve yatırım kararlarını etkilediği gibi merkez bankalarının para politikalarını yürütmesinde de önemli rol oynar. Faiz oranlarındaki değişikliklerin ekonomide çok çeşitli etkileri olması, bu oranların yakından takip edilmesini gerektirmektedir.


#2

SORU:

Faizin temel fonksiyonları nelerdir?


CEVAP:

Tanımı yukarıdaki gibi değişik şekillerde ortaya konulan faizin, ekonomide üstlendiği çeşitli fonksiyonları bulunmaktadır. Faizin temel işlevleri olarak da ifade edilen ekonomik yaşamdaki fonksiyonları, kısaca şu şekilde ortaya konulabilir:

  • Faizin birinci fonksiyonu, tasarrufun ulusal gelirden alacağı payı belirlemektir. Bilindiği gibi tasarruf, ekonomik büyüme ve gelişmenin temelini oluşturan yatırımların kaynağını oluşturmaktadır. Faiz tasarruf yatırım eşitliğini sağlayan bir değişken olarak, ulusal gelirden tasarruflara ayrılacak payın belirlenmesinde önemli bir işlev görmektedir.
  • Piyasa ekonomilerinde faizin yerine getirdiği ikinci fonksiyon, kaynakların etkin dağılımı bağlamında sermayenin etkin dağılımı ve kullanımını sağlamaktır. Faiz oranlarının yönlendirmesine bağı olarak sermaye, ekonomide en etkin kullanım alanlarına aktarılmakta ve ekonomide daha verimli bir üretim yapısı oluşturulabilmektedir.
  • Faizin fonksiyonlarından bir diğeri ise tasarruf sahiplerine gelir sağama işlevidir. Tasarruf yapanlar yaptıkları tasarruflar karşılığında, tüketimden vazgeçmenin bedeli olarak faiz geliri elde ederler. Bu da onların servet birikimleri üzerinde olumlu etki yaratmaktadır.

#3

SORU:

Faiz oranı kavramını açıklayınız.


CEVAP:

Ekonomide faiz ile ilgili konular “faiz oranı” kavramı üzerinden ortaya konulmaktadır. Yani faiz denildiğinde daha çok faiz oranlarının düzeyi ve bu oranlarda ortaya çıkan değişmelerin yansımaları akla gelmektedir. Bu nedenle faizle ilgili açıklamalarda faiz oranı kavramı, ele alınıp incelenmesi gereken bir konu olarak öne çıkmaktadır.

Faiz oranı aslında, ödenen faizin anaparaya oransal olarak ifadesinden başka bir şey değildir. Tanımlarsak faiz oranı, kullanılan ya da borçlanılan meblağın yüzdesi olarak ifade edilen, borçlanma maliyetidir. Başka bir ifade ile borçlanma sonucu karşılaşılan ek ödemenin borçlanılan tutara oranlaması ile bulunur. Örneğin T1000 borçlanan ya da fon kullanan ekonomik birim, bu borcuna karşılık yıllık bazda T100 ödemede bulunuyorsa; faiz oranı, 100/1000 = 0,10 (%10) olarak belirlenecektir.


#4

SORU:

Nominal faiz oranı nedir?


CEVAP:

Nominal Faiz Oranı: Piyasada faiz düzeyinin oluşmasını sağlayan faktörlere bağlı olarak belirlenen (fon arz ve talebi) cari yani o andaki TL cinsinden (parasal birimlerle ifade edilen) belirlenen, gazete, dergi ve diğer iletişim unsurları tarafından halkın bilgisine sunulan faiz oranıdır. Nominal faiz oranı piyasada gerçekleşir ve gözlenebilen faiz oranıdır. Bu anlamda, vadeli mevduat faiz oranları ve sabit getirili finansal varlıkların (tahviller) o andaki geçerli olan fiyatlara göre ortaya konan getiri oranları, nominal faiz oranını ifade etmektedir.


#5

SORU:

Reel faiz oranı nedir?


CEVAP:

Reel Faiz Oranı: Nominal faizin enflasyonla ilişkilendirilmiş şeklidir. Yani beklenen enflasyona göre düzeltilmiş faiz oranıdır. Reel faiz, fiyat artışlarının nominal faizde yarattığı erozyonu ortaya koyduğu için, gerçek getirinin ifadesi olarak daha anlamlı sonuçlar üretmektedir. En basit şekliyle nominal faiz oranından beklenen enflasyonun arındırılmasıyla bulunur. Piyasada ifade edilen nominal faiz aslında reel faiz ve beklenen enflasyonun toplamından oluşmaktadır.


#6

SORU:

Klasik Faiz Teorisi'ne göre faiz düzeyini belirleyen faktörler nelerdir?


CEVAP:

Klasik teoride faiz oranı “reel” bir de¤işkendir ve faiz düzeyini belirleyen faktörler, tasarruf arzı ve talebi (yani yatırım talebi)dir. Aynı zamanda faiz, tasarruf arzının fiyatı olarak düşünülmektedir. Bu ba¤lamda faiz, tasarrufun yani bugünkü tüketimden vazgeçmenin karşılığıdır.


#7

SORU:

Likidite Tercihi Teorisi'nin faize bakış açısı nasıldır? Açıklayınız.


CEVAP:

Likidite tercihi teorisi Keynesyen faiz teorisi olarak da bilinmektedir. Ekonomik literatürde Keynesyen düşünce 1929 Dünya Krizi’nden sonra gündeme gelmiştir. Özellikle kriz sonrası ortaya koyduğu çözümlemeleri ile bilinen Keynes’in, ekonominin genel işleyişi ile ilgili görüşleri kadar, faiz konusundaki görüşleri de yankı uyandırmıştır. Keynes teorisinde faiz oranlarını tasarruf ve yatırımlara bağlayan “klasik teoriye” karşı çıkmaktadır. Klasiklerin, faiz oranlarını reel faktörlerle açıklamasına karşılık Keynes, faizi parasal bir olgu olarak kabul ve analiz etmektedir.

“Likidite tercihi teorisi” olarak bilinen faiz teorisinde Keynes, faiz oranlarını reel faktörler yerine parasal faktörler ile açıklamaya çalışmıştır. Keynes’e göre faiz, tasarrufun getirisi değil, parayı likit olarak elde tutmaktan vazgeçmenin bir bedelidir. Bir başka ifade ile likiditeden vazgeçmenin maliyetidir.


#8

SORU:

Keynesyen Teori'ye göre para hangi amaçlarla talep edilir?


CEVAP:

Ekonomik birimlerin çeşitli nedenlerle ellerinde ya da kasalarında bulundurmak istedikleri para miktarına para talebi denir. Ekonomik birimlerin para talep etmelerinin nedenleri farklıdır. Keynesyen teoriye göre, karşımıza üç farklı para talebi çıkmaktadır. Bunlar; “işlem amaçlı”, “ihtiyat amaçlı” ve “spekülasyon amaçlı” para talebi olarak sıralanmaktadır.


#9

SORU:

Likidite Tercihi Teorisi'nde ekonomik birimlerin servetlerini hangi varlıklara bölüştürdükleri varsayılır?


CEVAP:

Keynes likidite tercihi kuramını geliştirirken, analizi basitleştirebilmek amacıyla ekonomik birimlerin portföylerinde sadece para ve tahvil bulunduracakları varsayımını kabul etmiştir. Buna göre, ekonomik birimler mevcut servetlerini söz konusu iki varlık (para ve tahvil) arasında dağıtmakta ve toplam varlık talebi bu ikisinin toplamından oluşmaktadır. Tahvillerin getirisi faizdir ve getiri (faiz oranı) yüksekse bireyler bundan yararlanmak isteyeceklerdir. Tahvillerin getirisi (faiz oranı) ne kadar yüksek olursa elde tutulan paranın maliyeti de o kadar yüksek olacaktır. Elde para tutmanın alternatif maliyeti tahvil satın almayarak kaybedilen faiz geliridir. Bu bağlamda ekonomik birimlerin likiditeden (para) vazgeçmeleri için tahvilin getirisinin (faiz) yüksek olması beklenir. Yani spekülasyon amaçlı talep edilen para miktarıyla faiz oranları arasında ters yönlü bir ilişki mevcuttur


#10

SORU:

Keynesyen Teori'de para arzı nasıldır?


CEVAP:

Keynesyen teoride para arzı eksojen (dışşal) dir, yani Merkez Bankası tarafından belirlenir. Ekonominin işleyişine bağlı olarak Merkez Bankası, zorunlu karşılık oranı, reeskont oranları ve açık piyasa işlemleri yoluyla para arzının değişmesine neden olmaktadır. Merkez Bankası para basmakta bağımsız olduğu için dolayısıyla faiz oranıyla para arzı arasında bir ilişki yoktur. Bu teoriye göre para merkez bankası tarafından kontrol edildiği, yani dışsal olduğu kabul edildiği için, para arzı eğrisi dikey eksene paraleldir.


#11

SORU:

Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi'ni açıklayınız.


CEVAP:

Klasik iktisatçıların faizi reel bir makro değişken olarak açıklamalarına ve parayı nötr (yansız) kabul etmelerine karşılık, neoklasik iktisatçılar faizi ödünç verilebilir fonların arz ve talebiyle açıklamaya çalışmışlardır. Bu bağlamda faiz oranlarının açıklanmasında reel unsurların yanında, parasal unsurlara da ağırlık vermişlerdir. Neoklasik iktisatçıların faiz konusundaki bu yaklaşımı, literatürde “ödünç verilebilir fonlar teorisi” olarak isimlendirilmektedir. Bu teoriye göre, ödünç verilebilir fonlar birincil ve ikincil piyasalarda alınıp satılır. Denge faiz oranı, ödünç verilebilir fon arzı (ÖVFA) ve ödünç verilebilir fon talebi (ÖVFT) tarafından belirlenir. Bilindiği gibi klasik teoride ödünç verme doğrudan doğruya tasarrufa, ödünç alma ise yatırım talebine bağlanmıştır. Oysa ekonomik birimler ödünç vermeksizin tasarruf edebilecekleri gibi, tasarruf olmadan da ödünç verebilir ya da yatırım yapmaksızın da ödünç alabilirler. Ödünç verilebilir fonlar teorisi, piyasadaki faiz oranlarının ödünç verilebilir fon arz ve talebini etkileyen faktörler tarafından belirlendiğini ifade etmektedir. Finansal piyasada ekonomik birimlerin ellerinde bulunan ve belirli bir getiri karşılığında diğer ekonomik birimlerin kullanımına sunulmaya hazır olan kaynaklar ödünç verilebilir fon arzını oluşturmaktadır. Bu anlamda; hane halkı bireysel tasarrufları, işletmelerin tasarrufları, devlet tasarrufları ve para arzı değişiklikleri ödünç verilebilir fon kaynaklarını oluşturması açısından oldukça önemlidir. Fon arzının önemli bir kaynağı da banka sisteminin yarattığı ek satın alma gücüdür. Merkez Bankasının parasal tabanı genişletmesi ve ticari bankaların mevduatlarına dayanarak yarattıkları parasal genişleme ödünç verilebilir fon arzına kaynak oluşturur. Gömüleme çözülmesi olarak da ifade edilen, bireylerin finansal sistem içinden çektikleri fonları tekrar sistem içine yönlendirmeleri de bu anlamda fon arzı kaynaklarından birisini oluşturmaktadır.


#12

SORU:

Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi'nin diğer teorilerden farkı nedir?


CEVAP:

Aslında “Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi”, “Klasik” ve “Keynesyen Faiz Teorisi”nden ayrı ve tamamen yeni bir faiz teorisi değildir. Teorinin getirdiği yenilik; faizin belirlenmesi sürecinde tasarruf ve yatırım arasındaki reel ilişkinin yanında, parasal unsurlara da yer verilmesidir. Bununla birlikte ödünç verilebilir fonlar teorisi finansal sistem içinde ve finansal piyasalarla ilgili işlemlerde uzmanlar tarafından daha çok tercih edilmektedir. Bu teorinin en önemli eksikliği ise ortaya koyduğu dengenin kısmi ve geçici denge olmasıdır. Yani bu teoriye göre oluşan faiz oranı, finansal piyasalarda o anda geçerli olan ama değişmesi muhtemel bir faiz oranıdır.


#13

SORU:

Faiz oranlarının yapısı ile neler incelenir?


CEVAP:

Faiz oranlarının yapısı; finansal varlıkların sahip oldukları risk, vade, vergi ayrıcalıkları ve likitide gibi özelliklerin faiz oranına yansımalarının incelenmesidir.


#14

SORU:

Faiz oranlarının farklılaşmasını risk ile ilişkilendiriniz.


CEVAP:

Finansal varlıklarda faiz oranları farklılığının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bu nedenlerinden birisi varlıkların sahip oldukları risk düzeyidir. Bu aynı zamanda faiz oranlarının risk yapısı olarak da bilinmektedir. Faiz oranlarının risk yapısı; aynı vadeye sahip ancak geri ödeme kabiliyeti, likidite ve vergileri açısından farklı özelliklere sahip finansal varlıkların faiz oranları arasındaki farklılıkları açıklar. Finansal ekonomi literatüründe risk, alınan bir finansal kararla ilgili olarak beklenen sonucun gerçekleşmeme olasılığıdır. Daha farklı bir ifadeyle, beklenen getiri ile gerçekleşen getirinin farklı olmasına yönelik ortaya çıkan olasılık, bir riskin mevcudiyetini gösterir. Bir başka ve genel tanım ise kaybetme olasılığıdır. İşte tanımı yapılan riskin varlığı ve büyüklüğüne bağlı olarak çeşitli finansal varlıkların faiz oranları farklılık göstermektedir. Finansal varlıklardaki riskin düzeyi ile o finansal varlığın faiz oranı arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Yani bu anlamda risk düzeyi yüksek olan varlıkların faiz oranları da yüksek olmaktadır. Bunun tersi de doğrudur ve risk düzeyi ne kadar az ise o finansal varlığa yönelik faiz oranı o kadar düşük olmaktadır.


#15

SORU:

Geri ödememe riski nedir? Açıklayınız.


CEVAP:

Geri Ödememe Riski: Finansal piyasalarda aynı vadeye sahip varlıkların faiz oranlarının değişik olmasının nedenlerinden birisi, “geri ödememe riski” düzeyindeki farklılıklardır. Bu risk, finansal varlığı ihraç eden ekonomik birimin yükümlülüklerini (faiz ve anapara geri ödemesi gibi) zamanında ya da hiç yerine getirmemesi nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Geri ödeme riski yüksek olan bir varlığı ihraç eden ekonomik birimin (işletme ya da devlet) finansal varlığı satın alanlara, üstlendikleri riski telafi edebilmeleri için, daha yüksek bir faiz önermesi gerekir. Aslında finansal varlık yatırımcıları da daha fazla risk alma karşılığında daha yüksek getiri talep etmektedir. Riskin artması yatırımcıların daha yüksek getiri talep etmesine, bu ise söz konusu finansal varlığın faizinin nispi olarak yüksek olmasına neden olmaktadır.


#16

SORU:

Likidite riski nedir? Açıklayınız.


CEVAP:

Likidite Riski: Likidite kısaca bir varlığın nakde dönüşme yeteneki olarak tanımlanır. Bunun için ilgili varlığın iyi işleyen bir piyasasının olması, kolay ve hızlı bir şekilde alınıp satılabilmesi gerekir. Bu bağlamda finansal piyasalarda işlem gören bir varlığın alım satım olanakları ne kadar güçlü ve ikincil piyasası ne kadar geniş ise bu finansal varlığın likiditesi o kadar yüksek olur. Likidite, yatırımcıların varlık talebini etkileyen faktörlerden birisidir. Finansal varlık talebi ile likidite arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Çünkü “ceteris paribus varsayımı” (diğer özellikler aynı iken ya da diğer şartlar sabit iken) altında yatırımcılar likiditesi yüksek olan varlıklara sahip olmak ister. Bir finansal varlığa ilişkin faiz oranını etkileyen faktörlerden birisi, o varlığın likitide düzeyidir. Likitide ile faiz oranları arasında ters yönde bir ilişki mevcuttur. Yani diğer tüm özellikler aynıyken bir finansal varlığın likiditesinin yüksek olması onun faiz oranının diğerlerine göre düşük düzeyde kalması ile sonuçlanır. Dolayısıyla, farklı ekonomik birimlerin ihraç ettikleri, faiz ödemesi yapan finansal varlıkların faiz oranları likidite primini yansıtacak şekilde farklı olmaktadır. 


#17

SORU:

Vergi ayrıcalıklarının faiz oranlarının farklılaşmasındaki rolünü açıklayınız.


CEVAP:

Vergi Ayrıcalıkları: Faiz oranları farklılaşmasının bir diğer unsuru ise vergilerdir. Bilindiği gibi faiz geliri üzerinden alınan vergi, tahvil ve bonoların beklenen getirisi üzerinde etkilidir. Finansal varlık yatırımcıları vergi sonrasında elde edecekleri getiriyle ilgilendikleri için, vergilerde meydana gelecek değişiklik yatırımcıların beklenen getirisini etkilemektedir. Uygulamada vergilendirme açısından bazen, finansal varlıklar arasında farklı- lıklar olabilmektedir. Yani bazı finansal varlıklardan elde edilen faiz geliri, diğer finansal varlıklardan elde edilen faiz gelirinden farklı oranda vergilendirilmektedir. Örneğin, özel sektör tarafından ihraç edilen tahvil ve bonolardan elde edilen faiz geliri gelir vergisine tabi tutulurken, devlet tarafından ihraç edilen tahvil ve bonolardan elde edilecek faiz gelirinin vergiden muaf tutulması söz konusu olabilmektedir. Böyle bir gelişme de doğal olarak ilgili finansal varlıkların talebini etkilemekte, sonuçta bunların faiz oranlarının da farklı olmasına neden olmaktadır. Yani farklı finansal varlıkların diğer özellikleri (vade, likitide ve geri ödememe riskleri) aynıyken, bunların vergi ayrıcalıkları arasındaki mevcut olan farklılıklar faiz oranlarının farklı olmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda vergi ayrıcalığı taşımayan bir finansal varlığın faiz oranı, vergi ayrıcalığı taşıyan bir finansal varlığın faiz oranına göre daha yüksek olmaktadır.


#18

SORU:

Faiz oranlarının vade yapısı ile neler incelenir?


CEVAP:

Faiz oranlarının vade yapısı; aynı likidite, geri ödeme yetene¤i ve vergisel özelliklere sahip ancak vadeleri farklılıklar taşıyan çeşitli finansal varlıkların, faiz oranları arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir.


#19

SORU:

Beklentiler Teorisi nedir? Açıklayınız.


CEVAP:

Beklentiler teorisine göre; getiri eğrisinin şekli ya da faiz oranlarının vade yapısı, fon talep edenlerin (ödünç alanların) ve fon arz edenlerin(ödünç verenlerin) gelecekteki faiz oranı beklentilerine göre belirlenir. Bu teoriye yönelik bazı varsayımlar bulunmaktadır. Buna göre:

  • Yatırımcılar vade tercihi olmayan varlıkları ellerinde bulundurdukları sürece kâr maksimizasyonu hedefleyen kişilerdir.
  • Yatırımcılar, kısa vadeli finansal varlıklarla uzun vadeli finansal varlıklar arasında kayıtsızdır. Yani uzun vadeli bir finansal varlığı elinde tutmakla, kısa vadeli bir finansal varlığı elinde tutmak arasında bir fark yoktur.
  • Ayrıca, yatırımcıların kısa vadeli finansal varlıkları satıp uzun vadeli finansal varlıkları almaları durumunda, ortaya çıkacak işlem maliyetlerinin sıfır oldu- ğu kabul edilmektedir.
  • Bu teoride özellikle, belli bir risk sınıfına ait, vadesi önemsiz tüm varlıklar birbirine tam ikame olarak kabul edilir. Yani yatırımcıların getiri oranı aynı olduğu sürece, 4 yıl vadeli bir finansal varlık almak yerine, iki adet 2 yıl vadeli birbirini takip eden finansal varlıklar almak veya periyodik olarak birbirini takip eden 1’er yıl vadeli varlıklar almak arasında bir fark yoktur.

#20

SORU:

Likidite Primi Teorisi nedir? Açıklayınız.


CEVAP:

Faiz oranlarının vade yapısını açıklamaya yönelik teorilerden gerek “beklentiler teorisi”, gerekse daha sonra açıklanacak “bölünmüş piyasalar teorisi” vade itibariyle oluşabilecek risk faktörünü dikkate almazlar. Likidite primi teorisi, finansal yatırımcıların kısa ve uzun vadeli menkul kıymetler arasında kayıtsız (fark görmeyen) olduğu varsayımını reddetmektir. Bu teoriyi geliştirenlere göre, uzun vadeli finansal varlıkların likiditesi kısa vadeli finansal varlıkların likiditesine göre düşüktür. Ayrıca uzun vadeli yatırımlar, genel olarak kısa vadeli yatırımlardan daha risklidir. Çünkü uzun vadeli borçlanmalarda, borçlunun borcunu ödeyememe durumuna düşme olasılığı, süreye bağlı olarak artmaktadır. Bu nedenle de yatırımcıların uzun vadeli finansal varlıkları tercih etmesi için ekstra bir faiz getirisi (likidite primi) beklentisi içinde olacakları kabul edilir. 


#21

SORU:

Bölünmüş Piyasalar Teorisi nedir? Açıklayınız.


CEVAP:

Finansal piyasalar farklı ihtiyaçlara sahip geniş bir kullanıcı kitlesine (fon arz ve talep edenler) sahiptir. Finansal oyuncuların işlemlerinde tercih edecekleri vadeler birbirinden farklıdır. Yani bir kısım yatırımcı kısa vadeli yatırımları tercih ederken, diğer bir kısmı orta vadeli yatırımları ya da uzun vadeli yatırım seçeneklerini tercih edebilmektedir. Bölünmüş piyasalar teorisine göre, kısa vadeli faiz oranları ile uzun vadeli faiz oranları farklı piyasalarda belirlenmektedir. Farklı vadeleri içeren piyasalar birbirinden tamamen kopuktur. Fon arz edenler ile fon talep edenler bir piyasadan diğerine dönmek istemezler. Farklı vadelerdeki faiz oranı arasındaki ilişki yalnızca ayrı piyasalardaki arz ve talep koşullarına göre belirlenir. Herhangi bir vadedeki faizi oluşturan arz ve talep unsurlarında değişiklikler, diğer vadelerdeki arz ve talep koşullarını etkilemez. Bölünmüş piyasalar teorisi, bu kesimlerin arasında ilişki olmadığını ve kendi içlerindeki arz-talep güçlerinin getiri eğrisinin genel şeklini oluşturmada etkili olduğunu varsaymaktadır. Bu yaklaşım hem beklentiler teorisinden hem de likidite primi teorisinden farklıdır. Ayrıca finansal aktifler arasında tam ikame ilişkisi olduğunu kabul eden bekleyişler teorisinin tamamen tersidir. Bu nedenle kısa vadeli finansal varlıklar ile uzun vadeli finansal varlıklar arasında ikame ilişkisi yoktur, dolayısıyla getiri eğrisi çizmenin bir anlamı yoktur.