ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI Dersi 1950 SONRASI TÜRK ROMANINDA BİREYSEL EĞİLİMLER soru cevapları:

Toplam 47 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU: Türk romanı hangi tarihte kırılma yaşamıştır?


CEVAP: Türk romanının kırılma noktalarından biri de 1950’li yıllardadır.

#2

SORU: 1950’li yıllara kadar Türk romanı nasıl bir dönem geçirmiştir?


CEVAP: Önce taklit ve öykünme, sonra bir arayış ve kimlik oluşturma döneminin yaşamıştır.. Özellikle kimlik oluşturma dönemi biraz da Cumhuriyet’ ideolojisinin bir uygulama alanı olarak 1950’li yıllara kadar varlığını sürdürür.

#3

SORU: Cumhuriyet’le birlikte Türk romanı nasıl etkilenmiştir?


CEVAP: Cumhuriyet’le birlikte Cumhuriyet’ idaresinin okullarında yetişen gençler, çok partili düzene geçmenin hazırlıkları içinde bulunan ülkede gittikçe artan ülke sorunlarını irdeleyen, ortaya koyan, çözüm arayan bir yol tutarlar. Kimileri doktrinci reçetelerle benzer konuları tekrarlamanın kolaylığında romancılıklarını sürdürürken, kimileri konularını daha çok Batılılaşma çerçevesi içinde Doğu-Batı çatışması ile sınırlı tutarlar.

#4

SORU: Cumhuriyet’in ilk zamanlarında yazılan romanların içerikleri nelerdir?


CEVAP: Cumhuriyet’in ilk devresinde görülen roman için gerekli derinlikten yoksun piyasa romancılığı, bu dönemde de varlığını sürdürür. Yaşamın gerçeklerinden ve toplumdan uzakta, yaşananı değil düşsel olanı anlatan ya da tek sorunları aşk, sevda ve bu yolda entrika kurmaktan ibaret olan kişilerin yaşam serüvenlerini ele alan popülist romancılar, eserlerinin sayısı azalmakla birlikte yine benzer konuları işlemekte, yine entrikaya dayalı romantik aşklardan söz eden romancılıklarını sürdürmektedirler. Ne var ki bu yazınsal ürünlerin bir sanat eseri kimliğini taşıması için pek çok çabaya, emeğe ama bunlardan daha fazla sanatçı sorumluluğuna ihtiyaç olduğu kesindir.

#5

SORU: 1950 ve 1960 yıllarında yazılan romanlarını karşılaştırınız?


CEVAP: 1950’li yılların romanında aydın bakışının egemen olduğu aydınlanma ve aydınlatma ön plandayken, 60’lı yıllardan sonraki romanlarda aydınlatmanın yanında insanı tanıma ve iç dünyasına nüfuz etme ön plana geçer. Romancı; artık topluma tepeden bakan ve onu yönlendiren, kendisini ilahi güçlerle donanmış doğaüstü bir varlık görmez; insana yaklaşır, onu tanımaya, onun güvenini kazanmaya ve onunla arkadaş, dost olmaya çalışır.

#6

SORU: 60’lı yıllarda romancıların sanat anlayışı nelerdir?


CEVAP: 1960 sonrası romancıları arasında farklı sanat şubelerine mensup, arayış içinde olanlar da var. Bunlardan kimileri romanlarını bir felsefi sisteme dayandırmanın endişelerini taşırken, kimileri de belki tam özümseyemedikleri, dolayısıyla tek yanlılıktan kurtulamadıkları sanat anlayışlarıyla kendilerine bir yer edinmeye çalışırlar.

#7

SORU: 70’li yıllar nasıl bir romancılık dönemidir?


CEVAP: 70’li yıllar, aydının/romancının politize olduğu, sınıf çatışmasını körükleyen üçüncü sınıf çeviri romanların, ya da kaba ulusçu söylemlerin ilgi gördüğü, kutupluluğun uç sınırlara vardığı bir dönemdir.

#8

SORU: 70’li yıllar romanlarının temel konuları nelerdir?


CEVAP: Çok partili yaşama geçişte ortaya çıkan tıkanıklıklar, sorunlar ve bu sorunların Anadolu’ya taşraya yansıması, iç göç, partizanlık, parti kodamanlarına sırtlarını dayayıp kasaba halkını köylüyü sömüren eşraf, dönemin düşünce akımlarıyla beslenen ağa-köylü, fabrikatör-çiftçi, amir-memur arasındaki çatışmalar dönem romanlarının temel konularını oluşturur.

#9

SORU: Depolitizasyon dönemi hangi olayla başlar?


CEVAP: 12 Mart ve 12 Eylül askeri muhtıra ve darbeleri ile depolitizasyon dönemi başlar.

#10

SORU: Depolitizasyon döneminin ilk zamanları yazarlar daha çok hangi konulara değinmiştir?


CEVAP: Tutukluluk, işkence, tutukevi anılarına yer veren otobiyografik eser yazılmıştır.

#11

SORU: Seksenli yıllarda romanların bakış acıları nelerdir?


CEVAP: Seksenli yıllardan itibaren bireysel bakışın egemen olduğu klasik roman yerini çoğulcu bakışa, çok sesli/çok kültürlü bir bakışı yeğleyen post-modern bakış açısına bırakmıştır. Bundan azami ölçüde yararlanmaya çalışan kimi İslamcı yazarların, klasik islamî metinler ve sanatlarda sanatçıyı geri planda bırakan dolayısıyla sanatçının öznelliğini ve bireysel yanını ortadan kaldırarak insanı yüce yaratıcının tecellilerinden oluşmuş evrenin sonsuz derinliğinde dolaştıran bir anlayışla kendilerine yakın buldukları çok sesliliğe, çok kültürlülüğe yer veren yeni roman akımlarına yöneldikleri dikkati çekmektedir.

#12

SORU: Post modern romanın zafer yılları ne zamandır?


CEVAP: 1990’lı yıllar, post modern romanın zafer yılları olur.

#13

SORU: Post modern akımı etkileyen unsurlar nelerdir?


CEVAP: Avrupa’da başlayan mimaride ve müzikte genel üslûbun reddine dayanan bu akım, aklın ve bilimin verilerine dayanan moderniteye, her şeyi bilen hâkim anlatıcıya ve modern devlete duyulan güvensizlikten doğmuştu. Ayrıca savaşların sebep olduğu ruhsal çöküntüler ve tepkiler, teknolojinin ve sanal dünyanın hayatın her alanına hâkim olmasına ve bunun sonucu olarak romancıların büyük anlatılar yerine mikro düzeyde bireyin iç dünyasını dilsel bir oyun biçiminde veren anlatılara yönelmelerine yol açtı.

#14

SORU: Post modern akım 2000’li yıllarda nasıl karşımıza çıkar?


CEVAP: 2000’li yıllardan itibaren yerini gizemli, düşsel, fantastik ve otobiyografik karakterli; yarı belgesel, bilimkurgusal ve tarihsel romanlara bıraktı.

#15

SORU: 1950 sonrası Türk romanı için, herkes tarafından kabul görmüş, yaygın bir adlandırma/kümelendirme nelerdir?


CEVAP: Adlandırmalarda edebiyat tarihçilerinden kimilerinin belli periyotlarla zamanı, kimilerinin konuları, kimilerinin eserin arka planındaki felsefi sistemi ya da dünya görüşünü, kimilerinin de anlatım tekniklerini esas aldığı görülmektedir. Bunlar arasında felsefi görüşlerine göre sosyal gerçekçi roman, toplumcu roman, toplumcugerçekçi roman; bakış açılarına göre psikolojik roman, bireyci roman, ülkücü/milliyetçi roman, İslamcı roman, Marksist roman; anlatım tekniklerine göre modern roman, post-modern roman, fantastik roman, polisiye roman, bilim-kurgusal roman; konularına göre tarihsel roman, köy/kasaba romanı, 12 Mart, 12 Eylül romanları; olay örgüsünün birkaç kuşağı içine alan zaman aralığına göre bildungs roman/nehir roman/ırmak roman... gibi kümelendirmeler en yaygınları arasındadır.

#16

SORU: Cumhuriyet’in birinci devresine giren romancılar ve eserleri nelerdir?


CEVAP: Birinci gruba giren romancılarından ? Reşat Nuri Kan Davası (1960), Kavak Yelleri (1961), Son Sığınak (1961) gibi aşk romanları ? Hüseyin Rahmi ölümünden sonra yayımlanan ve toplumun hurafe ile şekillenmiş inanç dünyasını değiştirmeyi amaç edinen Kaderin Cilvesi (1964), Deli Filozof (1964), Can Pazarı (1968), İnsanlar Maymun muydu? (1968), Ölüler Yaşıyor mu? (1973), Namuslu Kokotlar (1973) romanları ? Halide Edip, Çaresiz (Cumhuriyet’’te tefrika 1960), Hayat Parçaları (1963), Kızıl Hançerler (Hayat’ta tefrika 1964), gibi yazarın ilgi alanlarını göstermekten ve eserlerinin sayısını artırmaktan başka bir özellik taşımayan senteze ulaşmamış sıradan aşk romanları ile romancılıklarına fazla bir şey katmadan sanat yaşamlarını noktalarlar. Popüler halk romancılarından ? Kerime Nadir Azrak (1917-1984) (Gelinlik Kız/1960, Suçlu/1971, Karar Gecesi/1982), öğretmen duyarlığıyla konularını işleyen ? Suat Derviş (1905-1972) (Fosforlu Cevriye/1968), millî ve ahlâkî değerleri öne çıkaran ? Mükerrem Kâmil Su (Aynadaki Kız/1962, Ayrı Dünyalar/ 1964, Ben ve O/1970, Kara kız /1977, Ata’nın Romanı/1977, Sızı, Uzaklaşan Yol) gibi adlar, Cumhuriyet’ Dönemi’nde pek çok benzeri görülen ve çoğu kez romantik Yeşilçam filmlerinin senaryo gereksinimlerini karşılayan romanlarıyla edebiyat tarihleri için malzeme olmaktan ileri gidemeyen romancılardandır. Bu gruba giren popüler halk romancılardan ? Peride Celâl Yönsel (d.1916) başlangıçta kolay okunan aşk ve serüven ağırlıklı romanlar yazmasına rağmen, 1960’tan sonra yazdığı Güz Şarkıları (1966), Evli Bir Kadının Günlüğünden (1971), Üç Yirmi dört Saat (1977) ve özellikle Üç Kadının Romanı’ ndan itibaren gözleme ve ruh çözümlemelerine yer vererek kendini yenilemeye çalışır.

#17

SORU: Cumhuriyet’in ikinci dönem romancılığını açıklayınız.


CEVAP: ? Reşat Enis Aygen, sanat yaşamını 1950 sonrası yazdığı sosyal içerikli romanlarıyla noktalar. Onun konularını büyük kentin kenar mahallelerinden alan ama daha çok köy-kasaba ortamından alınmış yoksul insanlara ait çarpıcı sahneler sunduğu Despot (1957), Sarı ‹t (1968), Biz de İnsanız, Kara Kısmet (kitap olarak yayımlanmamış) adlı eserleri, 1960 sonrasının varsıllık-yoksulluk, ezen-ezilen kutupluluğuna dayalı roman anlayışının genel karakteristiğini yansıtır. ? Refik Halit Karay (1888-1965), yurt dışında uzun süre sürgün kaldıktan sonra (1922-1938) sürgün yıllarının deneyimi ve birikimiyle soluklu eserler yazmaya yönelir. Artık yaşadıklarını, tanık olduklarını ve düşlediklerini bir araya getiren entrika, aşk ve kadın konularının ağırlıkta olduğu romanlarla kolay para kazanmanın yollarını aramaktadır. Romancılığının olgun bir devresinde yazdığı Sonuncu Kadeh ve özellikle yazarına kısmî bir ün kazandıran Bugünün Saraylısı, ‹kinci Dünya Savaşı yıllarında kaçakçılık sayesinde zenginleşen kahramanlarıyla, aynı dönemde İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşayan insanların yaşamlarını, komşuluk ilişkilerini, aile anlayışlarını ve varsıllık karşısındaki tutumlarını anlatır.

#18

SORU: 1950’den sonra romanlarının yapısı geçmiş-şimdi kutupluğu olan yazarlar kimlerdir?


CEVAP: Ürünlerini 1950’den sonra veren yazarlar arasında romanlarının yapısını geçmiş-şimdi kutupluluğu üzerine kuranlar da oldukça fazladır. Bu romancılar, ? Abdülhak Şinasi Hisar ? Samiha Ayverdi ? Ahmet Hamdi Tanpınar ? Oktay Akbal olarak verilir.

#19

SORU: Abdülhak Şinasi Hisar’ın eserlerini inceleyiniz.


CEVAP: Konularını çocukluk ve ilk gençlik yıllarında yakın çevresinde tanık olduğu olaylardan ve bu çevredeki insanların yaşam öykülerinden alan Abdülhak Fiinasi Hisar (1888-1963), romanlarında Marcel Proust ve Maurice Barres ’ten gelen, biraz da yaşadığı zamanın getirdikleriyle uzlaşamamaktan kaynaklanan geçmişe kaçış düşüncesini işler. 1941 yılında yayımlanan ve aynı yıl CHP’nin açmış olduğu yarışmada üçüncülük ödülünü kazanan ilk romanı Fahim Bey ve Biz, usta yorumu ve nefis üslûbu yanında, sıradışı kişilere ve bu kişilerin iç çatışmalarına yer vermesi bakımından yayımlandığı yıllarda dikkatleri üzerine çekmeyi başarır.

#20

SORU: Fahim Bey ve Biz romanına konu olan kahramanın özellikleri nelerdir?


CEVAP: Romana konu olan kişi, dümdüz bir hayat süren; bencil, korkak, aşksız, serüvensiz, kültürsüz, hatta ülküsüz memur Fahim Bey’dir. Kurduğu hayallerin gerçeğinde yaşadığından dış dünyaya yine kendisinin koyduğu silik bir camın arkasından bakar. Olan biteni sığındığı dünyasından alaylı bakışlarla izlerken, bir yandan da yaptıklarını kendince yüceltmeye çalışır. Ama hep olayların dışında ve hep edilgen konumda kalarak. Yazar, gerçeğin insanlar tarafından farklı şekillerde algılanacağı, ya da kişiden kişiye göre değişiklik göstereceği tezi üzerine kurduğu bu romanında asli kişi Fahim Bey’in kişiliğinde insanlığın ortak noktalarını yakalamaya çalışır. Sıra dışı özellikler göstermesine rağmen aslında hepimizin içinde, iç çatışmaları, bunalımları ve kalabalık içindeki yalnızlığı ile bir Fahim Bey’in yaşadığını savunur. Roman kişisinin silik , ahlâksız , dürüst gibi birbirine zıt nitelemelerle tanıtılması insana özgü değişkenliğin, dolayısıyla yanılgıların olabileceğini vermeye hizmet eder.

#21

SORU: Samiha Ayverdi’nin eserleri nelerdi?


CEVAP: 1938’de yayımladığı ilk romanı Aşk Bu İmiş, konusunu Firavunlar döneminde geçen ve ilâhî aşka ulaşmayı hedefleyen bir menkıbeden; İbrahim Efendi Konağı (1939), kişisel anılara dayalı geçmişe ait konak hayatından alır. Bu romanları konu bakımından birbiriyle bağlantılı ya da birbirini tamamlar nitelikteki Batmayan Gün (1939), Ateş Ağacı (1941), Yaşayan Ölü (1942), İnsan ve Şeytan (1942), Son Menzil (1943), Yolcu Nereye Gidiyorsun (1944), Mesihpaşa İmamı (1948) romanları takip eder.

#22

SORU: Oktay Akbal’ın eserleri nelerdir?


CEVAP: Garipler Sokağı (1950), Suçumuz İnsan Olmak (1957), İnsan Bir Ormandır (1975), Düş Ekmeği (1983), Batık Bir Gemi (1997) gibi eserlerinde mutlu çocukluk ve ilk gençlik yıllarının aşklarını, serüvenlerini anı tadında romanlaştırır.

#23

SORU: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazarlığı ve eserlerini kısaca açıklayınız.


CEVAP: Yeni ve modern anlatım tekniği, zaman ve terkip bakımından getirdiği teklifleri, bir uygarlığa özgü değerleri vermesi ve nihayet şiirsel üslûbu ile Türk romanında çığır açan Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962), dönemin dikkatleri üzerinde toplayan sanatçılarındandır. Uzun yıllar şiirin kapalı ikliminde kaldıktan sonra sanatını düzyazıya açan yazarın deneme ve öykü türünde kaleme aldığı ürünlerini romanları takip eder. 1944’te Ülkü dergisinde tefrika edilen ilk romanı Mahur Beste ile ondokuzuncu yüzyılın ortalarında çözülüşü yaşayan Osmanlının seçkin aile hayatından kesitler sunar. Bir şairin estetik dünyasından derin izler taşıyan ve ününü genişleten Huzur romanı ise 1949’da yayımlanır. Tanpınar, saf şiirin dar çemberi içinde ifade edemediği, hatta öykü dünyasına aktaramadığı yaşam biçimlerini romanın geniş kadrosu içinde vermeye çalışır. Batıdan aldıklarını zengin Doğu kültürü içerisinde eriterek oluşturduğu şiirsel üslûbu, çocukluk anılarından ve mizacından gelen hayal dünyası, sağlam roman kurgusuyla birleşerek onu yüzyılın önemli romancılarından biri yapar.

#24

SORU: Huzur romanı kaç bölümden oluşur?


CEVAP: Her biri kişilerinin adlarıyla anılan dört büyük bölümden meydana gelen Huzur, bir bakıma yazarın anılarıyla örtüşen bir romandır. Bu bölümler, ? Mümtaz ? Nuran ? Suat ? İhsan olarak sıralanabilir

#25

SORU: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanını açıklayınız.


CEVAP: Tanpınar ’ın 1961’de yayımlanan ve uygarlık değişiminin birey üzerindeki sancılarını ele aldığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı; dengesiz, arayış içindeki kişileri aracılığıyla yaşadığı dönemin eleştirisini yüklenir. İronik bir anlatımla iki uygarlık arasında bocalayan Türk toplumunun tablosunun çizildiği roman, asli kişi Hayri İrdal’ın anıları biçiminde kaleme alınmıştır. Tanpınar, bu yarı meczup kahramanın kişiliğinde, geçmiş özleminden kurtulamayan, geçmişe saplanmış aydınları eleştirirken, bir yandan da İkinci Meşrutiyet’in ilânından başlayarak siyasetin güdümündeki sanat anlayışını, üniversite çevresinin içe dönük kısır çatışmalarını, devlet parasıyla zengin olan türedi zenginleri eleştirir. Romanın sonuna kadar düş ile gerçek arasında sürekli gidip gelen Hayri İrdal’ın yaşama tarzı, hayata bakışı, birtakım alegorilerin arkasından silik bir şekilde takip edebildiğimiz Tanpınar’ın zengin yaşam öyküsü ile birleşir. Dış dünyanın gerçekleriyle uzlaşamayan, günlük hayatı zengin hayal gücünün derinliklerinden izleyen, bir takım saplantılara takılıp kalmış, bu yüzden hayatının başlangıcında yenilgiyi kabullenmiş Hayri İrdal, ihanetler, yalanlar ve düzenlerle dolu böyle bir hayattan hem kaçmak için çırpınır; hem de pasif direnişiyle bu hayattan ve insanlardan intikam almaya çalışır.

#26

SORU: Konularını ve kişilerini Anadolu kent ve kasabalarından alan romancılar hangi konulara değinmişlerdir?


CEVAP: Konularını Anadolu kent ve kasabalarından aldıkları halde, kişilerinin bireysel sorunlarını ön plana çıkaranlar da vardır. Toplumsal değişimin bir fon olarak kullanıldığı romanlarda kendilerine bir yer edinmeye çalışan küçük memur, kasaba bürokratı gibi farklı kimliklere mensup kişilerin; ya da ekmeğini bedeniyle çalışarak kazanan işçilerin iç dünyalarına ayna tutulur.

#27

SORU: Konularını ve kişilerini Anadolu kent ve kasabalarından alan romancılar kimlerdir?


CEVAP: Bu grupta inceleyeceğim romancılardan dört isim dikkati çekmektedir. Cevat Şakir, Tarık Buğra, Mehmet Seyda, Tarık Dursun K. bu kategoride inceleyeceğimiz romancılardır.

#28

SORU:

Türk romanının 1950'li yıllarda yaşadığı kırılmadan önce Türk romanı  hangi dönemlerden geçmiştir?


CEVAP:

Türk romanının kırılma noktalarından biri de 1950’li yıllara rastlar. Bu zamana kadar önce taklit ve öykünme, sonra bir arayış ve kimlik oluşturma döneminin yaşandığını biliyoruz. Özellikle kimlik oluşturma dönemi biraz da cumhuriyet ideolojisinin bir uygulama alanı olarak 1950’li yıllara kadar varlığını sürdürür.


#29

SORU:

70'li yıllarda Türk romanının ve romancının tutumları nasıl şekillenmiştir?


CEVAP:

70’li yıllar, aydının/romancının politize olduğu, sınıf çatışmasını körükleyen üçüncü sınıf çeviri romanların ya da kaba ulusçu söylemlerin ilgi gördüğü, kutupluluğun uç sınırlara vardığı bir dönemdir. Yazılan romanların bakış açıları da çoklukla yazarlarının düşünce yapısına ve okurun ilgisine göre biçimlenir. 12 Mart ve 12 Eylül askerî muhtıra ve darbeleri ile depolitizasyon dönemi başlar. Bir süre bocalama devresi geçiren ve tutukluluk, işkence, tutukevi anılarına yer veren otobiyografik eserlerle oyalanan Türk romancısı, sanat eserinde bir şeyi anlatmaktan çok nasıl anlatıldığının önem taşıdığını, romanın yeniden kurma ve yaratma işi olduğunu keşfeder. Yaratma ve anlatma edimi ise sözcüklerin kullanılışından ibarettir. Gürsel Korat’ın söylemiyle “yazarın bilinci (ile) sözcüklerin bilinci”nin aynı düzlemde buluşmalarıdır (Korat, 1998: 320).


#30

SORU:

1950'li yılların Türk romanı ile 1960 sonrası Türk romanı arasındaki fark nedir?


CEVAP:

1950’li yılların romanında “aydın bakışının egemen” olduğu “aydınlanma” ve “aydınlatma” ön plandayken 60’lı yıllardan sonraki romanlarda aydınlatmanın yanında insanı tanıma ve iç dünyasına nüfuz etme ön plana geçer (Andaç, 1998: 180). Romancı; artık topluma tepeden bakan ve onu yönlendiren, kendisini ilahi güçlerle donanmış doğaüstü bir varlık görmez; insana yaklaşır, onu tanımaya, onun güvenini kazanmaya ve onunla arkadaş, dost olmaya çalışır.


#31

SORU:

80'li yıllardan itibaren bireysel bakışın egemen olduğu klasik romanın yerini çoğulcu bakışa, çok sesli/çok kültürlü bir bakışı yeğleyen postmodern bakış açısına bırakmasının nedeni nedir?


CEVAP:

günümüz romancısı artık kendisini Tanrı yerine koyan ve yine kendi ahlak öğretisi doğrultusunda dünyaya düzen vermeye çalışan klasik on dokuzuncu yüzyıl romancısından farklı olduğunun ya da insanı ikinci plana iten ve onu eşyanın karşısında önemsiz bir varlık durumuna getiren yeni romancı olmadığının farkına varmıştır. Bunun sonucu olarak seksenli yıllardan itibaren bireysel bakışın egemen olduğu klasik roman yerini çoğulcu bakışa, çok sesli/çok kültürlü bir bakışı yeğleyen postmodern bakış açısına bırakmıştır. Bundan azami ölçüde yararlanmaya çalışan kimi İslamcı yazarların, klasik İslami metinler ve sanatlarda sanatçıyı geri planda bırakan dolayısıyla sanatçının öznelliğini ve bireysel yanını ortadan kaldırarak insanı yüce yaratıcının tecellilerinden oluşmuş evrenin sonsuz derinliğinde dolaştıran bir anlayışla kendilerine yakın buldukları çok sesliliğe, çok kültürlülüğe yer veren yeni roman akımlarına yöneldikleri dikkati çekmektedir.


#32

SORU:

1990'lı yıllarda romancıların büyük anlatılar yerine mikro düzeyde bireyin iç dünyasını dilsel bir oyun biçiminde veren anlatılara yönelmelerine yol açan nedenler nelerdir?


CEVAP:

savaşların sebep olduğu ruhsal çöküntüler ve tepkiler, teknolojinin ve sanal dünyanın hayatın her alanına hâkim olmasına ve bunun sonucu olarak romancıların büyük anlatılar yerine mikro düzeyde bireyin iç dünyasını dilsel bir oyun biçiminde veren anlatılara yönelmelerine yol açtı. Türk romancıları tarafından benimsenen ve tutulan bu akım, 2000’li yıllardan itibaren yerini gizemli, düşsel, fantastik ve otobiyografik karakterli; yarı belgesel, bilim kurgusal ve tarihsel romanlara bıraktı.


#33

SORU:

1950’li yılların başında Türk romanının ilerlediği iki kol arasındaki tutum farkları nelerdir?


CEVAP:

1950’li yılların başına gelindiğinde Türk romanının iki koldan devam ettiğine tanık oluruz. Bunlardan ilki önceki kuşaktan romancılığını sürdüren popülist romancılar, diğeri ise dönemin koşullarının da zorlamasıyla yeni arayışlara girenler. Bunlardan ilk gruba girenler, romantik aşkları konu alan birkaç eseriyle sanat yaşamlarını sonlandırırlar. İkinci gruba sokacağımız Reşat Enis, Refik Halit, Peride Celal gibi kimi romancılar ise özgün üslupları ve nitelikli eserleriyle kendilerinden söz ettirmeyi başarırlar. Bunların dışında Tanpınar, Ayverdi, Akbal, Buğra, Hisar, Kabaağaçlı gibi kimileri ise bir uygarlık dairesi içinde geçmişin değerlerini, mutlu çocukluk yıllarını, birtakım sosyal değişim geçiren toplum ile birlikte kaybolan değerleri, yeni oluşan yaşam biçimlerini ve dünya görüşlerini geçmiş-şimdi, birey-toplum değerleri kutupluluğu içinde ele alarak nostaljik bir atmosfer oluştururlar.


#34

SORU:

Abdülhak Şinasi Hisar (1888-1963) romanlarında hangi konuları işler?


CEVAP:

Konularını çocukluk ve ilk gençlik yıllarında yakın çevresinde tanık olduğu olaylardan ve bu çevredeki insanların yaşam öykülerinden alan Abdülhak Şinasi Hisar (1888-1963), romanlarında Marcel Proust ve Maurice Barres’ten gelen, biraz da yaşadığı zamanın getirdikleriyle uzlaşamamaktan kaynaklanan geçmişe kaçış düşüncesini işler. 1941 yılında yayımlanan ve aynı yıl CHP’nin açmış olduğu yarışmada üçüncülük ödülünü kazanan ilk romanı Fahim Bey ve Biz, usta yorumu ve nefis üslubu yanında, sıra dışı kişilere ve bu kişilerin iç çatışmalarına yer vermesi bakımından yayımlandığı yıllarda dikkatleri üzerine çekmeyi başarır. Romana konu olan kişi, dümdüz bir hayat süren; bencil, korkak, aşksız, serüvensiz, kültürsüz, hatta ülküsüz memur Fahim Bey’dir. Kurduğu hayallerin gerçeğinde yaşadığından dış dünyaya yine kendisinin koyduğu silik bir camın arkasından bakar. Olan biteni sığındığı dünyasından alaylı bakışlarla izlerken bir yandan da yaptıklarını kendince yüceltmeye çalışır. Ama hep olayların dışında ve hep edilgen konumda kalarak.


#35

SORU:

Samiha Ayverdi’nin romanlarının düşünce temelini ne üzerine kurar?


CEVAP:

Romanlarının düşünce temellerini Kenan Rifai’nin her şeyin ilahi aşkla açıkladığı görüşleri üzerine oturtan Ayverdi, Cumhuriyet öncesi İstanbul’un konaklarında ve geleneği sembolize eden eski semtlerinde sürdürülen yoksul ama sıcak ilişkilere dayalı toplum hayatını şiirsel bir anlatım ve kadınsı bir bakış açısından ele alır.


#36

SORU:

Ayverdi’nin romanlarındaki gelişme çizgisi nasıl örülmüştür?


CEVAP:

Ayverdi’nin romanlarındaki gelişme çizgisi dıştan içe, yani eşya ve olaylardan kişilerin iç dünyasına yönelmek şeklinde meydana gelir. Hareket noktası insandır. Her zaman karşımıza çıkan bu insanın kendine özgü serüveni vardır.


#37

SORU:

Samiha Ayverdi'nin romanlarının ve roman kişilerinin adları ne belirler?


CEVAP:

Ayverdi’nin kişilerinin bir de misyonu vardır: Kişi yücelecek, nefsin isteklerine karşı koyacak ve insan-ı kâmil mertebesine ulaşacaktır. Bu yüzden romanların ve roman kişilerinin adları, çoğu zaman onların ulaştıkları yeri belirler. Söz gelişi Aşk Budur’da Meryem; Yaşayan Ölü’de Gerçek Çelebi, Ayşe ve Leylâ ile Son Menzil’in kişileri beşeri aşktan ilahi aşka geçişi ve aşkta ulaşılan seviyeyi; İnsan ve Şeytan’da Şevket ve Lâle, aşktaki zıt kutupları; Yolcu Nereye Gidiyorsun’da Adlî, bu serüvendeki ruhsal yolculuğu; Ateş Ağacı, yine aşkın bir başka cephesini; Mesihpaşa İmamı ise romana adını veren İmam’ın aşk ve sevgi konusunda olumsuzdan olumluya doğru değişimini sembolize etmektedirler. Romanlardaki görünüşte sembol hüviyetindeki bu kişiler, bir yanlarıyla insanların ortak taraflarını temsil ederlerken değişim geçirmeleriyle karakter olarak olaylar içinde yer alırlar.


#38

SORU:

Oktay Akbal'ın (d.1923, ö.2015) anı defteri şeklinde yazılmış olan ilk romanının adı ve konusu nedir?


CEVAP:

Anı defteri şeklinde yazılmış olan ilk romanı Garipler Sokağı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fatih’in eski mahallelerinde, bu mahallelerin dar sokaklarında, sur diplerine sığınmış gecekondularda, ahşap eski evlerde yaşayan ve bu sokaklarda bir araya gelen zengin yoksul, genç yaşlı insanların, mahallelerinin onurunu korumaya çalışan gençlerin, küçük mutluluklarla avunan küçük memurların sıcak bir aile ortamı içinde sürdürdükleri hayatlarından canlı sahneler sunar. Akbal, kendi hayatından izler taşıyan romanda kahramanı Salih’in gözlemlerinden yola çıkarak yeni açılan caddeler ve cadde boyunca dikilen kocaman apartmanların karşısında giderek silinip yok olan eski mahallesinin ve bu mahalle ile birlikte kaybolan bir yaşama tarzının, asırlar içinde oluşmuş sağlam bir kültürün kaybolmakta oluşunun arkasından duyduğu hüznü, sıkıcı olmayan bir üslupla anlatmaktadır. Yaşadıkları ve tanık oldukları sahneler karşısında ümitlerini ve yaşama sevincini yitiren Salih, sessizce girdiği bu sokağı, elinde valizi olduğu hâlde, yine sessizce terk eder.


#39

SORU:

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın (1901-1962) Türk romanında çığır açan yenilikleri nelerdir?


CEVAP:

Yeni ve modern anlatım tekniği, zaman ve terkip bakımından getirdiği teklifleri, bir uygarlığa özgü değerleri vermesi ve nihayet şiirsel üslubu ile Türk romanında çığır açan Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962), dönemin dikkatleri üzerinde toplayan sanatçılarındandır.


#40

SORU:

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 1949’da yayımlanan "Huzur" adlı romanının özelliklerini açıklayınız.


CEVAP:

Bir şairin estetik dünyasından derin izler taşıyan ve ününü genişleten Huzur romanı ise 1949’da yayımlanır. Tanpınar, saf şiirin dar çemberi içinde ifade edemediği, hatta öykü dünyasına aktaramadığı yaşam biçimlerini romanın geniş kadrosu içinde vermeye çalışır. Batı’dan aldıklarını zengin Doğu kültürü içerisinde eriterek oluşturduğu şiirsel üslubu, çocukluk anılarından ve mizacından gelen hayal dünyası, sağlam roman kurgusuyla birleşerek onu yüzyılın önemli romancılarından biri yapar. Her biri kişilerinin adlarıyla anılan dört büyük bölümden meydana gelen Huzur, bir bakıma yazarın anılarıyla örtüşen bir romandır. Asli kişi Mümtaz, kimi zaman geçmişin çocukluk anılarına sığınan Ahmet Hamdi, kimi zaman zamanının büyük bir bölümünü Sahaflar’da geçiren Darülfünun profesörü bir hoca ama daha çok kendisini aşan, içinde gizli kalmış, dışarıya aksetmemiş farklı bir Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Bu itibarla o, asli kişi Mümtaz’la Nuran’ın aşkı çevresinde sanat anlayışını, kültür birikimini ve hayat felsefesini işleme fırsatı bulmuştur. Bu özelliğinden dolayı kimilerine göre otobiyografik bir roman, kimilerine göre bir karakter romanı olarak sayılmıştır.


#41

SORU:

Tanpınar'ın Huzur adlı romanında müzik ile nasıl bir hikaye örüntüsü oluşturmuştur?


CEVAP:

Huzur’da müzik, resim, mimari gibi plastik sanatların hemen her şubesi; rüya, zaman gibi anlatım tekniğiyle ilgili izleklerin romana hâkim olduğu dikkati çekmektedir. Hatta Mümtaz ile Nuran’ın aşklarını yönlendiren de güzellik duygusu olarak adlandıracağım bu ortak değerlerdir. Bu yüzden bütün kişiler, özellikle Mümtaz, Nuran ve İhsan, doğaya, eşyaya ve insanlara güzellik duygusuyla bakarak dış dünyayı estetik açıdan değerlendirirler. Sözünü ettiğim izleklerden en önde geleni müziktir. Tanpınar, Mümtaz’ın ve Nuran’ın duygularını müzik aracılığıyla verir. Bu yüzden Huzur’da müzik izleğinin kullanılışı, tüm romanın olay örgüsünü yönlendirecek yoğunluktadır. Romanın bütün kişileri bir ölçüde halk müziğinden Batı müziğine, klasik Türk müziğine kadar çeşitlilik gösterir. Klasik Türk müziğine ait makamlar, asli kişilerin, bünyelerini saran kan damarları gibi çeşitli düşünce ve duygularla birleşerek mükemmel bir kompozisyon oluşturur. Bu yüzden müzik, onların, aşklarını başlatan/etkileyen/yönlendiren önemli unsur olarak romanda yer almıştır. Romanda tartışmalar yine Doğu ve Batı müziğinin karşılaştırılmaları üzerinde cereyan eder. Romanda yer alan öteki kişiler de romandaki fonksiyonlarına göre, bir ölçüde, müzik için aracı, icracı, yardımcı ve dinleyici konumundadırlar. Huzur romanında müzik izleğinin kullanılışı ile ilgili bir çalışma yapan Erdoğan Erbay da müziğin yoğun olarak romanda kullanılışını “Mümtaz’ın, Nuran’a olan ilgi ve yakınlığının kaynağı” (Erbay, 2001: 104) aynı zamanda onların ilişkilerini bozan ve ayrılmalarına yol açan bir etken olarak değerlendirmektedir.


#42

SORU:

Tanpınar’ın Huzur adlı romanında rüya olgusu ile somutlaştırdığı anlatım arayışı nedir?


CEVAP:

Tanpınar’ın tüm sanatına hâkim olan aklın sınırlarını aşarak geçmiş zamanı yakalama arzusu ve bu arzunun somut şekli olan “rüya”, şiir ve öykülerinde olduğu gibi bu romanda da görülür. Yaşadığı ortamla uzlaşamayan ve sürekli bir yalnızlık duygusu içinde bunalan Mümtaz, öteki romanlarının kişileri gibi, gerçeğin katı çıplaklığıyla karşılaşınca rüyaya benzeyen düşsel bir âleme sığınır. Söz gelişi Sahaflar’daki bit pazarında gezinirken geçmiş zamanı yakalamak, aklın ve algılama sınırlarının ötesine sıçramak ister. Bu, bir bakıma, içinde yaşadığı zamanın baskısından ve sorunlarından bunalan insanın geçmişe açılan bir kapı olarak gördüğü herhangi bir tarihsel kalıntıdan iz sürerek geçmişe sığınması ya da kurtuluşu geçmişe kaçmakta bulan bir aydın bunalımı olarak ifade edilebilir. Okay, Tanpınar’ın roman ve öykülerinde sık sık karşılaştığımız rüya motifinin Fransız romancısı Alain Fournier’in Le Grand Meaulnes adlı romanından geldiğini söylemesine karşın, Tanpınar’ın eserleri hakkında değerlendirme yapan tüm araştırmacılar, zamanı bir roman tekniği olarak kullanma düşüncesinin Marsel Proust’un Geçmiş Zaman Peşinde adlı romanından geldiği konusunda görüş birliği içindedirler. Ancak Tanpınar, bu kırılgan, yeri geldikçe dondurulan zamanın içini rüya motifleriyle doldurarak Fransız romancısının etki alanından çıkmayı başarmıştır.


#43

SORU:

Tanpınar’ın eserleri hakkında değerlendirme yapan tüm araştırmacılar, zamanı bir roman tekniği olarak kullanma düşüncesinin nerden geldiği görüşünü savunurlar? 


CEVAP:

Okay, Tanpınar’ın roman ve öykülerinde sık sık karşılaştığımız rüya motifinin Fransız romancısı Alain Fournier’in Le Grand Meaulnes adlı romanından geldiğini söylemesine karşın, Tanpınar’ın eserleri hakkında değerlendirme yapan tüm araştırmacılar, zamanı bir roman tekniği olarak kullanma düşüncesinin Marsel Proust’un Geçmiş Zaman Peşinde adlı romanından geldiği konusunda görüş birliği içindedirler. Ancak Tanpınar, bu kırılgan, yeri geldikçe dondurulan zamanın içini rüya motifleriyle doldurarak Fransız romancısının etki alanından çıkmayı başarmıştır.


#44

SORU:

Cevat Şâkir’in romanlarında asıl üzerinde durduğu konu nedir?


CEVAP:

Cevat Şâkir’in, denizi ve deniz insanlarını konu alan romanlarında asıl üzerinde durulan denizdir. Öyle ki deniz onun romanlarında zaman zaman kişilerini gölgede bırakacak ölçüde ön plana geçer. Kişilerin tanıtılmasında zorlanan yazar, denizle ilgili betimlemelerde romanın kurgusunu bozacak ölçüde coşar. Bitmez tükenmez deniz betimlemeleri romanı âdeta bir mensur şiir havasına sokar. Bu tavrın arka planında, biraz da bilinçaltında bir takıntı olarak kalmış olan İstanbul’dan sürgün edilmesinin sebeplerini yoklayan olumsuz anıların ve ihanetlerle dolu dış dünyanın insanlarına karşı bilinç dışı bir tepki vardır. Balıkçılar dışındaki kişilere, özellikle, balıkçıların alın terlerini sömüren insanlara karşı dozu yükseltilmiş tepkisinin temelinde de yine bu ruh hâli vardır.


#45

SORU:

Tarık Buğra’nın romancılığı; konusunu Mussolini dönemi İtalya’da geçen olaylardan alan ilk romanı Siyah Kehribar’dan son romanı Osmancık’a kadar farkı konularda roman yazan Tarık Buğra asıl ününü hangi romanları ile kazanır?


CEVAP:

Tarık Buğra’nın romancılığı; konusunu Mussolini dönemi İtalya’da geçen olaylardan alan ilk romanı Siyah Kehribar’dan son romanı Osmancık’a kadar farkı konularda roman yazan Tarık Buğra asıl ününü, Kurtuluş Savası’na resmî tarih görüşü dışında farklı bir bakış açıyla baktığı Küçük Ağa ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu konu alan Osmancık romanıyla sağlar. Buğra’nın tarihsel romanları dışında yayımladıkları daha çok aydın problemi çevresinde Anadolu şehirlerinde yaşanan olayları konu alır. Çok partili hayata geçişin sancıları, dar çevrelerde ve toplum baskısı altında yaşanan yasak aşklar, gençlik hareketleri, basın ve tiyatro çevresine özgü sorunlar ve hayat sahneleri onun romanlarının zengin izleklerini ve konularını oluşturur. Ancak romanları okunabilir kılan yazarın titiz bir dil işçiliğiyle yaptığı renkli ve zengin betimlemelerdir.


#46

SORU:

Yazı hayatına şiir yazmakla başlayan Mehmet Seyda (Çeliker) (1919-1986) romanları genel olarak hangi konuları ele alır?


CEVAP:

Yazı hayatına şiir yazmakla başlayan Mehmet Seyda (Çeliker) (1919-1986), realist bir yol tuttuğu romanlarında bireyin ruh çözümlemelerine yer verir. Romanları genel olarak 1923-1946 yılları arasında Türkiye’deki toplumsal değişikliklerin geleneksel Türk ailesinde yaptığı yıkımları, büyük bir ailenin parçalanışı ve çözülüşü etrafında ele alır.


#47

SORU:

Mehmet Seyda’nın TRT Roman Ödülü’nü kazanan romanı hangisidir, özellikleri nelerdir?


CEVAP:

Mehmet Seyda’nın TRT Roman Ödülü’nü kazanan ve olumlu olumsuz pek çok eleştiri alan Yanartaş romanı, kendisinin Zonguldak madenlerinde çalıştığı yıllardaki gözlemlerine dayandığı için bir bakıma otobiyografik hüviyetlidir. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye ve Zonguldak üzerindeki yansımalarını vermesi bakımından da belgesel roman olarak nitelenebilir. Seyda, söz konusu romanında döneminin sosyal ve siyasal olaylarını vermede biraz ölçüyü kaçırdığı, Zonguldak maden işçilerinin hayatlarını tam olarak anlatmadığı, bu yüzden eserinin kurmaca tarafını zayıflattığı savıyla başta Fethi Naci olmak üzere, Naci Çelik, Rauf Mutluay gibi kimi eleştirmenlerin suçlamasına hedef olmuştur.