İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ Dersi ALEVÎLİK VE BEKTAŞÎLİK soru cevapları:

Toplam 22 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU: Alevilikte oruç anlayışı nasıldır?


CEVAP: Oruca gelince; Alevîlik ve Bektaşîlik bâtınî karakterine bağlı olarak Ramazan orucuna diğer İslâmî ibadetlerde olduğu gibi daha serbest ve mesafeli bir tutum içinde olmuştur. Kültürel kaynaklarda bu ibadetle ilgili olan kayıtlar yok denecek kadar azdır. Söz gelimi, Hacı Bektaş Veli Menâkıbnâmesi’nde, Hünkar’ın dedesi Musa esSânî’nin İmam Ali Rızâ ile ilgili bir görüşmesinden söz edilirken, Musa’nın İmam için sofra hazırlattığı, İmam’ın ise oruçlu olduğunu söylediği fakat ısrar üzerine orucunu bozarak birkaç lokma aldığı kaydedilmektedir. Oruçla ilgili olarak şu da kaydedilmelidir ki, Alevîlik ve Bektaşîlik’te Muharrem ayı girdiğinde bu ayın ilk on günü veya bazı yerlerde son on iki günü oruç tutmak gerekir. Bu oruç esas olarak Kerbela’da şehit olan Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının acısını paylaşmak üzere tutulur.

#2

SORU: Alevilikte hac anlayışı nasıldır?


CEVAP: Hacca gelince, Alevîliğin kültürel kaynaklarında bu ibadete azımsanamayacak nispette gönderme yapılmıştır. Hacı Bektaş Veli’nin Makâlât’ında “kapı”lar anlatılırken yine ibadet makamının sayılması sırasında hac ibadetine değinilmiştir. Kızılbaş erkân kitabı Buyruk’ta da ayrıca, bir yol mensubunun kendisi gibi yol mensubu olan sûfî kardeşine “tecellâ”sı (onunla görüşmesi) yine batinî bir hac olarak ifade olunmuştur.

#3

SORU: İlk dönem tasavvufi yapılar hangileridir?


CEVAP: İlk dönemdeki tasavvufi yapıların başında Ahmed Yesevî’ye nispetle anılan Yesevîlik gelir. Ahmed Yesevî, İslâm’ı, ilgili bölgelerin sûfiliğinin süzgecinden geçirerek, Orta Asya’daki Budist, Şamanist ve Maniheist mistik kültürün içinden gelen göçebe Türk boylarının anlayıp hazmedebileceği popüler ve basitleştirilmiş bir hale getirmiş, böylece geniş kitlelerin bu dine girmesine katkı yapmıştır. Onun tesis ettiği Yesevîlik kısa zaman içerisinde büyük rağbet görmüş, Orta Asya’dan başka Hindistan’a kadar uzanmış, ayrıca bilâhare dervişleri vasıtasıyla Anadolu’da etkili olmuştur. Diğer bir tasavufi yapı Vefâîlik’tir. Kurucusu Ebû’l-Vefâ’nın asıl adı Muhammed b. Muhammed Arîz’dir. Şey. Sağılığında iken kendi etrafında halkalanan, daha sonra çeşitli halifeleri vasıtasıyla farklı mıntıkalara yayılan Vefâîlik, söz gelimi, 13. yüzyıl Anadolu’sunda Baba İshak ve Baba İlyas Horasanî tarafından temsil edilmiştir. Diğer bir tasavvufi yapı ise Kalenderîlik’tir. Yesevîlik ve Vefâîlik’le paralel olarak aşırı zühd ve takva temeline dayalı klasik tasavvuf telakkilerine bir tepki niteliğinde İran ve Orta Asya’da ortaya çıkan Kalenderîlik, müstakil bir mistik yapı olmaktan çok kalender bir hayat tarzını benimseyen çeşitli tasavvufî çevrelerin ortak bir adıdır. Bu çerçevede zikredilmesi gereken son tasavvufi yapı Haydarîlik’tir. Kutbüddin Haydar (ö. 1221 ?) tarafından kurulan bu yapıya bağlanan müritler genellikle kalendermeşrep kişilerdir. Haydarîlik Anadolu’da 15. yüzyıldan sonra Şemsîler, Câmîler, Edhemîler ve Rum Abdalları gibi kendilerine benzeyen diğer tasavvufi zümrelerle birlikte sosyal hayattan silinmiş, bazı anlayış ve gelenekleri Bektaşîlik içinde devam etmiştir.

#4

SORU: Alevilik tarihsel bakımdan hangi iki ana yapıyı ifade etmektedir ?


CEVAP: Alevîlik tarihsel bakımından ilki Kızılbaşlık, ikincisi Bektaşîlik olmak üzere iki ana yapıyı ifade etmektedir. Bazan Kızılbaşlık yerine Alevîlik kullanılarak aradaki farklılığı belirtmek üzere Alevîlik ve Bektaşîlik ifadesine yer verilmiştir. Geniş bir ortak paydayı paylaşan Kızılbaşlık ve Bektaşîlik iç içe geçmiş olmakla birlikte bazı bakımlardan birbirinden ayrılmıştır. Bu farklılığı dikkate almayan kullanımlarda kimi zaman bu iki yapı birbiriyle karıştırılmış, kimi zaman da birbiriyle aynileştirilmiştir.

#5

SORU: Alevilikte zekat anlayışı nasıldır?


CEVAP: Zekat konusunda da Alevîlik ve Bektaşîlik’te anlayışlar da diğer ibadetlere ilişkin anlayışlarla benzer durumdadır. Hem Hacı Bektaş Veli’nin Makâlât’ında hem de Kızılbaş erkân kitabı Buyruk’ta, şeriat kapısının üçüncü makamı olan “ibadet”ten söz edilirken zekat geçmektedir. Ancak kültürel kaynaklarda bu ibadetin gereği ve detayı ile ilgili bilgilere rastlanılmamaktadır. Zekatla ilgili durum kısaca böyle olmakla birlikte Alevîlik’te mali bakımdan “yol önderlerine” destek olunması, yoksullar arasında yardımlaşma, onların korunup gözetilmesi ve insanların ibadet düşüncesiyle kazançlarından bir pay ayırması doğrultusunda özel bazı uygulamalar vardır. Bunun başında “hakkullah” veya “lokma” adıyla anılan bir uygulama gelir. Buna göre bir Bektaşî, yıllık gelirinin beşte birini Ehl-i Beyt hakkı olarak Hacı Bektaş Veli Dergahı’na, Kızılbaşlar da dedelere ve ocaklara verirler. Yörelere göre birtakım farklılıklar olmakla birlikte, hakkullah kara kazan hakkı, mürşit hakkı ve çerağ hakkı diye üçe ayrılır. Kara kazan hakkı dergahın giderleri için harcanırken mürşit hakkı pirlere verilir, çerağ hakkı da darda kalan muhiplere dağıtılmak üzere taksim edilir. Bunlar para olabildiği gibi arpa, buğday, hatta halı, kilim gibi kişinin gücü neye yeterse o cinsten verdiği şeylerdir.

#6

SORU: Türklerin İslamiyete geçişi tarihsel olarak nasıl gerçekleşmiştir?


CEVAP: Türkler 10. yüzyıldan itibaren kitleler halinde Müslüman olmaya başlamışlardır. İlk olarak 922 yılında İdil Bulgar Hanlığı (770-1237), ardından Karahanlılar (840-1212), daha sonra Gazneliler (963-1186) İslamiyet’i benimsemişlerdir. Oğuz Yabgu devletinde bir komutan olan Selçuk Bey 985 yılında kalabalıklarla birlikte İslâm dinini seçmiş, davet ettiği din adamları vasıtasıyla bu dinin Oğuzlar arasında hızla yayılmasına öncülük etmiştir. 11. yüzyılda Oğuzlar’ın büyük çoğunluğu Müslümanlığa geçmiş, kelimenin iştikakı ile ilgili bazı farklı değerlendirmeler bulunmakla birlikte, Müslüman olan Türkler’e Türkmen adı verilmiştir.

#7

SORU: Alevîlik ve Bektaşîlik inançlar, ibadet anlayışları ve âdâb-erkân bakımından hangi tarihsel dönemlerin izlerini taşımaktadır?


CEVAP: Alevîlik ve Bektaşîlik inançlar, ibadet anlayışları ve âdâb-erkân bakımından üç tarihsel dönemin izlerini taşımaktadır. İlk dönem göçebe toplulukların İslam’ı kabul edip Gök Türk inancı, Şamanlık yahut Kamlık geleneğini İslam’la içiçe benimsedikleri dönemdir. Bu dönem başta Yesevîlik olmak üzere bazı bağdaştırmacı anlayışların, çok muhtemelen batınî İsmailî anlayışlardan da etkilenerek tasavvufi yapılar halinde kendisini ifade ettiği devirdir. İkinci dönem ise 15. yüzyılın ilk yarısında Hurûfî anlayışların nüfuz ettiği dönemdir. Şu kadarını ifade etmek gerekir ki Hurûfîlik, Kızılbaşlığa daha sınırlı, Bektaşîliğe ise nispeten daha güçlü olarak sirayet etmiştir. Üçüncü dönem ise aynı asrın ikinci yarısından sonra bünyeye On İki İmam Şiîliği’nin (İsnâaşeriyye) kimi anlayışlarının nüfuz ettiği dönemdir. Bu üç dönemde İslamiyet’le birlikte önceki inançların, Hurûfî ve Şiî unsurların oymak ve ocaklara yansıması ve yorumlanması aynı biçimde olmamış, bazı dönem ve yörelerde yahut ocaklarda söz gelimi bazı inanç ve unsurlar öne çıkarken bazı dönem ve yörelerde diğerleri öne çıkmış, böylece tarih ve bölgeler arasında farklılıklar ortaya çıkmıştır.

#8

SORU: Bektaşiliğin gelişimi nasıl olmuştur?


CEVAP: Babâîlik hareketi 14. yüzyılın başlarından itibaren Rum Abdalları ile sürdürülürken, bunlardan bilhassa Abdal Musa gibi şahsiyetlerin Hacı Bektaş ananesine kuvvetli vurgu yapmasıyla Bektaşîlik öne çıkmaya başlamıştır. Bektaşîlik, asıl kuruluş ve gelişmesi 15. yüzyılın sonlarına doğru Balım Sultan’ın tarikatın başına geçmesiyle gerçekleştirmiştir. Balım Sultan’la birlikte Kızılbaşlık, Bektaşîlik farkı daha belirgin hale gelmiştir. Erdebil Dergahına bağlı Kızılbaş ocaklar Osmanlı-Safevî çekişmesinin sonucunda içe kapanıp bir bölümü müstakilleşmiş, bir bölümü ise Hacı Bektaş Veli’nin soyundan geldiklerini ileri süren Çelebiler’le yakın ilişkilere girmişlerdir. Mezhebî olmaktan farklı dinamiklerle gelişen Kızılbaş ayaklanmaları siyasi sonuçlar doğurmamıştır. 1527 yılındaki Kalender Çelebî ayaklanmasından sonra Kalender’in öldürülmesi, onun taraftarlarının da Hudâdâd’ı öldürmesinin ardından Pir Evi (Hacıbektaş Dergahı) otuz dört veya otuz altı yıl postnişînsiz kalmış, nihayet 1551 yılında Balım Sultan’ın halifelerinden Sersem Ali Paşa, Hacıbektaş’a gelerek posta oturmuştur. Osmanlı merkezi yönetimi tarafından Kızılbaş ocaklara karşı desteklenen ve ilk dönemlerden itibaren Yeniçerilik içerisinde temsil edilen ve kırsaldan çok şehir merkezlerinde faaliyetlerini sürdüren Bektaşîlik, hem Anadolu’da hem de Balkanlar’da giderek güçlenmiştir. Sayıları günden güne artan Bektaşî tekke ve dergahları, bağlılarından alınan para ve bağışlanan vakıflarla aynı zamanda iktisadi bir güç kazanmıştır.

#9

SORU: Alevilikte ‘’adab-erkan’’ ne demektir?


CEVAP: Adab-erkan bir çeşit tarikat nizamnamesi, yol mensuplarının “insan-ı kâmil” oluncaya kadar uymaları gereken kurallar diye de anılabilir. Kızılbaş Alevîlik ve Bektaşîlik’te büyük benzerlikler taşımakla birlikte belli ölçüde farklılıklar da bulunmaktadır. Alevîlik’te diğer bir ifadeyle Kızılbaşlık’ta yani Erdebil merkezli ocaklarda erkân 16. yüzyılda Buyruk’la birlikte son şeklini almış, ocaklara göre bazı farklılıklar bulunmakla beraber ciddi bir değişiklik olmadan günümüze kadar gelmiştir. Bu bakımdan denilebilir ki bu yapının temel erkânı kitabı Buyruk olup yolun bütün nizamnamesi bu eserde kayıtlıdır. Ancak eserin değişik versiyonlarının bulunması, zaman içinde eser üzerinde tasarruflarda bulunulmuş olması ocaklar arasında bazı detay konularda küçük farklılıkların oluşmasına yol açmıştır. Bektaşîliğe gelince, yine 16. yüzyılda Balım Sultan’ın tarikatta genel bir ıslahat ve düzenleme ile erkânı belirlediği genellikle kabul edilmektedir. Ancak zaman içinde Dedegân ve Babagân Bektaşîleri arasında bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bunlar Babalar tarafından kaleme alınmış “erkânnâme” adı verilen onlarca eserde ayrıntılı biçimde açıklanmıştır.

#10

SORU: Safevilik nasıl ortaya çıkmıştır?


CEVAP: Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde tasavvufî bir zeminde ortaya çıkan Safevîlik, başta Sünnî karakterli bir yapıya sahipken Sadreddîn-i Erdebîlî’den sonra yerine geçen Alâeddîn-i Erdebîlî zamanından itibaren Şiî unsurları bünyesine almıştır. Tarikat aynı zamanda giderek siyasi bir hüviyete de bürünmüştür.

#11

SORU: Alevilik ve Bektaşilikteki ‘’dört kapı-kırk makam’’ ne demektir?


CEVAP: Alevîlik ve Bektaşîlik’te asıl amaç “insan-ı kâmil olmaktır. Bunun için her can yani talip bir mürşide bağlanarak “dört kapı-kırk makam”ı bilip uygulamalıdır. Kapılar şeriat, tarikat, marifet ve hakikat şeklinde sıralanmıştır. Her kapının onar makamı bulunmaktadır. Hacı Bektaş Veli’nın Makâlât’ı ile Buyruk’ta yer alan kapı ve makamların bazı küçük farklılıklar dikkate alınmazsa büyük benzerlik taşıdığı söylenebilir. Buna göre ilk kapı olan “şeriat” kapısının makamları inanmak, ilim öğrenmek, ibadet etmek, helal kazanç yemek, haramdan sakınmak, hayızlı hallerinde kadınlara yaklaşmamak, şeriat evine girmek, şefkatli davranmak, temiz yeyip temiz giyinmek ve iyi şeyleri (ma’rûf) emretmektir. İkinci kapı “tarikat” olup makamları mürşitten el alıp tövbe etmek, talip olmak, dünya nimetlerine önem vermemek, sabırlı olmak, saygılı olmak, Allah’tan korkmak, Tanrı’dan umut kesmemek, hidâyet içinde olmak, toplum içinde uyumlu olmak, insanları sevip yoksulluğu seçmektir. Üçüncü kapı “marifet” olup makamları edepli olmak, heybet, sabır ve namazla Allah’tan yardım dilemek, kanaat göstermek, hayalı olmak, cömertlik, ilim sahibi olmak, teslimiyet ve rıza, marifet ve kendi özünü bilmektir. Dördüncü kapı “hakikat” olup makamları türâp olmak (alçak gönüllülük), Muhammed-Ali yoluna boyun eğmek, eline-beline-diline sahip olmak, güvenilir olmak, tevekkül, sohbet, sır, rıza, tefekkür ve Tanrı hasretini kalpte canlı tutmaktır.

#12

SORU: Alevilik ve Bektaşiliğin hiyerarşik yapıları nasıldır?


CEVAP: Kızılbaşlık başlangıçta “halife, dede, mürebbi, rehber, musahip ve talip” olmak üzere altı dereceli idiyse de, daha sonra halifelik kalkmış, bu makam Bektaşî çelebisi tarafından temsil edilmiştir. Bugün söz konusu yapı daha çok dedelik, rehberlik ve taliplik olmak üzere üç dereceli bir kategori arz etmektedir. Dedeler mürşitlik, pirlik ve mürebbilik görevlerini yerine getiren kimseler olup Hz. Peygamber soyundan geldiklerine inanılır. Rehber, dedenin yardımcısı, talip de yol mensubu demektir. Bektaşîlik ise kollarına göre bazı farklılık taşımakla birlikte genel olarak, aşağıdan yukarıya doğru muhiplik, dervişlik, babalık, mücerretlik, halifelik veya dedebalık şeklinde sıralanır. Muhiplik tarikattan nasip alanların derecesini teşkil eder. Dervişlik, bunlardan bir dergahta hizmet edenlerden liyakatli olanlara özel bir cemle hırka giydirilip yükseltildiği makamdır. Babalık, dervişlerden ehliyetli olanların yükseltildiği daha üst bir makam; mücerretlik, evlenmeyen halifelere verilen makam; halifelik, en yüksek makam, halifebaba yahut dedebaba da bu makamı temsil eden kimsedir.

#13

SORU: Alevi ve Bektaşiler günümüzde nerelerde yaşamaktadırlar?


CEVAP: Bugün başta Bulgaristan ve Arnavutluk olmak üzere Balkan ülkeleriyle birlikte, ülkemizin ağırlıklı olarak Çorum, Amasya, Tokat, Kahramanmaraş, Tunceli, Sivas illeri olmak üzere birçok yerleşim merkezinde hatırı sayılır oranda Alevî ve Bektaşî yaşamaktadır.

#14

SORU: Yeniçerilik ile Bektaşi tekkelerinin kaldırılması nasıl olmuştur?


CEVAP: Yakın dönemdeki en önemli olay Yeniçerilik’le birlikte Bektaşî tekkelerinin kaldırılması olmuştur. Kuruluşundan 16. asrın ortalarına kadar eğitimi, becerisi ve disiplini ile devrin en iyi askeri birliği haline gelen ve askeri başarılarda önemli katkısı olan Yeniçeriliğin disiplinini kaybetmesi üzerine, II. Mahmut tarafından 1826 yılında kurumun varlığına son verilmiştir. Yeniçerilik’le ilişkisi dolayısıyla peşinden Bektaşîlik üzerine gidilmiştir. Birkaç Bektaşî babası idam edilmiş, direnenler sürgüne gönderilmiş, Anadolu ve Balkanlar’daki tekkeler yer yer yıkılmış, kalanlar diğer tarikatların hizmetine verilmiştir.

#15

SORU: Alevilik hangi isimlerle anılmıştır?


CEVAP: İçinde geliştiği ilk mistik yapı olması dolayısıyla ilk dönemlerde Yesevîlik, 13. yüzyılda Baba İlyas’ın önderliği dolayısıyla Babaîlik, Hacı Bektaş Veli’yle irtibatı dolayısıyla 15. yüzyılın ardından belli bölgelerde Bektaşîlik, Safevî tarikatı sonrasında 15. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bazı ocaklar açısından Kızılbaşlık, bazı bölgelerdeki mensuplarının meşguliyetlerine bağlı olarak Tahtacılar bu adlandırmalardan bazılarıdır.

#16

SORU: Alevilik ve Bektaşilik kaynakları nelerdir?


CEVAP: Esas olarak Alevîlik ve Bektaşîlik toplumsal ve tarihsel yapısı dolayısıyla “sözel kültüre” dayalıdır. Ancak bu yazılı kaynaklarının bulunmadığı anlamına gelmemelidir. Alevî ve Bektaşî ulularının üstünlük ve kerametlerinin anlatıldığı vilâyetnâmeler, erkân kitapları ve tarih boyunca ozanların inanç ve duygularını dile getirdikleri deyişler temel kaynaklar hüviyetindedir.

#17

SORU: Alevilikte ve Bektaşilikte talibi toplum dışına iten sular nelerdir?


CEVAP: Alevîlik ve Bektaşîlik’te dönemlere ve bölgelere göre birtakım farklılıklar bulunmakla birlikte, bir fikir vermek üzere talibi toplum dışına iten suçlar beşli bir kategori halinde şöyle verilebilir: Birinci derecede olanlar suçlar komşu ve aileler arasında söz gezdirmek, ihbarcılık yapmak, görmediğini gördüm, duymadığını duydum demek, akrabaları birbirine düşürmek gibi zaaflardır. Bu zaafları sergileyen kimseler bir yıl ceme alınmazlar. İkinci derecede olan suçlar komşusunun bağına bahçesine zarar vermek, başkalarının malını çalmak, haksız yere başkalarına hakaret etmek ve onları dövmek gibi suçlardır ve bu tür suçları işleyen kimseler üç yıl ceme alınmazlar. Üç yıl sonra mürşit onların ceme alınmasına izin verirse öncesinde ilgili kişilerle helalleşmek, çalınan malları tazmin etmek şarttır. Üçüncü derecede suçlar yoksula faiz yoluyla para verip onların evlerini, barklarını satmak zorunda kalmalarına sebebiyet vermek, yetim malı yemek, mürşit yahut rehberiyle bozuşmak ve Ehl-i Beyt’e dil uzatmak gibi suçlardır. Böyle kimseler beş yıl ceme kabul edilmezler. Dördüncü derecede suçlar bakire bir kıza zorla veya kandırarak sahip olmak, evli bir kadınla ilişkiye girmek, kısacası zina yapmaktır. Bu tür suç işleyenler yedi yıl ceme alınmazlar. Beşinci derecede olan suçlar kaza ile adam öldürmektir. Böyle kimseler on yıl ceme alınmazlar. Altıncı derecede suçlar bilerek adam öldürmek, kin veya düşmanlık sebebiyle cinayet işlemektir. Bu tür suç işleyen kimseler en az otuz yıl ceme kabul edilmezler.

#18

SORU: Alevilikte namaz anlayışı nasıldır?


CEVAP: Kültürel kaynaklarda abdest, günlük namazlar ve Cuma namazına yönelik sınırlı ve zayıf içerikli göndermeler bulunduğu gibi farklı ve çelişkili göndermeler de vardır. Söz gelimi, abdestle ilgili olarak Hacı Bektaş Veli Menâkıbnâmesi’nde Hünkar’ın abdestsiz yere basmadığı belirtilirken, başka bir kayıtta, beraber olduğu Molla Saadettin’in Hünkar’a namaz öncesi abdest alması gerektiğini söylemesine üzerine onun, “biz abdest almayız, sen alacaksan al” dediği belirtilmiştir. Namazla ilgili olarak ise Hünkar’ın velâyetini ispatlamak için susam yaprağı üzerinde, başka bir zamanda da darı seci üzerinde namaz kıldığı, ayrıca Lokman-ı Perende hacda iken Hacı Bektaş’ın Kâbe’de namaz kıldığını gördüğü belirtilmiş, yine Hünkar’ın Bedahşan’ı düşmandan kurtardıktan sonra halka namaz kılmayı öğrettiği ifade olunmuştur.

#19

SORU: Babaî Ayaklanması nasıl gelişmiştir?


CEVAP: 1240 yılında Selçuklu hükümdarı II. Gıyâseddin Keyhusrev devrindeki bu isyan kısaca şöyle gelişmiştir: Amasya yakınındaki dergâhında etrafına, daha çok eski Türk inançlarının İslâmiyet’le yorumlanmış şeklini tasavvufî bir hüviyetle öğreten Baba İlyâs-ı Horasânî, sosyal ve ekonomik sıkıntılar içinde bunalan Türkmenler’e büyük bir kurtarıcı sıfatıyla davranmış, yetiştirdiği halifeleri çeşitli bölgelere dağıtarak isyan için hazırlıklar yapmıştır. Halifelerinden Baba İshak liderliğinde Kefersud bölgesinde ayaklanan Türkmenler, önemli başarılar kazandıktan sonra Orta Anadolu’ya intikal etmiştir. Burada da bir ölçüde başarı elde edilirken Baba İlyas, Selçuklu kuvvetleri tarafından Amasya’da idam edilmiş, Türkmenler’in çoğu Kırşehir’de Malya ovasında kılıçtan geçirilmiştir. İsyan hedefine ulaşamamış olmakla birlikte kaçıp kurtulabilen Türkmenler sıkı bir dayanışma içine girmiş, Babaîlik hareketi ortaya çıkmıştır.

#20

SORU: On İki İmam Şiilliği’nin inançları nelerdir?


CEVAP: On İki İmam Şiîlliği’nden intikal eden inançlara gelince; Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’nin ilk halife olması gerektiği, onun önüne geçen ilk üç halife ile onlara destek veren sahâbenin yerilmeyi hakettiği anlayışı aynen benimsenmiştir. Bunun yanı sıra “Ali’nin Allah’ın velisi olduğu”, “On iki İmam” ve “On Dört Masum” kavramları da iktibas edilmiştir. Ancak bu kavramlar On İki İmam Şiîliği’nin anladığı şekilde yorumlanmamış, farklılaştırılarak bünyeye alınmıştır. Söz gelimi, “Ali’nin Allah’ın velisi olması” fikri, adı geçene mezhebin kabul ettiği gibi siyasi mahiyette değil tasavvufi nitelikte benimsenmiştir. On İki İmam isim olarak aynen benimsenmekle birlikte, onların tasavvuru tarihi şahsiyetlerine paralel olarak düşünülmemiştir. “On Dört Masum” da ilgili mezhepten tamamen farklı olarak imamların sabi iken vefat eden çocukları olarak düşünülmüştür. Öte yandan Kerbela olayına özel önem verilmiş, bu amaçla “Muharrem erkânı” geliştirilmiştir.

#21

SORU: Aleviliğin inanç temelleri nelerdir?


CEVAP: İslam dinin temel inancı olan “Allah’ın varlığı ve birliği ile Hz. Muhammed’in peygamberliğini” tasdik etmekten ibaret olan kelime-i şehadet Alevîlik’te kabul edilmiştir. Ancak bu iki iman esasına “Ali’nin velâyeti” de eklenmiştir. Nitekim çok çeşitli vesilelerle söylenen “HakMuhammed-Ali” üçleri bunu ifade etmektedir. Bu üçlerde yer alan “Hak” yüce yaratıcı olan Allah’ı, “Muhammed” genel anlamda “nübüvvet”i yani peygamberliği, “Ali” de tasavvuftaki “velâyet”i yani ermişliği sembolize etmektedir.

#22

SORU: Alevilik ve Bektaşiliğin diğer İslami inançlara ilişkin yaklaşımları nelerdir?


CEVAP: Tarih boyunca kendisini İslam’ın içinde gören Alevîlik ve Bektaşîliğin diğer İslâmî inançlara ilişkin yaklaşımlarına kısaca şöyle değinilebilir. Âhiret inancı müphem ve zaman zaman çelişkilidir. Bu inanç, eski dinlerden gelen tenâsühle, Kur’an’ın üzerinde durduğu âhiret telakkisinin iç içe girmiş bir halidir. Bazı kaynaklarda kıyamet, mahşer, öbür dünya, cennet ve cehennemden söz edilerek İslam’ın âhiret anlayışına gönderme yapılan kayıtlar olduğu gibi, sınırlı oranda “ruh göçü” terimiyle öldükten sonra yeniden dünyaya gelmeye dönük kayıtlar vardır. Meleklere, ilâhî kitaplara ve peygamberlere imanla ilgili anlayış da büyük ölçüde âhiret inancına yönelik tavırla paralellik arzeder. Kaynaklarda bunlara dair azımsanamayacak göndermelere rastlanmakla birlikte, esnek, yer yer çelişkili yaklaşımlar da bulunmaktadır.