MODERN FELSEFE I Dersi RÖNESANSTA FELSEFE-BİLİM VE İLK MODERN DÜŞÜNÜRLER: BACON VE DESCARTES soru cevapları:
Toplam 39 Soru & Cevap#1
SORU: Rönesans düşüncesine yön veren diğer felsefi akımlar nelerdir?
CEVAP: Rönesansta öne çıkan felsefi akımlardan biri de Stoacılıktır. Örneğin Petrarca, Stoacılardan etkilenerek söylemlerinde bu akımın görüşlerini dillendirmişti. Genelde etik bir dünya görüşü olan bu akım, bir yaşama biçimi önerisiyle dönemin üst düzey aileleri ve eğitimli sınışarı üzerinde etkili olmuştur. Seneca klasik Stoacı ilkeyi kabul etmiştir. Ona göre doğaya uygun yaşamak ahlaklılığın temeliydi ve Doğa ile akıl özdeşti. Doğaya uygunluk akla uygunluk demekti. Yine bir etik öğreti olan Epikürosçuluk da yaşamın hazlarını yakalama ve mutlu bir yaşam sürme gibi öğütleriyle Rönesansta kendine epey yandaş bulmuştur. Hazzı biricik mutluluk kaynağı olarak gören Epikürosçuluk, Ortaçağda çok yanlış yorumlanmış bir akımdı. O dönemde Epikürosçu demek putperest, pagan, doğru yoldan sapmış gibi anlamlara geliyordu ve ayrıca yüksek tinsel değerlere sırtını çevirmiş sadece basit dünyasal hazlar peşinde koşan kişileri niteleyen bir sıfat durumundaydı. Oysa gerçek Epikürosçulukta bedensel hazlar değil, tinsel hazlar ön planda gelir. Bedenin acısızlık içinde olması bedensel haz olarak yeterlidir. Tinsel hazlar ise daha doyurucu ve süreklidir. İnsanı gerçek mutluluğa götüren tinsel hazlardır ve bu da yine bir bakıma bilgece yaşama işaret etmek demektir. Bu vurgu içinde Epikürosçuluğun da gerçek değeri ve anlamı yine Rönesans döneminde anlaşılmaya başlanmıştır. Bu dönemde kuşkuculuğun da bir ölçüde etkisi olmuştur. İlkçağ kuşkucularının Rönesans döneminde bir keşfi ve bunların felsefelerinden etkilenerek belli bir dünya görüşü oluşturma edimi de karşımıza çıkmaktadır. Montaigne bunun bir örneğidir. Son olarak Atomcu görüşlerin sözü edilebilir. Rönesansta atomculuk Demokritos’tan ziyade Epiküros üzerinden ele alınmıştır. Çünkü Epiküros felsefesi, tıpkı Stoa felsefesi gibi, doğanın yapısına ilişkin belli bir yaklaşımı içermesinin yanı sıra, özellikle ruhsallık ve ahlak konusundaki önerileriyle etkili olmuştur. Oysa Demokritos’un insana değgin görüşleri henüz iyice dikkati çekecek olgunlukta belirmemişti. Bu nedenle Rönesans döneminde özellikle bir yaşam tarzına yol açma bakımından Epikürosçuluk belli sayıda insanlar üzerinde etkisini göstermiştir.
#2
SORU: Cusanus öğrenilmiş bilgisizlik terimiyle ne anlatmak istemiştir?
CEVAP: Düşünme yetimiz bilgiler arasındaki ayrılıkları ortadan kaldırarak mutlak bir birlik oluşturmaya yönelir ama bu yolda tıkanır. Çünkü akıl çokluklar ve farklılıklar olmadan iş göremez. Bu nedenle Cusanus, mutlak birliği temsil eden Tanrı bilgisine bu yolla, yani düşünme yetisi ile ulaşamayacağını anlar. Bu duruma Cusanus öğrenilmiş bilgisizlik (docta ignorantia) adını vermektedir. Bunun anlamı düşünüm yetisinin sınırlarını bilmesidir ve Tanrı bu sınırın ötesinde kalmaktadır. O halde Tanrıya ulaşmanın başka bir yolu olmalıdır. Cusanus’a göre bu yol bir tür sezgi yolu, başka deyişle mistik bir aydınlanma yoludur. Bu şekilde kavrayış ya da kavramsal bilgi olmadan bir görünüm elde edilebilir. Bir başka deyişle Tanrı gönül gözüyle görülebilir.
#3
SORU: Yeni Platonculuk etkisinde olan düşünür Cusanus’un düşünceleri nelerdir?
CEVAP: Cusanus’un felsefi yaklaşımı skolastik etkiler ile Rönesans ruhu arasında gidip gelmektedir. Bu nedenle bir geçiş dönemi düşünürü olarak kabul edilebilir. YeniPlatoncu bir düşünür olarak felsefesinde Tanrı bilgisinin önemli yer tutması şaşırtıcı değildir. Ona göre us, Tanrı bilgisini elde etmekte yetersiz kalır. Gerçi us bize bir dünya bilgisi verebilir: Duyularımız aracılığıyla bilince gelen dağınık duyu verilerini imgelem yetisi birleştirir ve bunun sonucunda tasarımlar ya da kavramlar ortaya çıkar. Bu tasarımlar ya da kavramlar üzerinde işleyen aklımız, bunlar arasındaki ilişkileri keşfederek bunları birleştirir ve böylece bilgilerimiz oluşur. Cusanus bilim konusundaysa Aristotelesçi evren anlayışını yadsıyan bir tutum takınmıştır: Ona göre evrende yetkin bir daire bulunamaz, bu nedenle gezegenlerin yörüngelerinin düzgün bir daire olması düşünülemez. Bu görüş Kepler’e giden yolu açmıştır. Ona göre evrenin bir sınırı olduğu görüşü de kabul edilemez. Evrenin ne bir merkezi, ne de çevresi vardır. Öznenin durduğu yer merkez görevi görür. Bu gezegende bulunduğumuz için burasını merkez kabul etmişizdir. Cusanus’un tüm bu görüşleri bilim adına ilerici görüşlerdir ama evrenin bilimsel bir kuramını sistematik olarak ve haklı çıkarılabilir nitelikte ortaya koyamamıştır.
#4
SORU: Rönesans döneminde Platoncu düşüncenin gelişimini açıklayınız?
CEVAP: Yunan ve Latin düşüncesine ait eserlere yönelik çeviri etkinlikleriyle başlayan Hümanizm hareketi İlkçağ düşünürlerinin eserlerini çevirme işine özellikle 15. yüzyılda yoğunlaştı. İlk dikkat çeken eserler de Platon’unkilerdi. Öncü Platonculardan biri olan Plethon, Cosimo de Medici’nin desteği ile Şoransa’da bir Platon Akademisi kurdu (1440). Bu akademi Platon’un yapıtlarının ilk elden çevirisini yapma amacını gütmekteydi. Platonculuğu Aristotelesçiliğe karşı savunmak temel görevlerindendi. Bu çabalar bir süre sonra Platonculuktan ziyade YeniPlatoncu çizgilerin ağır bastığı bir düşünceyle sonuçlandı. Akademi sayesinde Platon’u kaynağından öğrenen birçok düşünür Platoncu kanatta yer aldılar. Bunlardan biri Pico Della Mirandola, bir diğeri ise Marsilius Ficinus (1433-1499) idi. Ficinus’a göre Platonculuk, insan bilgeliğinin özüydü ve eğer Katolik öğretisiyle uyumlu kılınabilirse bu öğretiyi gençleştirebilir, onu daha tinsel nitelikli bir öğreti haline getirebilirdi. Ona göre Platon ve Aristoteles’in felsefeleri, aslında aynı hakikatin iki farklı ifadesiydi. Ficinus Hıristiyanlığı Tanrının kendisini açmasının bir biçimi olarak görmüş ve bu dini felsefe ile uzlaştırmaya çalışmıştır. Evren en başında Tanrı’nın bulunduğu düzenli bir basamaklar sistemidir. İnsan ruhu da Tanrıdan türemiştir ve ölümden sonra yine Tanrıya dönecektir. Evrenin bütün bağlantıları insan ruhunda bulunur. Bu yüzden insanda tüm evreni bilme gücü vardır. Bu fikirler Platoncu olmaktan çok yeni-Platoncu görüşlerdir.
#5
SORU: Rönesans döneminde Aristotalesçi düşüncenin gelişimini açıklayınız?
CEVAP: Rönesansın felsefe alanındaki hümanist nitelikli bir başka önemli yönelimi Aristoteles’i yeniden keşfetmek olmuştur. Aristoteles’in eserleri, hümanizma ruhuna uygun olarak, Yunanca orijinallerinden okunup incelendiğinde, Skolastik dünyanın Aristoteles yorumu ile gerçek Aristoteles arasında ciddi ayrılıklar olduğu ortaya çıktı. “Kilisenin en sağlam temeli sayılan sistemin birçok esaslı noktalarda ondan ayrı olduğu görüldü ve resmi peripatetizme zıt olarak, büyük kısmı laik unsurlardan oluşan özgürlük taraftarı bir Aristoteles okulu meydana geldi”. Rönesans dönemi Aristotelesçilerinin en ünlüsü kuşkusuz, Petrus Pomponatius olarak da bilinen Pietro Pomponazzi’dir (1462-1525). 1516 tarihli Ruhun Ölmezliği Üzerine (Tractatus de immortalitate animae) adlı yapıtında bireysel ruhların ölmezliğI inancının Aristoteles’in ilkeleri ile bağdaşmadığını savunur. Oysa Aziz Thomas dinin bu temel dogmasının Aristoteles’in felsefesine uygun olduğunu öne sürmekteydi. Bu durumda Pomponatius’un hem Aziz Thomas’a hem de dinin bu temel dogmasına kökenden karşı çıktığı söylenebilir. Pomponatius tüm insanların zihinsel yetkinliğe yetenekli oldukları düşüncesini reddetmekle birlikte ahlaksal yetkinliğin yeryüzünde gerçekleştirilemeyecek bir ideal olduğu görüşüne karşı çıkar.
#6
SORU: Aristotales’i Ortaçağ’da tanıtmaya çalışan grupların çalışmaları nelerdir?
CEVAP: Aristoteles’i, Ortaçağda yapılan yorumlar üzerinden tanıtmaya çalışan iki grubun çalışmaları da oldukça etkili olmuştur. Bunlardan; • İlki İbni Rüşd’ü izleyen Averroistler, • Ötekiyse Afrodisias’lı Aleksandros’un yorumlarını izleyen Aleksandristler’dir. Bu iki grup birbirlerine rakip olsalar da bazı konularda uyuşmaktaydılar.Örneğin dogmanın ileri sürdüğü bireysel ruhların ölümsüz olduğu görüşünü kabul etmiyorlardı; her iki grup da, insan bireylerinin ruhlarının ölümsüz olduğu ve bu dünya yaşamının öbür dünyadaki yaşama bir hazırlıktan başka bir şey olmadığı fikrine itiraz ediyorlardı. Bu devinim içinde Aristotelesçilik ile Platonculuğu uzlaştırmaya çalışan bir görüş de belirdi. Mirandola bu girişimin Platoncu kesiminin, Caesalpinus ise Aristotelesçi kesiminin başını çektiler. Her ikisi de Platon ile Aristoteles’in belli bir temelde birleştirilebileceğine inanıyorlardı ama bu uzlaştırma çabaları sonuç vermedi.
#7
SORU: Francis Bacon kimdir? Eserleri nelerdir?
CEVAP: Rönesansın sonlarına doğru gerçek modern düşüncenin öncüsü olan isimler ortaya çıktılar ve bunların başlıcalarından biri de Yeniçağda özerk felsefi düşünüme önemli katkıları olan Francis Bacon (1561 1626) idi. Bacon, Londra’da dünyaya gelmiştir. Ailesi İngiliz siyasi yaşamında saygın bir yere sahipti. Yükseköğrenimini Cambridge Üniversitesinde tamamlamış, ardından iki yıl Paris İngiliz elçiliğinde görev yapmıştır. İngiltere’ye döndükten sonra, önemli mevkilere yükselmiş, Başsavcı, Mühür Bakanı ve Lord Chancellor olmuştur. Daha sonra rüşvet almakla suçlanarak Parlamentodaki yerini kaybetmiştir. Yaşamının geri kalan kısmını ussal etkinliklerle geçirmiştir. Bilime ve bilimsel konulara büyük bir ilgisi vardı: Rönesans sonları ve Yeniçağ başlarında, modern bilimin yöntem anlayışına kuramsal düzeyde katkı sağlayanların başında gelir. Yöntem ve bilgi üzerine ana kitabı Novum Organum (Yeni Organon) adını taşır. Bilimsel bilginin toplum yaşamındaki yararlı sonuçlarına yer veren Nova Atlantis (Yeni Atlantis) isimli bir başka önemli yapıta imza atmıştır. Ayrıca bilimsel gelişmelerin toplum yaşamında ortaya çıkardığı teknolojik gelişmelere ve kolaylıklara değinen De Dignitate et Augmentis Scientiarum (Bilimlerin Değeri ve Çoğalıp Büyümeleri Üzerine) adlı bir yapıtı daha vardır. Novum Organum, doğa bilimlerinde tümevarım yönteminin nasıl uygulanması gerektiğini gösteren ve Bacon’un kendi tümevarım anlayışını gözler önüne seren bir yapıttır.
#8
SORU: Rönesans döneminde ortaya çıkan bilimsel gelişmeleri bilim adamları ile birlikte açıklayınız?
CEVAP: Rönesans döneminde birçok bilim adamı yetişmiştir. Bunlardan Paracelsus doğanın canlı olduğunu, her varlığın kendine has bir ruha, evrenin ise vulcanus adı verilen bir genel güç odağına sahip olduğunu savunmuştur. İnsan bir mikrokosmostur ve archeus denen özgün bir ruh taşır. Sağlık ve hastalık bu archeus ile ilgili durumlardır. Telesius’a göre ise doğruya ulaşmak için duyulara başvurmak gerekir. Ona göre tüm varoluş madde ve güç ilkeleri üzerinde temellenir. Güç birbirine karşıt iki öğeden oluşur; bunlar sıcak ve soğuktur. Madde daha en başından bilinçlidir ve ruhun yapıldığı kumaş maddeseldir. Ruh organizmanın parçalarını bir arada tutar ve onların devinimini başlatır. Bireysel ruh ölümlüdür ama ruhta bir ölümsüz parka bulunur. Bruno ise Copernicus’un güneş merkezci astronomi görüşünü savunmuş, ay altı-ay üstü ayrımını yadsımıştır. Evren her noktasından dışa doğru yayılan bir sürekliliktir; Tanrının sonsuzluğunu sınırsız büyüklüğü içinde yansıtır. Tanrı doğalaştıran doğa, evren ise doğalaştırılmış doğadır. Evren ve Tanrı bir madalyonun iki yüzü gibidir. Tanrı bir bakıma evrendir. Bruno bu evren-Tanrıyı bazen ‘madde’ terimiyle karşılar ama bu madde soyut bir fikirden başka bir şey değildir. Kamu-tanrıcılığa yakın görüşleriyle Bruno, kilise tarafından yakılmış ve bir bilim şehidi olarak ünlenmiştir. Copernicus, Hıristiyanlığın yer-merkezci evren anlayışı yerine güneş-merkezci bir evren anlayışı koymuş ve binlerce yıldır geçerli olan Aristoteles-Ptolemaios sistemini sarsmıştır. Bu yeni anlayış, evrenin yalın, basit, nitelik ilişkilerinden daha çok nicelik ilişkilerine dayanan bir yapısı olduğunu savunur. Bu matematiksel yapı evrene düzenli, amaca uygun bir görünüm sağlar. Doğaya az sayıda doğa yasası egemendir ve bundan böyle doğanın keşfi, sağlam matematiksel verilerle iş gören bir gözlem yöntemi olmalıdır. Kepler, Copernicus’un öne sürdüğü güneş-merkezci kuramı benimsemiş ama onun dairesel yörünge anlayışı yerine üç gezegen yasası koymuştur; • Gezegenler Güneş etrafında eliptik yörüngeler çizerler. • Her gezegen güneş çevresinde çizdiği yörüngede eş zamanda eş uzunluğu geride bırakır. • Gezegenlerin dönüş zamanının karesi, gezegenin güneşten olan ortalama uzaklığının küpüyle orantılıdır. Kepler’e göre de doğanın yapısı matematik dile uygundur; şeyler ve olgular arası ilişkiler niceliksel oran ve orantılarla açıklanabilir. Galileo ise Copernicus’un kuramını savunmuş, teleskopuyla birçok gözlem yaparak eski gök sistemi hakkında ciddi soru işaretleri uyandırmış, serbest düşme, serbest salınım ve sarkaç yasalarını bulmuş tur. İvme, süredurum yasası gibi önemli fizik keşişer yapmış, doğal olgular arası ilişkilerin matematik oran ve orantılarla ölçülüp ifade edilebileceğini göstermiş, doğanın matematik dille yazılmış bir kitap olduğunu savunmuştur.
#9
SORU: Bacon’a göre bilim insanının zihninde temizlenmesi gereken putlar vardır.Bu putları açıklayınız?
CEVAP: Bilim insanı doğa üzerine inceleme ve araştırmalara girişmeden önce tabiri caizse bir zihinsel temizlik yapmak durumundadır. Bacon temizlenmesi gereken bu önyargılara putlar (idoller) adını verir ve bunları dört grupta toplar: • Soy, • Mağara, • Çarşı-pazar ve • Tiyatro putları biçimindedir. İnsanlar soyları gereği doğa güçlerini de kendileri gibi insanlaştırma yoluna giderler; buna göre doğa insanlara bazen iyi davranır bazen kötü davranır; bazen onları ödüllendirir, bazen cezalandırır. Oysa doğa insansal bir varlık değildir; o kendi yasalarına göre işler. İnsanların bu önyargılarının arkasında duygu ve heyecansal yapıları, duyusal, zihinsel güçlerinin sınırlılığı, algının yapısı gibi ortak doğalarından gelen etkenler bulunmaktadır. İnsan soy putunu kırması için doğayı olağan boyutları içinde yansıtan normal aynalar gibi olmalıdır. Özellikle bilim insanı bu için çok daha büyük bir zorunluluk taşımaktadır. Her insanın kendi mizaç özelliklerinin, aldığı eğitimin ve toplumsal etkilerin sonucu olarak belli bir zihinsel tutum ve alışkanlığı oluşur ve dünyaya, olgulara bu zihinsel tutum ve alışkanlıkları bağlamında bakar. Platon’un benzetmesinden yola çıkarsak, her insan kendi mağarasını oluşturur. Oysa bu mağaranın dışına çıkmadıkça nesnel dünyayı kendi yapısı içinde kavrayamayacak, sınırlı bir bakış açısı içinde kalarak gerçekçi bir dünya ya da doğa algısına ulaşamayacaktır. Bilim insanının nesnel bakışa sahip olabilmesi için mağara putlarını kırabilmelidir. Bilim insanının terimleri gerçek anlamları içinde ve abartmadan kullanması son derece yaşamsal bir konudur. Bu terimlerin en başında da ‘Tanrı’ terimi gelir. Bunun dışında çarşı pazarda az değeri olmakla birlikte çok sıklıkla kullanılan bozuk para gibi bazı sözcükler de, yeterli bilgisel değere sahip olmadıkları halde sıklıkla kullanılırlar ve bunları duyanlar da sanki karşılarındaki kişi çok önemli bir şey söylüyormuş gibi etki altında kalır. Gerçi bunlar somut durumları betimliyormuş gibi görünürler ama tam olarak ne anlama geldikleri belirsizdir. Çünkü şeylerden ya da durumlardan çok acele ve düzensiz bir biçimde soyutlanarak tanımlanmışlardır. Bu nedenle sık sık tartışmaya ve yanlış anlamalara yol açarlar. Bacon’a göre sözcüklerin bir kısmı da zaten gerçek varlığı olmayan şeylerin adlarıdırlar ve bunlar gerçek varlıkları gösteriyormuş gibi ele alınırlar. Bu yüzden insan zihnini en fazla zorlayan ve kargaşaya götüren de bu türden terimlerdir. Çarşı-Pazar putlarına aldırış etmemelidir bilim insanı. Son olarak doğa olgularını gözlemleyerek, bilimsel tümevarım yapacak olan bilim insanının tüm bu düşünsel putlardan zihnini temizleyebilmiş olması gerekir. Tüm bu düşünsel putların ortaya konulduğu yere tiyatro sahnesi benzetmesi yapar Bacon. Bu tiyatro putlarının yıkılması gerektiğini belirtir.
#10
SORU: Bacon’un bilgi ve yöntem konusuna genel bakışını açıklayınız?
CEVAP: Bacon geleceğin insan dünyasının bilim yoluyla aydınlanacağını sezmişti. Ona göre yaşamda bilgi önemliydi. Onun ünlü deyişiyle “bilgi güçtü.” Buradaki bilgi, bilimsel bilgiden başkası değildir. Çünkü bilimsel bilgi doğanın işleyişini bilmemizi sağlar ve bu da doğa olaylarını kontrol altına almayı kolaylaştırır. Yani “bilmek doğaya egemen olmaktır.” Ancak doğa olaylarını, doğadaki işleyişi keşfedebilmek kolay değildir. Bu konuda doğaya değgin bölük pörçük çalışmalar yapmakla bir yere varılamaz. Doğadaki bilinmezlikleri sistematik bir biçimde sıralı, güvenilir adımlarla çözümleyebilmek için doğanın yapısına uygun gelen, bilinçle seçilmiş, oluşturulmuş bir yöntemimiz olmalıdır. Sağlam bir yöntemimiz olmadıkça bilimsel çalışmalar yavaş ve rastlantısal olmaya mahkûmdur. Bacon’a göre bilimsel çalışmalarda rastgele ve bireysel yöntem anlayışlarıyla değil, ussal yapılı bir bilimsel yöntemle çalışılmasının zamanı gelmiştir. Bacon’a göre bu ussal yapılı bilimsel yöntem tümevarımdır. Şimdiye dek işbaşında görünen yöntem anlayışını eleştirerek işe başlar. Bu da tümevarımın tam tersi olan tümdengelim yöntemidir. Doğa olaylarını açıklayabilmek açısından gözlemin ve deneyimin vazgeçilemezliğini savunan Bacon, önemli bilimsel buluşlarının yoğun ve sabırlı gözlem süreçleri sonunda başarıldıklarının farkındaydı. Gözlem yaparak, gözlenen şeyler üzerinde düşünmek ve sonunda tüm gözlenenleri ortak olarak ifade edebilecek bir genel açıklamaya bağlamak tümevarım yapmak demektir. Bacon doğa bilimleri alanında tümevarımdan başka bir araştırma yöntemi olamayacağını kendince haklı olarak düşünmektedir; bu nedenle gerçek bilgi modeli olarak düşünülen bilimsel bilgiye sistematik olarak güvenle götürecek olan biricik yöntem tümevarımdan başkası olamazdı.
#11
SORU: Descartes’in töz, ruh ve ahlak anlayışını kısaca açıklayınız?
CEVAP: Descartes, tözü “var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye gereksinim duymayan bir şey” olarak tanımlar ve Tanrı’yı sonsuz töz, ruh ve bedeni ise sonlu tözler olarak belirler. Ruh tözünün özü düşünmek, madde tözünün özü ise yer kaplamaktır. Bunlardan madde-cisim, tözü uzamsız var olamaz. Uzunluk, genişlik ve derinlikte uzamlılık bu tözün doğasını oluşturur. Bunlar maddesel tözün birincil nitelikleri, renk, ses, tat, sıcaklık gibi özellikler ise ikincil nitelikleridir. Uzama ilişkin niteliklerin bilgisi, nicelikle ilişkili oldukları, yani matematik dille ifade edilmeye uygundurlar. Maddesel tözün hüküm sürdüğü fizik doğa mekanik yasalara göre işler. Doğa, tüm devinimleri mekanik olan bir makinedir. Hiçbir boşluk içermez. Uzam da maddesel tözün geometrik kavramından başka bir şey değildir. Birbirlerine indirgenemeyecek yapıda olan bu iki farklı töz insanda bir arada nasıl bulunmakta, birbirleriyle nasıl etkileşmektedir? Zihin-beden ilişkisi sorunu olarak bilinen bu konuda Descartes ruh ve maddenin insan beynindeki kozalaksı bezde etkileştiklerini savundu. Törebilimi ise dört pratik ilkeye dayanmaktaydı: numaralandırmayı uygulayınız. • Ulusun yasalarına, törelerine, dinsel inançlarına boyun eğ. • Kanılarına bağlı kal ve seçtiğin eylem yolunda kararlı ol. • Kendini ve tutkularını çevrene ve talihine uyarla. • Senin için en iyi olacak yaşam uğraşını dikkatle seç.
#12
SORU: Derscartes’in yöntem ve bilgi anlayışını açıklayınız?
CEVAP: Descartes, matematikteki kesinliği felsefeye kazandırmak amacıyla yola çıktı ve bunun için tümdengelime ve sezgisel yönteme başvurdu. Ona göre tümdengelim kesin olarak bilinen olgulardan yapılan çıkarımdı ve tüm bilgi sezgisel olarak kavranan açık ve seçik başlangıç önermelerine dayanmaktaydı. Matematikteki başlangıç önermeleri doğruluğu sezgisel olarak bilinen doğruluklardı. Descartes felsefe için başlangıç oluşturacak önermelerin de sezgisel anlamda kendiliğinden açık ve seçik olmaları gerektiğini düşünmekteydi. Açıklık bir kavramın zihnimize doğrudan verilmesi, seçiklik ise kavramı zihnimizdeki diğer idelerden ayırt edebilmemiz, sınırını çizebilmemizdir. Descartes felsefeye başlangıç önermeleri bulmak için dört aşamalı bir yöntem önerdi: • Doğruluğunu açık ve seçik bilmediğimiz hiçbir şeyi doğru kabul etmemek. • Araştırdığımız sorunların her birini mümkün olduğunca küçük parçalara bölmek. • Onları basitten karmaşığa doğru bir sırayla incelemek. • Sık sık geriye dönüp elde edilen verileri sınamak. Bu esas üzere önce her şeyden kuşku duydu ve sonunda kuşkulanmakta yani düşünmekte olduğundan kuşku duyamayacağı sonucuna vardı. “Düşünüyorum, öyleyse varım önermesiyle” kendi beninin bilgisini sezgisel olarak kendiliğinden açık ve seçik kabul etti. Tanrı’nın, matematiksel bilginin ve dış dünya üzerine edindiğimiz bilgilerin geçerliliklerini kendi beniyle olan ilişkilerinden yola çıkarak kurdu ve böylece özne merkezli modern felsefenin kurucu babası olarak ünlendi.
#13
SORU: Rene Descartes kimdir ve önemli eserleri nelerdir?
CEVAP: Modern felsefenin babası, Yeniçağ felsefesinin kurucusu gibi nitelemelerle anılan René Descartes (1596- 1650), Ortaçağ etkilerinden kurtulma yolunda tümüyle olgunlaşmış felsefi tutumun ilk büyük örneğini ortaya koyarak özgür düşünen özne felsefesinin kurucusu olma onurunu elde etti. Fransa’da Tourainne kentinde doğdu. La Şeche Cizvit kolejinde güçlü bir eğitim aldı. Matematik, mantık ve felsefe konularında yetişti. Üniversiteyi bitirdikten sonra, bir süre Bavyera ordusunda askerlik yaptı. Avrupa’yı baştan başa dolaştı. 1628 yılında Hollanda’ya yerleşti. Bilinen tüm önemli yapıtlarını orada yazdı; • Yöntem Üzerine Konuşma (1637), • İlk Felsefe Üzerine Düşünceler (1641), • Felsefenin İlkeleri (1644) ve • Ruhun Tutkuları (1649). 1649’da kraliçe Christina tarafından felsefe dersleri vermek üzere İsveç’e davet edildi, 1650 fiubatında ülkenin sert iklimine dayanamadığı için pnömoniye yakalanarak öldü.
#14
SORU:
Plethon, Platon Akademi’sini kurarken neyi amaçlamıştır?
CEVAP:
Öncü Platonculardan biri olan Plethon, Cosimo de Medici’nin desteği ile Floransa’da bir Platon Akademisi kurdu (1440). Bu akademi Platon’un yapıtlarının ilk elden çevirisini yapma amacını gütmekteydi.
#15
SORU:
Ficinus’a göre Platonculuk nedir?
CEVAP:
Ficinus’a göre Platonculuk, insan bilgeliğinin özüydü ve eğer Katolik öğretisiyle uyumlu kılınabilirse bu öğretiyi gençleştirebilir, onu daha tinsel nitelikli bir öğreti haline getirebilirdi.
#16
SORU:
Yeni Platonculuk etkisindeki en özgün düşünür kimdir?
CEVAP:
Yeni Platonculuk etkisindeki en özgün düşünür Nicolaus Cusanus’tur (1401-1464).
#17
SORU:
Akıl nedir?
CEVAP:
Akıl, bilgilerimizi bir birlik altında toplamaya yetili değildir. Bunun farkına varan akıl, öğrenilmiş bilgisizlik denen duruma ulaşır ve mutlak birliği temsil eden Tanrı’ya akılla değil, bir tür sezgiyle, mistik aydınlanmayla ulaşılır.
#18
SORU:
Cusans, bilim konusunda nasıl bir tutum takınmıştır?
CEVAP:
Cusanus, bilim konusundaysa Aristotelesçi evren anlayışını yadsıyan bir tutum takınmıştır: Ona göre evrende yetkin bir daire bulunamaz, bu nedenle gezegenlerin yörüngelerinin düzgün bir daire olması düşünülemez. Bu görüş Kepler’e giden yolu açmıştır. Ona göre evrenin bir sınırı olduğu görüşü de kabul edilemez. Evrenin ne bir merkezi, ne de çevresi vardır. Öznenin durduğu yer merkez görevi görür. Bu gezegende bulunduğumuz için burasını merkez kabul etmişizdir. Cusanus’un tüm bu görüşleri bilim adına ilerici görüşlerdir ama evrenin bilimsel bir kuramını sistematik olarak ve haklı çıkarılabilir nitelikte ortaya koyamamıştır. “Doğaya ilişkin tüm görüşlerini daha çok kendi soyut uslamlamalarına ve mantıksal ölçümleme ve sonuç çıkarmalarına dayandırmıştır. Tüm bu görüşlerinden Copernicus’un haberdar olduğu ve çağ açıcı çalışmasında bu görüşlerden yararlandığı kabul edilmektedir”.
#19
SORU:
Pomponatius’a göre mutlak yetkinlik nedir?
CEVAP:
Pomponatius’a göre mutlak yetkinlik mutlak varlığa has olsa da işinin gerektirdiği ödevleri yapan her insan ahlaksal yetkinliğe erişebilir.
#20
SORU:
Rönesans döneminin gerçek yeniliği hangi alanda gerçekleşmiştir?
CEVAP:
Rönesans döneminin gerçek yeniliği bilim alanında olmuştur.
#21
SORU:
Paracelsus, vulcanusu nasıl açıklamıştır?
CEVAP:
Paracelsus’a göre her varlık türünün kendine özgü bir ruhu olsa da evrenin bir bütün olarak da ruhu vardır ve bu ruha vulcanus denir.
#22
SORU:
Telesius’a göre doğru bilgi neyin üzerine kurulur?
CEVAP:
Telesius’a göre doğruya ulaşmak için duyulara başvurmak kaçınılmazdır ve doğru bilgi duyu algısı üzerine kurulur.
#23
SORU:
Telesius, maddeyi nasıl açıklamıştır?
CEVAP:
Telesius’a göre madde daha en baştan bilinçlidir ve ruhun yapıldığı kumaş maddeseldir.
#24
SORU:
Bruno’ya göre evren nedir?
CEVAP:
Bruno’ya göre evren Tanrı’nın sonsuzluğunu sınırsız büyüklüğü içinde yansıtır. Tanrı doğallaştıran doğa, evren ise doğalaştırılmış doğadır.
#25
SORU:
Kepler yasaları nelerdir?
CEVAP:
Kepler Yasaları:
- Gezegenlerin yörüngeleri eliptiktir.
- Her gezegen güneş çevresinde çizdiği yörüngede eş zamanda eş uzunluğu geride bırakır.
- Gezegenlerin dönüş zamanının karesi, gezegenin güneşten ortalama uzaklığının küpüyle orantılıdır.
#26
SORU:
Galileo’ya göre doğa nedir?
CEVAP:
Galileo’ya göre, “Doğa matematik dille yazılmış bir kitaptır.” Bu nedenle doğanın şifrelerini ancak matematik dili kullanan bir yöntemsel yaklaşımla çözümlemek gerekir.
#27
SORU:
Bacon, bilgiyi nasıl tanımlar?
CEVAP:
Bacon’a göre bilgi güçtür ve bilmek doğaya egemen olmaktır.
#28
SORU:
Bacon, tümdengelim yöntemini nasıl açıklamıştır?
CEVAP:
Bacon’a göre tümdengelim yöntemi, öncül görevi gören tümel nitelikli önermelerde içerilen bir fikri sonuç olarak ortaya koyduğu için doğa hakkında yeni bir şey söylemeyen çözümleyici bir yöntemdir. Bu yüzden doğa bilimleri için uygun değildir.
#29
SORU:
Tümevarım yöntemi hangi esasa dayanmaktadır?
CEVAP:
Tümevarım yöntemi, gözlem yapmak, tek tek gözlenen şeyler üzerinde düşünmek ve sonunda tüm gözlenenleri ortak olarak ifade edebilecek bir genel açıklamaya varmak esasına dayanır.
#30
SORU:
Mağara putları nasıl açıklanabilir?
CEVAP:
Mağara (Species) Putları: Soyunun genel özelliklerine ek olarak, her insanın kendi mizaç özelliklerinin, aldığı eğitimin ve toplumsal etkilerin sonucu olarak belli bir zihinsel tutum ve alışkanlığı oluşur ve dünyaya, olgulara bu zihinsel tutum ve alışkanlıkları bağlamında bakar. Platon’un benzetmesinden yola çıkarsak, her insan kendi mağarasını oluşturur. Oysa bu mağaranın dışına çıkmadıkça nesnel dünyayı kendi yapısı içinde kavrayamayacak, sınırlı bir bakış açısı içinde kalarak gerçekçi bir dünya ya da doğa algısına ulaşamayacaktır. Bu açıdan Bacon Herakleitos’un şu sözünü aktarır; “İnsanlar bilgiyi küçük dünyada ararlar, daha büyük ve ortaklaşa yaşadığımız dünyada değil”. Örneğin Bacon’a göre bazı insanlar nesneler arasındaki farklılıkları ayrımlaştırırken çok başarılıdırlar ve bu açıdan aşırılığa giderler, bazıları da şeyler arasındaki benzerlikleri bulma yolunda istekli ve gayretlidirler ve bu yönden aşırılığa gidebilirler. Bazıları İlk Çağ’a hayranlık gösterir, bazıları modernlikten ve yenilikten yanadır. Kişilik özelliklerinden kaynaklanan bu özel durumlar, olguların doğru betimlenmesi bakımından zararlı olabilir. Bu nedenle, kişiye özel zihinsel putlardan da bilim insanının sıyrılabilmiş olması beklenir.
#31
SORU:
Bacon’un tümevarım yöntemiyle ulaşmak istediği genelleme nedir?
CEVAP:
Bacon’un tümevarım yöntemiyle ulaşmak istediği genelleme, bir doğa olayının özünü, formunu yakalamak esasına dayanmaktaydı.
#32
SORU:
Descartes’e göre tümdengelim nedir?
CEVAP:
Descartes’e göre tümdengelim, kesin olarak bilinen olgulardan yapılan zorunlu çıkarımdır.
#33
SORU:
Descartes, sezgiyi nasıl açıklamıştır?
CEVAP:
Descartes’e göre zihinde hiçbir kuşkuya yer bırakmayan bir açıklık ve seçikliğin zihinsel olarak görülüşü sezgidir ve matematikteki başlangıç önermeleri doğruluğu sezgisel olarak bilinen doğruluklardır. Felsefenin de bu tür kendiliğinden açık başlangıç önermelerine ihtiyacı vardır.
#34
SORU:
Descartes’in, Yöntem Üzerine Konuşma’da belirlediği kurallar nelerdir?
CEVAP:
Kuşkuyu ya da birtakım yanlışlıkları, hataları tümüyle önlememizi sağlayacak kurallar ne olabilir? Descartes, Yöntem Üzerine Konuşma’da bu kuralları dört tane olarak belirledi:”
- Öncelikle, doğruluğunu gerçekten açık ve seçik olarak bilmediğin hiçbir şeyi doğru olarak kabul etme.
- Araştırdığın sorunların her birini mümkün olduğunca küçük parçalara böl; çünkü bu onların uygun çözümü için zorunludur.
- Basit olduğundan dolayı kolayca bilinebilen şeylerle işe başla ki az az ve adım adım daha karmaşık ve anlaşılması zor olan şeylerin bilgisine doğru ilerlemek olanaklı olabilsin.
- Her durumda hiçbir şeyin dışta bırakılmadığından emin olmak için, sık sık geriye dönüşler yaparak eldeki verilerin sayımını yapmaktan geri durma.”
Descartes, kesin bir doğruluğa ulaşabilmek için, bu kuralların ışığında, çeşitli alanlarda sahip olduğu bilgilerin doğruluklarını açık seçik kavrayamadığı için bunların kuşkuya açık olduklarına karar verir. Bu açıdan bir yöntem kuşkusu denebilecek uslamlama süreci gerçekleştirir. Belki de böyle bir sürecin uygulanması, onun kendisinden hiçbir biçimde kuşkulanılmayacak olan bir doğrulukla buluşmasını sağlayabilecektir.
#35
SORU:
Descartes, kuşkuyu nasıl ele almıştır?
CEVAP:
Descartes her şeyden kuşku duymuş fakat sonunda kuşku duymakta olduğundan kuşku duyamayacağı sonucuna varmıştır. Şüphe etmek bir düşünme edimi olduğu, düşünmek için de var olmak gerektiği için sonunda o ünlü önermesini dile getirmiştir; “düşünüyorum, o halde varım”.
#36
SORU:
Descartes, tözü nasıl açıklar?
CEVAP:
Descartes’e göre töz, “var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye gereksinim duymayan şeydir’’.
#37
SORU:
Descartes, tözü Tanrı’yla nasıl ilişkilendirir?
CEVAP:
Descartes’e göre Tanrı sonsuz tözdür ve bunun yanı sıra ruh ve madde olmak üzere iki sonlu töz bulunur. Ruh tözünün özü düşünmek, madde tözünün özü ise yer kaplamaktır.
#38
SORU:
Descartes’in üç devinim yasası nedir?
CEVAP:
Descartes’in üç devinim yasası: 1. Bir şey başka bir şeyden etki almadığı sürece dinginlik ya da devinimini sürdürür. 2. Devinen her cisim, devinimini düz bir çizgi doğrultusunda sürdürme eğilimindedir. 3. Her cisim hareketi esnasında direnç gücü daha yüksek bir cisimle karşılaşırsa onun hareketinin etkisiyle yönünü değiştirir, kendi direnci daha güçlüyse o cismi de kendisiyle birlikte hareket ettirir.
#39
SORU:
Descartes’in törebilimini dayandırdığı ilkeler nelerdir?
CEVAP:
Descartes’in törebilimi dört pratik ilkeye dayanır: 1. Ulusun yasalarına, törelerine, dinsel inançlarına boyun eğ. 2. Kanılarına bağlı kal ve seçtiğin eylem yolunda kararlı ol. 3. Kendini ve tutkularını çevrene ve talihine uyarla. 4. Senin için en iyi olacak yaşam uğraşını dikkatle seç.