İSLAM HUKUKUNA GİRİŞ Dersi İSLAM HUKUKUNUN MAHİYETİ VE TEMEL ÖZELLİKLERİ soru cevapları:

Toplam 16 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU: Fıkıh nedir?


CEVAP: İslâm’da bireysel ve toplumsal yaşama ilişkin düzenleyici kurallar bütününü ifade etmek için fıkıh terimi kullanılmaktadır. Fıkıh, ibadetler başta olmak üzere, dinî yükümlülüklerle ilgili esaslar yanında, toplumsal yaşamı düzenleyen kuralları da içermektedir. Diğer bir ifadeyle fıkıh, kişinin kendisine, Allah’a ve doğaya dönük davranışlarının yanı sıra, toplumsal ilişkileri de düzenleyen ve kendine özgü bir sistematiği bulunan bir hukuk düzeni niteliğindedir. Fıkhın, İslâm hukuku olarak anılmaya başlanması, XIX. yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır.

#2

SORU: İslâm Hukuku nedir?


CEVAP: Fıkhın, İslâm hukuku olarak anılmaya başlanması, XIX. yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. İslâm hukuku tabirinin, öncelikle Batılılarca kullanıldığı ve İslâm dünyasında da Batı hukuk düşüncesinin etkisiyle benimsendiği anlaşılmaktadır. Bunda fıkhın Batılı hukuklara ait sistematik içinde ve ortak terminolojiyle tanıtılması yanında, karşılaştırmalı hukuk çalışmalarına duyulan gereksinim de rol oynamıştır. İslâm hukuku tabiri, kimi zaman fıkha kavramsal açıdan denk bir içerikte, çoğunlukla da ibadetler dışında kalan ve yalnızca hukukî nitelik taşıyan kurallar bütününü belirtmek için kullanılmaktadır. Diğer taraftan fıkıh, İslâm hukukunun özel ve geleneksel adı olduğu halde, günümüzde, fıkıh kelimesine de, hukuk kavramını ifade etmek için başvurulabilmektedir. Nitekim daha çok çağdaş Arap yazarlarınca tercih edilen el-fıkhu’l-islâmî ve el-fıkhu’l- ğarbî tabirlerinde fıkıh kelimesi, hukuk anlamındadır.

#3

SORU: Fıkıh kelimesinin kökeni nereden gelmektedir?


CEVAP: Fıkıh (fıkh) kelimesi bir masdar olup, etimolojik bakımdan F-K-H kökünden alınmadır. F-K-H kökü bağlı olduğu bâba göre farklı, ancak birbiri ile doğrudan irtibatlı anlamlar taşımaktadır. Fıkıh, esas itibariyle anlamakla ilgili bir kelimedir. Aynı zamanda fıkıh, bir şeyi bilmek anlamına gelmektedir. Ancak fıkıh kelimesi ile mutlak anlamda bir anlama ya da bilme eylemi değil, anlamaya ve bilmeye konu olan şeyin idrâk edilmesi kastedilmektedir. Bir şeyin idrâk edilmesi ise, aklî bir faaliyet ya da zihinsel bir çaba sonucunda onun mahiyetinin kavranması anlamındadır. Fıkıh kelimesi bir sözle ilgili olarak kullanıldığında, hitaptaki hakikatin fark edilmesi ve kastedilen mananın kavranması anlamına gelmektedir. Fıkıh kelimesiyle ifade edilen kavram, derin bir sezgi ve öngörü (firâset) ile tefekkür yoluyla bilme ve bilgiyi kontrol edecek düzeyde kuşatma (dirâyet) eylemlerini de içinde barındırmaktadır. Esasen fıkıh kelimesi fıtnat (zeka) kelimesiyle açıklanmaktadır ki, bu, onun yalnızca derin ve ince kavrayışa değil, aynı zamanda bir kimsenin kavrayış yeteneğindeki üstünlüğe dair bir vurgu da içerdiğini göstermektedir. Nitekim F-K-H kökünün, derin ve ince kavrayışın bir kimse bakımından sıfat ve karakter (seciye) haline gelmesi anlamında kullanılması da, kavrayış yeteneğindeki üstünlüğe ilişkin anlam vurgusunu desteklemektedir. Sözü edilen düzeyde bir kavrayışın (fıkıh) kendisinde sıfat ve karakter haline geldiği kimseye ise, fakîh denilmektedir.

#4

SORU: Ünlü sufî Hasen el-Basrî (k.s.) (ö. 110/728)’ye göre fıkhın en genel anlamı nedir?


CEVAP: Gerçek fakîh, dünyayı hakir görüp âhirete yönelen, dini konusunda idrâk ve firâset sahibi, Rabb’ine kullukta devamlı, müttakî, müslümanların namuslarına göz dikmeyen ve mallarına el uzatmayan (afîf), toplumu iyiliğe yönlendiren kimsedir.

#5

SORU: Tarihsel süreçte iki ana tanım üzerinden giden Fıkıh teriminin ortaya çıkan ilk tanım biçimini yapınız?


CEVAP: Fıkhın terim anlamının açıklanması amacıyla yapılan ilk tanım biçimi, fıkıh usûlcülerine ait olup, onda hükümler kaynaklardan çıkarılırken gerçekleştirilen bilimsel faaliyet esas alınmaktadır. Buna göre fıkıh, usûlcüler tarafından Şer’î amelî hükümleri tafsîlî delillerine dayalı olarak bilmek biçiminde tanımlanmaktadır. Fıkıh tanımının şer’î amelî hüküm, tafsîlî delil ve bilme (ilm) gibi çeşitli unsurları içerdiği görülmektedir. Tanımın anlaşılabilmesi için bu terimlerle nelerin kastedildiğini açıklamamız gerekmektedir.

#6

SORU: Şer’î amelî hüküm nedir?


CEVAP: Şer’î amelî hüküm tamlaması, fıkhın inceleme alanını belirlemekte ve esas itibariyle hükümleri konu edinen bir faaliyet olduğunugöstermektedir. Hüküm, bir durumun diğerine olumlu ya da olumsuz olarak yüklenmesi (isnat edilmesi) demektir.

#7

SORU: Hükümlerin elde ediliş türleri nelerdir?


CEVAP: Hükümler, elde ediliş kaynağına göre kendi içinde aklî, hissî ve şer’î hükümler biçiminde üç kısma ayrılmaktadır. Başka bir kaynağa gerek olmaksızın yalnızca akıl yoluyla elde edilebilen, ‘iki birden büyüktür’ gibi hükümler aklî; duyu organları vasıtasıyla ulaşılan, ‘ateş yakıcıdır’ gibi hükümler hissî; dinin kaynaklarından çeşitli yöntemlere başvurularak elde edilen namaz farzdır gibi hükümler ise şer’î hükümler olarak isimlendirilmektedir. Diğer bir ifadeyle, bir hükmün şer’î olarak nitelendirilmesi, onun ilahî iradeye dayandığı anlamındadır. Burada şer’î nitelemesi, dinî olan, yani ilahî iradeyi yansıtan her bir hükmü içerecek genişliktedir.

#8

SORU: İtikâdiyyat, vicdâniyyat ve ameliyyât terimlerini ne anlama gelmektedir?


CEVAP: Şer’î hükümler de düzenledikleri konular bakımından kendi içinde itikâdiyyat, vicdâniyyat ve ameliyyât olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. İtikâdiyyât, dinin inanç yönüne ilişkin meseleler demektir. Vicdâniyyât, insanın zühd, rıza, sabır, huşu gibi içsel (bâtınî) tutumları anlamına gelmektedir. Ameliyyât ise, kişilerin dışsal (zâhirî) davranışları ile etkileri hemen ardından dışa yansıyan içsel davranışlarını ifade etmektedir. Kast, hata, rıza gibi içsel davranışlar dış organlar vasıtasıyla eyleme dönüştüklerinde, amel kavramı kapsamında değerlendirilir.

#9

SORU: Tafsili ve İcmali delil nedir?


CEVAP: Tanımda yer alan bir diğer unsur tafsîlî delil terimidir. Buna cüz’î delil de denilmektedir. Tafsîlî delil, her bir davranışla ilgili hükmün dayandığı özel delil anlamındadır. Bir hükme delil olan tek bir âyet ya da hadis, tafsîli delil niteliğindedir. Mesela namazı kılın âyeti, namaz kılmanın farz olduğunu gösteren tafsîlî bir delildir. Bir de icmâlî (küllî) deliller vardır. İcmâlî delil denildiğinde, belli bir davranışın hükmüne dair özel delil değil, bir bütün olarak fıkhın kaynakları ya da hükümlerin kendileri yoluyla elde edildiği yöntem kuralları kastedilir. Kitâb, Sünnet, icmâ ya da kıyastan her biri, bir icmâlî delildir.

#10

SORU: Şeriat nedir?


CEVAP: Şeriat, uzayıp gitme, açık ve görünür olma anlamlarına gelen şer’ kökünden türemiş bir isimdir. Şeriat, kelime olarak, insanların ya da hayvanların su içmek için gittikleri yol anlamındadır. Kur’ân-ı Kerîm’de ise, insan yaşamını yönlendirmeyi amaçlayan din esaslı hükümler bütünü anlamında kullanılmaktadır (Câsiye 45/18). Kelimenin etimolojik anlamı ile Kur’ân-ı Kerîm’de yüklendiği anlam arasında semantik bağ açıkça kurulabilmektedir. Çünkü şeriat, ilahî iradenin hüküm biçiminde açığa çıkması ve görünür hale gelmesi demektir. Benzer şekilde kelimenin su kaynağına götüren yol anlamı ile hükümlerin, kendilerine uyulduğu takdirde insanları dünyevî ve uhrevî maslahatlara ulaştırması işlevi arasında da bir ilgi mevcuttur.

#11

SORU: Şer’-i münezzel ve şer’-i müevvel ne demektir?


CEVAP: Şer’-i münezzel, bir hükümler bütünü olarak şeriatın nass yoluyla bildirilen kısmını, şer’-i müevvel ise, ictihadla elde edilen kısmını teşkil etmektedir.

#12

SORU: Temel İslâmi Bilimleri tanımlayınız?


CEVAP: Temel İslâm bilimleri tabiriyle, klasik İslâm düşüncesinde şer’î (dinî) ilimler olarak tasnif edilen kelâm, tefsir, hadis, fıkıh usûlü ve fıkıh alanlarını kastediyoruz. Temel İslâm bilimleri, başlangıçtan itibaren ilim ve fıkıh kelimeleri ile ifade edilen nakle ve re’ye (rivayete ve aklî faaliyete) dayalı bilgi birikiminin, tarihsel süreçte, konularına göre tasnif edilip, her birine özgü terimlerin ve yöntem kurallarının oluşması ile bağımsız disiplin niteliği kazanmıştır. Temel İslâm bilimlerinin inceleme alanları ve kullandıkları yöntemler farklı olmakla birlikte, her biri kendi alanında bilimsel faaliyetini sürdürülebilmek için diğer bilimlerin tespitlerine dayanmak, onlardan yararlanmak zorundadır. O nedenle, temel İslâm bilimleri bir bütünün parçaları niteliğinde olup, aralarında vazgeçilemez irtibatlar mevcuttur. Biz, burada, fıkhın diğer temel İslâm bilimleri arasındaki yerine değineceğiz. Bunu da, fıkhın diğer bilimlerle ilişkisini açıklamak suretiyle yapabiliriz.

#13

SORU: Fıkıh Usulü nedir?


CEVAP: Fıkıh usûlü, hükümlerin elde edileceği kaynakları ve hükümlerin söz konusu kaynaklardan çıkarılmasını sağlayan yöntemleri belirler. Bir fakîh, bir mesele ile ilgili hükme, ancak fıkıh usûlünde belirlenmiş olan delil ve yöntem kurallarına uyarak ulaşabilir. Hükmün, fıkıh usûlü kurallarına uygun biçimde elde edilmesi, aynı zamanda onun geçerlilik kazanmasının bir ölçütüdür. Şu halde fıkıh ve fıkıh usûlü arasında doğrudan ve birbirini tamamlayan bir ilişki mevcuttur. Fıkıh usûlü de, delil ve yöntemlerin şer’î geçerliliğini tespit bakımından kelâma bağımlıdır. Mesela şer’î amelî hükümleri kaynaklarından çıkarma faaliyetinin dayandığı, ‘hüküm kaynağının (hâkim) yalnızca ilahî irade olduğu’, ‘ilahî iradeyi Kitâb ve Sünnet’in temsil ettiği’ ve ‘ilahî iradenin hakkında hüküm öngörmediği hiçbir beşerî davranışın bulunmadığı’ gibi temel ilkeleri, fıkıh usûlü, kelâmın tespitlerine dayanarak ortaya koymuştur.

#14

SORU: Fıkıh ve Hukuku karşılaştırınız.


CEVAP: Fıkıh ve hukuk arasında kuralların bağlayıcılık niteliğini esas almak suretiyle de bir karşılaştırma yapabiliriz. Fıkıhta davranışları düzenleyen kuralları bağlayıcılık niteliği bakımından emredici, tavsiye edici ve tecviz edici biçimde üç kategoride toplamak mümkündür. Bir davranışın yapılmasını ya da yapılmamasını kesin olarak talep eden (vâcib veya haram kılan) kurallar emredici, yapılmasını ya da yapılmamasını kesin olmayan biçimde talep eden (mendûb veya mekrûh kılan) kurallar tavsiye edici, bir davranış konusunda kişilere yetki ve izin veren (mübah kılan) kurallar ise tecvîz edici niteliktedir. Hukuk kuralları ise, emredici ve tecvîz edici biçimde iki kategori teşkil etmektedir. Tavsiye edici kuralların, hukuk kurallarım kapsamında yer alması düşünülemez. Çünkü toplumsal yaşamda karşılıklı hak ve vecibelerin yerine getirilmesini sağlamak, tavsiye edici kurallarla değil, ancak kesinlik niteliği taşıyan ve maddi yaptırımla desteklenmiş kurallarla mümkün olabilir. Bu itibarla bir hukuk düzeninde tecvîz edici kurallar bile dolaylı olarak emredicilik anlamı taşır. Bir kimseye yetki ve izin verilmesi, diğer kimseler bakımından ona müdahele edilmemesi anlamında bir emir niteliğindedir.

#15

SORU: İslâm Hukukunun Câhiliye Hukuku ile İlişkisi var mıdır?


CEVAP: Câhiliye hukuku tabiriyle İslâm’ın gelmesine kadar Arap toplumunda geçerli olan hukuk kuralları bütününü kastediyoruz. Câhiliye hukuku, örf-âdet hukuku niteliğinde olup, belli bir yasama yetkisi kullanılarak oluşturulmuş değildi. Câhiliye döneminde Arap toplumu, sosyolojik bakımdan henüz devlet biçiminde yapılanma aşamasına ulaşamamıştı. Kabileler halinde yaşıyorlardı. Toplumsal yaşam da, zaman içinde oluşan örf-âdet kurallarına göre düzenleniyordu. Hukukî bir çekişme durumunda başvurulabilecek bir yargı organı da mevcut değildi. Hukukî çekişmeler, genellikle kabile reisleri ya da kâhinlerin hakemliğinde ve geçerli olan örf-âdet hukukuna göre çözümleniyordu. Örf-âdet kurallarına ya da hakemlerce verilen kararlara uymamanın yaptırımı hukukî değil, sosyal nitelikliydi. Sosyal yaptırım, örf-âdet kurallarını ihlâl eden kimse bakımından etkili bir yaptırım türü olmakla beraber, her zaman suçla oranlı ve dengeli olmadığı gibi, aynı suça her zaman aynı tepki gösterilmediğinden istikrarlı da değildir.

#16

SORU: İslâm Hukukunun temel özellikleri nelerdir?


CEVAP: İslâm hukukunu diğer hukuk düzenlerinden ayıran bir kısım özellikleri bulunmaktadır. Bunları aşağıdaki şekilde açıklayabiliriz: 1. İlahî iradeye dayalı olması: İslâm hukukunun kaynağı ilahî iradeyi temsil eden Kitâb ve Sünnet’tir. Bir kuralın İslâm hukukuna ait ve onun bir parçası sayılabilmesi için, doğrudan Kitâb ve Sünnet’e dayanması ya da dolaylı olarak onlardan çıkarılmış olması gerekmektedir. Buna şer’îlik ilkesi denilmektedir. Hukuk kurallarının doğrudan Kitâb ve Sünnet’e dayanması ifadesini, onların bu iki temel kaynakta açıkça (nass olarak) öngörülmüş olmaları anlamında kullanıyoruz. Hukuk kurallarının Kitâb ve Sünnet’ten dolaylı olarak çıkarılmış olmaları ile de, kıyas gibi ictihad yöntemleriyle elde edilmiş olmalarını kastediyoruz. 2. Yaptırımın ikili karakterde olması: Âhirette, dünyadaki davranışların mükâfât ya da azap olarak karşılığının görüleceğine inanmak, bir din olarak İslâm’ın temel iman esasları arasında bulunmaktadır. İslâm hukuk kuralları ilahî iradeye dayandığı için, bir kuralın ihlâli, hem hukukî hem de dinî sorumluluk doğurmaktadır. İslâm hukuku tarafından düzenlenen davranış ve ilişkiler de uhrevî değerlendirmenin kapsamı dışında değildir. Dolayısıyla İslâm hukukunda hukuk kuralları, onun bir hukuk düzeni olmasından ötürü dünyevî (hukukî ve cezaî) yaptırımla desteklendiği gibi, aynı zamanda uhrevî yaptırımla da desteklenmektedir. Mesela bir kimse hırsızlık yaptığında, bu fiile, hukukî açıdan suç teşkil ettiği için dünyevî yaptırım (ceza) ve dinî açıdan da günah olduğu için uhrevî yaptırım (azab) bağlanmaktadır. 3. Bilimsel doktrin niteliğinde teşekkül etmesi: İslâm hukuk kuralları devletsel yetkiye dayalı bir yasama faaliyeti yoluyla konulmadığı gibi, örf- âdet hukuku biçiminde de açığa çıkmamıştır. İslâm hukuku, İslâm hukukçuları (fukahâ) tarafından devletsel yetki kullanılmaksızın kişisel ictihad yöntemiyle geliştirilmiştir. Kişisel ictihad, salt bilimsel bir faaliyet niteliğindedir. Bu itibarla İslâm hukukuna yönelik fakîhlerin hukuku (jurists’ law) nitelemesinin yapılması, bilimsel doktrin biçiminde teşekkül ettiği için yanlış değildir. Ancak İslâm hukukunun bu özelliği, tarihsel süreçte müslüman toplumların pozitif hukuk ihtiyacını karşılamaktan uzak kaldığı anlamına gelmemektedir. Çünkü devlet başkanlarının ictihad yoluyla oluşturulan kurallardan uygun gördüklerini kanun haline getirme yetkileri bulunuyordu. 4. Meseleci (kazuistik) yöntemle oluşturulması: İslâm hukuku başlangıçta İslâm hukukçularının önlerine gelen meselelerden her birini ayrı ayrı incelemek suretiyle geliştirdikleri hukukî çözümlerin bir araya toplanmasıyla oluşmuştur.