İSLAM HUKUKUNA GİRİŞ Dersi İSLAM HUKUKUNUN OLUŞUMU VE TARİHSEL GELİŞİMİ soru cevapları:

Toplam 16 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU: İslâm Hukukunun oluşum dönemleri nelerdir?


CEVAP: İslâm hukukunun oluşum süreci ile ilgili olarak Hz. Peygamber, sahabe, tabiûn dönemlerinde hazırlık safhasının tamamlandığı; müctehid imamlar döneminde sistemleşmeye başladığı; mezhep merkezli dönemde ise sistemin olgunlaştığı ifade edilebilir. İslâm hukukunun dönemlendirilmesi ise bu sürecin aşamalarını göstermektedir. Dönemler belirlenirken kimi yazarlar siyasi iktidarı esas alarak Hz. Peygamber-EmevilerAbbasiler şeklinde bir sınıflandırma yapmışlardır.

#2

SORU: İslâm Hukukunun oluşumunda Peygamber Efendimiz (sav) nasıl bir yol izlemiştir? Mekke ve Medine dönemleriyle açıklayınız.


CEVAP: Hz. Peygamber Efendimiz (sav) döneminde İslâm hukukunun durumunu ele alırken Mekke ve Medine safhalarının özelliklerini göz önüne almak gerekmektedir. Mekke’de geçen hicretten önceki on üç yıl zarfında tebliğ edilen esaslar ağırlıklı olarak, Allah’ın birliği, Peygamberlik müessesesi, Ahiret hayatı gibi temel inanç ilkelerinin yerleştirilmesine yönelik olmuştur. Bunun yanında prensip olarak temel ahlak esasları üzerinde durulmuş, ancak bunları müeyyideye bağlayan ayrıntılı hükümler henüz getirilmemişti. Mekke dönemindeki tebliğ sürecinin insanları inanç ve ahlak bakımından belli bir düzeye getirerek, daha sonra emredilecek somut ve ayrıntılı hükümleri kabul edebilecek bir motivasyon sağlama gayesi taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu açıdan Hz. Aişe (rahm)’nin (ö. 58/678) ilk inen ayetlerin Cennet ve Cehennem motifleri taşıdığı, daha sonra helal ve haramla ilgili ayetlerin geldiğine ilişkin tespiti önemlidir. Hz. Aişe (rahm)’nin değerlendirmesine göre, fertleri hazırlamadan ilk etapta içkiyi ya da zinayı terk etmek emredilseydi, insanlar bu emirlere direnç gösterirlerdi (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 6). Hz. Peygamber’in hicretinden sonra Müslümanlar, Medine’de şehrin yönetimi üzerinde etkisi olan bir topluluk haline geldiler. Medine’de yaşayan bütün grupların iştirakiyle, hak ve sorumlulukları belirleyen ortak bir belge (Medine Vesikası) tanzim edilerek Hz. Peygamber Efendimiz (sav)’in etrafında bir nevi siyasal bir teşkilatlanma meydana getirildi. Bu aşamadan sonra hukuki hükümlerin vaz edilme ve uygulanma imkânı ortaya çıkmıştır. Zira sosyal olgu boyutundan hareket edildiğinde bir kurala hukukiliğini kazandıran niteliğin, o kuralı uygulatacak, ihlali halinde yaptırıma tabi tutacak bir iktidarın mevcudiyeti olduğu açıktır. Müslümanlar böyle bir iktidar yapısına Medine döneminde sahip olmuşlardır. Nitekim bu dönemde ibadet konuları ile ilgili ayrıntılı hükümlerin yanı sıra evlenme, boşanma, velayet, miras, ticari hayat, akitler ve borç ilişkileri, haksız fiiller, cezalar, muhakeme (yargılama) usulü, savaş ve barışla ilgili kurallar vb. sosyal hayatın hemen her alanını düzenleyen kurallar vaz edilmiştir. Bu süreç Hz. Peygamber Efendimiz (sav)’in vefatına kadar sürmüştür.

#3

SORU: Kitap, Sünnet, Nass ve İctihat terimlerinin anlamları nelerdir?


CEVAP: Hz. Peygamber döneminde İslâm hukukunun temel kaynağı vahiydir. Dolayısıyla İslâm Hukuku’nun ilk kaynağını Kur’ân, fıkıh terminolojisindeki ifadesiyle Kitâb oluşturmaktadır. Bunun yanında Hz. Peygamber’in Sünnet’iyer almaktadır. Sünnet, Hz. Peygamber’in ahkâm ayetlerinin anlaşılması ve uygulanması ile ilgili söz, eylem ve onaylamalarını içerdiği gibi, Kur’ân’da temas edilmeyen konuları hükme bağlayan tasarruflarını da kapsamaktadır. İslâm hukuku terminolojisinde, Kitâb ve Sünnet’in her ikisini ifade etmek için nas terimi de kullanılmaktadır. Bu anlamda kullanılan nas teriminin yanında İslâm Hukuku’nun kaynaklarını ifade etmek için kullanılan diğer temel terim ise ictihaddır.

#4

SORU: Bazı yazarların, İslâm öncesi örf ve adetlerin İslâm Hukuku üzerinde belirleyici olduğu önermesinin geçerliliğini tartışınız.


CEVAP: Bir takım şahıslar Hz. Peygamber Efendimiz (sav) döneminde İslâm öncesi döneme ait örflerin de bir hukuk kaynağı niteliği taşıdığını ileri sürmektedir. Ancak bunların geçerliliği Hz. Peygamber tarafından onaylanmalarıyla mümkün olmuştur ve meşruiyet açısından sünnete dayanmaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamber döneminde İslâm öncesi örflerin bir hukuk kaynağı olduğunu ileri sürmek,doğru bir yaklaşım değildir. Sonuç olarak Hz. Peygamber döneminde İslâm hukukunun iki kaynağından bahsetmek mümkündür: Kitâb ve Sünnet.

#5

SORU: Hz. Peygamber Efendimiz (sav) döneminde İslâm hukukunun oluşum süreci açısından bazı özellikler dikkati çekmektedir. Bu özellikler nelerdir?


CEVAP: • Tedrice Riayet: Bu dönemde hükümlerin vaz edilişi sırasında göze çarpan önemli bir özellik, mükellefiyetlerin aşama aşama belirli bir hazırlık ve alıştırma süreciyle yürürlük kazanmasıdır. Bahsettiğimiz durum en temel ibadetlerde dahi görülmektedir. • Kolaylık İlkesi: Hz. Peygamber döneminde hükümlerin vaz edilişi sırasında gözetilen temel amaçlar içerisinde kolaylık ilkesi yer almaktadır. İlahi iradenin mükelleflerin zorluk ve sıkıntı içerisinde kalmasını değil, bilakis kolaylaştırmayı hedeflediği bizzat Kur’ân’da açıklanmıştır (Bakara, 2/185; Nisa, 4/28; Maide, 5/6). Hz. Peygamber Efendimiz (sav)’in de günah söz konusu olmadığı müddetçe her iki alternatifin en kolayını tercih ettiği nakledilmektedir (Buhari, Menâkıb, 24). • Toplumun Maslahatının Gözetilmesi: Hz. Peygamber Efendimiz (sav) döneminde hükümlerin vaz edilişi sırasında toplumun temel ihtiyaç ve faydalarının gözetilmesi, hukuki yapılanmanın bariz bir özelliği olarak dikkat çekmektedir. Bu bağlamda bazı hukuki düzenlemelerin toplumun maslahatı doğrultusunda değişime tabi tutulduğu görülmektedir. Örnek olarak önceleri vefat eden bir erkeğin eşinin bekleme süresinin bir yıl olduğu, bu süre zarfındaki nafaka ve barınma giderinin koca tarafından vasiyet edilmesi gerektiği öngörülüyorken (Bakara 2/240), daha sonra bekleme süresi dört ay on gün olarak tespit edilmiştir (Bakara 2/234). Keza önceleri ebeveyn ve yakın akraba hakkında vasiyette bulunma mükellefiyeti söz konusu iken, daha sonra mirasçılar ve hisseleri ayrıntılı olarak belirlenmiştir.

#6

SORU: İslâm Hukuku açısından Sahabe-i Kiram Dönemi olarak adlandırılan dönemin genel nitelikleri nelerdir?


CEVAP: İslâm hukukunun oluşum süreci açısından sahabe döneminden bahsettiğimizde, dört halife dönemini ve kısmen Emevi idaresini kapsayan bir zaman dilimi söz konusudur. Özellikle ilk iki halife dönemindeki uygulamalar, İslâm hukuk düşüncesinin gelişimi açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Hz. Ebu Bekir (ö. 13/634) ve Hz. Ömer (ö. 23/644) dönemlerinde ictihad niteliğini haiz olan sahabilerin çoğunlukla Medine’de bulunması, bazı konularda istişare ile geniş tabanlı bir karara ulaşılmasını kolaylaştırmıştır. Hatta bu konuya ayrı önem verdiği anlaşılan Hz. Ömer’in belli başlı hukukçu sahabileri Medine’de ikamete mecbur tuttuğuna dair rivayetler de vardır. Daha sonraki dönemlerde ise çeşitli bölgelere yerleşen sahabiler sahip oldukları nas birikimi ve ictihad nosyonunu kendilerine öğrencilik eden tabiûn nesli hukukçularına aktarmışlardır. İleriki aşamalarda muhtelif bölgelerde belirli fakih sahabileri üstad olarak kabul eden ekolleşmeler görülecektir. Bu anlamda çeşitli bölgelerde farklı sahabilerin öne çıktığı görülmektedir. Örnek olarak Mekke’de İbn Abbas (ö. 68/687), Kûfe’de Abdullah b. Mesud (ö. 32/653), Medine’de Zeyd b. Sabit (ö. 45/655) ve İbn Ömer (ö. 74/693) gibi fakih sahabiler gerek fetva hususunda gerekse fıkhi birikimin aktarılmasında önemli rol oynamışlardır.

#7

SORU: Sahabe-i Kiram Dönemindeki İctihad faaliyetinin özellikleri nelerdir?


CEVAP: Bu dönede ictihad faaliyetlerinin taşıdığı bazı özellikleri şu şekilde sıralamak mümkündür: • İctihad geniş bir şekilde uygulanmış ve teşvik edilmiştir. Bu hususu Hz. Ömer’in Ebu Musa elEşarî (ö. 44/665) ve Kadı Şureyh’e (ö. 78/697) gönderdiği metinlerde gözlemlemek mümkündür. Özellikle ilk iki halife döneminde istişareye dayalı karar açıklamanın örnekleri de bulunmaktadır. Bu dönemde görülen ictihad faaliyetleri somut meseleleri çözmeye yöneliktir. Farazi fıkıh olgusuna rastlanmamaktadır. • Sahabe ictihad sonucu ulaşılan hükümleri, nassların açık hükümleriyle bağlayıcılık açısından aynı derecede tutmamış, bu hususu ısrarla vurgulamıştır. Bu dönem fakihleri, ictihadın hata ihtimaline açık ve göreceli bir sonuç verdiğinin bilincinde olarak bu metodu kullanmıştır. Bundan dolayı aynı konuda farklı ictihadlarda bulunabilmişler ama birbirlerini itham etmemişlerdir. • Bu dönemde, belli illet ve hikmetlere dayandığı düşünülen nasların, zamanın ve şartların etkisi sonucu illetlerinde bir değişme yaşandığı kanısıyla, gâî (amaçsal) yoruma tabi tutuldukları görülmektedir. Hz. Ebu Bekir döneminde, Hz. Ömer’in talebi doğrultusunda müellefe-i kulûb uygulamasına son verilmesi, ehl-i kitap hanımlarla evlenmek caiz olduğu halde Hz. Ömer’in bazı idarecilere bu konuda kısıtlama getirmesi, yine Hz. Ömer’in kıtlık yılında hırsızlık cezasını uygulamaması, Irak topraklarının statüsünün belirlenmesinde benzerlerinden farklı bir uygulamada bulunması bu çerçevede değerlendirilebilecek örneklerdendir. Nassların gâî yoruma tabi tutularak lafızlarının aşılması oldukça hassas bir konudur. Bu tavrın genel bir kural haline getirilmesi ise hukuk emniyetini ihlal edici bir durumdur. Söz konusu örneklere sahabe döneminde rastlanması, bu kuşağın nassların ortaya çıktığı bağlamı ve ilk uygulanışlarını bizzat yaşamalarından, lafzî ve gâî yorum arasındaki dengeyi kurabilecek yeterliliğe sahip olmalarından kaynaklanmıştır. • Sahabe dönemi hukukçuları nas bulunmayan konularda çözüme ulaşmak için ictihad etmişlerdir. Bu hususta kendilerine rehberlik eden ana unsur, Hz. Peygamber’le birlikte olmanın, onun hukuki konulardaki yaklaşım tarzına tanık olmanın kazandırdığı meleke olmuştur. Nas bulunmayan konularda bazen Hz. Peygamber dönemindeki bir olayla benzerlik kurmuşlar, bazen de fayda ve maslahat açısından konuya yaklaşarak uygun gördükleri çözümü benimsemişlerdir. Yaptıkları ictihad faaliyeti genel olarak re’y adı altında ifade edilmiştir. Sahabe döneminde nas bulunmayan konularda çözüm getirme çabasını ifade eden re’y, sonraki dönemlerde sistemleşmiş, kıyas, istihsan, ıstıslah gibi kısımlara ayrılmıştır.

#8

SORU: Sahabe-i Kiram Dönemi hukukçuları görüş birliğine ulaştıkları konuların yanı sıra birçok meselede ihtilafa düşmüşlerdir. Bu ihtilafların sebepleri nelerdir?


CEVAP: Sahabe-i Kiram Dönemi görüş ayrılıklarının sebeplerini başlıca üç grupta toplamak mümkündür: • Kur’ân ve Sünnet nasları delalet açısından, her zaman aynı kesinliğe sahip değildir. Dil imkânları çerçevesinde farklı anlama ihtimalleri mevcuttur. Söz gelimi boşanmış hanımların iddet (bekleme) sürelerini düzenleyen ayette (Bakara 2/228) geçen kurû lafzı hem regl müddeti hem de temizlik müddeti olarak anlaşılmaya müsaittir. Nitekim bu meselede farklı sahabiler, farklı anlama biçimlerini tercih ederek değişik sonuçlara ulaşmıştır. • Sahabilerin sünnet konusundaki birikimi aynı seviyede değildi. Hz. Peygamber (sav)’in kiminin muttali olduğu uygulamaları hakkında kiminin bilgisi bulunmuyordu. Sünnetle ilgili diğer bir ihtilaf sebebi ise rivayetlerin Hz. Peygamber Efendimiz (sav)’e aidiyeti konusunda farklı kriterler benimsemeleriydi. Bu bağlamda Hz. Ali’nin (ö. 40/661) raviye yemin ettirdiği, Hz. Ömer (ra)’in ise raviden ilgili rivayeti Hz. Peygamber’den işittiğine dair ayrı bir delil getirmesini istediği nakledilmektedir. Eğer ravi itimat telkin etmiyorsa onun rivayetini dikkate almıyorlardı. Nitekim Hz. Ömer (ra) boşanmış hanımların iddet süresi içerisindeki nafaka ve barınma hakkı konusunda Fatıma b. Kays tarafından aktarılan rivayeti, ravisini güvenilir bulmadığı için reddetmiştir. • Her sahabinin zihin yapısının ve hukuki melekesinin farklı olması, ister istemez ictihadi konularda görüş ayrılığını da beraberinde getiriyordu. Bu hususta sosyal çevre farkı da etkili olmaktadır. Nitekim İbn Ömer’in Medine’de karşılaştığı problemler, ihtiyaçlar ve sosyal çevre, İbn Mesud’un Kûfe’de karşı karşıya olduklarıyla aynı değildi. Dini anlayış ve algılayış biçimlerindeki zihniyet farklılığı da sahabenin ictihad farklılıklarının temel nedenleri arasındadır.

#9

SORU: Dört halife devrinin sonlarında yaşanan siyasi karışıklık akabinde çıkan gruplar hangileridir?


CEVAP: Hariciler, siyasi açıdan muhalif oldukları sahabilerin rivayet ya da fetvalarına değer vermemiş, Müslümanların çoğunluğundan farklı, sünnet malzemesini önemli ölçüde dışlayan, ayrı bir hukuk anlayışı geliştirmiştir. Şîa’nın eğilimi ise, yalnızca ehl-i beyt ve onların taraftarı olan sahabilerin rivayetlerini kabul etmek şeklinde ortaya çıkmıştır. Sadece ehl-i beyt imamlarının fetvalarına değer atfeden Şîa da ayrı bir hukuk anlayışı geliştirmiştir. Bu iki grubun dışında kalan -daha sonra Ehli sünnet ve’l-cemaat adını alacak olan- çoğunluk ise, rivayetin kabulü için siyasi görüş farklarını bir kriter olarak benimsememiş; rivayet tekniği ve karakter açısından güvenilir kabul ettiği ravilerin aktardıkları haberleri hukuki materyal olarak kullanmış, bu hususta sahabiler arasında ayrım yapmamıştır.

#10

SORU: Tabiûn Dönemi ne anlama gelmektedir?


CEVAP: Tabiûn dönemi sahabeden sonraki neslin, diğer bir ifade ile Hz. Peygamber Efendimiz (sav)’den sonraki ikinci kuşağın dönemini ifade etmektedir. Bu dönemin önemli bir bölümü Emeviler’in iktidarda olduğu zaman dilimine tekabül ettiği için, kimi yazarlarca Emeviler Dönemi olarak da adlandırılmıştır.

#11

SORU: Hicaz-Irak ya da Hadis-Rey Ekolleri ne anlama gelmektedir? Açıklayınız.


CEVAP: Hicaz müctehidlerinin çoğunu hadis ehli, Irak müctehidlerinin çoğunu re’y ehli içerisinde değerlendirmek mümkündür. Bu re’ycilerin hadisi hiç kullanmadıkları, ya da hadisçilerin asla re’yle ictihad etmedikleri anlamına gelmemektedir. Her iki grup da hadisin bağlayıcı bir hukuk kaynağı olduğu,ictihad ve re’yin de nas bulunmayan konularda kullanıldığında anlaşmaktadır. Ancak re’y ehli olan fıkıhçılar, nasların akılla anlaşılabilir illetlere dayandığını ve insanların maslahatını gerçekleştirmeyi hedeflediğini düşünmektedir. Naslara bu bakış açısıyla yaklaştıklarından nas bulunmayan yerde re’ylerini kullanarak ictihad etmekten kaçınmazlardı. Bazen naslardan elde ettikleri prensipleri uygular, bu prensiplerin diğer nasların zahiri (literal) anlamı ile çatışmasında bir sakınca görmezlerdi. Bundan dolayı re’y ictihadını geniş bir çerçevede kullanmışlar ve birçok meseleyi karara bağlamışlardır. Buna karşın hadis taraftarı kapsamında değerlendirilen alimler, bütün çabalarını hadislerin ve sahabe fetvalarının ezberlenip anlaşılmasında yoğunlaştırmışlardır. Bunların fıkhi uygulamaları bu nakle dayalı malzemenin anlaşılması ve sonradan çıkan olaylara tatbiki ile sınırlı kalmıştır. Nassın uygulanması, makul olmayan sonuçlar verse de bunda bir sakınca görmemektedirler. Bu tutumları dolayısıyla re’yle ictihad etmekten kaçınırlar, zorlayıcı bir durumla karşılaşmadıkça buna yanaşmazlardı.

#12

SORU: Müctihid İmamlar Dönemi ne anlama gelmektedir?


CEVAP: Müctehid imamlar dönemi ile hicri ikinci asrın başlarından itibaren, dördüncü asrın ortalarına kadar uzanan zaman dilimi kastedilmektedir. İslâm hukukunun oluşum sürecinde oldukça önemli merhalelere sahne olan bu dönem için fıkhın altın çağı, tedvin dönemi gibi nitelemeler de kullanılmaktadır.

#13

SORU: Mezhep Merkezli Dönemin anlamı nedir?


CEVAP: İslâm hukuk tarihi ile ilgili literatürde bu dönemin hicri IV. asrın ortalarından itibaren başlayıp, kanunlaştırma hareketleri ve yenileşme arayışlarının yaşandığı on dokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar sürdüğü ifade edilmektedir. Hukuki faaliyetin mezhep yapılanması içerisinde sürdüğü bu dönem kimi yazarlarca taklid dönemi olarak adlandırılmaktadır. Usul terminolojisinde, delilini bilmeksizin bir başkasının görüşüyle amel etmek anlamında kullanılan taklid, ictihad yeterliliği olmayanların müctehidlerin görüşlerine uymasını deyimlemektedir. Ancak taklid dönemi nitelemesinde bu kavrama olumsuz bir içerik yüklendiği de dikkatten kaçmamaktadır. Bu dönemi de kendi içerisinde ikiye ayıranlar vardır: Hicri IV. asrın ortalarından Bağdad’ın Moğollar tarafından ele geçirilmesine (1258) kadar olan dönem ve Bağdad’ın düşüşünden Mecelle’nin hazırlanışına (1869) kadar olan dönem. Bu yazarlara göre ilk dönemde mezhep doktrinini, dayandığı deliller ve metodolojik esaslar çerçevesinde izah eden eserler kaleme alınmış olmakla beraber, ikinci dönem fıkhi faaliyetin tamamen metin-şerh-hâşiye çizgisinde seyrettiği bir duraklama ve gerileme dönemidir. İlgili söylemin bünyesinde, kısmen ideolojik ögeler taşıyan, abartılı unsurlar barındırdığı dikkatten kaçmamaktadır.

#14

SORU: Mezhep Merkezli Dönemin temel özellikleri nelerdir?


CEVAP: • Mezhep merkezli dönemde yazılan eserler genelde, İslâm hukukunun mezhebin görüşleri çerçevesinde ele alınması, ulaşılan hükümlerin temellendirilmesi gayesine yöneliktir. Bu eserlerde mezhebin kurucu hukukçularının ictihad ve yorumları sistemleştirilmiş, bunlardan bir takım genel kurallar çıkarılmış, bu kurallar ışığında da birçok yeni mesele hükme bağlanmıştır (tahrîc). • Bu dönemde, karşı karşıya kalınan somut meselelerle ilgili üretilen çözümleri bir araya getiren fetâvâ, nevâzil ya da vâkıât türü eserler önemli bir yekün tutmaktadır. Yaygın kanaatin aksine ilgili literatür, mezhep merkezli dönemde de hukuki faaliyetin durmadığını, birçok yeni olayın mezhep içi ictihad metotlarıyla çözüldüğünü göstermektedir. Müftîlerin ulaştıkları çözümler, mezhep içerisinde genel kabul görünce doktrin kitaplarına intikal ediyordu. Zaman dilimleri ve sosyal çevre farklılıkları dikkate alınmak suretiyle ilgili literatür üzerine yapılacak çalışmalar, İslâm Hukuku’nun mezhep merkezli dönemdeki fonksiyonunun ortaya konması açısından önem taşımaktadır. • Dönemin bir diğer özelliği olarak, hukuki alanda kendisini gösteren örfî hukuk ve kanunname geleneği dikkat çekmektedir. Daha çok İslâm hukuk doktrininin ayrıntılı olarak düzenlemediği, bu sahada yürütme erkine inisiyatif tanıdığı kamu hukukuyla ilgili konularda etkin olan bu uygulamaların Türk devlet geleneğine dayalı tarihsel kökenleri mevcuttur. Özellikle Osmanlı uygulamasında hukuk sisteminin, fıkıh doktrinine dayalı şer’î hukuk ile hükümdarın iradesiyle pozitif hukuk kuralı niteliğini kazanan örfî hukuk üzerine oturduğu görülmektedir. Şer’î hukuk-örfî hukuk ilişkisi hakkında çeşitli tartışmalar bulunmaktadır. Bu bağlamda zaman zaman aykırılık ve çatışmalar görülmekle birlikte, örfî hukukun şer’î hukukla uyumlu olmasına özen gösterildiği, her iki alana ait kuralların aynı adlî kadro tarafından bir uyum içerisinde uygulanmaya çalışıldığı söylenebilir. Bu ahengin sağlanmasında Ebussuud Efendi (ö. 982/1574) gibi dirayetli hukukçuların katkıları da etkili olmuştur. Örfi hukuk çerçevesinde ortaya konan kânunnâmeler içerisinde Fatih’in (ö. 1481) idari düzenlemeleri içeren kanunnâmesi ile, Yavuz (ö. 1520) ve Kanuni (ö. 1566) dönemlerinde düzenlenen ceza hukuku içerikli kânunnâmeler ilk akla gelen örneklerdir.

#15

SORU: Mecelle nedir?


CEVAP: Kısa adıyla Mecelle olarak bilinen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye 1869-1876 yılları arasında hazırlanmış, 1851 maddelik bir kanundur. Esas itibarıyla eşya, borçlar ve yargılama hukukuyla ilgili kısımları kapsamaktadır. İslâm hukukunda kanunlaştırma hareketinin ilk örneğidir. Hanefi mezhebine bağlı kalarak hazırlanmıştır. Daha önceleri de bir mezhebin görüşlerini toplayan derleme niteliğinde eserler oluşturulmuştur. Bunlar içerisinde elFetâve’l- Hindiyye adlı eserde olduğu gibi, dönemin siyasi iktidarının isteği doğrultusunda hazırlananlar; Mülteka’lebhur’da olduğu gibi, mahkemelerde el kitabı olarak kullanılıp bir anlamda yarı resmi niteliği haiz olanlar bulunmaktadır. Ancak bunların hiçbiri kanun niteliğinde çalışmalar olmayıp, Mecelle ilk kanun olarak hem Osmanlı’da hem de diğer İslâm ülkelerinde gerçekleştirilecek olan kodifikasyon faaliyetlerine öncülük etmiştir. Kaynakları ve muhtevası itibarıyla İslâm hukukuna dayanan Mecelle, form itibarıyla Batı kanunlarını örnek almıştır. Nitekim Mecelle’nin hazırlanışını, şeklen de olsa, hukukta Batılılaşmanın başlangıcı olarak niteleyenler mevcuttur.

#16

SORU: Hukuk-ı Aile Kararnamesi nedir?


CEVAP: Mecelle’nin akabinde İslâm hukukuna dayalı ikinci bir kanun olarak 1917 yılında yürülüğe giren Hukuk-ı Aile Kararnamesi verilebilir. Hukuk-ı Aile Karanamesi dayandığı kaynaklar açısından, ilk kanun olan Mecelle’den farklı bir nitelik taşımaktadır. Bu kanunun dikkat çekici özelliği, hazırlanışı esnasında Hanefi mezhebi dışındaki diğer mezheplerin, hatta görüşleri kurumsal anlamda mezhepleşememiş müctehidlerin ictihadlarından da yararlanılmış olmasıdır. Nitekim aynı uygulama daha sonraki dönemlerde diğer İslâm ülkelerinde yapılan kanunlaştırma çalışmalarında da belirleyici olmuştur. Bu perspektiften hareketle birçok İslâm ülkesinde özel hukuk ve aile hukuku alanında çok sayıda kanuni düzenleme yapılmıştır (Mahmasânî, 1961).