SİYASET SOSYOLOJİSİ Dersi OTORİTE, SİYASAL İKTİDAR VE MEŞRULUK soru cevapları:
Toplam 54 Soru & Cevap#1
SORU: Giovanni Sartori’ye göre, felsefi özgürlük ile siyasal özgürlük arasındaki en önemli fark nedir?
CEVAP: Giovanni Sartori’ye göre, felsefi özgürlük (ahlaki özgürlük, irade özgürlüğü, özerklik vb.) ile siyasal özgürlük arasındaki en önemli fark, ikincisinin ilişkisel bir mahiyete sahip olmasıdır. Sartori’nin, siyasal özgürlüğün, “bir şeyden özgürlük” olarak anlaşılması gerektiğini belirtir. Bir şey için özgürlük (istem özgürlüğü), özgürlüğü, kişinin gerçek benliğinin açığa çıkmasını engelleyen bilgisizlik, yanlış bilinç, arzu ve tutkuların esiri olma gibi içsel faktörlerin kontrol altına alınması olarak tanımlar.
#2
SORU: Siyasetin ilişkisellik vasfı, siyasal olanın, farklı toplumsal ilişki biçimlerinde ortaya çıkabilen ve farklı biçimler alabilen bir antagonizmada ifadesini bulmasından kaynaklanır. Carl Schmitt, bu antagonizmayı nasıl açıklamaktadır?
CEVAP: Carl Schmitt, siyasal olanı karakterize eden antagonizmanın, son tahlilde, dost-düşman ayrımı olduğunu belirtir. İlk olarak, ‘dost’ ve ‘düşman’ kategorileri ancak bir topluluğa aidiyet üzerinden tanımlanabileceği için, bu ayrım, siyasetin izole edilmiş birey üzerinden anlaşılamayacağı gerçeğine dikkat çeker. Birey, yalnız başına değil, ancak ortak bir bağa sahip olduğu diğerleri ile birlikte siyasal bir taraftır. İkincisi ve daha önemlisi, Schmitt’in dost-düşman ayrımı, siyasal bir varlığın, bir düşmanın varlığı halinde mümkün olabileceğine ilişkin varsayımıyla, siyasal olanın bir ilişki biçiminden, ‘biz’ ve ‘onlar’ arasındaki karşıtlık ilişkisinden kaynaklandığına işaret eder.
#3
SORU: Thomas Hobbes’un toplum sözleşmesi hangi düşüncelere dayanır?
CEVAP: Hobbes, toplumu, bireyler arasındaki sözleşmeye dayandırır. Toplum sözleşmesi, Hobbes’un, temel motivasyonu kendini korumak olan birey anlayışının zorunlu bir sonucudur. Hobbes’un doğa durumu olarak kavramlaştırdığı toplum öncesi durum, bireylerin kendilerini korumak için sürekli daha fazla güç arayışında oldukları bir savaş durumudur. Doğa durumu, en güçlü kişinin yaşamını koruması açısından bile belirsizliklere açık olduğundan, bireyler bir sözleşmeyle toplumu oluşturacaklardır. Toplum sözleşmesiyle bireyler bütün güçlerini devrederek devleti yaratırlar ve devletin garantörlüğündeki bir toplumsal yaşam içerisinde yaşamlarını güvence altına almış olurlar. Hobbes’un toplum sözleşmesi düşüncesi, siyasal iktidarın varlık nedeninin, bir hakkın (yaşama hakkı) korunması olduğuna vurgu yaptığı için liberal, siyasal iktidarı bireylerin iradelerinin bir ürünü olarak gördüğü için de demokratik meşruiyet anlayışına uygun bir meşruiyet ölçütü sunar. Fakat Hobbes siyasal iktidarı sınırlandıracak hiçbir araç öngörmediği ve bireylerin iradesini de yalnızca devletin ortaya çıkış sürecinde önemsediği için, bu uygunluk oldukça sınırlı bir uygunluktur.
#4
SORU: Birbirleriyle yakından ilişkili kavramlar olan iktidar ve yönetim kavramları arasındaki ayrım nedir?
CEVAP: Yönetim bütün siyasi düşünce tarihi boyunca siyaset felsefecilerin üzerinde durduğu bir olgu olmakla birlikte, iktidar, daha çok modern devlet olgusunun ve modern devletin merkezi niteliğinin altının çizilmesi amacıyla siyaset düşünürleri tarafından kullanılan bir kavramdır.
#5
SORU: Foucault’un mikro iktidar düşüncesi ile makro iktidar düşünce arasındaki farklar nelerdir?
CEVAP: İktidarı devletle özdeşleştiren makro iktidar düşüncesinin aksine, Foucault’nun mikro iktidar düşüncesinde iktidar, belirli bir yeri ya da merkezi olan ve birtakım özne ya da kurumların sahip olduğu bir şey olmayıp sosyal hayatın çeşitli kademelerinde rastladığımız bir ilişki biçimidir. İktidar ilişkisinde yönlendirme eylemine maruz kalan tarafın pasif bir konumda olmayıp çeşitli eylemlerde bulunabilmek anlamında özgür olduğu düşünülebilir; Foucault’ya göre, iktidarın olduğu her yerde bir direniş imkânı da ortaya çıkar. Foucault, iktidarı yalnızca yasaklama ya da sınırlandırma işlevine bağlı olarak düşünmez. Foucault’ya göre iktidar, davranışları yönlendirmeyi, davranışların muhtemel sonuçlarını bir düzene koymayı, yani başkalarının mümkün eylemler alanını yapılandırmayı amaçladığı için, iktidarın ilk, asıl ve sürekli işlevi üretimdir.
#6
SORU: Foucault’nun biyoiktidar kavramlaştırması ne anlama gelmektedir?
CEVAP: Foucault, iktidarı yasaklama eylemi üzerinden değil de, üretim işlevi üzerinden tanımlar. Bu üretime göre, biyoiktidar beden üzerinde kurulan iktidardır. Burada kastedilen beden sosyal bedendir. Bu anlamda biyoiktidar, iktidar ilişkileri içerisinde belirli yaşam tarzlarının üretilmesine işaret eder. Foucault bu üretimi, iktidar ilişkileri içerisinde öznelerin uysal bedenler haline getirilmeleri olarak tarif eder.
#7
SORU: Foucault’un biyoiktidar tanımına göre, özneler, nasıl uysal bedenler haline getirilirler?
CEVAP: Foucault’ya göre, normalleştirme süreçleri yoluyla özneler, uysal bedenler haline getirilirler. Bu süreçlerde bilgi, iktidar ilişkilerini destekleyen bir araç işlevi görür. Normalleştirme, toplumsal yaşamda belirli bir yaşam tarzının normal olarak nitelenerek, hâkim yaşam kılınması sürecine gönderme yapar. Bilimler ve değer sistemleri, üretmiş oldukları normal-anormal, sosyalasosyal, akıllı-deli, iyi-kötü gibi birtakım ayrımlar yoluyla, söz konusu yaşam tarzının hâkimiyetini meşrulaştırır.
#8
SORU: Siyasal iktidarın üç ayırt edici özelliği nelerdir?
CEVAP: İlk olarak siyasal iktidar, diğer bütün kural koyucu kurumların ya da kişilerin üstünde yer aldığı için, ülkenin ya da toplumun tamamı üzerinde geçerli olan iktidardır. İkinci olarak, siyasal iktidarla toplumdaki diğer iktidarlar arasında eşitlik ilişkisi değil, hiyerarşik bir ilişki söz konusudur. Siyasal iktidar ülke içinde en üstün olan iktidardır. Bu anlamda siyasal iktidar, kendi iradesini diğer iktidarlara kabul ettirme, onların davranışını kontrol etme ve nihai sözü söyleme yetkisine sahip olan iktidardır. Son olarak, siyasal iktidar, diğer iktidar türlerinden maddi kuvvet ve zor kullanma gücünü tekelinde bulundurması yönüyle ayrılmaktadır. Diğer sosyal iktidarlar, hüküm sürdükleri alanda iradelerine ve kararlarına uyulmasını sağlamak için ikna, manevi baskı, disiplin cezası gibi değişik yöntemlere başvurabilirler. Fakat siyasal iktidar dışındaki hiçbir iktidar meşru olarak şiddete başvuramaz.
#9
SORU: Aristotelesçi anlamda siyasal birlik (bütün) ile diğer sosyal birlikler arasında ne fark bulunmaktadır?
CEVAP: Bütün, doğası gereği genel yararın (ortak iyi) gerçekleşmesine olanak sağlar. Bütün (siyasal birlik) bu yönüyle doğaları gereği tikel (kısmi, özel) çıkarların gerçekleşmesine olanak sağlayan diğer sosyal birliklerden ayrılır. Siyasal birlik, diğer sosyal birlikleri kapsar ve hiyerarşik olarak onların üstündedir. Aristoteles’e göre, diğer birliklerin amacı olan son birlik, yani polis kendi kendine yeterli tek birlik türüdür.
#10
SORU: Çağdaş düşünürlerden Carl Schmitt, siyasal birlik ile diğer sosyal birlikler arasındaki farkları nasıl açıklar?
CEVAP: Schmitt, siyasal olanı karakterize eden şeyin dost-düşman ayrımı olduğunu kabul eder. Bu anlamda, Schmitt, olağanüstü hale karar verme ve dost ve düşman gruplamasını belirlemede ifadesini bulan egemenliği, siyasal birliğin ayırıcı vasfı olarak görür. Schmitt, karar vermeyi, egemenin ayırt edici özelliği olarak görür ve karar vermenin ise, en açık şekilde, olağanüstü halde anlamını bulduğunu düşünür. Schmitt için olağanüstü hal, egemenin (devletin), kendini koruma hakkına dayanarak hukuk düzenini askıya aldığı haldir. Schmitt, her düzen gibi hukuk düzeninin de bir karara dayandığından hareketle, kararın hukuk düzenini öncelediğini kabul eder. Schmitt’in, egemeni olağanüstü halin olup olmadığının karar vericisi olarak görmesi, bu kabulün bir sonucudur. Schmitt’e göre, olağanüstü halde, karar, hukuki normdan ayrılır ve böylece kararın belirleyicilik vasfı tam anlamıyla görünürlük kazanır. Schmitt’e göre siyasal birlik, düşmanın kim olduğunu belirleme, dolayısıyla da savaşa karar verme gücüne bağlı olarak, insanın fiziksel yaşamı üzerinde tasarrufta bulunma imkânına sahip olduğu için, hiyerarşik olarak diğer sosyal birliklerin üzerinde yer alır. Schmitt, söz konusu üstünlüğün siyasal birliğin varlık koşulu olduğunu belirterek, ancak en üstün ve yetkili birlik olması durumunda bir birliğin siyasal birlik olduğundan bahsedilebileceğinin altını çizer.
#11
SORU: Aristoteles ve Schmitt, siyasal birlik tasavvuru noktasında nasıl ayrılırlar?
CEVAP: Aristoteles, insanın doğal olarak iyi bir varlık olduğunu ve insan doğasının ancak iyi bir topluluk yaşamı içerisinde açığa çıkacağını kabul ettiği için, siyasal birliği, ortak iyinin hayata geçtiği yaşam olarak düşünür. Schmitt ise, insanın tehlikeli karakterini varsaymasına bağlı olarak, siyasal birliği, bir topluluğun kendisine düşman olan toplulukla mücadelesi bağlamında varlık kazanan yaşam olarak düşünmüştür. Bu anlamda, yönetim ya da iktidar ilişkisini; Aristoteles, ortak yaşamın ortak iyiye uygun olarak düzenlenmesinin bir gereği; Schmitt ise, dost-düşman çatışmasının bir sonucu olarak görmüştür.
#12
SORU: Aristoteles ve Schmitt’in siyasal birlik anlayışları, günümüz dünyasındaki ortak yaşam deneyimini izah etmek bakımından hangi sınırlılıkları içerir?
CEVAP: Aristotelesçi siyasal birlik, homojen bir topluluk yaşamına karşılık gelir. Oysa günümüz dünyasında siyasal birlik, farklı yaşam tarzlarını içerisinde barındırdığı için, heterojen bir karaktere sahiptir. Bu nedenle, günümüzde, siyasetin amacı olan ortak iyiyi belirli bir topluluğun iyisiyle özdeş olarak göremeyiz. Schmitt, siyasal birliği homojen bir bütünlük olarak gördüğü için, siyasal mücadeleyi siyasal birlikler arasındaki bir mücadele olarak alır. Oysa günümüz dünyasında siyasal mücadele, farklı yaşam tarzları arasındaki mücadele olarak, siyasal birlik içerisinde de kendini gösterir. Schmitt, bir düşmanın varlığının siyasal birliğin varlık koşulu olduğundan hareketle, siyasal birliğin ancak başka bir siyasal birliğin varlığı durumunda var olabileceğini kabul ettiği için, global ölçekte vücut bulabilecek bir siyasal birlik imkânını reddeder. Bu da, Schmitçi siyasal birlik anlayışını, siyasetin günümüz dünyasında öne çıkmış olan global boyutunu anlamak bakımından uygun bir temel olma niteliğinden yoksun kılar.
#13
SORU: Siyasal iktidarın kendini kabul ettirmesi nelere bağlıdır?
CEVAP: Siyasal iktidarın kendini kabul ettirmesi yalnızca sahip olduğu güçle bağlantılı olarak düşünülemez. İnsanlar siyasal iktidara itaat edebilecekleri gibi direniş de gösterebilirler. Kuşkusuz korku siyasal iktidara yönelik tutumu belirleyen önemli faktörlerden biridir. Fakat siyasal iktidarın kabul görmesinde korkudan daha belirleyici olan faktör, insanların siyasal iktidara ilişkin değerlendirmeleridir. Bir siyasal iktidarın varlığını sürdürebilmesinin, yalnızca sahip olmuş olduğu güçle değil, fakat aynı zamanda insanların ona rıza göstermeleriyle mümkün olması, siyasal iktidarın değerden bağımsız olarak düşünülemeyeceğini gösterir.
#14
SORU: Leo Strauss’a göre, siyasal iktidarın bulunduğu çeşitli eylemlerin altında hangi amaçlar yatar?
CEVAP: Leo Strauss’un da belirttiği gibi, bütün siyasal eylemlerin korumak ya da değiştirmek gibi iki amacı vardır. İnsanlar, eğer mevcut durumdan memnunlarsa onu korumaya, memnun değillerse değiştirmeye yönelik siyasal eylemleri tasvip ederler.
#15
SORU: Siyasal iktidar-değer birlikteliği hususunda siyasal iktidarın kapsayıcılık vasfı ne anlama gelir?
CEVAP: Toplumun bütünü üzerinde etkiye sahip olabilecek kararlar alabilme gücü, siyasal iktidarın bir özelliğini oluşturur. Siyasal iktidarın almış olduğu kararların üzerimizdeki etkisinin kaçınılmaz olması, bu kararları bir değerlendirmeye tabi tutmamızı da beraberinde getirir. Doğal olarak, bu kararların bir kısmını haklı, iyi, adil gibi olumlu sıfatlarla nitelerken, bir kısmı hakkında da haksız, kötü, adaletsiz gibi olumsuz nitelemelerde bulunuruz.
#16
SORU: Weber’e göre otorite ne demektir?
CEVAP: Weber, iktidarın bir kişiye rızasına rağmen bir şeyi yaptırabilme gücü, otoritenin ise rızaya dayalı iktidar ya da meşru iktidar anlamına geldiğini belirtir.
#17
SORU: Otorite kavramı zaman içinde neden olumsuz anlam içeriklerini çağrıştırır hale gelmiştir?
CEVAP: Otoriter yönetim, otoriter kişilik, otoriterizm gibi kavramlar dolayımı ile otorite kavramı, özgürlüğe karşı baskıyı ifade eder hale gelmiştir. Otorite ve otoriterizm kavramlarının birbirine karıştırılmasında, Giovanni Sartori’nin de belirttiği gibi, yirminci yüzyılda yaşanan siyasal olaylar paralelinde, otoriterizm ve demokrasi arasında kurulan karşıtlığın rolü büyüktür.
#18
SORU: Faşizmin bir siyasal sistem için bulduğu ad olan otoriterizm ne demektir?
CEVAP: Savunucularına göre otoriterizm, kokuşmuş, yıkılmaya yüz tutmuş, otoritesiz sermaye demokrasilerine karşı gerçek otoriteyi yeniden canlandıran bir rejimdir. Otoriterizm kavramını kullanarak faşizm, otorite kavramının beğenilen niteliklerini ve kurumlarını diktatoryal bir devlete aktarma amacını gütmüştür.
#19
SORU: Otorite ve otoriterizm arasındaki anlamsal fark nedir?
CEVAP: Otoriterizm kavramı, anlam olarak baskıcı bir yönetim anlayışını, özgürlüğe karşı zoru içermesine karşın; otorite, zoru ve baskıyı değil rızayı içerir.
#20
SORU: Potestas sözcüğü ne demektir?
CEVAP: Potestas sözcüğü; yeterlik, yapabilme gücü anlamına gelen bir filden çıkar. Sözcüğün siyasal anlamı, yapma yeterliğini değil, yapma erkini, bir şeyi yaptırabilme gücünü anlatır. İktidar buyurur, gerektiğinde zor kullanarak ayakta durur. Buna mukabil otorite etkiler. Otorite ödüllendirmeyi ve zoru içermez. Zor devreye girdiğinde otorite, otorite olmaktan çıkar. Bu anlamda otorite, kendiliğinden kabulü gerektiren bir etki ve yetki biçimidir. Nüfuza ve saygınlığa dayanır.
#21
SORU: Auctoritas sözcüğü ne demektir?
CEVAP: Auctoritas sözcüğü, Augere fiilinden türemiştir. Augere, çoğaltmak, artırmak anlamlarını içerir. Sürekli arttırılan, pekiştirilen kuruluştur ve Romalı için otoritenin kaynağında kuruluş vardır. Otorite sahiplerinin sürekli çoğalttıkları şey kuruluştur. Yaşayanların otoritesi artık hayatta olmayanların (Kurucuların) otoritesine dayanması anlamında türevseldir. İktidarın tersine otoritenin kökleri geçmiştedir ve bu geçmiş kendini kentin günlük yaşamında en az yaşayanların gücü ve kudreti kadar hissettirir. Otorite sahibi olanların en önemli özellikleri, güç sahibi olmamalarıdır. Roma’da iktidar halktan, otorite senatodan gelir. Senatoyu oluş-turan yaşlıların sözlerinin otoritesi, salt öğüt biçiminde olmalarından ileri gelir. Bu sözlere kulak verilmesi için, onların buyruk biçiminde ifade edilmelerine ya da dışarıdan bir zorlamaya gereksinim yoktur.
#22
SORU: Hannah Arendt’e göre, otorite ilişkisinin iki temel özelliği nelerdir?
CEVAP: Otorite ilişkisi; ilişkiye konu olan iki taraf arasında eşitsizliğin bulunduğu ve üstün olan tarafın diğer tarafa kendini kabul ettirmek için ikna ve şiddet araçlarını kullanmaya ihtiyaç duymadığı bir ilişki biçimidir.
#23
SORU: Siyasal iktidar ile toplum arasındaki ilişki bağlamında düşünüldüğünde siyasal otorite hangi özellikleriyle ortaya çıkar?
CEVAP: Öncelikle, siyasal otorite ile toplum arsındaki ilişki eşitsiz bir ilişkidir; bu ilişkide siyasal otorite yöneten konumunda olduğu için, hiyerarşik olarak yukarıda bulunur. İkincisi, siyasal otorite yönetme eylemini güce dayalı olarak değil, yönetilenlerin rızasına bağlı olarak gerçekleştirir. Bir siyasal otorite güç kullanma ihtiyacı duyduğu ölçüde otorite olma özelliğini kaybeder.
#24
SORU: Sosyolojik perspektifle ele alındığında meşruluk, neye karşılık gelir?
CEVAP: Sosyolojik perspektifle ele alındığında meşruluk, toplumların yaşam tarzları, bilgi, inanç ve değer sistemleri; yani toplumların kültürleri bağlamında düşünülmesi gereken kavram olarak karşımıza çıkar.
#25
SORU: Meşruluk ile yasallık neden özdeş olarak düşünülemez?
CEVAP: Bir şeyin yasalara uygun olması ile o şeyin meşru olarak görülmesi arasında bir bağlantı olsa da, meşruluk, dinamik karakteri nedeniyle yasallığa indirgeyemeyeceğimiz bir şeydir. Bazı durumlarda yasal olan bir şey toplum nezdinde meşru görülmeyebilir.
#26
SORU: Weber’in otorite tipolojisinde geleneksel otorite ne anlama gelir?
CEVAP: Weber’e göre, geleneksel otorite daha çok geleneksel toplumlarda görülen ve siyasal iktidarın, meşruiyetini toplumun geleneklerinden aldığı otoritedir. Patriarkal, feodal ve monarşik otoriteler geleneksel otoritenin başlıca örneklerini oluşturur. Bu anlamda saltanat yönetimlerini geleneksel otoritenin bir örneği olarak görebiliriz. Bu yönetimde iktidarın meşruiyeti ve iktidar olma hakkı belirli bir ailenin mensubu olmaya bağlıdır ve iktidar, atalardan intikal ettiği şekliyle kabul görmüş olan bir geleneğe dayanır. Söz konusu aileden olmayan bir kişinin iktidar olma hakkı yoktur. Geleneksel otoritede gelenek, yalnızca iktidar olma biçimini belirlemez. Gelenekler siyasal iktidarın eylemlerini sınırlandırıcı bir fonksiyona da sahiptir. Fakat gelenekler yasalar gibi net ve açık olmadığı için, geleneksel otoritenin geçerli olduğu toplumlarda siyasal iktidarlar geniş bir hareket alanına sahiptirler. Siyasal iktidarın serbestlik alanının genişliği, geleneksel otoritenin geçerli olduğu siyasal düzenlerde, yönetimle kurulan ilişkilerin kişiselliğe dayanmasını da beraberinde getirmiştir. Söz konusu siyasal düzenlerde devletin, hanedan ailesinin malı olarak görülmesi ve siyasal iktidarın insanları himaye eden bir baba gibi algılanması, bu kişiselliğin bir yansıması olarak karşımıza çıkar.
#27
SORU: Weber’in otorite tipolojisinde karizmatik otorite ne anlama gelir?
CEVAP: “Karizma” eski Yunancada “Tanrı vergisi” anlamına gelen bir kelimedir. Karizmatik otoritede siyasal iktidar, meşruluğunu insanların kendisine atfetmiş olduğu olağanüstü niteliklere bağlı olarak kazanır. Burada önemli olan, siyasal iktidarı elinde bulunduran kişinin gerçekten olağanüstü meziyetlerinin olması değil, insanların onda bu meziyetlerin bulunduğuna inanmalarıdır. Karizma- tik otoritenin en tipik örnekleri peygamberler ve kurucu siyasal liderlerdir. Karizmatik liderlerin en önemli özelliği, kitleleri peşlerinden sürükleyebilme güçlerine bağlı olarak, yeni bir düzen getirmeleridir. Karizmatik lider, hayatın olağan akışını bozan ve ona yeni bir yön veren kişidir. Bu anlamda karizmatik liderlerin, toplumun yerleşmiş düzenine ve geleneklerine karşı çıkıp köklü değişikleri hayata geçirmeye yönelmeleri bakımından devrimci bir karaktere sahip olduklarını söylemek mümkündür. Karizmatik otorite, liderin kişisel özelliklerine bağlı olduğu için, lider hayatta kaldığı sürece geçerlidir. Karizmatik otorite lider öldükten sonra kurumlaşır, geleneksel veya hukuki otorite tipine dönüşür.
#28
SORU: Weber’in otorite tipolojisinde yasal-ussal otorite ne anlama gelir?
CEVAP: Bu otorite tipinde siyasal iktidar, meşruiyetini akılcı kurallardan alır. Bu anlamda gerek siyasal iktidarın iş başına gelmesi, gerekse yapıp ettiklerinde meşruiyetin ölçütü söz konusu kurallara uygunluktur. Weber modern yaşamı karakterize eden şeyin, hayatın bütün alanlarında araç-amaç ilişkisine dayalı aklın (araçsal rasyonalite) geçerli hale gelmesi olduğunu düşündüğü için, yasal-ussal otoriteyi modern toplumsal yaşamda geçerli olan otorite tipi olarak görmüştür. Bu Weber’in modern toplumsal yaşamda diğer otorite tiplerinin olamayacağını düşündüğü anlamına gelmez. Weber için otorite tipleri ideal tiplerdir. İdeal tipler Weber’in toplumsal yaşamı anlamak için başvurduğu kavramsal araçlardır. Weber’in bahsetmiş olduğu otorite tipleri, saf halleriyle ancak kavramsal düzeyde bulundukları için, gerçek yaşamda birbirleri ile karışmış bir şekilde karşımıza çıkarlar. Bu nedenle Weber, modern toplumsal yaşamda diğer otorite tiplerine de rastlayabileceğimizi, fakat modern yaşamdaki hâkim otorite tipinin yasal-ussal otorite olduğunu düşünür. Modern toplumsal yaşamda hem yasalara bağlı olarak iktidara gelmiş oldukları için yasal-ussal otoriteye hem de karizmatik kişilikleri nedeniyle karizmatik otoriteye sahip liderler farklı otorite tiplerinin bir arada bulunabileceğini gösteren örneklerdir. Yasal-ussal otoritenin hâkim olduğu modern siyasal yaşamda, siyasal iktidar geniş bir hareket alanına sahip değildir. Siyasal iktidar yasalara uygun hareket etmek zorundadır. Weber, siyasal iktidarın kurallar tarafından belirlenmişliğinin, siyaseti değer kaybına uğrattığını düşünür. Weber’e göre, bütün siyasal ve idari mekanizmaların araçsal aklın hâkimiyetine bağlı olarak tanzim edilmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan gayrı- şahsi kural, görev ve kurumların yaygınlaşması, kaçınılmaz olarak, siyasetin rutinleşmesini ve siyasal kararların rutin idari kararlara dönüşmesini beraberinde getirmiştir. Weber, bu durumu hoş karşılamadığı için modern siyasal yaşamda kişilikleri nedeniyle kuralların dışına çıkabilme gücüne sahip karizmatik liderlere büyük önem atfetmiştir.
#29
SORU: Easton’a göre, meşruluğun üç kaynağı nelerdir?
CEVAP: Easton’a göre, meşruluğun üç kaynağı ideolojik kaynak, yapısal kaynak ve liderlerin kişisel özellikleridir. Bir siyasal rejimde siyasal iktidar, yönetilenlerin, rejimin temelinde bulunan ilke ve değerleri benimsemesinin bir sonucu olarak kabul görüyorsa, bu siyasal iktidarın meşruluğunun kaynağında ideoloji var demektir. İnsanların rejimin temelinde bulunan ideolojiye bağlılıkları çeşitli faktörlere dayanır. Kuşkusuz en temel faktör, ideolojinin toplumun istek ve beklentilerine cevap verebilir bir özelliğe sahip olmasıdır. Bir diğer önemli faktör ise, siyasal endoktrinasyondur. Siyasal endoktrinasyon siyasal rejimin temel değerlerinin vatandaşlara aşılanması demektir. Siyasal iktidarlar siyasal endoktrinasyon yoluyla yönetilenlerin siyasal rejimin ideolojisine, dolayısıyla da kendilerine olan sadakatlerinin devam etmesini sağlamaya çalışırlar. Meşruluğun bir başka kaynağı, siyasal yapıyı ve siyasal yapının işleyişini düzenleyen hukuk kurallarının yönetilenlerce benimsenmesidir. Buna göre, bir siyasal iktidar ancak söz konusu kurallara uygun olarak işbaşına gelmişse meşru olarak addedilir. Aynı şekilde siyasal iktidarın eylemleri de, yine belirtilen kurallara uygun olmaları ölçüsünde meşrudur. Liderlerin kişisel özellikleri hususunda Easton, etkili ve başarılı olmayı kıstas olarak alır. Easton’a göre liderin başarısı, toplumun kendisine yönelik desteğini artırıcı bir faktördür. Siyaset biliminde sistem teorisi olarak bilinen teorinin en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Easton, meşruluğu, siyasal sistemin istikrar ve destek unsurlarından biri olarak görmüştür. Easton’a göre, siyasal sitemin, toplumdan gelen taleplere cevap verememesi, insanların rejimin temel değerlerine, siyasal yapıyı işleten normlara ve liderlerin yeterliliklerine olan inancını zedeleyeceği için, bir meşruiyet krizini de beraberinde getirecektir.
#30
SORU: Günümüz dünyasında meşruiyetin zemini olarak ön plana çıkmış olan değerler nelerdir?
CEVAP: Günümüz dünyasında insan hakları ve demokrasi, meşruiyetin zemini olarak ön plana çıkmıştır.
#31
SORU: John Locke’un toplum sözleşmesi hangi düşüncelere dayanır?
CEVAP: Hobbes gibi Locke da siyasal iktidarın meşruiyetini toplum sözleşmesine dayandırır. Fakat Locke ile Hobbes’un izahları arasında üç önemli farklılık söz konusudur. Öncelikle, Locke, devlet öncesi durumu, yani doğa durumunu bir savaş durumu olarak nitelendirmez. Locke’a göre, doğal hukuk hüküm sürdüğü ve bütün bireyler akıl sahibi varlıklar olarak birbirlerinin doğal hukuktan kaynaklanan haklarını tanıdıkları için, doğa durumunda, Hobbes’un bahsettiği gibi bir hayatta kalma mücadelesi söz konusu değildir. İkincisi, Locke, devleti, bağlayıcılık gücü daha yüksek, bireylerin rızalarının çok daha ön planda olduğu bir toplum sözleşmesine dayandırır. Locke’taki toplum sözleşmesinin sonuçları, Hobbes’takinden farklıdır. Locke’a göre bireyler, devleti, zaten var olan hakların daha iyi korunması amacıyla yarattıkları için, ona sınırlı bir güç verirler. Hobbes’un, bir sözleşmenin ürünü olmasına rağmen, bu sözleşmeyle bağlı olmayan kadir-i mutlak devlet anlayışına karşın, Locke, bireylerin, kendisine yalnızca yargılama ve cezalandırma haklarını devrettikleri, sözleşmeye bağlı kalmakla yükümlü, yani fonksiyonu doğal hukukun korunması ile sınırlı bir devlet anlayışına sahiptir. Üçüncüsü, Locke, bireysel hakların, yalnızca diğer bireylere karşı değil, devlete karşı da korunması gerektiğini düşünür. Hobbes, devletin varlık nedeninin bireyin kendini koruma hakkı olduğunu düşünmesine rağmen, bu hakkı tehdit eden bir devlet karşısında, bireyi koruyucu anlamlı herhangi bir araç sunmaz. Hobbes, bireylerin, yaşamlarının tehlike altında olduğu durumlarda devlete karşı gelebileceklerini kabul etse de, onlara, kendi yaşamlarını koruma çabalarının ötesine geçerek eylemlerini devrimsel bir hareket altında birleştirme hakkı tanımaz. Buna karşın, Locke, doğal hukuka aykırı hareket eden bir devletin meşruiyetini kaybedeceğini, dolayısıyla da yurttaşların böyle bir devlete karşı direnme haklarının bulunduğunu kabul eder.
#32
SORU: Jean Jacques Rousseau’nun toplum sözleşmesi hangi düşüncelere dayanır?
CEVAP: Rousseau, bireyin toplumu öncelediğine ilişkin doğal hukukçu görüşe karşı çıkarak, toplumun bireyi öncelediğini ileri sürer. Rousseau, birey merkezli toplum anlayışına karşı çıkarak, insanın doğası gereği toplumsal bir varlık olduğunu kabul eder. Buna göre, toplum verilidir ve bireyler, zihni ve ahlaki meziyetlerini toplumdan aldıkları, toplumsal yaşam içerisinde insan oldukları için, birey ancak toplum içerisinde anlamlıdır. Rousseau, doğaya içkin bir hukukun ve adaletin bulunduğu ve buna bağlı olarak bütün insanların doğal birtakım hak ve özgürlüklere sahip oldukları yönündeki doğal hukukçu görüşe de aynı nedenle karşı çıkar. Rousseau’ya göre, tıpkı birey gibi, hukukun, hakkın, adaletin ve özgürlüğün varlığından bahsedilebilmesi için de, öncelikle doğru bir toplumun varlığı gereklidir. Rousseau bu toplumu, bireysel iradelerin genel iradeye devredilmesi ve siyasetin tek meşruiyet ölçütü olarak bu iradenin kabul edilmesini esas alan toplum sözleşmesine dayandırır. Bu durumda Rousseau’nun doğal hukuku bir meşruiyet ilkesi olarak kabul etmeyeceği de açıktır. Rousseau, ortak yaşamın düzenlenmesinde, toplumun iradesinin (genel iradenin) ürünü olan ‘pozitif’ hukuku referans mercii olarak alır. Başka bir ifadeyle, Rousseau, siyasetin meşruiyet ilkesi olarak, doğal hukukun yerine genel iradeyi koyar. Rousseau’ya göre, iyi ya da doğru toplum, genel iradenin ifadesini bulabildiği yasalarla yönetilen toplumdur. Rousseau’ya göre, genel iradenin ifadesini bulabilmesi, ancak bireylerin karar alma süreçlerine katılımı yoluyla mümkün olduğu için, doğru (meşru) siyasal düzen doğrudan demokrasinin yürürlükte olduğu siyasal düzendir. Rousseau’nun genel irade kavramı demokratik rejimlerde meşruiyet ölçütü olarak karşımıza çıkan halk iradesi ve milli irade gibi kavramların da felsefi zeminini oluşturmuştur.
#33
SORU: Liberal siyaset felsefesinin çağdaş temsilcilerinden John Rawls’un, “A Theory of Justice” (Bir Adalet Teorisi) adlı çalışmasında adil topluma ilişkin belirttiği düşünceleri nelerdir?
CEVAP: Rawls çalışmasında, “Adil bir toplumsal düzen hangi ilkeler üzerinde temellenmelidir?” sorusuna bir cevap vermeye çalışır. Rawls toplumu sözleşme temelinde açıklayan diğer liberal filozoflar gibi, toplum öncesi bir durumu varsayarak, böyle bir durumda bireylerin toplumu kurmak için üzerinde anlaşacakları adalet ilkelerinin neler olabileceğini araştırır. Rawls’un, bireylerin, üzerinde anlaşacakları ilkelerin adalet ilkeleri olması için, toplum öncesi durumda, kurulacak olan toplumdaki konumlarının avantaj veya dezavantajlarını bilmeleri, fakat kendilerinin hangi konumda olacaklarını bilmemeleri gerektiğini varsayar. Zira Rawls, kurulacak olan toplumdaki konumunu bilen bireyin, akla değil çıkarlarına uygun olanı tercih edeceğini, dolayısıyla da adalet ilkelerine ulaşamayacağını düşünür. Rawls bireylerin iki temel adalet ilkesi üzerinde anlaşacağını belirtir: (1) Her birey, diğer bireylerin özgürlüğüyle uyumlu en geniş bütüncül özgürlük sistemine ilişkin eşit hakka sahiptir. (2) Ekonomik ve toplumsal eşitsizliklerin düzenlenmesi; en dezavantajlı olanın en büyük yararı sağlamasına ve konumlara ulaşmada fırsat eşitliğinin bulunmasına uygun olmalıdır. Rawls bu ilkelerden birincisinin ikincisine göre; ikincisinde de ikinci öğenin birinci öğeye göre önceliği olduğunu belirtir. Rawls bireysel özgürlüklerin korunmasına ve ekonomik yönden dezavantajlı olanların durumlarının iyileştirilmesine hizmet eden bu ilkeleri siyasetin meşruiyet ölçütü olarak görür. Rawls’un ortaya koymuş olduğu meşruiyet ölçütü, hem liberalizmin bireysel özgürlüklerin korunması konusundaki hassasiyetine, hem de sosyal demokrasi düşüncesinin sosyal adalet konusundaki hassasiyetine cevap verebilme niteliğine sahip olması bakımından ayrı bir öneme sahiptir.
#34
SORU: Jürgen Habermas’ın demokrasi anlayışı hangi düşüncelere dayanır?
CEVAP: Habermas, bir siyasal sistemin meşru olabilmesinin, siyasal kararların vatandaşlar tarafından tartışıldığı bir kamusal alanı barındırmasına bağlı olduğunu düşünür. Habermas’a göre böyle bir kamusal alanı erken dönem burjuva toplumlarının liberal demokrasi deneyimlerinde gözlemlemek mümkündü. Bu toplumlarda okuryazar kulüpleri, salonlar, gazeteler, dergiler bir siyasal tartışma ve katılım alanı olarak işlev görüyordu. Habermas, geç modernlikle birlikte söz konusu kamusal alanın, bağımsız eleştiri ve muhalefet kaynağı olma vasfını kaybedecek şekilde bir dönüşüme maruz kaldığını belirtir. Bu anlamda Habermas’a göre, geç modern dönemde siyasal kararların tartışılma zemini işlevi görmüş olan kamusal alanın yerini, devlet, özel şirketler ve medyanın manipüle ettiği bir kamusallığın almış olması, siyasal sistem açısından bir meşruiyet krizini de beraberinde getirmiştir. Habermas açısından bakıldığında, bu bağlamda zuhur eden meşruiyet sorunu, her ne kadar sistemin kendi iç mantığına bağlı olarak aşılabilse de, böyle bir aşma süreci, insani özgürlüğün feda edilmesi pahasına gerçekleştirilmek durumundadır. Zira tam bir manipülasyon mantığının işbaşında olduğu söz konusu yeni kamusal alan içerisinde, siyasete ait pratik sorunların teknik sorunlara dönüştürülmesine gönderme yapan teknokratik bilincin yaygınlaştırılması, her ne kadar kitleleri depolitize edip sadık varlıklar haline getirse bile, insanın sahip olması gereken özgürlüğü ve eleştirel düşünce gücünü de elinden alır niteliktedir. Bu nedenle, Habermas, siyasal katılımın vatandaşların belirli periyotlarla yapılan seçimlerde oy verip önceden belirlenmiş olan siyasetleri onaylamalarıyla sınırlı olduğu mevcut liberal demokratik rejimlerin meşruiyet sorunuyla malul olduklarını düşünür. Habermas, meşruiyet sorununa yönelik sahici bir siyasal çözüm olarak, katılımcı demokrasi modelini önerir. Habermas’ın önermiş olduğu demokrasi modeli, bütün siyasal norm ve kuralların vatandaşlar arasındaki rasyonel tartışmalar yoluyla belirlenmesine zemin oluşturacak oldukça geniş bir siyasal kamusal alan vizyonunu içerir.
#35
SORU:
Max Weber' e göre iktidar ne ifade etmektedir?
CEVAP:
Bir şahsa, rızasının hilafına bir şey yaptırabilme gücünü nitelemek için kullanmaktadır.
#36
SORU:
Carl Shmitt'in dost-düşman olarak kategorize ettiği antogonizma nedir?
CEVAP:
İlk olarak, ‘dost’ ve ‘düşman’ kategorileri ancak bir topluluğa aidiyet üzerinden tanımlanabileceği için, bu ayrım, siyasetin izole edilmiş birey üzerinden anlaşılamayacağı gerçeğine dikkat çeker. Birey, yalnız başına değil, ancak ortak bir bağa sahip olduğu diğerleri ile birlikte siyasal bir taraftır. İkincisi ve daha önemlisi, Schmitt’in dost-düşman ayrımı, siyasal bir varlığın, bir düşmanın varlığı halinde mümkün olabileceğine ilişkin varsayımıyla, siyasal olanın bir ilişki biçiminden, ‘biz’ ve ‘onlar’ arasındaki karşıtlık ilişkisinden kaynaklandığı- na işaret eder.
#37
SORU:
Foucault'a göre iktidar kavramını açıklayınız.
CEVAP:
Foucault’un mikro iktidar düşüncesinden de biliyoruz ki, iktidar anlam içeriği geniş olan bir kavramdır. İktidarı devletle özdeşleştiren makro iktidar düşüncesinin aksine, Foucault’nun mikro iktidar düşüncesinde iktidar, belirli bir yeri ya da merkezi olan ve birtakım özne ya da kurumların sahip olduğu bir şey olmayıp sosyal hayatın çeşitli kademelerinde rastladığımız bir ilişki biçimidir. Toplumdaki irili ufaklı bütün resmî ya da gayri resmî sosyal birlikteliklerde (aile, okul, dernek, parti vb.) iktidar ilişkilerini görmek mümkündür.
#38
SORU:
Foucault'un biyoiktidar kavramı ne anlama gelmektedir?
CEVAP:
Foucault’nun, iktidarı yasaklama eylemi üzerinden değil de, üretim işlevi üzerinden anlaması, onun biyoiktidar kavramlaştırmasını anlamak bakımından önemlidir. Biyoiktidar beden üzerinde kurulan iktidardır. Burada kastedilen beden sosyal bedendir. Bu anlamda biyoiktidar, iktidar ilişkileri içerisinde belirli yaşam tarzlarının üretilmesine işaret eder. Foucault bu üretimi, iktidar ilişkileri içerisinde öznelerin uysal bedenler haline getirilmeleri olarak tarif eder. Peki, özneler nasıl uysal bedenler haline gelirler? Foucault’ya göre yanıt, normalleştirme süreçleri yoluyla öznelerin uysal bedenler kılındığı şeklindedir. Bu süreçlerde bilgi, iktidar ilişkilerini destekleyen bir araç işlevi görür. Normalleştirme, toplumsal yaşamda belirli bir yaşam tarzının normal olarak nitelenerek, hâkim yaşam kılınması sürecine gönderme yapar. Bilimler (sosyoloji, psikoloji, psikiyatri, kriminoloji vb.) ve değer sistemleri, üretmiş oldukları normal-anormal, sosyal-asosyal, akıllı-deli, iyi-kötü gibi birtakım ayrımlar yoluyla, söz konusu yaşam tarzının hâkimiyetini meşrulaştırır.
#39
SORU:
Siyasal iktidarın ayırt edici özellikleri hakkında kısaca bilgi veriniz.
CEVAP:
Siyasal iktidarın üç ayırt edici özelliğe sahip olduğu söylenebilir. İlk olarak siyasal iktidar, diğer bütün kural koyucu kurumların ya da kişilerin üstünde yer aldığı için, ülkenin ya da toplumun tamamı üzerinde geçerli olan iktidardır. Sosyal iktidarların yalnızca belirli gruplarda geçerli olmasına karşın, siyasal iktidar onlardan çok daha geniş bir alan üzerinde hüküm sürer.
İkinci olarak, siyasal iktidarla toplumdaki diğer iktidarlar arasında eşitlik ilişkisi değil, hiyerarşik bir ilişki söz konusudur. Siyasal iktidar ülke içinde en üstün olan iktidardır. Bu anlamda siyasal iktidar, kendi iradesini diğer iktidarlara kabul ettirme, onların davranışını kontrol etme ve nihai sözü söyleme yetkisine sahip olan iktidardır.
Siyasal iktidarı diğer iktidar türlerinden ayıran bir başka özellik ise, maddi kuvvet ve zor kullanma gücünü tekelinde bulundurmasıdır. Diğer sosyal iktidarlar, hüküm sürdükleri alanda iradelerine ve kararlarına uyulmasını sağlamak için ikna, manevi baskı, disiplin cezası gibi değişik yöntemlere başvurabilirler. Fakat siyasal iktidar dışındaki hiçbir iktidar meşru olarak şiddete başvuramaz.
#40
SORU:
Aristoteles ve Sichmitt'e göre siyasl birlik nasıl ifade edilmektedir?
CEVAP:
Aristoteles, insanın do- ğal olarak iyi bir varlık olduğunu ve insan doğasının ancak iyi bir topluluk yaşamı içerisinde açığa çıkacağını kabul ettiği için, siyasal birliği, ortak iyinin hayata geçtiği yaşam olarak düşünürken; Schmitt, insanın tehlikeli karakterini varsaymasına bağlı olarak, siyasal birliği, bir topluluğun kendisine düşman olan toplulukla mücadelesi bağlamında varlık kazanan yaşam olarak düşünmüştür. Bu anlamda, yönetim ya da iktidar ilişkisini; Aristoteles, ortak yaşamın ortak iyiye uygun olarak düzenlenmesinin bir gereği; Schmitt ise, dost-düşman çatışmasının bir sonucu olarak görmüştür.
#41
SORU:
Otorite nedir?
CEVAP:
Otoriterizm kavramının anlam olarak gerçekten de baskıcı bir yönetim anlayı- şını, özgürlüğe karşı zoru içermesine karşın; otorite, zoru ve baskıyı değil rızayı içerir. Otorite kavramı bu anlam içeriği ile iktidar kavramından da anlam olarak farklılaşır. Sözcüğün siyasal anlamı, yapma yeterliğini değil, yapma erkini, bir şeyi yaptırabilme gücünü anlatır. İktidar buyurur, gerektiğinde zor kullanarak ayakta durur. Buna mukabil otorite etkiler. Otorite ödüllendirmeyi ve zoru içermez. Zor devreye girdiğinde otorite, otorite olmaktan çıkar. Bu anlamda otorite, kendiliğinden kabulü gerektiren bir etki ve yetki biçimidir. Nüfuza ve saygınlığa dayanır.
#42
SORU:
Hannah Arendt'e göre otoritenin özellikleri nelerdir?
CEVAP:
Hannah Arendt’e göre, otorite ilişkisinin iki temel özelliği vardır. Buna göre, otorite ilişkisi; ilişkiye konu olan iki taraf arasında eşitsizliğin bulunduğu ve üstün olan tarafın diğer tarafa kendini kabul ettirmek için ikna ve şiddet araçlarını kullanmaya ihtiyaç duymadığı bir ilişki biçimidir. Hasta-hekim ilişkisi otorite ilişkisinin tipik bir örneğini oluşturur. Öncelikle, hasta ile hekim arasındaki ilişki, mahiyeti gereği eşitsiz bir ilişkidir. Hekim, ilişkide üstün olan taraftır. ‹kincisi, hekimin hasta üzerindeki otoritesi bizatihi hekim olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda hekim, hastaya söylediklerini kabul ettirebilmek için ikna etmek ya da şiddet kullanmak gibi araçlara gereksinim duymaz; hasta tarafından kendisinin hekim olarak kabul edilmesi, hastanın hekimin söylediklerine rıza göstermesi için yeterli bir nedendir.
#43
SORU:
Max Weber'e göre geleneksel otorite nedir?
CEVAP:
Weber’e göre, geleneksel otorite daha çok geleneksel toplumlarda görülen ve siyasal iktidarın, meşruiyetini toplumun geleneklerinden aldığı otoritedir. Patriarkal, feodal ve monarşik otoriteler geleneksel otoritenin başlıca örneklerini oluşturur. Bu anlamda saltanat yönetimlerini geleneksel otoritenin bir örneği olarak görebiliriz. Bu yönetimde iktidarın meşruiyeti ve iktidar olma hakkı belirli bir ailenin mensubu olmaya bağlıdır ve iktidar, atalardan intikal ettiği şekliyle kabul görmüş olan bir geleneğe dayanır. Söz konusu aileden olmayan bir kişinin iktidar olma hakkı yoktur.
#44
SORU:
Karizmatik otorite nasıl bir otorite tipidir?
CEVAP:
Karizmatik otoritenin en tipik örnekleri peygamberler ve kurucu siyasal liderlerdir. Karizmatik liderlerin en önemli özelliği, kitleleri peşlerinden sürükleyebilme güçlerine bağlı olarak, yeni bir düzen getirmeleridir. Karizmatik lider, hayatın olağan akışını bozan ve ona yeni bir yön veren kişidir. Bu anlamda karizmatik liderlerin, toplumun yerleşmiş düzenine ve geleneklerine karşı çıkıp köklü değişikleri hayata geçirmeye yönelmeleri bakımından devrimci bir karaktere sahip olduklarını söylemek mümkündür. Karizmatik otorite, liderin kişisel özelliklerine bağlı olduğu için, lider hayatta kaldığı sürece geçerlidir. Karizmatik otorite lider öldükten sonra kurumlaşır, geleneksel veya hukuki otorite tipine dönüşür.
#45
SORU:
Yasal-ussal otorite nedir?
CEVAP:
Bu otorite tipinde siyasal iktidar, meşruiyetini akılcı kurallardan alır. Bu anlamda gerek siyasal iktidarın iş başına gelmesi, gerekse yapıp ettiklerinde meşruiyetin ölçütü söz konusu kurallara uygunluktur. Weber modern yaşamı karakterize eden şeyin, hayatın bütün alanlarında araç-amaç ilişkisine dayalı aklın (araçsal rasyonalite) geçerli hale gelmesi olduğunu düşündüğü için, yasal-ussal otoriteyi modern toplumsal yaşamda geçerli olan otorite tipi olarak görmüştür. Bu Weber’in modern toplumsal yaşamda diğer otorite tiplerinin olamayacağını düşündüğü anlamına gelmez.
#46
SORU:
Thomos Hobbes'ın meşruluk görüşleri hakkında kısaca bilgi veriniz.
CEVAP:
Hobbes, toplumu, bireyler arasındaki sözleşmeye dayandırır. Toplum sözleşmesi, Hobbes’un, temel motivasyonu kendini korumak olan birey anlayışının zorunlu bir sonucudur. Hobbes’un doğa durumu olarak kavramlaştırdığı toplum öncesi durum, bireylerin kendilerini korumak için sürekli daha fazla güç arayışında oldukları bir savaş durumudur. Doğa durumu, en güçlü kişinin yaşamını koruması açısından bile belirsizliklere açık olduğundan, bireyler bir sözleşmeyle toplumu oluşturacaklardır. Toplum sözleşmesiyle bireyler bütün güçlerini devrederek devleti yaratırlar ve devletin garantörlüğündeki bir toplumsal yaşam içerisinde yaşamlarını güvence altına almış olurlar. Hobbes’un toplum sözleşmesi düşüncesi, siyasal iktidarın varlık nedeninin, bir hakkın (yaşama hakkı) korunması olduğuna vurgu yaptığı için liberal, siyasal iktidarı bireylerin iradelerinin bir ürünü olarak gördüğü için de demokratik meşruiyet anlayışına uygun bir meşruiyet ölçütü sunar.
#47
SORU:
Bir Adalet Teorisi (A Theory of Justice) adlı çalışma kime aittir?
CEVAP:
Liberal siyaset felsefesinin çağdaş temsilcilerinden John Rawls.
#48
SORU:
Jean Jacques Rousseau’nun meşruluk anlayışından kısaca söz ediniz.
CEVAP:
Rousseau, bireyin toplumu öncelediğine ilişkin doğal hukukçu görüşe karşı çıkarak, toplumun bireyi öncelediğini ileri sürer. Rousseau, birey merkezli toplum anlayışına karşı çıkarak, insanın doğası gereği toplumsal bir varlık olduğunu kabul eder. Rousseau, doğaya içkin bir hukukun ve adaletin bulunduğu ve buna bağlı olarak bütün insanların doğal birtakım hak ve özgürlüklere sahip oldukları yönündeki doğal hukukçu görüşe de aynı nedenle karşı çıkar. Rousseau’ya göre, tıpkı birey gibi, hukukun, hakkın, adaletin ve özgürlüğün varlığından bahsedilebilmesi için de, öncelikle doğru bir toplumun varlığı gereklidir. Rousseau bu toplumu, bireysel iradelerin genel iradeye devredilmesi ve siyasetin tek meşruiyet ölçütü olarak bu iradenin kabul edilmesini esas alan toplum sözleşmesine dayandırır. Rousseau, ortak yaşamın düzenlenmesinde, toplumun iradesinin (genel iradenin) ürünü olan ‘pozitif’ hukuku referans mercii olarak alır. Başka bir ifadeyle, Rousseau, siyasetin meşruiyet ilkesi olarak, doğal hukukun yerine genel iradeyi koyar. Rousseau’ya göre, iyi ya da doğru toplum, genel iradenin ifadesini bulabildiği yasalarla yönetilen toplumdur. Rousseau’ya göre, genel iradenin ifadesini bulabilmesi, ancak bireylerin karar alma süreçlerine katılımı yoluyla mümkün olduğu için, doğru (meşru) siyasal düzen doğrudan demokrasinin yürürlükte olduğu siyasal düzendir.
#49
SORU:
Easton'a göre meşruluğun kaynakları nelerdir?
CEVAP:
Easton da, Weber gibi, meşruluğun üç kaynağının bulunduğundan bahseder. Easton’a göre bunlar ideolojik kaynak, yapısal kaynak ve liderlerin kişisel özellikleridir. Bir siyasal rejimde siyasal iktidar, yönetilenlerin, rejimin temelinde bulunan ilke ve değerleri benimsemesinin bir sonucu olarak kabul görüyorsa, bu siyasal iktidarın meşruluğunun kaynağında ideoloji var demektir. Bir diğer önemli faktör ise, siyasal endoktrinasyondur. Siyasal endoktrinasyon siyasal rejimin temel değerlerinin vatandaşlara aşılanması demektir. Siyasal iktidarlar siyasal endoktrinasyon yoluyla yönetilenlerin siyasal rejimin ideolojisine, dolayısıyla da kendilerine olan sadakatlerinin devam etmesini sağlamaya çalışırlar. Meşruluğun bir başka kaynağı, siyasal yapıyı ve siyasal yapının işleyişini düzenleyen hukuk kurallarının yönetilenlerce benimsenmesidir. Buna göre, bir siyasal iktidar ancak söz konusu kurallara uygun olarak işbaşına gelmişse meşru olarak addedilir. Aynı şekilde siyasal iktidarın eylemleri de, yine belirtilen kurallara uygun olmaları ölçüsünde meşrudur. Easton, Weber gibi liderlerin kişisel niteliklerini de, meşruluğun bir kaynağı olarak görür. Easton’un kişisel nitelik ile kastettiği, Weber’in karizma kavramından farklıdır. Easton kişisel nitelik derken, etkili ve başarılı olmayı kıstas olarak alır.
#50
SORU:
Foucault'un biyoiktidar kavramına örnek veriniz.
CEVAP:
Örneğin, ataerkil bir yapının hüküm sürdüğü bir toplumda, ahlak sistemi kadın için doğru davranışın ne olduğunu belirleyip toplumsal müeyyideler yoluyla kadınların davranışlarının bu doğrultuda oluşmasını sağlayarak, erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyetinin sürmesine hizmet eder. Bir ahlak sistemi, kadın için iyi olanın; iyi bir eş olmak, iyi bir anne olmak, önceliği her zaman ailesine vermek olduğunu vazettiğinde, kamusal alanda erkeklerin hâkim olduğu bir toplumsal yaşamı desteklemiş olur. Aynı şekilde karşı cinse yönelik cinsel arzuyu normal bir davranış olarak görüp hemcinse yönelik cinsel arzuyu sapkınlık olarak nitelendiren bir bilgi ya da değer sistemi de, eşcinsellerin dışlandığı bir toplumsal yaşam düzenine hizmet eder.
#51
SORU:
Locke’un meşruluk hakkındaki görüşünü kısaca açıklayınız.
CEVAP:
Locke’un toplum sözleşmesi düşüncesi, bireysel hakların tam anlamıyla korunmasını esas alan içerimiyle liberal meşruiyet anlayışının gereklerini bütünüyle karşılayan bir meşruiyet ölçütü sunar. Fakat Locke, bireysel rızaya Hobbes’un atfetmiş olduğundan daha fazla önem atfetmesine rağmen, bireylerin siyasal karar alma sürecine katılımını ön plana çıkarmadığı için, onun sunmuş olduğu ölçüt de demokratik meşruiyet anlayışı açısından yeteri kadar tatmin edici değildir. Demokratik meşruiyeti ön plana çıkaran toplum sözleşmesi düşünürü Rousseau’dur.
#52
SORU:
Rawls bireylerin hangi adelet ilkeleri üzerinde anlaşacakları ön görmektedir?
CEVAP:
(1) Her birey, diğer bireylerin özgürlüğüyle uyumlu en geniş bütüncül özgürlük sistemine ilişkin eşit hakka sahiptir.
(2) Ekonomik ve toplumsal eşitsizliklerin düzenlenmesi; en dezavantajlı olanın en büyük yararı sağlamasına ve konumlara ulaşmada fırsat eşitliğinin bulunmasına uygun olmalıdır
#53
SORU:
Rıza kavramının siyasal iktidardaki yeri nedir?
CEVAP:
İktidar ilişkisi çift yönlü bir ilişki olduğu için, yönetme ve yönlendirme eylemi, siyasal iktidarın gücüne olduğu kadar yönetilenlerin rızasına da bağlıdır. Zira yönetilenler siyasal iktidara itaat edebilecekleri gibi karşı da çıkabilirler. Bu durum, bütün siyasal iktidarların belirli bir ölçüde yönetilenlerin rızasını almak zorunda olduklarını gösterir. Rıza kavramı iktidar-otorite ayrımında müracaat edebileceğimiz ölçüttür. Rızaya dayalı iktidara otorite denir ve bu anlamda siyasal otorite yönetilenlerin rızası üzerinde temellenen siyasal iktidardır. İktidara rıza göstermek, onun yapıp ettiklerini meşru görmek demek olduğu için otorite meşru iktidardır. Meşruluk kavramı neyin haklı ya da doğru olduğuna yönelik inancı ifade eder.
#54
SORU:
Patronaj kavramı ne anlama gelmektedir?
CEVAP:
Üstün olan tarafın (patron) diğer tarafı (yanaşma) himaye ettiği, diğer tarafın ise üstün olan tarafın kişisel çıkarları için birtakım hizmetlerde bulunduğu ilişki söz konusudur.