TEMEL SAĞLIK VE HASTALIK BİLGİSİ Dersi Vücut Sistemleri ve Hastalıkları soru cevapları:

Toplam 29 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

Genetik, kalıtımsal ve çevresel faktörlerle bu denge bozulduğunda hastalık adını verdiğimiz sorunlar ortaya çıksa da trilyonlarca hücre arasındaki denge bozulduğunda hemen hastalıklar ortaya çıkmaz. Bunun nedeni nedir?


CEVAP:

İnsan vücudu trilyonlarca hücrenin biraraya gelmesi ile oluşan muhteşem bir yapıdır. Hücreler dokuları, dokular organları, organlar sistemleri ve sistemler tüm vücudu oluşturur. Hücreler fonksiyonlarını yerine getirebilmek için beden içerisinde bir denge hâlinde çalışır. Genetik, kalıtımsal ve çevresel faktörlerle bu denge bozulduğunda hastalık adını verdiğimiz sorunlar ortaya çıkar. Aslında trilyonlarca hücrelerin arasındaki denge bozulduğunda hemen hastalıklar ortaya çıkmaz. İmmun sistem dediğimiz bağışıklık sis­temi başta olmak üzere vücut sistemleri bunu kompanse etmeye, dengeyi tekrar kurmaya çalışır. Dengenin kurulamaması hâlinde hücre, doku, organ ve sistemlerin fonksiyonla­rına ve bozulmaya neden olan faktörlere göre semptomlar yani hastalık belirtileri ortaya çıkar.


#2

SORU:

Dolaşım sisteminin temel görevleri nelerdir?


CEVAP:

Dolaşım sisteminin temel görevleri şunlardır:

• Besinleri, suyu, oksijeni (O2) ve hormonları dokulara taşımak,

• Karbondioksiti (CO2) dokulardan uzaklaştırarak akciğerlere taşımak,

• Hücrelerde ve dokularda oluşan atıkları onlardan uzaklaştırarak böbreklere taşımaktır.


#3

SORU:

Kalp kapakçıkları ile ilgili bilgi veriniz.


CEVAP:

1. Trikuspit kapak: Sağ atrium ile sağ ventrikül arasındaki kapak

2. Pulmoner kapak: Sağ ventrikülden kanın akciğerler gönderildiği pulmoner arter (akciğerlere kirli kanı taşıyan atardama) önündeki kapak

3. Mitral kapak: Sol atrium ile sol ventrikül arasındaki kapak

4. Aort kapağı: Sol ventrikülden temiz kanı tüm vücuda taşıyan aort damarının önündeki kapak


#4

SORU:

Kalbin kasılması ve gevşemesi sırasında dolaşım sisteminde ne gibi işlemler gerçekleşir?


CEVAP:

Kalbin kasılmasına, yani kanı pompalamasına “sistol”, kalbin gevşemesine yani kanın kalbe gelmesinin sağlanmasına ise “diyastol” denir. Kalbin steteskop adı verilen dinleme cihazı veya vücuttaki arterlerden (atardamarlar) atımın hissedilmesine “nabız” denir. Sistol sırasında arterlerde güçlü bir vuruntu hissedilir ve bu vuruntular 1 dakika sayılarak nabız sayısı saptanır. Nabız sayısı yaşla değişmekle birlikte dakikada 60-90 arasındadır. Bebek ve çocuklarda hızlıdır, yaş ilerledikçe bu hız azalır. Nabız sayısı 60/dakika altında ise “bradikardi”, nabız sayısı 90/dakika üzerinde ise “taşikardi” denir.


#5

SORU:

Damarların sırasıyla kalpten çıkışı, dokulara gidişi ve tekrar kalbe dönüşüne göre adları ve özellikleri nelerdir?


CEVAP:

• Aort: Kalpten çıkan vücudun en büyük arteridir.

• Arter: İçinde O ‘ ce zengin kanı organlara taşıyan atardamarlardır.

• Arteriyol: İçinde O ‘ ce zengin kanı dokulara taşıyan arterden daha küçük çaplı atardamarlardır.

• Kapiller: Doku ve hücrelere O verip, CO ve atık maddeleri toplayan vücudun en küçük damarlarıdır. Kılcal damarlar olarak da bilinir.

• Venül: Kapillerlerden gelen CO ve atık maddelerden zengin kanı toplayan küçük toplardamarlardır.

• Ven: CO ve atık maddelerde zengin kanı, yani kirlenmiş kanı kalbe taşıyan toplardamarlardır.


#6

SORU:

Hipertansiyon nedir?


CEVAP:

Kalpten çıkan kanın arter duvarına yaptığı basınca “tansiyon” denir. Normalde sistolik kan basıncının 120 mmHg, diyastolik kan basıncının ise 80 mmHg civarında olması istenir. Erişkin bir insanda dinlenim hâlinde sistolik kan basınıcının 140 mmHg, diyastolik kan ba­sının ise 90 mmHg üstüne çıkmaması gerekir. Sistolik ve/veya diyastolik kan basıncının biri­sinin veya her ikisinin de bu sınırların üzerine çıkmasına “Hipertansiyon” denir. Eğer 3 farklı zamanda bu şekilde bir hipertansiyon saptandı ise bu kişi “hipertansiyon hastası” olarak tanı konulmuş olur..


#7

SORU:

Hipertansiyon için risk faktörleri nelerdir?


CEVAP:

Yiyeceklerle Alınan Tuz: Yiyeceklerin içerisindeki tuzun günlük alım miktarı 5-6 g’ı aş­mamalıdır. Yemeklere dışarıdan tuz eklenmese de yiyeceklerin içerisindeki sodyum klo­rür (NaCl) bu miktarı karşılar. Maalesef ülkemizde kişi başı günlük tüketim alınması ge­rekenin 3 hatta 4 katına ulaşabilmektedir. Vücutta NaCl, damar içinde su tutulmasına neden olur ve bu da damar içi basıncı yani tansiyonu yükseltir. Hipertansiyondan korun­mak için tuz tüketimi azaltılmalıdır. Hipertansiyon hastaları ilaç kullanıyor olsalar bile, tuzu azaltmalıdır.

Yaş: Hipertansiyon her yaşta görülebilir bir hastalıktır. Bebek ve çocuklarda görülen hipertansiyonun altında böbrek veya kalp hastalıkları gibi bir başka hastalık yatabilir. Her­hangi bir hastalıkla ilişkisi olmayan hipertansiyon ise günümüzde 30’lu yaşlarda ortaya çıkmakta, yaş ilerledikçe ortaya çıkma riski artmaktadır.

Aile Öyküsü: Ailesinde (anne, baba, kardeş vb.) hipertansiyonu olan birey/bireyler varsa hipertansiyon görülme olasılığı bu kişilerde yüksektir.

Cinsiyet: Hipertansiyonun cinsiyetle ilişkisi yaşla da bağlantılıdır. Elli yaşın altında erkeklerde, 50 yaş üstünde ise kadınlarda karşı cinse göre daha sıktır.

Diyabetes Mellitus ve/veya Obezite: Şeker hastalığı ve/veya şişmanlık tek başlarına hipertansiyon için risk faktörü olmakla birlikte, her ikisi de varsa bu risk çok daha fazla artmaktadır.

Stres: Aşırı stres, yoğun baskı ve endişe duyguları hipertansiyonu tetikleyen önemli durumlardandır.

Sigara: Damar duvarlarının esnekliğini bozar, kolesterol gibi kan lipitleri (kandaki yağlar) ile birlikte damar sertliği adı verilen “ateroskleroz” oluşumuna neden olur. Bu ne­denle damar içi basınç yükselebilir.

Fiziksel aktivite azlığı: Sedanter yaşam denilen günlük yaşamda fizik aktivite azlığı ve hareketsizlik, dolaşım sistemi için ciddi risktir.

İlaçlar: Hastalıkların tedavisinde kullanılan bazı ilaçların yan etkisi olarak da hiper­tansiyon görülebilir. Örneğin streoid türevi ilaçlar gibi.


#8

SORU:

Hipertansiyonun semptomları nelerdir?


CEVAP:

Hipertansiyon hastalığının en önemli özelliği belirli semptomlarının olmamasıdır. Bu nedenle birçok kişi hipertansif olmasına rağmen belirli bir yakınması olmadığı için hasta olduğunun farkında değildir. Ya başka bir nedenle muayene yapıldığında ya da periyodik düzenli kontrollerde fark edilir. Hipertansiyon için çok özgü olmamakla birlikte enseden başlayan baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması, çarpıntı, burun kanaması, bulanık görme gibi yakınmalar olabilir. Hatta beyin kanaması gibi çok daha ağır bir tabloyla karşı karşıya kalınabilir. Altta yatan bir hastalık söz konusu değilse kan basıncının belirli aralıklarla ölçüldüğünde sistolik ve / veya diyastolik kan basıncının 140 / 90 mmHg’nın üzerinde olması ile tanı konur. Risk faktörlerinden düzeltilebilecek olanlardan tuz, sigara, fizik aktivite vb. yaşam tarzı değişiklikleri çok önemlidir. Tedavisi ömür boyu olup verilen ilaçlar düzenli bir şekilde kullanılmalıdır. İlaç/ilaçların etkinliği, yan etki varlığı gibi durumların araştırılması için düzenli aralıklarla muayene gerekir. Hipertansiyon sessizce organların fonksiyonlarını bozar. Bu nedenle göz, böbrek, kalp, beyin vb. muayenelerin de belirli aralıklarla yapılması yaşamsal öneme sahiptir.


#9

SORU:

Kalp yetmezliği nedir?


CEVAP:

Kalbin doku ve organların ihtiyacına yetecek kadar kanı pompalayamamasıdır. Kalp ye­tersizliğinin en önemli nedeni miyokardın kasılma fonksiyonun bozulmasıdır. Bunun nedenleri koroner kalp hastalığı, uzun süredir var olan hipertansiyon, kalp kapak has talıkları, kalp kasının yapısal ve fonksiyonel bozulması yani kardiyomiyopatilerdir. Kalp yetmezliği, sol ve sağ kalp yetmezliği olarak ikiye ayrılır. Sol kalp yetmezliği daha çok akut ortaya çıkar. Sol ventrikülün kasılma fonsiyonları bozulmuştur. Bunun sonucunda kan önce sol ventrikülde, ardından sol atrium ve daha sonra da akciğerde göllenir. Bu göllen­me sonucu akciğerlerde ödem gelişir ve solunum zorlaşır.

Sağ kalp yetersizliği ise daha kronik gelişen bir durumdur. Burada sağ ventrikülün ka­sılma fonksiyonu bozulur. Bu sefer kan önce sağ ventrikül, ardından sağ atrium ve büyük venlerde göllenir. Bunun sonucunda boyun venleri dolgunlaşır, karaciğer büyür, bacak­larda ödem oluşur.

Kalp yetmezliğinin genel semptomları dispne, ortopne, çabuk yorulma, kuru öksü­rük, hemoptizi, taşikardi ve terlemedir.

Kalp yetmezliği bir dolaşım bozukluğu olup altta yatan nedenin saptanması ve buna yönelik tedavinin planlanmasını gerektirir. İleri olgularda kalp nakli (kardiyak transplan­tasyon) gerekebilir.


#10

SORU:

Önemli kalp ve damar hastalıkları nelerdir?


CEVAP:
  • Konjenital Kalp ve Damar Hastalıkları

Atriyal Septal Defekt (ASD): Sağ ve sol atrium arasındaki bölmede (interatriyal septumda) delik olması demektir. Bunun sonucunda sol atriumdaki kan sağ atriu­ma geçer ve atriumda kan göllenir. Sağ kalp yetmezliği belirtileri ortaya çıkar. Sol tarafta da temiz kan azalır ve vücuda daha az temiz kan pompalanmış olur. İleri olgularda tam tersine sağ tarafta basınç artar ve kan sol atriuma geçer.

Ventriküler Septal Defekt (VSD): Sağ ve sol ventriküller arasındaki bölmede (in­terventriküler septum) delik olmasıdır. Bunun sonucunda sol ventriküldeki kan sağ ventriküle geçer ve burada kan göllenir. Sağ kalp yetmezliği belirtileri ortaya çıkar. Sol tarafta da temiz kan azalır ve vücuda daha az temiz kan pompalanmış olur. İleri olgularda tam tersine kan sağ ventrikülden sol ventriküle geçer.

Kalp Dekstropozisyonu: Kalbin solda olması gerekirken sağa doğru yer değiştir­mesidir.

Aort Stenozu (Aort kapak darlığı): Aort kapağı sol ventrikülün kasıldığında açı­lan ve kanın vücuda pompalandığında, ventrikül gevşediğinde kapanarak kanın ventriküle geri dönmesini önleyen bir kapaktır. Bu kapak doğumsal olarak yeteri kadar açılamazsa buna “aort stenozu darlığı” denir. Bu durumda temiz kan vücuda yeterince pompalanamaz.

Fallot Tetralojisi (Fallot Dörtlüsü): VSD, pulmoner stenoz (sağ ventrükülden kanın akciğerlere pompalandığı arterin başındaki kapağın darlığı), sağ ventrikül hipertofisi (ventrikül duvarının kalınlaşması) ve aorta’nın dekstrapozisyonu (aort damarının iki ventrikül arasından çıkması) söz konusudur.

  • Kalp Kapak Hastalıkları

Trikuspit Kapak

Trikuspit Stenozu (TS): Trikuspit kapak sağ atrium ve sağ ventrikül arasındadır. Sağ atrium kasıldığında, kanın sağ ventriküle geçebilmesi için bu tam kapağın açıl­ması gerekir. Yeterince açılamazsa buna denir.

Trikuspit Yetmezliği (TY): Sağ ventrikül kasıldığında kanın pulmoner artere gön­derilmesi gerekir. Bunun için trikuspit kapağın tam kapanması gerekir. Tam kapa­namaması trikuspit yetmezliğidir. Bu durumda kanın bir kısmı trikuspitten tersine geçerek sağ atriuma dolar ve pulmoner artere yeterli kan gönderilmemiş olur.

Pulmoner Kapak

Pulmoner Stenoz (PS): Pulmoner kapak sağ ventrikülden çıkan pulmoner arterin başındaki kapaktır. Sağ ventrikül kasıldığında, kanın sağ ventrikülden pulmoner artere geçebilmesi için bu kapağın tam açılması gerekir. Yeterince açılamazsa pul­moner stenoz gözlenir.

Pulmoner Kapak Yetmezliği (PY): Sağ ventrikül kasıldığında kanı pulmoner artere gönderir. Sonra ventrikül gevşediğinde, pulmoner arterdeki kanın geri kaçmaması için pulmoner kapağın tam kapanması gerekir. Tam kapanamaması pulmoner ka­pak yetmezliğidir. Bu durumda pulmoner artere gönderilen kan, kapağın yeterince kapanamaması nedeniyle sağ ventriküle geri döner.

Mitral Kapak

Mitral Stenoz (MS): Mitral kapak sol atrium ve sol ventrikül arasındadır. Sol at­rium kasıldığında, kanın sol ventriküle geçebilmesi için bu kapağın tam açılması gerekir. Yeterince açılamazsa buna mitral stenoz denir.

Mitral Yetmezliği (MY): Sol ventrikül kasıldığında kanın aorta gönderilmesi gere­kir. Bunun için mitral kapağın tam kapanması gerekir. Tam kapanamaması mitral yetmezliğidir. Bu durumda kanın bir kısmı tersine, sol atriuma dolar ve aorta ye­terli kan gönderilmemiş olur.

Aort Stenoz (AS): Aort kapağı sol ventrikülden çıkan aortanın başındaki kapaktır. Sol ventrikül kasıldığında, kanın sol ventrikülden aortaya geçebilmesi için bu kapa­ğın tam açılması gerekir. Yeterince açılamazsa buna aort stenozu denir.

Aort Yetmezliği (AY): Sol ventrikül kasıldığında kanı aortaya gönderir. Sonra vent­rikül gevşediğinde, aortadaki kanın geri kaçmaması için bu kapağın tam kapanma­sı gerekir. Tam kapanamaması aort kapak yetmezliğidir. Bu durumda aortaya gön­derilen kan, kapağın yeterince kapanamaması nedeniyle sol ventriküle geri döner.


#11

SORU:

Kalp ritim bozuklularının sebebi ve belirtileri nelerdir?


CEVAP:

Kalp atımlarının düzensiz olmasına “ritim bozukluğu” denir. Kalp atımlarının düzensizliği, kalp atımlarında yavaşlama veya hızlanma şeklinde ortaya çıkabilir. Ritim bozukluklarına neden olan birçok faktör vardır. Doğumsal kalp hastalıkları olabileceği gibi kalbin çalışmasını sağlayan ileti sisteminin değişik bölgelerinde meydana gelen fonksiyonel bozukluklar da bunlara neden olabilir. Ritim bozukluğunda kalp atımlarında (nabız) hızlanma (taşikardi), çarpıntı, hâlsizlik, terleme, huzursuzluk, sıkıntı hissi, karın ağrısı, bayılma, çabuk yorulma, nefesin hızlanması gibi semptomlar ortaya çıkabilir. Tanıda bireyin nabzına bakılmalıdır. Hem nabız sayısı hem de ritmi belirlenmelidir. Bu kişilerde mutlaka elektrokardiyografi (EKG) ile kalp atım hızı ve ritmi değerlendirilmelidir.


#12

SORU:

Koroner arter hastalığı tedavisi nasıl uygulanır?


CEVAP:

KAH Tedavisinde genelde ilk tercih edilen yöntem ilaç tedavisidir. Koroner arterlerin açık kalmasını sağlayıcı ilaçlar kullanılır. Bu hastalığın risk faktörlerinden düzeltilebilir fak­törlerin mutlaka kontrol altına alınması gerekir. Hastalığın ilerlediği durumlarda kalp da­marlarını açmak için ameliyat uygulanır. Buna “anjioplasti” denir. Ayrıca koroner damarda tıkanık olan bölgenin altına, bu bölgenin üstünde açık olan kısmından başka bir damar ile bağlanarak bir atlama köprüsü kurulur. Bu operasyona da “koroner bypass” denir.


#13

SORU:

Solunum nedir, solunum yolları kaç bölümden oluşur?


CEVAP:

Solunum yolları, göğüs boşluğunda yer alıp alınmamasına göre üst ve alt solunum yolları olarak ikiye ayrılır. Üst solunum yolları burun, farenks (yutak) ve larenksten (gırtlak); alt solunum yolları ise trakea (soluk borusu), bronşlar, bronşioller ve alveollerden oluşmaktadır. Burun hem solunum sisteminde hem de koku almada görev alan bir organdır. Ağız boşluğu ile burnun arka boşluğuna farinks denir. Yemek borusu (özefagus) ile solunum sisteminin ayrım noktasında larenks vardır. Larenksin üzerinde akciğerlerden gelen havanın titreşimi ile ses çıkarmamıza neden olan ses telleri vardır. Alt solunum yolunun başladığı trakea yapısı oldukça sert olan kıkırdak halkalardan oluşur. Kıkırdak halkalar arasında ise düz kaslar ve bağ dokusu vardır. Trakea göğüs kafesinin ortalarına doğru iki ana bronşa ayrılarak akciğerlere gider. Bronşlarda kıkırdak dokusu azalmaya başlar, düz kas dokusu artar. Akciğerlerin içine doğru bronşlar daha küçük uzunluk ve çapta bronşiyollere dönüşür. Bronşiyollerde kıkırdak dokusu yoktur, düz kaslardan oluşmuştur. Hücre ve dokular için gerekli olan oksijenin, solunum sistemi ile dış ortamdan alınması ve hücrelerde/dokularda oluşan karbondioksitin de yine solunum yoluyla dış ortama atılmasına “solunum” denir.


#14

SORU:

Solunum kaç bölümden oluşur?


CEVAP:

Solunum iki bölümden oluşur: İnspiryum (nefes alma) ve ekspiryum (nefes verme).

Solunum sırasında dışarıdan sadece oksijen alınmaz. Solunulan havada yer alan diğer kimyasal gazlar, organik ve inorganik tozlar, mikroorganizmalar da alınır. Parçacıkların havada asılı kalabilmesi için 100 mikrondan küçük olması gerekir. Bu değerden küçük tozlar ve bazı mikroorganizmalar burundaki kıllarda tutulur, bir kısmı da burun ve diğer solunum sistemindeki yapılarda yer alan “müsin” adı verilen yoğun bir sıvı içerisinde kalır ve akciğerlere ulaşması engellenmiş olur. On mikrondan küçük olanlar akciğerlere kadar ulaşabilir. Beş ila 10 mikron arasındaki parçacıklar alt solunum yolununda bulunan fırçam­sı bir yapıda olan “silialar”ca akciğerlerden uzaklaştırılır ve yutaktan mide-bağırsak yoluyla atılır. Bunlardan da 0,1-5 mikron çapındaki tozlar akciğer dokusuna geçebilir ve oradan da lenf ile kana karışabilir. Akciğerler sağ ve sol göğüs kafesi içerisinde yer almak üzere 2 tanedir. Sağ akciğerde 3, sol akciğer de ise 2 lob vardır. Akciğeri saran zara “plevra” denir.


#15

SORU:

Solunum sistemi enfeksiyonları nelerdir?


CEVAP:

Solunum Sisteminin Enfeksiyonları

  1. Rinit: Nezle olarak bilinen tablodur. Viral etkenlerle veya alerjiye bağlı gelişebi­lir. Viral rinitte hapşurma, hafif bir ateş, yorgunluk, kırgınlık ve seröz (su gibi) bir akıntı vardır. Alerjik rinitte ise özellikle bahar aylarında görülen ve/veya organik tozlara karşı gelişen bir tablodur. Alerji yapan madde ile karşılaşılınca peşpeşe hapşurma ve seröz bir burun akıntısı vardır.
  2. Sinuzitis: Başımızı oluşturan kemiklerin içerisinde boşluklar vardır. Dört grup­ta (maxiller, etmoid, sfenoid, frontal) sağ ve sol olmak üzere ikişer tane yer alan bu boşluklara “sinüs” denir. Bu sinüslerin inflamasyonuna (iltihaplanması) “sinuzitis” denir. Bakteriyel ve viral etkenler söz konusudur. Kişide baş ağrısı, göze yayılan ağrı, hâlsizlik, yüksek ateş, koyu kıvamda burun akıntısı, burun tıkanıklığı, burun kanaması, geniz akıntısı, ağız kokusu gibi yakınmalar olur.
  3. Akut Farenjit ve Tonsillit: Farinksin ve ağız boşluğunda 2 kenarda yer alan tonsillerin (bademcik) inflamasyonuna denir. Bahar ve kış aylarında görülür. Viral veya bakteriyel etkenler söz konusudur. Boğazda yanma, yutma güçlü­ğü, yutarken ağrı, ağız kokusu, gıcık tarzında öksürük, yüksek ateş görülebilir. Özellikle çocuklarda görülen bakteriyel tonsillitin en önemli komplikasyonu vücutta kalp, böbrek ve eklemleri tutan “romatizmal ateş”e neden olmasıdır.
  4. Akut Otitis Media: Kulak, solunum sisteminin bir organı olmamakla birlikte, orta kulakta oluşan sıvının farenkse aktığı “östaki borusu” nedeniyle üst solu­num sistemi enfeksiyonlarında, bu kanal tıkandığı için orta kulak iltihabına neden olabilir. Eğer özellikle çocukta üst solunum yolu enfeksiyonu varsa orta kulak da ayrıntılı değerlendirilmelidir.
  5.  Larenjit ve Akut Laringotrakeabronşit: Larenksin ve ses tellerinin (pilica voca­lis) inflamasyonuna “larenjit”, tabloya trakea ve bronşların da eklenmesine “akut laringotrakeabronşit” denir. Nedenleri viral veya bakteriyel olabilir. Genelde başlangıçta viral etkenler çoğunluktadır. İyileşme olmazsa üzerine bakteriler eklenebilir. Boğaz ağrısı, ses kısıklığı, öksürük, hâlsizlik, yorgunluk, yüksek ateş olabilir. Bronşlar işin içerisine girdikçe öksürükle birlikte balgam olabilir.
  6. Pnömoni, Bronkopnömoni: Akciğer dokusunun inflamasyonuna pnömoni (za­türre), olaya bronşlarda katılmışsa “bronkopnömoni” denir. Hastalarda yüksek ateş, balgamlı öksürük, hemoptizi (kanlı balgam), göğüs ağrısı, ciddi düzeyde hâlsizlik ve yorgunluk, nefes darlığı, hırıltılı solunum görülebilir. Tedavi edil­mezse ölümle sonuçlanabilir.
  7. Bronşiyolitis: Özellikle çocuklarda görülen küçük bronşlar yani bronşiyollerin inflamasyonudur. Genellikle viral etkenlerle meydana gelir. Çocukta hızlı ve hırıltılı solunum vardır. Ateş yükselebilir. Tedavi edilmezse pnömoniye dönü­şebilir.
  8. Tüberküloz (Verem): Mycobacterium tuberculosis tarafından oluşturulan, önce­likle akciğerlerde görülen, bununla birlikte kemik, karaciğer, beyin gibi organ­larla meninks (beyin zarı), plevra, perikard, periton gibi zarlarda da görülebilen ciddi bir enfeksiyondur. Özellikle yaşam koşullarının kötü olduğu yerlerde ya­şayanlarda, zayıflarda, sigara içenlerde, madencilerde ve tozlu işlerde çalışan­larda sıklığı yüksektir. Özellikle son yıllarda HIV/AIDS’in görülmesiyle birlikte bu kişilerde vücut direnci düştüğü için sayılan risk gruplarında olmayanlarda da tüberküloz olguları görülmeye başlamıştır. Kilo kaybı, gece terlemesi, kronik ve balgamlı öksürük, hemoptizi başlıca semptomlarıdır. Tedavisi uzun süreli­dir. Etkin tedavi edilemezse basil direnç kazanabilir ve tedavisi imkânsız hâle gelebilir. Ayrıca diğer organ ve dokulara yayılabilir.

#16

SORU:

Respiratuvar Distres Sendromu (RDS) nedir?


CEVAP:

Akciğerlerdeki hava keseciklerine “alveol” denir. Oksijen ve karbondioksit değişimi alveollerde olmaktadır. Bu değişimin olabilmesi için alveol yüzeyinin gergin olması gerekir. Bu gerginliği “surfaktan” denilen bir madde sağlar. Surfaktan yetmezliği başlıca erken doğan bebeklerde (prematürelerde) görülür. Erişkinlerde ise bazı enfeksiyonlardan ve bazı hastalıklardan sonra RDS gelişebilmektedir.


#17

SORU:

Gastrointestinal sistem hangi bölümlerden oluşmaktadır?


CEVAP:

Gastrointestinal sisteme sindirim sistemi de denir. Ağızdan (dişler, dil, tükrük bezleri) başlar, farenks, özefagus (yemek borusu), mide, duedenum, ileum, jejenum, kolon, rek­tumla devam eder, anal kanal ve anüsle sonlanır. Ayrıca bu sisteme hormonal, salgısal ve yapısal bağlantıları nedeniyle karaciğer, safra kesesi ve pankreas da dâhildir. GİS’in görev­leri; sindirim kanalından su, elektrolit ve besin maddelerinin emilerek vücuda alınması, sindirilmemiş veya emilmemiş madde ve atıkların depolanması ve dışarıya atılmasıdır. Ağızdan sonra sindirim kanalındaki düz kasların kasılma ve gevşeme hareketi ile besinleri GİS’te ilerletilmesini ve atıkların dışarı atılmasını sağlayan hareketlere “peristaltik hareket­ler” denir.


#18

SORU:

Ağız bölgesinde görülen hastalıklar nelerdir?


CEVAP:

Aft: Çocuklarda, yaşlılarda, takma diş kullananlarda, bağışıklık sisteminde zayıfla­ma olduğunda ortaya çıkan yaralara denir. Birçoğu viral kökenlidir ve birkaç hafta içerisinde kendiliğinden geçer. Ancak Behçet Hastalığı gibi bazı hastalıklarda daha uzun süreli olabilir.

Ağız Kuruluğu: Tükürük bezlerinin tükürük salgılama fonksiyonlarının azalması sonucu oluşur. Diyabetes mellitus gibi kronik hastalıklarda görülebileceği gibi bazı ilaçların yan etkisi olarak da ortaya çıkabilir.

Gingivit ve Diş Çürükleri: Ağız ve diş sağlığının en çok görülen formudur. Diş etlerindeki inflamasyona “gingivit” denir. Dişin değişik nedenlerle çürümesi ise hem sindirim sistemi için çiğnemenin yeterince olmamasına neden olabilir hem de burada yerleşen bakteriler kalp gibi bazı organ ve dokularda ciddi enfeksiyonla­ra neden olabilir.


#19

SORU:

Özefagus hastalıkları nelerdir?


CEVAP:

Akalazya: Yutma güçlüğüne neden olan yutma sırasında oluşması gereken peris­taltik hareketlerin az veya olmaması ile karakterize bir bozukluktur.

Divertikül: Özefagus duvarının zayıflaması sonucu oluşan cep veya keseciklerdir. Genelde doğumsal olmakla birlikte daha sonradan da oluşabilir.

Varis: Özefagus alt kısım venlerinin genişlemesidir. Karaciğer hücrelerinin fonksi­yonlarını kaybettiği siroz hastalarında görülür.

Gastroösefagial Reflu (GÖR): Midedeki yiyeceklerin mide salgıları ile karışmış hâline “kimüs” denir. Kimus oldukça asidiktir. Genelde yemekten 1 saat sonra ki­musun mideden özefagusa geri kaçmasına GÖR denir. Özefagus iç yüzeyi, mide gibi korunaklı olmadığı için çok kolay tahriş olur. Bu nedenle yanma ve ağrı oluşur. Özefagusta ülserlere (yaralara), kanamalara ve kanser gelişimine neden olabilir.


#20

SORU:

Mide rahatsızlıkları ve hastalıkları nelerdir?


CEVAP:

Gastrit: Midenin iç yüzündeki mukoza tabakasının iltihaplanmasıdır.

Ülser: Midede asit ve pepsinin zararlı etkisi ile mide mukozasında oluşan, hatta midenin tabakalarından olan düz kas tabakasını geçebilen doku kaybı ile karakte­rize bir hastalıktır. Bir anlamda gastritin daha ileri şeklidir. Midede perforasyona (delinme) ve kanamalara neden olduğu için önemli bir hastalıktır. Mide ülserinde midede ekşime, yanma, ağrı ve şişkinlik daha fazladır. Gastrite neden olan faktör­ler ülsere de neden olabilir. Ayrıca Helicobacter pylori denilen bir bakteri de mide ülserlerine neden olabilmektedir.


#21

SORU:

İnce bağırsak rahatsızlıkları ve hastalıkları nelerdir?


CEVAP:

Enterit: İnce bağırsağın inflamasyonudur (iltihaplanmasıdır). Hastalığa mide de eklenirse bulantı ve kusma da görülürse, buna “gastroenterit” denir. Bakterilerle kirlenmiş gıda ve su en önemli nedenleridir. Bu nedenle genel hijyen ve temizlik kurallarına uyulması gerekir. Belirtileri karın ağrısı ve ishaldir. Bebek, çocuk ve yaşlılarda dikkat edilmelidir, şoka ve ölüme neden olabilecek şekilde su ve elektro­lit kaybı görülebilir.

Malabrsorbsiyon Sendromları: Sindirim sisteminde mukozal emilimin bozulma­sıdır. İshal, sıklıkla yağlı diyare (steatore) şeklindedir. Karbonhidrat, protein, yağ, su ve elektrolit emilimi bozulabilir. Bunlara bağlı olarak kilo kaybı, büyüme ve ge­lişme geriliği, anemi (kansızlık), vitamin eksiklikleri görülebilir.

Chron Hastalığı / Regional Enterit: Bağırsağın bilinmeyen bir nedene bağlı kronik inflamasyonudur. En çok ince barsağın en alt kısmı ile kalın bağırsak (kolon) etki­lenmekle birlikte, barsağın herhangi bir bölgesi de tutulabilir. Karın ağrısı, gaitada (dışkı) yumuşama veya hafif ishal, iştahsızlık, kilo kaybı görülebilir.


#22

SORU:

Kalın bağırsak rahatsızlıkları ve hastalıkları nelerdir?


CEVAP:

Ülseratif Kolit: Kalın bağırsakta (kolon) ülserler ve açık yaralar ile seyreden infla­matuvar bir hastalıktır. Kolonun inflamasyonuna (iltihaplanmasına) “kolit” denir. Bir alevlenen bir iyileşen hastalıktır. En önemli belirtisi kanlı ve mukuslu ishaldir. Tabloya karın ağrısı eklenir. Kilo kaybı görülür.

İrritabl Bağırsak Sendrom (İBS): Spastik kolon, spastik bağırsak, spastik kolit ve hassas bağırsak gibi isimlerle de anılan, bağırsakların yapısal olmayan ama fonksi­yonel bir hastalığıdır. Normal dışkılama sıklığı kişiden kişiye ve yaşa göre değişebi­lir. Erişkin birisinde günde 3 defa ile haftada 3 defa dışkılama normal kabul edilir. Bu kişilerde normal alışkanlığının dışında, dışkılama sıklığında ve dışkı kıvamında değişiklikler olur. Kabızlık, diyare veya ara ara kabız ve ishal atakları şeklinde dış­kılama olabilir. Hafif bir karın ağrısı ve karında şişkinlik de vardır. İBS’de dışkılama ile hafifleyen karın ağrısı çok tipiktir. İBS başka ciddi sağlık sorunlarına neden olmamakla birlikte kişinin yaşama kalitesini olumsuz yönde etkiler.

Divertikül: Kolon mukozasının zayıflaması sonucu dışarıya doğru cepleşmesi veya keseleşmesidir. İleri yaş, kabızlık, posalı/lifli gıdalardan fakir beslenme, kırmızı etin fazla tüketilmesi şişmanlık ve hareketsizlik risk faktörleridir. Karın ağrısı, ka­bızlık, kanama görülebilir. Eğer iltihaplanırsa buna “divertikülit” denir ve şiddetli karın ağrısına ve kanamaya neden olabilir. Perfore (delinmesi) olabilir ve karın boşluğunu saran periton isimli zarın inflamasyonuna (iltihaplanmasına) neden olur. Peritonit denilen bu tablo ölümcül olabilir. Kilo kaybı, yorgunluk görülür. Ta­nıda kolonoskopi denilen yöntemlerle kolon incelenir. Orada lezyon (mukozadan farklı görünümlü yara) varsa biyopsi alınarak tanı konur.


#23

SORU:

Anorektal bölge rahatsızlık ve hastalıkları nelerdir?


CEVAP:

Hemoroid (Basur): Anal bölgedeki venlerin genişlemesidir. Kabızlık, ıkınma, ka­dınlarda normal vajinal doğum nedeniyle oluşabilir. İnternal (iç) hemoroid ve eks­ternal (dış) hemoroid olmak üzere ikiye ayrılır. İnternal hemoroidde ağrı çok fazla değildir. Ancak rektal kanama söz konusudur. Eksternal hemoroidde ise ciddi ağrı vardır. Bu nedenle dışkılamada zorluk yaşanır. Hemoroid de maalesef birçok kişi, değişik nedenlerle sağlık kurumlarına başvurmadığı için artık dayanılmayacak du­rumdayken başvurulur. Bu durumda tedavide de zorluklar yaşanır.

Anal Fissür: Anal mukozada çatlak olmasıdır. Dışkılamada ağrı söz konusudur. Fissür geniş ve derinse kanamada görülebilir. Kabızlık, posalı/lifli gıdadan fakir beslenme nedeniyle sert dışkı nedenlerindendir.

Anal Fistül: Perianal fistül veya anorektal fistül olarak da adlandırılır. Anal kanalla anüs etrafındaki cilt arasında oluşan ince borucuk şeklinde bir yoldur. Bazen de anal kanal ile idrar torbası (mesane) arasında da gelişebilir. Genelde anal bölgede gelişen apse (perianal apse, anorektal apse) sonucunda oluşur. Fistül olan yerden sarı-kirli akıntı olur. Bazen kanama ve ağrı görülebilir. Mesane ile oluşursa idrar yolu enfeksiyonlarına neden olur.


#24

SORU:

Karaciğer hastalıkları nelerdir?


CEVAP:

Hepatitler: Karaciğer hücresinin ölümü (nekroz) ile giden karaciğerin inflamas­yonuna “Hepatit” denir. Hepatit tablosuna mikroorganizmalar, ilaçlar ve alkol yol açar. Vücutta kan dolaşımının (hemodinami) bozulduğu “İskemik Hepatit” ve vü­cudun kendi hücrelerine karşı savunma mekanizmasının aktif hâle geldiği “Otoim­mün Hepatit” de diğer hepatitlerdir. Vücuda alınan ilaçların bir kısmı karaciğer için toksik (zehirli) olabilir ve karaciğerde siroza götüren hepatite neden olabilirler. He­patitlerin sarılıkla seyreden ve sarılık oluşturmayan klinik tabloları söz konusudur. Hepatitlerin en önemli sorunu, karaciğerin fonksiyonları bozuluncaya kadar ciddi belirti vermemesidir. Ortaya çıkan belirtilerde maalesef geri dönüşümsüz bir sürece girilmiş olabilir. Sarılık, yemeklerden sonra şişkinlik hissi, karında gözle görülür şişkinlik/büyüme (karın içinde asit adı verilen ödem nedeniyle), bacak ve diğer venlerde genişleme (varis görünümü), bulantı, kusma, hâlsizlik ve çabuk yorulma görülebilir. Tedavi hepatitin nedenine yöneliktir. Tüm hepatitlerin tedavisi uzun sü­reli olup sıklıkla etkin tedavisi yoktur. Son zamanlarda geliştirilen bazı ilaçlar ile karaciğer nakilleri (transplantasyonu) yüz güldürücü sonuçlar vermektedir.

Siroz: Karaciğer hücrelerinin nekrozu sonucu karaciğerin fonksiyonlarının geri dönüşümsüz (irreversibl) kaybetmesi yani karaciğerin iflas etmesidir. Hepatitlere neden olan etkenler karaciğer sirozuna da neden olabilir. Bugün için tek tedavisi karaciğer transplantasyonudur.


#25

SORU:

Safra kesesi ve pankreas hastalıkları nelerdir?


CEVAP:

Kolesistit: Safra kesesinin inflamasyonuna (iltihaplanmasına) denir.

Kolelitiazis: Safra kesesinde taş olmasına denir.

Kolanjit: Safra yollarının inflamasyonuna (iltihaplanmasına) denir.

Koledok Obstrüksiyonu: Ana safra yolunun taş, tümör vb. nedenlerle tıkanmasıdır.

Pankratit: Pankreasın mikrobik, alkol, travma gibi nedenlerle ortaya çıkan infla­masyonudur (iltihaplanması).


#26

SORU:

Böbreklerin görevleri nelerdir?


CEVAP:

Böbreklerin görevleri şunlardır:

1. Metabolizma sonucu ortaya çıkan zararlı maddeleri (Üre, kreatinin, ürik asit, ilaç vb.) süzerek vücuttan uzaklaştırır.

2. İdrar yapar.

3. Vücudun su ve plazma hacmi ile iyon dengesini düzenler.

4. Vücudun asit-baz dengesini düzenleyerek kan pH’sının normal sınırlarda olmasını sağlar.

5. Kan basıncını düzenler: Kan basıncı düştüğünde Na ve suyu geri vücuda alır, kan basıncı yükseldiğinda Na ve suyun atılımını sağlar.

6. Kemik iliğinde eritrosit (alyuvar) yapımını uyaran eritropoetin hormonu ile vücudun ve kemiklerin kalsiyum dengesini sağlayan Vitamin D3’ün aktif hâle gelmesinde rol alır.

7. Uzun süreli açlıkta aminoasitlerden glukoz sentezleyebilir.


#27

SORU:

Boşaltım sistemi hastalıkları nelerdir?


CEVAP:

Böbrek hastalıkları

Konjenital Anomalileri (Bozuklukları):

Agenezis: Tek taraflı veya çift taraflı böbreğin gelişmemiş olmasıdır. Tek taraflı ise sorun olmaz ancak çift taraflı agenezis (yokluk) yaşam için tehdittir. Çift taraflı böbrek olmadığında akciğerlerde de sorun görülmektedir ve ölüm solu­num yetmezliğine bağlıdır.

At Nalı Böbrek: İki böbreğin birleşik olduğu durumları belirtir. At nalı böbrekte böbrekler sıklıkla alt uç kısımlarının birleşmesi şeklindedir.

Hipoplastik Böbrek: Renal hipoplazi (oligomeganefroni) yapısal olarak böb­reklerin normal fakat küçük olduğu primer olarak nefron sayısının az olması olarak tanımlanabilir.

Çok Sayıda Böbrek: İkiden fazla böbrek olması demektedir. Genelde normal böbreğin altında oluşur. Kendi üreteri ile normal böbreğin üreterine bağlanarak mesaneye açılabileceği gibi çok nadir kendi üreteri mesaneye bağlı olabilir.

Ektopik Böbrek: Böbrekler normalde olması gereken yerden farklı yer yerleş­mesi demektir.

  • Nefrit hastalıkları

Glomerülonefritler: Nefronu oluşturan damarsal yumağın olduğu glomerülün inf­lamasyonuna (iltihaplanmasına) denir. Glomülonefritte bulgular el, ayak ve göz kapaklarında ödem nedeniyle şişme, idrar renginin çay rengi gibi koyulaşması ve kan basıncının yükselmesi, yani hipertansiyondur. İdrar incelemesinde idrarda kan (hematüri) ve protein (proteinüri) görülür. Glomerülonefritin tipini anlamak için böbrek biyopsisi yapılmalıdır.

Tübüler hastalıklar: Nefronda ağırlıklı olarak tübüllerde iltihap vardır. Hem akut hem de kronik böbrek yetmezliğine yol açabilirler. Hastalarda sık idrara çıkma (pollaküri), gece uykudan uyanıp idrara gitme (noktüri), hipertansiyon, anemi (kansızlık) görülür. Etiyolojisinde (nedeni) bazı enfeksiyonlar, ağrı kesici (analje­zik) ilaçlar, malign hastalıklar yer almaktadır.

  • Polikistik Böbrek Hastalığı: Böbrek yetmezliğine neden olan ailesel hastalıklar­dan en sık görülenlerinden birisidir. Bu hastalıkta böbreklerde içleri berrak sıvı ile dolu olan ve “kist” denilen çok sayıda (poli) kesecik bulunur. Belirtileri, sırtta ağrı, geceleri idrara çıkma (noktüri), hematüri (idrarda kan) ve hipertansiyondur. Böb­rek hastalığı olanların çocuklarında da polikistik böbrek hastası olma riski %50’dir. Bu hastalığı olanların evlilik öncesi genetik danışmanlık alması önemlidir.
  • Renal Arter Stenozu (Darlığı): Aortadan çıkıp böbreğe kanı getiren renal arterin (böbrek atardamarının) dar olmasıdır. Bu nedenle böbreğe gelen kan az olacağı için böbrek bunu kompanse edebilmek için (dengeleyebilmek için) kan basıncını yükseltmeye çalışır. Bu nedenle su ve tuz geri emilimini artırır, kan basıncını artı­rıcı sistemlerini devreye sokar.
  • Üriner Enfeksiyonlar: Hemen her yaşta, kadınlarda ve kız çocuklarında üretranın kısa olması nedeniyle erkeklere göre daha fazla görülen hastalıklardandır. Neden­leri bakterilerdir. İdrarı yaparken yanma (dizüri), sık idrara çıkma (pollaküri) söz konusudur. Çocuklarda daha belirgin olmak üzere yüksek ateş, iştahsızlık, bulantı, kusma, vardır. Bel-sırt, karın ve kasık ağrıları olabilir. İdrarda bakteriüri (idrarda bakteri bulunması), lökositüri (idrarda lökosit = akyuvarın bulunması) ve eritosi­türi (idrarda eritrosit= alyuvar bulunması) saptanabilir.
  • Akut Böbrek Yetmezliği: Ani gelişen bir nedenden dolayı böbrek fonksiyonun saat­ler veya günler içinde ani olarak bozulmasıdır. Örneğin; herhangi bir travma sonrası aşırı kanamalar, vücudun aşırı ishal gibi nedenlerle su kaybetmesi, aşırı egzersiz, sıcak şoku ve malign hipertermi, alkolizm, bazı ilaçlar, kalbin pompalama gücünü azaltan durumlar sonucu gelişebilir. Belirtileri kronik böbrek yetmezliğine benzer.
  • Kronik Böbrek Yetmezliği: Kronik böbrek yetmezliği (KBY), glomerüler filtras­yon değerinde azalmanın sonucu böbreğin sıvı-elektrolit dengesini ayarlama ve metabolik-endokrin fonksiyonlarında kronik ve ilerleyici bozulma hâli olarak tanımlanabilir. Ülkemizdeki nedenleri glomerülonefritler, diyabetik nefropati (Şeker hastalığında görülen böbrek bozukluğu), hipertansiyon, nefrolitiazis, po­likistik böbrek hastalıklarıdır. KBY’de birçok doku, organ ve sistem etkilenir. Has­taların ilk semptomları genellikle gece idrara çıkma (noktüri) ve anemiye bağlı halsizliktir. Hipertansiyon, yüz, el ve bacaklarda ödeme bağlı şişlik, idrar mikta­rında azalma, iştahsızlık, kemiklerde zayıflama, enfeksiyonlara duyarlılık görülür. Bunun yanında sinir sistemi, endokrin sistem, dolaşım, solunum ve GİS’te değişik bulgular ortaya çıkar. Tedavide hemadiyaliz ve periton diyalizi ile başarılı sonuçlar alınmaktadır. Ancak bu tedavi yöntemleri böbreğin bütüncül fonksiyonlarını ye­rine getiremez. Bugün için en önemli ve böbrek fonksiyonlarının tümünün yerine gelmesine neden olan tedavi seçeneği böbrek naklidir (transplantasyonu).
  • Mesane Hastalıkları

Sistit: Özellikle kadınlarda daha sık görülen mesanenin bakteriyel enfeksiyonuna “sistit” denir. Belirtileri idrar yolu enfeksiyonlarında görüldüğü gibidir. Nörojenik Mesane: Mesanenin sinir sistemindeki bazı hastalıklar veya bozukluk­lar sonucu ortaya çıkan idrar depolama fonksiyonundaki bozukluklardır. Nöroje­nik mesane beyin, omurga ve omurilik yaralanmaları sonucu ortaya çıkabileceği gibi nöropatiye (sinirlerde harabiyete) neden olan diyabet (şeker hastalığı) gibi bazı hastalıklar sonucu da ortaya çıkabilir. Nörojenik mesanede ya inkontinans denilen idrar kaçırma ya da vesikoüreteral reflü (VUR) denilen idrarın üretere ve hatta böbreğe geri kaçması söz konusu olabilir.

  • Prostat Hastalıkları

Benign Prostat Hipertrofisi / Hiperplazisi (BPH): Prostat erişkin bir erkekte or­talama ağırlığı 18-20 g civarındadır. Mesaneden sonra üretranın etrafını saran bir organdır. Meninin %10’un sperm, %30’u prostat sıvısı, %60’ı da vezikula seminalis sıvısıdır. Meniyi önce pıhtılaştırarak, meninin cinsel ilişki sonrası vajinada ve ser­vikste tutunmasını sağlar. Bu esnada spermlerin hareketi kısıtlıdır. Prostat sıvısı pıhtının erimesini sağlayarak spermlere hareketlilik kazandırır. Böylece döllenme için spermler harekete geçmiş olur. Yaşla birlikte prostatın büyüklüğü artmaya baş­lar. İyi huylu olan bu büyüme sonucu üretrada daralma meydana gelmeye başlar. Bu nedenle idrar yapmada zorluk, sık idrara çıkma, noktüri görülür. Basit cerrahi operasyonlarla üretranın ağzından girilerek dar kısımlar genişletilebilir.

Prostatit: Prostatın inflamasyonuna denir. Sık idrara gitme, idrar yaparken ağrı yanma ve zorluk, geceleri idrara gitme yakınmaları yanında en önemlisi akıntı ol­masıdır. Bazı olgularda cinsel ilişki sonrasında ağrı hissi daha belirgindir.


#28

SORU:

Beyin hastalıkları nelerdir?


CEVAP:

Anensefali: Kafatası, saçlı deri ve beynin önemli bir kısmının konjenital olarak ol­mamasıdır. Beyin hemisferleri gelişebilir ancak fonksiyonel değildir. Yüz kemikleri ve kafatası tabanı hemen hemen normaldir. Tüm vakalarda alın (frontal) kemiği yoktur. Anensefalik bebeklerde serebral korteks olmadığından bilinç yoktur an­cak beyinsapı fonksiyonları farklı derecelerde mevcuttur. Bebekler doğumdan kısa süre sonra ölür. Nadiren bir haftaya kadar yaşar.

  • Serebral Palsi (Beyin Felci): Çocukluk yaş grubunun en sık görülen fiziksel en­gellilik nedenidir. Serebral palside henüz gelişimini tamamlamamış olan beynin ilerleyici olmayan hasarı sonucu ortaya çıkan bir hareket ve postür bozukluğu söz konusudur. Başlangıçta hipotoni denilen kas güçsüzlüğü varken daha sonra spasti­site (kasların aşırı kasılması) ve istemsiz hareketler ortaya çıkmaktadır.
  • Serebrovasküler Hastalık / Olay (SVH, SVO): Beyin damarlarında ve/veya bu damarlardan geçen kandaki bozukluklar sonucu damarların tıkanması (iskemik, yani kansız kalma) ya da kanamasıyla (hemorajik) ortaya çıkan SSS bozuklukları­dır. İnme (stroke) her ikisini de kapsayan bir tablodur. İskemik nedenler aterosk­leroza bağlı tromboz veya emboli sonucunda olur. Hemorajik olanlar ise ya beynin içine kanama (intraserebral hemoraji), ya duramater yaprakları arasına (subarak­noid hemoraji), ya beyin içindeki arterlerde görülen anevrizmaların rüptüre ol­ması (patlaması) ya da doğumsal olarak arteriyovenoz malformasyonlar (AVM, bozuk yapı) sonucu gelişebilir. Hemorajik SVO’yı tetikleyen de genelde hipertansif ataklardır. SVO’nun belirtileri beynin etkilenen bölgesine göre değişiklik göster­mektedir. Bunlar birkaç saat süren gelip geçici baş dönmeleri, görme kayıpları, konuşma bozuklukları, hafıza problemleri, vücudun bir yarısında oluşan uyuşma, karıncalanma, kuvvet kaybı olabilir. İlerleyen tablolarda felçler (hemipleji: vücu­dun tek tarafında aynı taraf kol ve bacakta felç, parapleji: tüm vücudun, kol ve bacakların felci), bilinç kaybı, koma ve ölüm görülebilir.
  • Epilepsi (Sara): Epilepsi nöbeti, beyinde bir grup nöronun ani, beklenmedik ve geçici bir şekilde elekriksel deşarjlara yol açması ve bunun sonucunda klinik belir­tilerin ortaya çıkması hâlidir. Epilepsi hastalığı, bu tanıma uyan nöbetlerin tekrar­laması durumuna denir. Epilepsi hemen her yaşta görülebilen ve uzun süreli tedavi ve izleme gerektiren bir hastalık olup yaşam kalitesini önemli ölçüde etkiler. En çok görülen formu Tonik-klonik nöbetlerdir. Klasik epilepsi nöbeti öncesinde aura (önceden nöbetin geleceğini hissetme) olmaz. Ani tonik bir kas kontraksiyonu (kasılması) ile başlayan nöbetler sırasında solunum kasları da kasılır. Tonik fazda hasta yere düşer ve kendini yaralayabilir. Bu fazda hasta kaskatı kesilmiştir, solu­num durmuştur ve buna bağlı olarak siyanoz (morarma) gelişir. Hasta dilini ısıra­bilir. Tonik dönemden sonra klonik faz gelişir. Klonik dönemde kol ve bacaklarda (ekstremitelerde) ritmik istemsiz atmalar izlenir ve kloniler arasında solunum ha­reketleri başlar. Klonik fazda ağızdan salya gelebilir, idrar ve gaita kaçışı olabilir. Nöbetin sonunda hasta derin bir nefes alır ve tüm vücudu gevşer ancak derin bir komaya girer ve yatar. 15-30 dakika süren bu dönemden sonra şuur yavaşça açılır. Hasta kendisini yorgun ve hâlsiz hisseder. Kas ve baş ağrısı vardır. Tanı ve tedavide Elektroensefalografi (EEG) yol göstericidir. Tedavide düzenli olarak kontroller ve ilaçların düzenli kullanılması önemlidir. • Menenjit: Beyin ve medulla spinalisi saran zarın inflamasyonuna denir. İnflamas­yon sonucu kan-beyin bariyerinin geçirgenliği artar, sıvı, protein ve lökosit ve bak­terilerin beyin omurilik sıvısına geçmesi kolaylaşır. Bakteriler, burada savunma mekanizmasının olmamasından faydalanarak hızla çoğalırlar. Sonuç olarak %10- 60 ölümle sonuçlanabilecek, akut ciddi serebral enfeksiyon tablosu ortaya çıkar. Belirtileri; başağrısı, ateş, bulantı, kusma, üşüme, titreme ile başlar. Ateş, ense sert­liği, başağrısı ortaya çıkar. İlerlediğinde konfüzyon (bilinç bulanıklığı, ileri dere­cede sersemlik) ve koma gelişebilir. Yoğun bir tedavi gerektirir. Bunun için tanıda BOS incelemesi önemlidir ve tedaviyi yönlendiricidir.
  • Ensefalit – Serebrit: Beyin dokusunun viral inflamasyununa ensefalit, bakteriyel inflamasyonuna serebrit denir. Ensefalitler içinde en çok bilineni kuduz hastalı­ğıdır.
  • Hidrosefali: Aşırı miktarda beyin omurilik sıvısının (BOS) beyin içindeki vent­riküller (karıncıklar) ve duramaterin zarları arasındaki boşlukta birikmesi ile seyreden bir hastalıktır. Çocuklarda, hidrosefali hemen her zaman artmış kafa içi basıncı (KİBAS) ile ilişkilidir. Baş ağrısı en baskın belirtidir. Hidrosefali bebek­lerde önemli bir makrosefali (kocaman kafa) nedenidir. Başın aşırı büyümesi, baş çevresinin belirli aralıklarla ölçümleri ile saptanabilir. Gözlerde “güneşin batımı” olarak ifade edilen aşağıya doğru yönelmiş bir görünüm vardır.
  • Multiple Skleroz (MS): Multipl Skleroz miyelin kılıfın zarar görmesi ve bu ne­denle akson hasarı ile karakterize otoimmün (kendiliğinden ortaya çıkan) bir SSS hastalığıdır. Hastalık sıklıkla genç yetişkinlerde ortaya çıkar. Ekstremitelerde (kol ve bacaklarda) güçsüzlük, uyuşma, karıncalanma, keçeleşme, ağrı gibi motor ve duysal; görme bulanıklığı ve çift görme gibi görsel; sık idrara gitme, idrar yaparken tutukluk hissi, idrar kaçırma (inkontinans) gibi mesane; baş dönmesi, denge so­runları, konuşma bozukluğu, bellek-konsantrasyon-dikkat bozukluğu gibi bilişsel belirtilerle ortaya çıkar. MS ataklar hâlinde klinik tablo verir. Her atakta ilgili fonk­siyonlarda bozulma daha belirgin hâle gelir. Tedavisi bu nedenle uzun sürelidir.
  • Parkinson: Ekstrapramidal sistemde dopamin denilen bir maddenin eksikliği so­nucu ellerde ve kollarda tremor (titreme), akinezi (kaslarda bir kuvvet azalması olmadığı hâlde bazı hareketlerin yapılamama) maske yüz, küçük adımlarla yürü­me, vücudun öne doğru eğik, kolların öne doğru çekik olduğu bir duruş söz ko­nusudur. Ayrıca hareketi durdurmada güçlük yaşanır. Ölümcül olmayan ama ciddi anlamda yaşam kalitesini etkileyen bir hastalıktır.
    • Beynin Kanserleri: Beynin ve beyinciğin benign ve malign tümörleri vardır. An­cak diğer organ ve sistemlerden farklı olarak benign tümörler iyi huylu olmasına rağmen KİBAS’a neden olarak ölümcül olabilirler bir anlamda malign kabul edi­lirler. Beynin primer tümörü kendi hücrelerinden kaynaklanabileceği gibi diğer doku ve organların tümörlerinden de sekonder olarak metastik tümörler de gö­rülebilir.

#29

SORU:

Beyincik hastalıkları neleridr?


CEVAP:

Ataksi: Kasların kontrolsüz veya koordinasyonsuz çalısması nedeni ile hareketler arasındaki uyumun bozulmasıdır.

Dizartri: Solunum, ses ve konuşmayla ilgili sinir ve/veya kasların güç, hız ve koor­dinasyon işlevlerindeki bozukluklar sonucu görülen motor konuşma bozuklukla­rıdır. Kesik kesik, vurguların yanlış yerde yapıldığı, zaman zaman hecelerin patla­yıcı şekilde telaffuz edilir ve sarhoş konuşmasına benzetilir.

Dismetri: Bir ekstremite örneğin kol, karşıdaki bir cismi almak için uzandığın­da serebellumun kontrolü altındadır. Serebellum hastalığında bu kontrol ortadan kalktığından ekstremite mesafeyi ayarlayamaz. Örneğin; hastanın kolunu yana açarak işaret parmağını burnuna değdirmesi istendiğinde parmak hedefi bulamaz, burna veya yanağa çarpar.

Ataksi: Serebellar lezyonlarında yürüme sırasında hasta lezyon tarafına doğru sa­par veya aynı tarafa doğru düşebilir.

Tremor: Serebellum hastalıklarında tremor koordine bir hareketin yapılması sıra­sında ortaya çıkar. Yani Parkinson hastalığında olduğu gibi dururken değil hareke­te başlandığında ve özellikle hareket amacına yaklaşırken daha belirgindir.