DİL FELSEFESİ Dersi RUSSELL'IN BETİMLEMELER KURAMI soru cevapları:

Toplam 39 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU: Semantik ve sentaktik olarak ikiye ayrılan çok anlamlılık kavramı nasıl açıklanmaktadır?


CEVAP: Örneğin “Aristoteles” adının kullanım bağlamına göre bir anlamı vardır. Kişiler bu ada farklı anlamlar yükleyebilirler. Ancak iletişim kurmamızı sağlayan şey tüm bu kullanımlarda gönderme yapılan kişinin aynı olmasıdır. Russell Frege’nin anlam ile gönderme arasındaki ayrımını kabul etmez. Terimlerin iki değil tek bir semantik değeri bulunur Russell’a göre; kısaca bir terimin anlamı göndergesidir. Ancak bu çift anlamlılık tümcede geçen bir sözcüğün birden çok anlamı olmasından değil, tümceyi sentaktik yapı açısından farklı yorumlamamızdan kaynaklanır. Yeri gelmişken semantik açıdan çok-anlamlı bir tümceye de örnek verelim: “Kaymak bazen insana zarar verebilir”. Bu tümcede geçen “kaymak” sözcüğü bir süt ürünü olarak yorumlanabileceği gibi, paten ya da kayak kaymak gibi bir edimi de dile getirebilir. Türkçede “kaymak” sözcüğünün birden çok anlamı olmasından kaynaklandığı için tümcemiz bu sefer semantik açıdan çok-anlamlıdır.

#2

SORU: Russell On Decoding adlı çalışmasında dil kuramını sınamak için kullandığı ilk semantik sorunu nasıl açıklamaktadır?


CEVAP: “On Denoting” adlı çalışmasının en başında Russell bir dil kuramını sınamak için üç temel semantik sorundan söz eder. Bunlardan ilki, felsefe tarihinde farklı biçimlerde ve genellikle ontolojik bir sorun olarak ortaya çıkmış olan ve daha önce Frege’nin kuramının bağlamında ele alınan “gönderimsiz terimler” ile ilgilidir. Russell’ın örneğinde “Fransa’nın şimdiki kralı keldir” tümcesinin öznesi konumundaki “Fransa’nın şimdiki kralı” teriminin bu dünyada bir karşılığı (yani gönderme yaptığı bir nesne, ya da kısaca göndergesi) yoktur. Bu durumda, Russell’a göre, tümcenin doğru bir sav öne sürdüğünü söylenemez. Her anlamlı savın ya doğru ya da yanlış olduğunu varsayılırsa, bu tümcenin doğru olmadığına göre yanlış olduğu sonucuna varılabilir. Ancak o durumda da mantığın bir başka kuralı olarak kabul gören “eğer bir tümce yanlış ise, o tümcenin mantıksal değili doğrudur” savını kabul edilirse “Fransa’nın şimdiki kralı kel değildir” tümcesinin doğru olması gerekir, ki bu da kabul edilebilir gibi görünmemektedir.

#3

SORU: Yüklem konusunda Russell Frege’den hangi açıdan ayrılmaktadır?


CEVAP: Russell’ın Frege’den ayrılığı tek nokta var olma yükleminin bir özel ad gibi tekil bir terimin yanında yer aldığı tümcelere dairdir. Frege’ye göre “___vardır” yükleminin boşluğuna bir özel ad, ya da bir tekil terim koyduğumuzda bir gramer hatası yapmış oluruz. Bu boşluğu ancak bir kavram adı ile doldurduğumuzda anlamlı bir tümce elde ederiz. Örneğin “Tanrı vardır” tümcesinde geçen “Tanrı” terimi bir özel ad ise, bu tümce bir gramer hatası içerdiğinden anlamlı değildir Frege’ye göre. İşte bu noktada Russell Frege’den ayrılır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi gündelik dilde kullandığımız özel adlar, aslında örtük olarak tekil betimlemelerdir ve mantıksal anlamda özel ad değillerdir Russell’a göre.

#4

SORU: Russell eşgöndergeli terimlerin yer değiştirmesi problemine nasıl bir çözüm getirmektedir?


CEVAP: Russell çok farklı bir çözüm getirir. Kendi örneği üzerinden şimdi bunu ele alınacak olursa, İngiltere kralı IV. George döneminin ünlü yazarı Sir Walter Scott, “Waverly” başlığını taşıyan bir roman yazar ancak yazar adı olarak kendi adını koymaz. Kral bu romanı Scott’ın yazıp yazmadığını merak eder. Bu durumda şu tümce doğrudur: IV. George Waverly’nin yazarının Scott olup olmadığını merak ediyor. Bu tümce içinde geçen “Waverly’nin yazarı” terimi Scott’a gönderme yapar. Bu durumda tümce içinde bu terim yerine doğrudan “Scott” adını koyduğumuzda şu tümceyi elde ederiz: IV. George Scott’ın Scott olup olmadığını merak ediyor. Kralın Scott’ın kendisiyle özdeş olup olmadığını merak etmediğini varsayarsak bu tümce doğru olmaz. Yani eşgöndergeli iki terimin yer değiştirmesi sonucu doğru olan bir tümceden yanlış bir tümceye varmış oluruz. Bunu nasıl açıklayacağız? Russell, Frege’nin kuramında olduğu gibi, bir terimin anlamı ile göndergesini birbirinden ayırmadığı için, Frege’nin bu probleme getirdiği çözümü kabul etmez. Bunun yerine kendi tekil betimlemeler çözümlemesine başvurur. Bu iki tümcede eşgöndergeli gibi görünen terimlerden ilki bir belirli betimleme olan “Waverly’nin yazarı” terimi iken, diğeri de olağan bir özel ad olan “Scott” terimidir. Daha önce Russell’ın kuramı çerçevesinde bu iki terim türünü de ele almıştık. Anımsayacaksınız ki belirli betimleme de, olağan özel ad da bir tümce içinde doğrudan bir nesneye gönderme yapmazlar Russell’a göre. Eğer yukarıdaki tümceler içinde geçen bu iki terim gerçekte yaşamış bir insana gönderme yapsalardı bu tümcelerin dile getirdiği önermeleri kavrayamazdık. Anımsayacağınız üzere belirli betimlemeler tek başlarına gönderme yapmazlar ve tümce içinde yer aldıklarında da varlık yüklemi ve önermesel fonksiyonlar cinsinden çözümlenirler. Yani doğrudan bir insana gönderme olmaz bu tümcelerde.

#5

SORU: Özel adların değerlerini nasıl ifade edilmektedir?


CEVAP: Örneğin “Aristoteles” adının kullanım bağlamına göre bir anlamı vardır. Kişiler bu ada farklı anlamlar yükleyebilirler. Ancak iletişim kurmamızı sağlayan şey tüm bu kullanımlarda gönderme yapılan kişinin aynı olmasıdır. Daha önce söylediğimiz gibi Russell Frege’nin anlam ile gönderme arasındaki ayrımını kabul etmez. Terimlerin iki değil tek bir semantik değeri bulunur Russell’a göre; kısaca bir terimin anlamı göndergesidir.

#6

SORU: Russell On Decoding adlı çalışmasında dil kuramını sınamak için kullandığı üçüncü semantik sorunu nasıl açıklamaktadır?


CEVAP: Russell’ın semantik kuramı sınamak için ele aldığı üçüncü problem “eşgöndergeli terimlerin yer değiştirmesi” problemidir. Russell’ın sözünü ettiği diğer iki problemden farklı olarak bu problemin daha teknik bir görüntüsü bulunuyor ve bundan dolayı bunun neden bir “problem” olduğunu kavramak bazılarına daha güç gelebilir. Bundan dolayı Russell teknik hiç bir terim kullanmadan herkesin anlayabileceği, gerçek tarihten bir örnek yardımıyla bu problemi açıklamaya çalışır. Olay İngiltere kralı IV. George döneminde geçer. Dönemin ünlü yazarı Sir Walter Scott, “Waverly” bağlığını taşlayan bir roman yazar, ancak kitaba yazar adı olarak kendi adını koymaz. Kral IV. George bu romanı Scott’ın yazıp yazmadığını merak eder. Bu durumda şu tümce doğrudur: “IV. George Waverly’nin yazarının Scott olup olmadığını merak ediyor.” Bu tümce içinde geçen “Waverly’nin yazarı” ile “Scott” adı aynı kişiye gönderme yapar; yani bu iki terim eşgöndergelidir. Bu durumda tümce içinde bu terim yerine doğrudan “Scott” adını koyduğumuzda şu tümceyi elde ederiz: “IV. George, Scott’ın Scott olup olmadığını merak ediyor.” Birinci tümce doğru bir şey dile getiriyorsa önemli bir felsefe sorusuyla doğrudan ilişkilidir: dil yoluyla insanların düşüncelerinden ve inançlarından ya da bu örnekte olduğu gibi merak ettikleri şeylerden bahsetmemizi sağlayan nedir?

#7

SORU: Russell’ın Dil Kuramı neden bilgi kavramına odaklanmıştır?


CEVAP: Rusell’ın Dil Kuramı dil üzerine geliştirdiği semantik kuramını büyük ölçüde bilgi kuramına dayandırmaktadır. Özellikle Hume geleneğinden gelen deneyimci bilgi anlayışı onun dil kuramının ortaya çıkmasında önemli rol oynamaktadır.

#8

SORU: Rusell’ın anlam kavramını temel alan semantik bir dil kuramı bilgi kavramını temel alan epistemolojiyi “tanışıklık ilkesinde” nasıl açıklamaktadır?


CEVAP: Bir önermeyi anlayabilmek için, o önermenin her parçası ile doğrudan tanışık (directly acquainted) olmak gerekmektedir. Bu temel ilkede sözü edilen “doğrudan tanışıklık” Russell’ın teknik bir anlamda kullandığı epistemik, yani bilgi üzerine bir kavramı dile getirir. Russell’a göre sözcüklerin bir araya gelerek oluşturdukları bir tümceyi anlamak için çok özel türde bir bilgiye sahip olmamız gerekir. Bu bilgi türü “tanışıklık yollu bilgi”dir. Russell’a göre doğruların bilgisine sahip olabilmek için öncelikle şeylerin bilgisine sahip olmamız gerekir.

#9

SORU: Öznesi bir kavram değil de tekil bir nesne gibi görünen tümceye örnekle nasıl açıklanmaktadır?


CEVAP: Türkiye’nin başkenti büyüktür.” Bu tümcenin öznesi konumunda yer alan “Türkiye’nin başkenti” Russell’a göre bir “belirli betimleme”dir. Bu sefer betimlemenin “belirli” olmasının nedeni sözü edilen tek bir nesne olmasından kaynaklanıyor; yani Türkiye’nin tek bir başkenti olduğu için tümce bir anlamda o şehir olan Ankara hakkındadır. Eğer bu belirli betimlemeyi tümcenin gerçek öznesi olarak düşünürsek bu durumda tümceyi kavrayabilmemiz için öznenin göndergesi ile doğrudan tanışık olmamız gerekirdi. Anımsarsanız Russell’a göre bir terimin anlamı o terimin göndergesi ile aynıdır. Frege’nin kuramında olduğu gibi bir terimin bir yanda kavranan bir “anlam”ı, diğer yanda bir “gönderge”si olan ayrı bir nesnesi yoktur. Bu ikisi aynı şeydir. Russell’a göre. Bu durumda bir terimi anlamak için onun göndergesi ile doğrudan tanışık olmak gerekir. Ancak anımsayacaksınız Russell’a göre doğrudan tanışık olabileceğimiz şeyler yalnızca zihnimizdeki öznel duyu verileri ile bazı tümeller ya da diğer bir ifadeyle kavramlardır. Yani göndergeleri bu ikisi dışında olan terimleri kavramamız olanaklı değildir. Tümcemizin yüklemi konusunda bir sorun bulunmuyor: “x büyüktür” teriminin göndergesi olan büyük olma kavramı ile doğrudan tanışığızdır Russell’a göre. Ancak özne konumundaymış gibi görünen “Türkiye’nin başkenti” teriminin göndergesi Ankara olduğuna göre ortaya şöyle bir sorun çıkar. Hiç kimse bu şehir ile doğrudan tanışık değildir (Ankaralılar bile). Anımsayalım zihnimiz dışında kalan dış dünyanın nesneleri ile tanışık olmayız, Ankara da böyle bir nesnedir. Peki, nasıl oluyor da “Türkiye’nin başkenti” terimini kavrayabiliyoruz? Russell işte bu sorunu çözebilmek için felsefe tarihine Belirli Betimlemeler Kuramı olarak geçmiş olan kuramını öne sürer. Tümcemize geri dönelim. Aslında “Türkiye’nin başkenti” gibi tek bir nesneye gönderme yapar gibi gözüken belirli betimlemelerin yüzey yapıları yanıltıcıdır. Tümcelerin özne konumundaymış gibi görünürler, ancak mantıksal açıdan bir tümcenin öznesi olamazlar. Yani tümcemizin gerçek öznesi Ankara şehri değildir. Peki, nedir o halde? Biraz önce ele aldığımız belirsiz betimleme içeren tümcelere yönelik çözümleme belirli betimlemeler için de bir açıdan benzerdir. Bu tür tümceler gerçekte tekil değil genel önermeler dile getirirler. Yani çözümlemeleri yine varlık yüklemi ve önermesel fonksiyonlar şeklinde verilebilir. Ancak belirsiz betimlemelerin aksine belirli betimlemeleri karşılayan “belirli” bir nesne vardır. Şimdi tümcemize dönelim. “Türkiye’nin başkenti” terimi Russell’a göre bir tümce içinde yer almadığında kendi başına bir anlam taşımaz. Ona anlam kazandıran tümce içinde yüklem ile bir araya gelmesidir. Bu şekilde oluşan “Türkiye’nin başkenti büyüktür” tümcesinde aslında doğrudan tanışık olmadığımız (ve olamayacağımız) Ankara şehrine gönderme bulunmaz. Gerçekte yaptığımız, bu şehri doğrudan tanışık olduğumuz kavramlar cinsinden betimlemek tir. Şimdi Russell’a göre tümcemizin çözümlemesine bakalım. “Türkiye’nin başkenti büyüktür” dediğimizde aslında tanışık olmadığımız Ankara şehrine gönderme yapmayız, sadece betimleme yoluyla dolaylı olarak onun büyük bir şehir olduğunu söyleriz. Bu tümce ile aslında birbiriyle ilişkili olan üç ayrı şey söylenmiş olur.

#10

SORU: Russell ilk defa duyulan tümceyi anlamayı açıklamada Frege’den ne gibi farklılık göstermektedir?


CEVAP: Russell ise, Frege gibi, bir terimin “anlam”ı ile “gönderge”si arasında ayrım yapmaz. Ona göre anlam göndergedir. Yani bir terimin anlamı ile gönderme yaptığı şey aynı şeydir. Buradan Russell şu sonuca varır: bir tümcenin anlamını kavramak için, o tümcenin parçalarının göndergelerini bilmek gerekir. Bu bilgi de doğrudan tanışıklık yoluyla elde edinilmiş bilgi olmalıdır.

#11

SORU: Russell’ın Dil Kuramı daha çok hangi kavram üzerine odaklanmaktadır?


CEVAP: Russell’ın Dil Kuramı dil kuramı ya da semantik kuram olarak bilinse de özellikle bilgi kavramına yönelik önemli varsayımları bulunmaktadır.

#12

SORU: Russell’a göre kavram ve dil kullanımı olmadan doğrudan tanışıklık yoluyla bilebileceğimiz iki tür şey vardır. Bunların açıklamasını yapmaktadır?


CEVAP: Bunlardan birincisi dış dünyanın nesnelerinin duyu organlarımız aracılığıyla zihnimizde bıraktığı izler, ya da Russell’ın deyimiyle, duyu verileri; diğeri ise hepimizin ortaklaşa kavrayabildiği kavramlardır. Bu tür herkesin ortaklaşa anlayabileceği önermelerin oluşmasını sağlayan parçalar doğrudan tanışık olunan şeyler olmalıdır. Russell’a göre bir terimi “anlamak” demek onun göndergesi ile doğrudan tanışık olmaktır. Yani bir tümcenin her parçasının göndergesini doğrudan bilmeden o tümceyi anlamamız olanaklı olmaz. İşte Russell’ın Betimlemeler Kuramı bu düşünceyi temel alır. Zihnimiz dışındaki tüm dünya hakkındaki bilgimiz dolaylıdır ve Russell’a göre bu tür bilgiyi edinmek her durumda dilsel bir çabayı gerektirir. Örneğin önümdeki masaya baktığımda bir kahverengilik duyusu, şekline dikkat edildiğinde bir dikdörtgenlik duyusu, masaya dokunduğunda bir sertlik duyusu oluşuyor. Bunlar masanın zihnimde oluşturduğu duyu verileridir. Bu duyu verileri özneldir, sadece benim zihnimde oluşan ve masaya bakıldığında bir iki dakika içinde yok olacak öznel deneyimlerdir. Bu öznel duyu verilerinden yola çıkarak tümeller ile tanışık hale geliriz. Duyu verileri her insan için farklı olan öznel şeyler iken, tümeller hepimiz için ortak olan ve her birimizin kavradığı şeylerdir. Eğer tümeller olmasaydı ortak bir dile sahip olmamız da, dil yoluyla birbirimizi anlamamız da, iletişim kurmamız da olanaklı olmazdı. İşte önümde duran masayı doğrudan algılayamasak da, onu doğrudan algıladığımız duyu verileri ve bu duyu verilerinin soyutlamaları olan tümeller cinsinden betimlememiz olanaklı oluyor. O halde masayı nasıl bilir hale geliyorum? Onu önümde duran, zihnimdeki duyu verilerine neden olan, kahverengi, dikdörtgen, katı cisim olarak betimleyebiliyorum. Zihnimiz dışında kalan dış dünyanın nesnelerine dair bilgimiz hep betimleme yoluyla bu şekilde oluşuyor. Örneğin kendiniz dışında bir başka insanı bilebilmeniz ancak bir betimleme sayesinde oluyor. O insanla ne kadar yakın olursanız olun, bu kişi anneniz ya da eşiniz olsun, tüm hayatınızı beraber geçirdiğiniz bir insan olsun fark etmiyor.

#13

SORU: Russell, belirsiz ve belirli betimlemeye nasıl bir tanım getirmektedir?


CEVAP: Dil sayesinde doğrudan tanışıklık yoluyla bilebildiğimiz tümelleri kullanarak doğrudan bilemediğimiz dünya üzerine düşünebilir ve bunlar üzerine konuşabilir hale geliyoruz. Dil aracılığıyla bildiklerimiz cinsinden bilmediklerimizi betimleyebiliyoruz. Bunu yapmanın iki yolu bulunur; • Betimleme genel bir yapıda ise ve tekil bir nesneyi betimlemiyorsa buna Russell “belirsiz betimleme” (indefinite de*ion) demektedir. • Eğer tekil bir nesnenin betimlemesini yapıyorsak da bu türe Russell “belirli betimleme” (definite de*ion) diyor.

#14

SORU: Varlık kavramı nasıl açıklanmaktadır?


CEVAP: İçinde belirli ve belirsiz betimlemelerin geçtiği türde tümceler Russell’ın kuramına göre aslında varlık yargılarıdır. Yani tümceyi çözümlediğimizde elimizde yalnızca varlık niceleyicisi ve önermesel fonksiyonlar kalacaktır. Daha sonra göreceğimiz üzere varlık niceleyicisi ikinci düzey bir kavrama gönderme yapar. Buna kısaca varlık kavramı denmektedir.

#15

SORU: Russell’ın Dil Kuramı hangi iki makalesi temel alınarak tartışılmaktadır?


CEVAP: Russell’ın Dil Kuramı “On Denoting” (Gönderme Üzerine) ve “Knowledge by Acquaintance and Knowledge by De*ion” (Tanışıklık Yollu Bilgi ve Betimleme Yollu Bilgi) adlı iki makalesi temel alınarak tartışılmaktadır.

#16

SORU: Varlık kavramını Frege ve Russell nasıl değerlendirmişlerdir?


CEVAP: Antik dönemden başlayarak felsefe tarihinde çok tartışılmış bir problem de varlık savlarına dairdir. Daha önce Frege’nin kuramı çerçevesinde ele alınan bir problemde olduğu gibi; Bir şeyin var olmadığını söylendiğinde, görünüşte önce o var olmadığını savlanılan şeye gönderme yapıp, sonra da o şeyin var olmadığını söylenir, ki bu da savı çelişkili kılarmış gibi görünmektedir. Örneğin “Tanrı yoktur” tümcesinde, özne konumundaki “Tanrı” adı eğer Tanrı’ya gönderme yapıyorsa, peşinen Tanrı’nın varlığını kabul edilmiş görünmektedir. Bu durumda da daha sonra onun yok olduğunu söylendiğinde de çelişkiye düşülebilmektedir. Diğer yandan, eğer “Tanrı” adının hiçbir şeye gönderme yapmadığını varsayılırsa da savın mantıksal bir öznesi yokmuş gibi görünür. İki türlü de bir şeyin var olmadığını nasıl olup da anlamlı bir şekilde söylendiğinde açıklama getirilmektedir. Russell da varlık yükleminin nesnelere değil kavramlara yüklenebilen özel bir yüklem olduğuna dair Frege’nin görüşünü paylaşır, hatta bu yönde Frege’nin çalışmalarında olmayan yeni bir argüman da öne sürer. Varlık türü yüklemlerin gerçekte birer “niceleyici” olduğuna dair bu görüşlerinden yola çıkarak Frege ve Russell bir yandan günümüzde neredeyse tüm üniversitelerde okutulan modern Niceleyiciler Mantığı’nın ya da diğer adıyla Yüklemler Mantığı’nın kurulmasına yol açmışlar, diğer yandan sayı gibi matematiksel nesnelerin aslında mantıksal nesnelere indirgenebileceği sonucuna varmışlardır. “Mantıksalcılık” (Logicism) olarak tarihe geçmiş bu kurama göre tüm matematiksel önermeler mantıksal önermeler türüne indirgenebilir. Ancak daha sonra Russell’ın ortaya çıkardığı bir paradoks (Russell’ın Paradoksu) Mantıksalcılık projesinin çökmesine neden olmuştur. Kısaca varlık yargılarına dair Frege/Russell görüşü felsefe tarihinde bu açıdan çok önemli bir yer tutar.

#17

SORU: Meinong’un ontolojisini reddeden Russell varlık felsefesinin bu temel problemine dil felsefesi içinde nasıl bir çözüm getirmektedir?


CEVAP: Russell’a göre varlık ya da yokluk tümceleri görünüşte basit özne/yüklem formunda görünmelerine karşın, derin sentaksları çok farklıdır. Bunun nedeni varlık yükleminin olağan bir yüklem olmamasıdır. Frege’nin de Russell’dan bağımsız olarak savunduğu bu görüşe göre varlık yüklemi nesnelere değil kavramlara yüklenen ikinci-dereceden bir yüklemdir. İşte bu sav modern mantığın kurulmasında çok önemli bir yer tutan “niceleyici” kavramının doğmasını da sağlamıştır. “F vardır” formunda bir tümcede, “F” bir nesneye değil bir kavrama gönderme yapar ve varlık yüklemi de o kavramın altına düşen en az bir nesne bulunduğunu söyler. Örneğin “Ejderha yoktur” dediğimizde dilin yüzey sentaksı bizi yanıltır. Tümcenin öznesinin “ejderha” olduğunu sanırız. Bu durumda da önce bir hayvan türüne gönderme yapıp sonra da onun var olmadığını söylüyormuşuz izlenimine kapılırız. Meinong bu izlenimin aslında doğru olduğunu savunur. Yani gerçekte olmayan bir hayvan türüne gönderme yapıp, sonra da onun var olma özelliğinin bulunmadığını söylemiş oluruz bu görüşe göre. Russell ise Meinong’un kuramını benimsemez ve bunun bizleri “gerçeklikten kopardığını” söyler.

#18

SORU: Russell özel adı nasıl tanımlamaktadır?


CEVAP: Russell iki tür özel ad arasında kuramı açısından çok önemli olan bir ayrım yapar. Gündelik dilde sıklıkla kullandığımız “Ayşe” gibi insan adları, “Ankara” gibi yer adları, ya da “Neptün” gibi nesne adları türünde olanlara “olağan” özel ad der. Bunlar dışında kalan bir başka tür özel ad ise “mantıksal” özel addır. Gündelik dilde kullandığımız tek bir nesneye ya da insana gönderme yapma işlevi olan adlar “olağan” özel adlardır.

#19

SORU: Önermeyi kavrama süreci örnekle nasıl açıklanmaktadır?


CEVAP: Belirsiz betimlemenin olduğu bir tümcenin dile getirdiği önermenin tüm parçaları kavramlardan oluşur. Biz de bu kavramlarla doğrudan tanışık isek o önermeyi kavrarız. Örnek üzerinden gidilecek olursa; bu tümcenin Russell’ın kuramındaki yarı formel çözümlemesi şu şekilde olur: “Öyle bir x vardır ki x Türkiye’nin bir şehridir ve x büyüktür.” Burada birinci düzey iki yüklem bulunuyor: “x Türkiye’nin bir şehridir” ve “x büyüktür”. Bunları bir araya getirip “x Türkiye’nin büyük bir şehridir” bileşik yüklemini elde ederiz. Bu birinci düzey bir kavrama gönderme yapar. Baştaki varlık yükleminin işlevi ise bu bileşik yüklemi sağlayan en az bir nesnenin olduğunu belirtmektir. Bir anlamda tümcemizin mantıksal öznesi bir kavramdır; Türkiye’nin büyük şehri kavramı. Bu kavram hakkında bir şey dile getirmiş oluruz, onun en az bir nesne için doğru olduğunu, yani dünyada bu kavrama karşılık gelen bir şey olduğunu, ya da diğer bir deyim ile bunun teknik anlamıyla “boş” bir kavram olmadığını söylemiş oluruz. Russell belirsiz betimleme içeren tüm tümceleri bu şekilde çözümler. Yani eğer ki bir tümce tekil bir nesneden bahsetmiyorsa, o tümce genel kavramlar üzerine bir tümcedir. Bu sayede genel önermeler hepimizin ortaklaşa anlayabildiği kavramlardan oluşan yapılar olurlar.

#20

SORU:

Tanışıklık ilkesi ne anlama gelir?


CEVAP:

Tanışıklık İlkesi: Bir önermeyi anlayabilmemiz için, o önermenin her parçası ile doğrudan tanışık (directly acquainted) olmamız gerekir.


#21

SORU:

Russell'ın kullandığı doğrudan tanışıklık ne anlama gelir?


CEVAP:

“Doğrudan tan›fl›kl›k” Russell’ın teknik bir anlamda kullandığı epistemik, yani bilgi üzerine bir kavramı dile getirir. Russell’a göre sözcüklerin bir araya gelerek oluşturdukları bir tümceyi anlamak için çok özel türde bir bilgiye sahip olmamız gerekir.


#22

SORU:

"Tanışıklık yollu bilgi"yi ayırt etmek için Russsell nasıl bir ayrıma gider?


CEVAP:

Russell bilgi üzerine daha genel bir ayr›m yapar: “Şeylerin bilgisi” ve “doğruların bilgisi”. Bir insanı bilmek ya da bir şehri bilmek “fleylerin bilgisi”ne örnek olabilir. Türkçe’de genellikle bunu dile getirmek için “bilme” yerine “tanıma” fiilini kullanıyoruz. Örneğin “Ayşe Ali’yi tanıyor” tümcesinde bilinen ya da tanınan “şey” Ali’dir. Diğer yandan Ayşe Ali hakkında birçok doğru önerme de bilebilir: “Ali mühendislik okuyor”, “Ali 25 yaşında”, “Ali Eskişehir’i çok seviyor” türünde bilgiler Ali hakkındaki doğru önermelerdir. İşte bu tür doğru önermelerin bilgisine de Russell “doğruların bilgisi” diyor.


#23

SORU:

Russell'a göre bir tümceyi anlayabilmek için ne gerekir?


CEVAP:

Russell şu sonuca varır: bir tümcenin anlamını kavramak için, o tümcenin parçalarının göndergelerini bilmek gerekir. Bu bilgi de doğrudan tanışıklık yoluyla elde edinilmiş bilgi olmalıdır.


#24

SORU:

Bir önermesel fonksiyonun boşluğunu bir nesne ile doldurduğumuzda ne elde ederiZ?


CEVAP:

Bir önermesel fonksiyonun boşluğunu bir nesne ile doldurduğumuzda doğru ya da yanlış bir önerme elde ederiz.


#25

SORU:

Russell'a göre kavram ve dil kullanımı olmadan doğrudan tanışıklık yoluyla bilebileceğimiz neler vardır?


CEVAP:

kavram ve dil kullanımı olmadan do¤rudan tanışıklık yoluyla bilebilece¤imiz iki tür şey vardır. Bunlardan birincisi dış dünyanın nesnelerinin duyu organlarımız aracılığıyla zihnimizde bıraktığı izler, ya da Russell’ın deyimiyle, duyu verileri; diğeri ise hepimizin ortaklaşa kavrayabildiği kavramlardır.


#26

SORU:

Bir başkasını doğrudan bilebilmemiz Russell'a göre olanaklı mıdır?


CEVAP:

Bir başkasını doğrudan bilebilmeniz Russell’a göre olanaklı değildir. Bir insanı, ya da bir masayı ya da bir gezegeni, bilebilmek hep o söz konusu insanı ya da nesneyi betimleyebilmeniz sayesinde oluyor.


#27

SORU:

BElrisiz betimleme kavramını tanımlayınız.


CEVAP:

Eğer betimleme genel bir yapıda ise ve tekil bir nesneyi betimlemiyorsa buna Russell “belirsiz betimleme” (indefinite description) diyor


#28

SORU:

Russell için belirli betimleme ne anlama gelir?


CEVAP:

Eğer tekil bir nesnenin betimlemesini yapıyorsak da bu türe Russell “belirli betimleme” (definite description) diyor.


#29

SORU:

Russell'a göre olağan özel adlar nelerdir?


CEVAP:

Gündelik dilde kullandığımız tek bir nesneye ya da insana gönderme yapma işlevi olan adlar “olağan” özel adlardır.


#30

SORU:

Russell’a göre bir şeye hiçbir betimleme içermeden doğrudan gönderme yapmamız için ne gerekir?


CEVAP:

Russell’a göre bir şeye hiçbir betimleme içermeden do¤rudan gönderme yapmamız için o şeyle tanışık olmamız gerekir.


#31

SORU:

russell'a göre bir tümcenin anlamlı olabilmesi için ne gerekir?


CEVAP:

Russell, birçok felsefeci gibi, bir tümcenin anlamlı olabilmesi için bir “sav” içermesi gerekti¤ini savunur. Dolayısıyla bir tümce ne doğru ne de yanlış bir şey söylüyorsa bir sav içermiyor demektir; bu da o tümcenin anlamsız olduğunu gösterir.


#32

SORU:

russell'ın Frege'den ayrıldığı nokta nedir?


CEVAP:

Russell’ın Frege’den ayrılığı tek nokta var olma yükleminin bir özel ad gibi tekil bir terimin yanında yer aldığı tümcelere dairdir.


#33

SORU:

russell Meinong'dan ne noktada ayrılmıştır?


CEVAP:

Russell ise Meinong’un kuram›n› benimsemez ve bunun bizleri “gerçeklikten kopardığını” söyler. Eğer bu tür tümceleri gerçeklikten kopmadan çözümlemek olanaklı ise bu yeğlenmelidir. Russell da kendi çözümlemesinin bunu sağladığını söyler. Tümcenin gerçek mantıksal öznesi, Meinong’un kuram›nda oldu¤u gibi, “var olmayan” bir hayvan olan ejderha değil, ejderha kavramıdır.


#34

SORU:

gönderimsiz bir terim içeren bir tümce Russell’a göre anlamsız mı olmak zorunda?


CEVAP:

Russell gönderimsiz bir terimi barındıran bir tümcenin dil felsefesi açısından oluşturduğu problemi klasikleşmiş olan örneği ile şöyle ortaya koyar: Fransa bir krallık olmadığına göre, (1) “Fransa’nın flu andaki kralı keldir” tümcesi doğru bir önerme ifade edemez. Bu tümcenin özne konumunda bulunan “Fransa’nşn şu andaki kralı” teriminin gönderme yaptığı bir insan yoktur.


#35

SORU:

Russell Betimlemeler Kuramı’nın da yardımıyla gönderimsiz terimler problemini nasıl çözer?


CEVAP:

Betimlemeler Kuram›’n›n da yardımıyla gönderimsiz terimler problemini çözer. Ona göre (1) say›l› tümce yanlış bir önerme dile getirir. (2) sayılı tümce ise de¤illeme eklemini tümcenin en başına getirdiğimizde doğru bir önerme dile getirir.


#36

SORU:

Tanışıklık yollu bilginin, dünya hakkındaki tüm bilgimizin temelini oluşturmak dışında, çok önemi diğer  işlevi nedir?


CEVAP:

Tanışıklık yollu bilginin, dünya hakkındaki tüm bilgimizin temelini oluşturmak dışında, çok
önemi diğer bir işlevi bulunur: bu sayede dil öğrenebiliyoruz.


#37

SORU:

Dış dünya Russell'a göre nasıl tanımlanır?


CEVAP:

Bir insanın kendi zihni dışında kalan her şeye di¤er birçok filozof gibi Russell da “dış dünya” der.


#38

SORU:

Duyu verilerini Russell nasıl tanımlar?


CEVAP:

algı yoluyla dış dünyanın nesnelerinin kendileriyle değil, o nesnelerin zihnimizde bıraktığı “izler” ile doğrudan tanışık hale gelebiliriz. Russell bu izlere duyu verileri (sense data) adını verir.


#39

SORU:

Dünya hakkındaki bilgimnizin temelini ne oluşturur?


CEVAP:

tikel duyu verileri bizim tüm dünya hakkındaki bilgimizin temelini oluşturur. Masanın varlığını bilebilmemiz için, zihnimizde oluşan duyu verilerinin “neden”i olan bir masa olduğuna dair bir çıkarım yapmamız gerekir Russell’a göre.