HUKUK TARİHİ Dersi Osmanlı Hukuku soru cevapları:
Toplam 20 Soru & Cevap#1
SORU:
Osmanlı hukuku kavramı ile ne ifade edilmek istenmektedir?
CEVAP:
Osmanlı hukuku Osmanlıların altı asır uygulamış oldukları hukuk sistemini ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu hukuk sistemi Osmanlıların kendilerinden önce kurulmuş olan Selçuklu Devleti ve komşuları bulunan Memluklar ve bazı beylikler gibi diğer Türk-İslam devletlerinden aldıkları hukuk sistemine dayanmaktadır ki, bu da esas itibarıyla İslam hukukudur. Osmanlılar buna kanunnamelerle birçok ilavelerde bulunmuşlardır. İşte İslam hukukunun Osmanlı yorum ve katkılarıyla uygulanmış şekline Osmanlı Hukuku diyoruz.
#2
SORU:
Osmanlı Devletinin hukuk sistemi, kaç dönem dönem halinde ve nasıl ele alınmaktadır?
CEVAP:
Osmanlı Devletinin hukuk sistemi iki dönem halinde ele alınmaktadır. Osmanlı Devletinin kurulduğu 1299 yılından itibaren 1839 Tanzimat Fermanına kadar olan devri, klasik dönem; bu tarihten Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 29 Ekim 1923’e kadar olan devri ise Batılılaşma veya modernleşme sürecinde Osmanlı Hukuku olarak incelenmektedir. Cumhuriyet devri Türk hukuku bir asra yakın bir uygulamayı arkada bırakmış olduğu ve 2000’li yıllarda Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmaları çerçevesinde kapsamlı bir değişiklik geçirdiği için onun da hukuk tarihinin konusuna girdiğini kabul etmek doğru olur.
#3
SORU:
İslam hukuk tarihinde, Mecelle gibi bugünkü anlamda bir kanun yürürlükte bulunmuş mudur?
CEVAP:
1869 yılından itibaren hazırlandıkça kitap kitap yürürlüğe giren Mecelle’ye kadar İslam hukuk tarihinde bugünkü anlamda bir kanun yürürlükte olmamıştır. Oysa böyle bir ihtiyaç kendisini çok önceleri hissettirmiş ve tâ Abbasiler devrinde İbn Mukaffa adlı İran asıllı bir Müslüman alim Abbasi halifesi Mansur’a başvurarak memlekette hukuki birliği ve istikrarı sağlamak üzere uyulması mecburi olan bir kanun kitabı yapılmasını istemişti. O zaman gerçekleşmeyen bu öneri, daha sonra mezheplerin teşekkül ederek belli memleketlerde kabul edilmesi ve uyuşmazlıkların genellikle bir mezhebe göre çözülmesinden ötürü belirli ölçüde gerçekleşmişti. Osmanlı Devletinde bunun daha da ileri bir merhalesi olarak XVI. asırdan sonra Osmanlılarda resmi mezhep uygulamasını görüyoruz.
#4
SORU:
Hukukta kaynak deyince ne anlaşılmaktadır?
CEVAP:
Hukukta kaynak deyince iki şey anlaşılmaktadır. Birincisi hukuk kurallarının ve kurumlarının kendisinden doğduğu veya çıkarıldığı asıl menba veya menbalardır. Bu konu hukuk felsefesinin inceleme sahasına girmektedir. Diğer anlamıyla kastedilen hukuk kaynakları ise hukuk kurallarının çıkarıldığı menbalar değil, ortaya konulmuş hukuk kuralları ve kurumlarını bulabilmek için başvurduğumuz bilgi edinme veya hukukun yürürlük kaynaklarıdır. Başka bir deyişle ve somut olarak Osmanlı hukukçularının veya kadısının bir hukuki uyuşmazlığı çözerken müracaat edeceği hukuk kurallarıdır.
#5
SORU:
Osmanlı hukuku ile ilgili bilgiler, hangi kaynaklardan elde edilmektedir?
CEVAP:
Osmanlı hukuku ile ilgili bilgilerimizi fıkıh kitapları, fetva mecmuaları, kanunnameler, hadis ve tefsir kitapları, çeşitli hukuki meselelere dair monografik eserler, tarihler, şer’iye sicilleri ve arşiv belgelerinden elde etmekteyiz.
#6
SORU:
Fıkıh kitapları, içeriğinde ne tür bilgiler barındırmaktadır?
CEVAP:
İslam hukukunun bütün bahislerini belirli bir sistem dâhilinde içinde barındıran kitaplardır. Bunlar usul-i fıkıh ve füru-ı fıkıh kitapları diye ikiye ayrılır. İslam hukuku hükümlerinin nasıl ve hangi kaynaklardan, delillerden çıkarılacağını anlatan usul-i fıkıh kitaplarıdır. Başka deyişle, bunlar fıkhın/hukukun köklerinden bahseden hukuk yöntembilimi kitaplarıdır. Fıkhın genel ilkeleri fıkıh usulü kitaplarında yer alır. En eskisi Şafii’nin er-Risale adlı kitabıdır. Bunlara kıyasla hukukun dalları diye adlandırılan füru-ı fıkıh kitaplarının bazılarında mezhepler dediğimiz hukuk okulları arasındaki görüş farkları verilirken, bazıları da sadece bir hukuk okulunun görüşlerini ve bu hukuk okulu içindeki hukukçuların görüşlerini aktarmaktadırlar. Bunlar füru-ı fıkıh kitapları olup hukukun uygulamasında başvurulan hukuk kitaplarıdır.
#7
SORU:
Osmanlı hukukunda "kanunnameler" kavramı ile ne ifade edilmektedir?
CEVAP:
Osmanlı hukukunun önemli kaynaklarından biri de padişahın ferman, emir ve kanunnamelerinden oluşan kanun hukukudur. Bunlar üç gurup halinde ele alınabilir: 1. Sadece belli bir iş veya konuyla ilgili padişah ferman, berat, irade veya emirleridir ki mahalli idarecilere ve kadılara hitaben gönderilirdi. 2. Sancak ve vilayetlerdeki vergi ve arazi düzenlemelerini ihtiva eden kanunnamelerdi. Merkezde ve ait oldukları sancak ve vilayet tahrir defterlerinin başında bulunurlar. Bu gurupta bazı ceza kanunnameleri (siyasetnameler) de vardır. Ayrıca belli bir zümre veya gurubu ilgilendiren Kanun-ı Yeniçeriyan, Kanun-ı Yörükan, Kanunname-i Kiptiyan-i Vilayet-i Rumeli, Kanun-ı Cizye-i Cingânehâ gibi kanunnameler de bu gurup içinde değerlendirilir. 3. Bu tür kanunnameler ise genel olup bütün imparatorlukta uygulanmak üzere çıkarılmışlardır. Fatih, II. Bayezid, Yavuz, Kanuni kanunnameleri bu guruba girer ve ceza, arazi ve vergi meselelerini düzenlerler.
#8
SORU:
Osmanlı örfi hukuku, ne anlama gelmektedir?
CEVAP:
Örfi hukuk ise kısaca Osmanlı padişahının koyduğu kanunlar olarak tanımlanabilir. Buna kanun, kanunname veya tamamen Türkçe kelimelerin birleşiminden oluşan "töre-bitigi" hukuku da diyebiliriz. Padişahın koyduğu kanunun kaynağı örf ve adet hukukuna veya bir hukuk aliminin görüşüne dayanmış olabilir; fakat ona uyulma mecburiyeti niteliğini kazandıran padişahın örf ve adet kuralını ya da alimin görüşünü kendi “irade”siyle yürürlüğe sokmuş olmasıdır. Padişahın kanununun bir adının “İrade” diye adlandırılması da anlamlıdır.
#9
SORU:
Örfi hukukun tarihi köklerine ilişkin neler söylenebilir?
CEVAP:
Osmanlı örfi hukuku ise devlet otoritesinin yaptığı bir hukuktur. Örfi hukukun köklerinin, eski Türk devletlerindeki kağanın töre koyması ve kurultayın kural koyması ile ilişkisi açıktır. Cengiz Yasası, Timur Tüzükatı, Uzun Hasan ve Dulkadırlı Alaüddevle Bozkurt Beyin kanunları bu bağlamda hatırlanmalıdır. İşte Osmanlı Devletinde bu örneklere bakılarak kuvvetli bir örfi hukuk meydana getirilmiştir. Benzer uygulamalar Hindistandaki Babür’ün kurduğu Babürlüler Devletinde de görülmüştür.
#10
SORU:
Şer'i hukuk ile örfi hukuk ilişkisi, nasıl açıklanabilir?
CEVAP:
Örfi hukuk zaman içinde ihtiyaçlara göre ortaya çıkmıştır. Bilhassa şer’i hukukun ayrıntılı olarak hükümler koymadığı kamu hukuku sahası dediğimiz devlet yönetimiyle ilgili hususlarda ortaya çıkan boşlukları doldurmak için başvurulan bir yol olmuştur. İdare, ceza, vergi, toprak ve vakıf hukuku sahasında zaman zaman örfi kurallar bu sebeplerle konulmuştur. Osmanlı padişahları İslam hukukunun düzenlemiş olduğu alanlarda yeni bir kural koymamaya özellikle özen göstermişlerdir. Bu alanlarda bir kural koydukları vakit maksatları İslam hukukunun herhangi bir kuralını kaldırmak değil, düzeni sağlama amacına yönelik olmuştur. Örnek olarak Osmanlı Devletinde nikahların kadılar tarafından yahut da kadıların verdiği izinle -ki buna izinname denir- imamlarca kıyılması şeklindeki düzenleme zikredilebilir. Örfi hukuk ile şer’i hukuk birbirine karşıt, birbiriyle yarışan iki ayrı hukuk sistemi değildir. Padişahın İslam hukukuna göre, ihtiyaç halinde ve İslam hukukunun boş bıraktığı sahalarda zaten kural koyma yetkisi vardır. Başka bir deyişle padişah örfi bir kural koyarken, aslında İslam hukukundan aldığı bir yetkiyi kullanmaktaydı. Öyleyse mevcut hukuk sisteminden aldığı bir yetkiyi kullanmakta olup, o sistemi zedeleyecek herhangi bir tavır içinde değildir.
#11
SORU:
Osmanlıda padişahın koymuş olduğu hukuk kurallarının, İslam hukukuna aykırılık teşkil ettiği görülmüş müdür?
CEVAP:
Kimi zaman padişahın koymuş olduğu hukuk, ya mevcut örf ve adetlere dayandığı için ya da ihtiyaçların zorlamasıyla İslam hukukuna aykırılık teşkil etmiştir. Tahta çıkan Osmanlı padişahının “nizam-ı alem” için kardeşini öldürebileceği şeklindeki Fatih’in Kanunnamesinde bulunan ve devletin ilk üç asrı boyunca uygulanan “kardeş katli”ne cevaz veren kural buna iyi bir örnektir. Bu tür kuralların sayısı artırılabilir. Bütün bunlara rağmen, Osmanlı tarihi boyunca genel uygulama göz önüne alındığında örfi hukuk ile şer’i hukuk arasında uyum arandığı ve bu uyumun büyük ölçüde hayata geçtiği söylenebilir.
#12
SORU:
Osmanlı hukuk sistemi içinde "fetva" kurumunun ne tür bir önemi vardır?
CEVAP:
Osmanlı Devletindeki yargı (kaza) faaliyetini daha iyi anlamak için yargı-fetva ilişkisine de bakmak lâzımdır. Fetva, dinî ve hukukî sorulara verilen karşılıktır. Osmanlı Devletinde de, önceki Türk-İslam devletlerinde olduğu gibi, fetva bir yandan karmaşık davalarda hukuku açıklama ve uygulama işlevi görmüş; diğer yandan da kendi kendine bir hukuk kitabına bakacak halde olmayan halka meseleleri basitçe izah etmeye yaramıştır. Bu sebeple, çok sıradan bir meseleye temas etse bile, birçok davada mahkemeye fetva sunulması âdet halini almıştı.
#13
SORU:
Osmanlıda müftülerden fetva almanın nasıl bir faydası olmuştur?
CEVAP:
Müftülerden fetva almanın iki yönlü faydası olmuştur. Biri müçtehit hukukçu olmayan kadıya aradığı hukukî hükmü getirmesi, diğeri de mahkemeye gitmeden insanlara dinî hukukî meselelerini kolay ve masrafsız bir şekilde çözme imkânı sağlamasıdır. Böylece mahkemeye intikal edecek dava sayısı azalmıştır. Bu işlevleri sebebiyle Osmanlı Devleti vilayet, sancak, kazâ gibi idarî birimlere kadılar tayin ettiği gibi müftüler de tayin etmiştir.
#14
SORU:
Osmanlıda yargılama usulü hakkında neler söylenebilir?
CEVAP:
Yargılama usulü basit ve kısa sürede sonuç alacak şekildedir. İspat vasıtaları tanıklık (şahitlik), yemin ve yeminden kaçınmadır. Asıl ispat vasıtası şahitler olduğu için şahitlerin güvenilir olup olmadıkları çok sıkı usullere göre araştırılmış ve aranan şartları taşıyanlar mahkemelerde tanık olarak kabul edilmişlerdir. Yargılama alenî yani herkese açıktır. Yargılama esnasında şuhûdü’l-hâl denen bir gurup güvenilir insan mahkemede hazır bulunur. Bunlar uyuşmazlığa değil, yargılamaya şahitlik ederler. Kadının düzenlediği belgenin altında bunların adları da yazılır. Bunların davanın şahitleriyle karıştırılmaması gerekir. İkrar ispatı gerektirmediği için deliller içinde sayılmamıştır. Osmanlı hukukunun esasını teşkil eden fıkıhta nazari olarak toplu hâkimli mahkeme mümkün olmakla beraber (Mecelle, 1802. md.), Osmanlı mahkemesi tek hâkimliydi. Mahkemenin verdiği kararlar kesindi. Osmanlı yargı sisteminde klasik devirde temyiz kurumu mevcut olmamasına rağmen, kadıların verdiği kararları yeniden görmek (istinaf) veya temyiz benzeri bir yolla incelemek ve gerektiğinde bozmak üzere Divan-ı Hümayun görevlendirilmişti.
#15
SORU:
Osmanlıda devlet başkanının (padişahın) belirlenmesi açısından kabul edilen "ekberiyet usulü" ne anlama gelmektedir?
CEVAP:
XVII. asırdan sonra ise Osmanlılar tahta geçmek için yeni bir usul belirlediler. Bu dönem Osmanlı Devletinde kardeş katli usulünün de yürürlükte olduğu devirdir. 1595 yılında III. Mehmed’in tahta culusuyla saraydan 19 cenazenin çıkması üzerine kardeş katli uygulaması halk arasında büyük tepki çekti. III. Mehmed’den sonra yerine geçen oğlu I. Ahmed’in ölümünde, Şeyhülislam Esad Efendi’nin de tesiriyle, şehzadenin -II. Osman (Genç)- küçüklüğü de dikkate alınarak hanedanın en yaşlı erkek mensubunun tahta çıkmasına karar verilmişti. Pek az istisnayla Devletin tarih sahnesine veda etmesine kadar da bu usul (ekberiyet) uygulanmıştır. Bu usule ekberiyet denmesinin sebebi, tahtın boşalması halinde, Osmanlı hanedanına mensup erkek üyelerin yaşça en büyük olanının tahta çıkmasını öngörmesidir.
#16
SORU:
Sadrazam kimdir ve ne tür görevleri bulunmaktadır?
CEVAP:
Veziriazam da denir. Osmanlı Devletinde padişahtan sonra gelen en yüksek görevlidir. Padişahın mutlak vekilidir, bu sıfatla padişahın yetkilerini kullanır. Bürokrasideki görevlendirmeleri sadrazam bizzat yapar veya ona danışılarak yapılır. Ulema tayinleri de sadrazamca yapılır yahut kazasker onun görüşünü alarak görevlendirmeleri yapar. Sadrazam Fatih’ten sonra Divan-ı Hümayun toplantılarına başkanlık etmiştir. Ayrıca kendi konağında toplanan divanı da vardır.
#17
SORU:
Divan-ı Hümayun'un Osmanlı Devletindeki işlevi nedir?
CEVAP:
Divan-ı Hümayun Osmanlı Devletindeki en yüksek mahkemeydi. Hem İslam hukukuna (şer’î), hem de kanunname hukukuna (örfi) göre davalara bakardı. Bunun anlamı Osmanlı Devletinde adalet teşkilatında bu bakımdan bir ikiliğin değil, tekliğin hakim olduğu ve davaların genellikle kadı mahkemesinde çözüldüğüdür. Divan-ı Hümayun yargı denetimi dışında üst mahkeme niteliğinde çalışırdı. Divandaki Rumeli kazaskeri şer’î hukuku, veziriazam ve diğer yönetici (ehl-i örf) üyeler örfi hukuku ilgilendiren davalara bakarlardı. Divan hem ilk -ve kesin- hüküm yeri, hem de bir çeşit temyiz mercii olarak işlerdi. Divanın ilk yargılama yeri olması hem şer’î, hem de örfi hukuk bakımındandı. Yerel kadıların bakmaktan kaçındığı davalar ile Osmanlı Devletinin uyruğu gayrimüslim din adamlarıyla ilgili davalara doğrudan doğruya divan bakardı.
#18
SORU:
Osmanlı Devletinde "Veziriazam Divanı" ne tür işlere bakardı?
CEVAP:
Veziriazam, Divan-ı Hümayun toplantısından sonra kendi konağında ikindi divanını toplayıp Divan-ı Hümayunda neticelendirilememiş veya görüşülmesine ihtiyaç duyulmamış işleri karara bağlardı. Genellikle örfi davaların dinlendiği tahmin edilen bu divanda davalar veziriazamın yetkisi dışında ise duruma göre Divan-ı Hümayuna, kazaskere veya İstanbul kadısına gönderilirdi. Veziriazamın bir de Cuma günü erkenden kendi konağında kazaskerlerin iştirakiyle kurduğu Cuma Divanı vardır. Veziriazam huzurunda yapıldığı için huzur murafaası denen bu divanda, sadece dava dinlenir, hem şer’î hem de örfi davalara bakılırdı. Örfi davalara veziriazam, şer’î davalara kazaskerler bakardı. Ayrıca İstanbul, Galata, Eyüp ve Üsküdar kadılarının iştirakiyle toplanan ve daha çok İstanbul tüccârının davalarının görüşüldüğü Çarşamba Divanı vardı. Bu divanda veziriazam dava dinler, gerekli görürse diğer kadılara da dinletirdi.
#19
SORU:
"Zimmet anlaşması" ve "cizye" kavramları arasındaki ilişki nedir?
CEVAP:
İslam hukukuna göre bir yer İslam devleti tarafından fethedilince oranın ahalisi ya bulunduğu yeri terk edip kendisi için güvenli bölgelere göç eder veya bulunduğu yerde kalarak İslam devletine bağlı kalmayı seçerdi. İkinci durumda gayrimüslimlerle İslam devleti arasında zimmet anlaşması denen bir anlaşmanın yapılmış olduğu kabul edilirdi. Bu anlaşmaya göre gayrimüslimlerin can ve mal güvenliği teminat altına alınır, bunun karşılığında askerlik yapabilecek kudretteki gayrimüslimlerin her biri İslam devletine cizye diye adlandırılan bir baş vergisi verirdi.
#20
SORU:
Osmanlı Devletinde müstemenler ve hukuki konumları hakkında neler söylenebilir?
CEVAP:
Eman kelimesinden türeyen bu terim (müstemen) aslında darülharb uyruğundan olup geçici bir süre için izinle (eman ile) darülislama giren kimsedir. Güvenliği teminat altında anlamını taşır. Hukuki statüleri zimmilerinkine benzerlik gösterir. Bugünkü hukuktaki terimlememize göre bunlar “yabancılar”dır. Ceza hukuku bakımından Ebu Hanife’ye göre müstemene, şahıslara karşı işlenen suçlar yönünden aynı ceza uygulanır. Adam öldürme ve yaralama suçlarında kısasa tabi tutulur. Allah haklarına karşı işlenen suçlar yönünden ise had cezası tatbik edilmez. Mesela, zina ve içki içmede böyledir. Ebu Hanife’nin aksine Ebu Yusuf müstemenlerin de bütün suçlarda İslam hukukuna muhatap olduğunu söylemektedir. Hanefi mezhebi dışındaki mezhep mensuplarının görüşü de Ebu Yusuf’unki gibidir.