İSLAM TARİHİ VE MEDENİYETİ II Dersi SİYASİ VE İDARİ KURUMLAR soru cevapları:

Toplam 20 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

Hz. Muhammed dönemindeki devlet anlayışını diğer devletlerden farklı kılan unsurlar nelerdir?


CEVAP:

Hz. Peygamber’in öncülüğünde oluşan Medine toplumu siyasi örgütlenmenin bütün fonksiyonlarına sahipti; ortaya konan yapılanma, Batı siyasi kaynaklarındaki devlet anlayışından çok farklı özelliklere sahip bir anlayış ve kültürün eseriydi. Teori ile pratiği, siyasi ideal ile gerçekliği birleştiren Medine toplumu, Batı siyasal tarihinde görülen şehir devleti, imparatorluk devleti ve millet devleti anlayışlarından ayrı bir devlet yapılanması gerçekleştirdi. İnanca dayalı ve her türlü üyeliğe açık olan Medine toplumunda bu devletlerde görülen etnik farklılaşmaya dayalı siyasal katılım kısıtlamaları ve katı üyelik kalıpları yoktu. Medine’deki siyasi yapılanma, Helen ve Roma imparatorluklarından da gerek fert ve toplum gerekse siyasi merkez ve çevre ilişkileri açısından köklü bir şekilde ayrılır. Aynı şekilde felsefî temelini Hegel’in oluşturduğu millet-devlet kavramı da bu anlayışa büsbütün yabancıdır. İslâm tarihi içinde siyasi yapılara model teşkil eden bu ilk uygulamada, devletin toplumdan bağımsız, soyut ve baskın bir varlığa sahip olması teori ve pratikte hiçbir zaman söz konusu olmadı. Siyasi örgütlenme olarak devlet, inanç sisteminin belirlediği ahlakî ve sosyal idealleri gerçekleştirmek için sadece bir araçtı. Dolayısıyla birey ve toplumu devlet adına denetlemeye dayalı siyasal mekanizmalar da yoktu.


#2

SORU:

Dört halifenin halife olarak belirlenmesi nasıl olmuştur?


CEVAP:

Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali Medine halkının seçimiyle, Hz. Ömer halef bırakma suretiyle, Hz. Osman da şûra yoluyla halife oldu.


#3

SORU:

Muaviye'nin halife seçilme usulünü diğerlerinden farklı kılan hususlar nelerdir?


CEVAP:

Hz. Ali’den sonra Kûfe’de Hz. Hasan’a biat edildi. Ancak Hz. Hasan Müslümanlar
arasında yeni bir savaşın çıkmaması ve mevcut siyasi ortamın iktidarının devamı
için uygun olmadığını düşünerek halifelikten çekildi (661). Kûfe’de Muâviye’ye
yapılan biat ile İslâm toplumundaki iktidar mücadelesi geçici bir süre için sona
erdi. Muâviye, Hz. Osman’ın kanını dava etme gerekçesiyle başlattığı kabile
hâkimiyeti yönü ağır basan bir mücadeleyi, kılıç kuvvetiyle kazanarak ilk dört
halifenin seçilme usullerinden tamamen farklı bir biçimde iktidara geldi. Râşid
halifelerin seçiminde ilk Müslümanlardan ve Hz. Peygamber’in yakın arkadaşlarından biri olma ve istişare yoluyla seçilme ilkeleri rol oynarken, Muâviye siyasi ve askerî mücadele sonunda halifeliği ele geçirmişti.


#4

SORU:

Hilafet intikalinde veraset yöntemi kimin döneminde başlamıştır?


CEVAP:

Muâviye siyasi ve askerî mücadele sonunda halifeliği ele geçirmişti. Bundan sonra halifeler ‘Hz. Peygamber’in halifesi’ veya ‘müminlerin emîri’ unvanı yerine, Allah’ın halifesi anlamında ‘halîfetullah’ı kullanmaya başladılar. Halifelik kurumunun özünde esaslı değişikliklere sebep olan Muâviye, oğlu Yezîd’i veliaht göstererek hilâfetin intikalinde veraset sisteminin ortaya çıkmasının da öncüsü oldu. Böylece mutlak verasete dayalı bir hükümdarlık hâline gelen hilâfet saltanata dönüştü.


#5

SORU:

Selçuklu döneminde Abbasi halifelerine ne gibi sınırlamalar getirilmiştir?


CEVAP:

1055’te Tuğrul Bey Bağdat’a gelerek Büveyhî hâkimiyetine son verdi. Böylece Selçuklu himayesine giren Abbasî hilâfetinde yeni bir dönem başladı; halife ve sultanın görev ve yetkilerinin sınırları değişti. Halifenin görevi, yasal sultanın adının hutbelerde kendi isminden sonra anılmasını sağlamak ve saltanat makamınca hazırlanan temlikname ve menşurları onaylamakla sınırlandı. Devlet idaresi, saltanat ve hükümranlıkla siyasi nizam ve asayişin temini gibi işler ise sultana devredildi.


#6

SORU:

İslam dünyasında fiilen birden fazla halife hangi dönemde ortaya çıkmıştır?


CEVAP:

Abbasî hilâfetinin yanında Şiî-Fatımî ve Endülüs Emevî halifeliğinin ortaya çıkışı İslâm dünyasında fiilî olarak aynı anda üç halifenin varlığı sonucunu ortaya çıkardı.


#7

SORU:

İslam dünyasının halifesiz kaldığı dönemin ardından halifelik nasıl devam etmiştir?


CEVAP:

1258’de Moğol istilâsıyla Bağdat Abbasî halifeliği sona erince İslâm dünyası üç yıl
halifesiz kaldı. 1260’da Aynicâlût Savaşı’nı kazanarak Moğolları durduran, ardından Sultan Kutuz’u öldürüp Memlük tahtına geçmeyi başaran Sultan I. Baybars, Moğolların Bağdat’ı tahribi sırasında Dımaşk’a giden son Abbasî halifesi Müsta’sım-Billâh’ın amcası Ebü’l-Kasım Ahmed’i hilâfeti canlandırmak amacıyla Kahire’ye davet etti. Baybars tarafından törenle karşılanan Ebü’l-Kasım Ahmed’in Abbasî hanedanına mensubiyetini gösteren ve Abbas b. Abdülmuttalib’e kadar uzanan şeceresi bilim adamları, devlet büyükleri ve kadılardan oluşan bir heyetin huzurunda okunarak onaylandı. Daha sonra Müstansır-Billâh lakabıyla halife ilân edilerek halktan biat alındı. Böylece Abbasî hilâfeti üç yıllık bir aradan sonra yeniden kuruldu.


#8

SORU:

İslam tarihinde vezir ünvanı ilk defa kime ve nasıl verilmiştir?


CEVAP:

İslâm tarihinde ilk defa vezir unvanı Abbasîlerin Irak’taki temsilcisi Ebû Seleme
el-Hallal’e verildi. Abbasî ordusu Kûfe’ye girdiğinde (Eylül 749) burada bulunan
Ebû Seleme, ‘vezîrü âl-i Muhammed’ unvanıyla henüz belirlenmemiş olan Abbasî
halifesinin vezirliğine getirildi ve burada ihtilalın yönetimini üstlendi. Abbasîlerin
kuruluşuyla birlikte idari yapı içerisinde halifenin vekili ve idari teşkilatın başı olan vezir daima mevcut oldu.


#9

SORU:

Hacib ne demektir? İslam devletlerinde hacibin görevi nedir?


CEVAP:

Hâcib bir kişinin bir yere girmesine engel olan kimse veya kapıcı demektir. İslâm tarihinde ilk defa hâcib denilebilecek görevliler Râşid halifeler döneminde görülür. Ancak bu dönemde halkın içinde yaşayan halifelerin saray hayatından bahsetmek mümkün olmadığından bunların halifelerin yakınında hizmette bulunan kimseler olduğunun altını çizmek gerekir. Muâviye’den itibaren halifelere, halkla görüşmeleri için belli vakitler ayrılmaya ve salonlar tahsis edilmeye başlandı. Bundan dolayı gerçek anlamda hâciblik Emevîlerle birlikte Bizans ve Sâsânî tesirleriyle saray hayatının başlamasından sonra ortaya çıktı.

Emevîler zamanında hâciblerin vazifesi sadece görevlileri ve ziyaretçileri halifenin
huzuruna çıkarmaktan ibaret değildi. Kâtiple aynı seviyede olan hâcib törenleri
de düzenlerdi. Ayrıca halifeyi suikastlara karşı korumak ve halkın halifeyi meşgul etmesini önlemek de görevleri arasındaydı.

Abbasîler döneminde vezirliğin ortaya çıkması ve kurumların gelişmesiyle birlikte saray teşkilatı da genişledi. Bu dönemde saraydaki en önemli iki görevli vezirle hâcibdi; ancak hâcib vezirden daha aşağı konumdaydı. Hâcib, sarayda halifeyi korumak, saray görevlilerini kontrol etmek ve törenleri düzenlemekle görevliydi. Ayrıca halife ile divanlar arasında irtibatı sağlardı. Abbasî sarayının debdebe ve ihtişamı arttıkça maiyetinde çok sayıda hâcib vekilleri olan hâciblerin sayısı da çoğaldı. Haciblerin görev ve yetkileri Endülüs Emevi, Memlik gibi daha sonraki İslam devletlerinde artarak devam etti.


#10

SORU:

İslam devletlerinde vali atama usullerini açıklayınız.


CEVAP:

Hülefa-yi Raşidin döneminde valiler merkezden atanmaktaydılar. 

Emevî halifeleri, gücünü kabilesinden değil de kendi şahsî özelliklerinden alan kabiliyetli ve devlete sadık, Arap olan kimseleri geniş yetkilerle vali olarak atadılar. Hanedan mensupları, valilik makamına ya hiç atanmadılar ya da genellikle diğer bölgelere nispetle daha az problemli ve merkezî siyasetten uzaktaki Hicaz şehirlerinde görevlendirildiler.

Eyaletlerin vali ve emîr tarafından yönetildiği Abbasîlerin idari yapısı merkeziyetçi
bir karaktere sahipti. Emevîler zamanında valilerin çoğunluğu Arap asıllı iken Abbasîler döneminde çoğunluğu bürokrasiden olan önce İranlılar, daha sonra da Türkler bu görevleri üstlendiler. Mâlî işlerden sorumlu olan sâhibü’l-harâc ve âmiller yönetimde valilere yardımcı olurlardı.

Endülüs Emevî Devleti’nde başşehir Kurtuba dışında kalan yerler idari bakımdan
şehirler anlamında ‘küver’, sınır bölgeleri anlamında ‘sugûr’ olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Vilayetler doğrudan devlet başkanı tarafından atanan valiler, sınır bölgeleri ise ‘kâid’ adlı kumandanlar tarafından yönetilirdi. Ortaçağda kurulan İslâm devletleri idareleri altındaki toprakları eyalet ve şehirlere bölerek yönetmeyi sürdürdüler.


#11

SORU:

İslam devletlerinde belli başlı gelir kaynakları nelerdir?


CEVAP:

a. Zekât. Müslüman mükelleflerden para, ticarî mal, toprak ürünleri ve hayvanlardan % 2,5 ile % 10 arasında değişen oranlarda alınan vergi.
b. Humus. Savaş yoluyla elde edilen menkul ganimetlerden beytülmâle intikal eden beşte bir oranındaki paylar.
c. Fey. Gayri Müslim tebaadan alınan cizye, haraç ve ticaret malları vergilerinin ortak adıdır. Bunlardan haraç, gayri Müslim toprak sahipleriyle haraç statüsüne tâbi toprakların sahibi Müslüman yükümlülerden alınan ve sabit bir oranı olmayan toprak vergisidir. Cizye, İslâm devleti tebaası olan gayri Müslim erkeklerden alınan vergidir. İslâm devleti tebaası olan gayri Müslimler tarafından ithal edilen ticaret mallarından % 5, yabancılar tarafından ithal edilen mallardan da % 10 oranında veya mütekabiliyet esasına göre alınan ticaret malları vergisidir; uşûr da denilir.
d. Devlet arazisinden ve emlâkinden elde edilen gelirler.
e. Mirasçı bırakmadan ölenler ile buluntu ve sahipsiz mallar.
f. İnfak gelirleri. Bunlar olağanüstü durumlarda Müslümanlardan istenen bağışlardır. Hz. Peygamber özellikle savaş masraflarını karşılamak veya fakir ve düşkünlere yardım etmek için Müslümanlardan infakta bulunmalarını isterdi


#12

SORU:

Emevi ve Abbasi dönemlerindeki müsadere uygulamalarını açıklayınız.


CEVAP:

Emevîler iktidarıyla birlikte müsadere uygulamaları bir tehdit ve intikam aracı hâline geldi ve bazı kişilerin mirası da müsadere edilmeye başlandı. Valilerin ve maliye örgütündeki görevlilerin hazineyi zayıflatmak pahasına kendilerini zenginleştirmeye çalıştığını gören Hişâm b. Abdülmelik çeşitli tedbirlerle müsadere uygulamasını kurumsal hâle getirmeye çalıştı. Abbasîler idareyi ele alınca yaptıkları ilk iş Emevî ailesi mensuplarının mallarına el koymak oldu. Bu dönemden itibaren devlet malını haksız bir şekilde ele geçirenler mezalim mahkemelerinde yargılanmaya başlandı.


#13

SORU:

Ortaçağ'da Müslüman devletlerin harcama kalemleri nelerdir?


CEVAP:

a. Beytülmal giderlerinin en önemli kalemi rızık adı verilen maaşlar.
b. Beytülmâlin bir diğer önemli gider kalemi orduya yapılan harcamalar.
c. Bayındırlık, eğitim, sağlık başta olmak üzere devletin diğer kamu giderleri.
d. Zekât ve humus giderleri ki bunlar Kuran’da açıkça belirtilen kimselere dağıtılırdı.
e. Beytülmâlden ihtiyaç sahibi kimselere yapılan yardımlar bir diğer gider
kalemini oluşturuyordu. Hulefâ-yi Râşidîn döneminde zekât dışındaki devlet gelirlerinden Müslümanlara belli esaslar dâhilinde ödemeler yapılmıştır. Hz. Ömer bu ödemeleri İslâm’a girmede öncelik ve cihada katılma esasına dayanan bir sınıflandırmaya göre yapmaktaydı. İslâm tarihinde beytülmâlin başka fonksiyonlar da icra ettiği görülür. Bunların başında şahıslara borç verilmesi gelir. Özellikle ilk dönemlerde beytülmâlin bu fonksiyonunun büyük işlerlik kazanmıştır.


#14

SORU:

Hz. Peygamber döneminin hukuk düzenini açıklayınız.


CEVAP:

Hicretten sonra kaleme alınan Medine vesikası, Mekke’den farklı olarak hukuki yaptırımları olan kurallar döneminin başladığının ilk adımıydı. Buna göre Hz. Peygamber, yeni kurulan siyasi birliğin başkanı ve içeride farklı gruplar arasında çıkabilecek ihtilâfların en son yargı merciiydi. İlk kadı ve hâkim olan Hz. Peygamber’in hukuki problemleri çözerken Mescid-i Nebevî’de oturduğu
yer ‘kaza revakı’ adıyla meşhur oldu. İslâm Peygamberi’nin hukuki ilişkiler alanında tebliğ ettiği ilke ve hükümlerle ortaya koyduğu örnek uygulamaların ortak hedefi bilgisizlikten beslenen, taklide dayalı bozuk yapının değişmesi yönünde bir zihniyet devrimi gerçekleştirmekti. Bu bağlamda ilahî iradeye aykırılık taşımamak şartıyla adalet ve düzenin dengelenmesine dayalı bir meşruiyet anlayışı oluşturuldu. Yargılama usulleriyle ilgili bir takım prensip ve kaideler konuldu. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkilerde hukukun egemen kılınması ve birey anlayışın geliştirilmesi asıl hedefti. Valilerinden adalet işlerini yürütmelerini ya da bu alanda görevli istihdam etmelerini isteyen Hz. Peygamber, hâkim sıfatıyla taşıdığı görevlerin bir kısmını sayıları altıya kadar ulaşan sahabelerine devretti.


#15

SORU:

Kadılkudât kimdir?


CEVAP:

Ortaçağda Müslüman devletlerinin adliye örgütünün başındaki görevlidir. Kadılkudât, IX. yüzyılın sonlarına kadar genellikle başkent kadısına verilen bir şeref unvanı iken sonraki dönemlerde devletin ülke ya da bölgedeki yargı teşkilatının üst yöneticisi oldu; ülkenin çeşitli bölge ve şehirlerinde görev yapan
bütün kadılar onun nâibi oldular. XI. yüzyılın ortalarına doğru rütbe bakımından
kadılkudâttan sonra gelen ve ona naiplik eden ‘akda’l-kudât’ unvanlı yüksek hâkimler görevlendirildi. Endülüs’te kadılkudât unvanından daha önce kullanılan, zamanla burada ve Mağrib’te kurulan bütün İslâm devletlerinde görülen ‘kadılcemâa’ başkent kadılığı makamına getirilen kişinin unvanıydı.


#16

SORU:

Şurta nedir?


CEVAP:

Başkent ve diğer büyük merkezlerde emniyet ve asayişin sağlanması, düzenin korunması, suçluların takibi ve yakalanması görevlerini yürüten emniyet güçlerine şurta denir. Kurumun başındaki kişi sâhibü’ş-şurta unvanını taşır. Arap dünyasında emniyet örgütünün günümüzdeki adı da şurtadır. Bu adın verilme sebebi başkentte halife veya sultana, vilayetlerde valilere bağlı görev yapan bu kurum mensuplarının kendilerine mahsus üniformalarının olması ve özel işaretler taşımalarıdır


#17

SORU:

Hisbe nedir?


CEVAP:

Hisbe, Kuran-ı Kerim’de yer alan ‘iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak’
prensibi uyarınca, genel ahlakı ve kamu düzenini korumak ve denetlemekle görevli kurumu ifade eder. Bu işle görevli kimseye muhtesib denir. Hisbe faaliyetleri genel olarak kamu hukuku çerçevesine girer, hisbe örgütünün idare hukukundaki yeri ise muhtesibin yetki ve sorumluluklarına göre değişir. Resmî statü itibariyle muhtesibler vali ve kadılardan sonra gelir, görev yerlerine göre de kendi aralarında ayrı bir derecelendirmeye tâbi tutulur. Muhtesibin kadılık makamına vekâlet etmesi mümkündü. Vali ve şurta görevlisinin yardımına başvurduğu gibi, bazı şurta görevlileri de emrine verilirdi. Zaman içinde muhtesiblerin yetkileri genişletildi ve şurta mensupları kararlarını icra ve uygulamak zorunda kaldıkları gibi, ‘arîf, emin, gulâm, avn, müsâid, halife’ denilen yardımcılar edindiler.


#18

SORU:

Biat nedir?


CEVAP:

Sosyo-politik bir akid olarak devlet başkanını seçme, belirleme ve İslâm hukuku
çerçevesinde ona bağlılık gösterme anlamına gelir. Halifenin kamuoyu nezdinde
meşruluk kazanabilmesi için gereklidir. Sakıfetü Benî Sâide’de olduğu gibi belli
sayıdaki kişi tarafından yapılan biata ‘el-bey’atü’l-hâssa’, Mescidi Nebevî’de bütün
Medinelilerin biat etmelerine ise ‘el-bey’atü’l-âmme’ denilir. Hz. Ebû Bekir’den itibaren her halife değiştiğinde biata başvurulurdu. Ancak Emevîlerle birlikte veliaht tayini esasına geçildiğinden bağlılık sunma anlamı öne çıktı.


#19

SORU:

Hz. Peygamber’in minber ve asası neden önemli görülmüştür?


CEVAP:

Hz. Peygamber’e mahsus minberin yanında asası da özel ilgi görmüş ve ikisine birlikte ‘ûdeyn’ denilmiştir. Muâviye b. Ebû Süfyân’dan itibaren bazı Emevî halifeleri Hz. Peygamber’den kalan minber ve asayı Medine’den Dımaşk’a nakletmek istemeleri, bu alametlerin hilâfetin meşruluğu açısından taşıdığı önemi göstermektedir.
Asa Fatımîlerde de önemli bir halifelik alametiydi. Halifeler törenlerde Hz. Peygamber’in şair Kâ’b b. Züheyr’e hediye ettiği bürde adlı hırkayı giyerlerdi. Muâviye b. Ebû Süfyân’ın Kâ’b’ın vârislerinden satın aldığı bu hırka veraset yoluyla önce Emevî daha sonra da Abbasî halifelerine initikal etti. Yavuz Sultan Selim Mısır seferinden sonra diğer mukaddes emanetlerle birlikte İstanbul’a getirdi. Hâlen Fatih’teki Hırka-ı Şerif Camii’nde korunmaktadır.


#20

SORU:

Hisbe teşkilatının görev alanını açıklayınız.


CEVAP:

Hisbe teşkilatının görev alanı temelde Allah hakkı, kul hakkı, her iki yönü de
bulunan haklar olmak üzere üç ana başlık altında toplanabilir. Muhtesib, Allah
hakkının ihlâli halinde affetme yetkisini kullanabilirken kul haklarının ihlâli durumunda böyle bir yetkiye sahip değildir. Muhtesib ile adalet örgütünün diğer
üyeleri arasında çeşitli benzerlik ve farklılıklar vardır. Hisbe idari, kadılık ise yargıyla ilgili bir makamdır. Kadıların yetkisiz olduğu idari davalara mezâlim mahkemesi, geri durdukları bazı anlaşmazlıklara da ihtisab örgütü bakar. Bundan dolayı adliye örgütü içerisinde mezâlim, kazâ ve hisbe şeklinde hiyerarşik bir idari yapılanma söz konusudur. Muhtesib ile şurta arasında dayanışma ve yardımlaşma bağı vardır. Muhtesible müftü arasındaki benzerlik, her ikisinin de halkı dinî konularda bilgilendirip uygulamaya teşvik etmeleridir.