MODERN ORTADOĞU TARİHİ Dersi Ortadoğu Tarihine Giriş soru cevapları:

Toplam 57 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

Dünya üzerinde Ortadoğu olarak ifade edilen bölgenin
bu şekilde adlandırılmasının temel nedeni nedir?


CEVAP:

Ortadoğu tanımı coğrafi bir terim değildir. Siyasi
bir tanımdır. Bu yüzden “doğu” ve “orta” kelimeleri
nerenin esas alındığı önemlidir. İsimlendirilmesinde çok
farklı dönemlerde Birinci dünya savaşının ardından
Osmanlı devletinin yıkılması Arap Yarımadası,
Mezopotamya, Basra Körfezi ve ayrıca İran’ın bulunduğu
bölgelere yeni bir jeopolitik yaklaşım ile Ortadoğu adı
altında birleştirilmiştir.


#2

SORU:

Ortadoğu isminin halen yaygın olarak kullanılıyor
olmasının başlıca nedenleri nelerdir?


CEVAP:

Yaygın kullanımına rağmen bu sorunun cevabı
da oldukça değişkendir. Zira tanımı belirleyen coğrafya
değil, kullanıldığı tarihlerdeki politik yaklaşımlardır. Bu
yüzden Ortadoğu’ya siyasi gelişmelere paralel olarak
daralan veya genişleyen bir anlam verilmektedir. Dar
anlamı ile Ortadoğu, Güneybatı Asya devletlerini (Arap
Yarımadası, Basra Körfezi, Irak ve Suriye’yi içine alan
bölge) içermektedir. Daha geniş anlamıyla da Güneybatı
Asya’dan Kuzey Afrika’nın en batısı olan Fas (Mağrıb) ile
doğuda Afganistan ve Pakistan’ı da içine alan bölgeye verilen
isimdir.


#3

SORU:

Günümüzde Amerika’nın da etkisi ile Ortadoğu
nitelemesi yerine büyük Ortadoğu isminin
kullanılmasındaki neden nedir?


CEVAP:

Amerika, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölge
politikalarında etkin olmaya başlaması ile Ortadoğu’yu
“Atina’dan Tahran’a, Ankara’dan Kahire’ye” diye
yeniden tanımlamıştır. Ancak bu gün yine Amerikan
politikaları çerçevesinde gelişen siyasi olaylara bağlı
olarak bu kavram “Büyük Ortadoğu” şeklinde daha da
genişletildi. Buna göre Ortadoğu, Nil vadisinden (Sudan
dahil) Orta Asya’nın Müslüman ülkelerine, Güneydoğu
Avrupa’dan Türkiye ve Kıbrıs dahil olmak üzere Arap Denizi
ve çevresine kadar uzanan geniş bölgeyi içine
almaktadır.


#4

SORU:

Ortadoğu bölgesine tarihsel açıdan önemli olarak
görülmesinin atfedilen nedenleri nelerdir?


CEVAP:

Bu bölgenin sahip olduğu mekânsal özellikler,
nüfus çeşitliliği ve doğal kaynaklar da ona özel bir tanımın
yapılmasında etkili olmaktadır. Bu bölge insanlık tarihi
açısından da ayrı bir öneme haizdir. Tarihte insanların ilk
defa bir araya gelerek guruplar halinde yaşamaya
başladıkları, şehirleşmenin yaklaşık dört bin yıl önce ilk
defa ortaya çıktığı coğrafyadır. Üç büyük semavî din olan
Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in de doğduğu yerdir.
Bu dinlerin kutsal mekânlarının da buralarda yer alması
insanlık nazarında ayrı bir cazibe oluşturmaktadır.

Tarih boyunca ancak bu bölgelere hakim olabilen
devletlerin büyük imparatorluklar kurabilmişlerdir.
Ortadoğu, Afrika-Avrasya kara kitlelerinin doğal kavşak
noktasıdır. En önemli geçiş yollarının üstündedir. Tarih
boyunca Nil Deltası ve Sina Yarımadası kullanılarak
karadan Akdeniz ile Kızıldeniz birbirine bağlanırken bu
gün aynı işlevi Süveyş kanalı yapmaktadır.
5. Bir bölgenin önemine ilişkin vurgulanan jeopolitik
kavramı nasıl açıklanabilir?
Cevap: Jeopolitik, coğrafya ve tarihin belirlediği
ilişkilerdir. Devletlerin dış politika davranışlarını,
ülkelerin coğrafi konumu, fiziki çevresi, sahip olduğu
kaynaklar, geçiş yolları vs. ile ilişkilendiren yaklaşımdır.
Kısaca bir bölgenin coğrafyası ve orada gelişen tarih, o
bölgenin jeopolitiğini (coğrafyadan kaynaklanan siyasi
önemini) belirleyen dinamiklerdir.


#5

SORU:

Ortadoğu bölgesinin enerji kaynakları bakımından
jeopolitik önemi nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

Bölgenin jeopolitiğini belirleyen en önemli
faktörlerden bir tanesi de dünyanın istisnasız bağımlı
olduğu enerji kaynaklarıdır. Tek başına Arap dünyası,
dünya enerji kaynaklarının %60’tan fazlasına sahip iken
bütün İslam dünyası ele alındığında bu rakam %75’i
geçmektedir. Bu özellikleri ile tarih boyunca olduğu gibi
günümüzde de Ortadoğu dünyanın en önemli cazibe
merkezi ve aynı zamanda en büyük çatışma alanıdır.


#6

SORU:

Ortadoğu bölgesinin şekillenmesinde temel unsurlar
nelerdir?


CEVAP:

Ortadoğu bölgesinin şekillenmesinde temel
unsurlardan;
• Birincisi, tarih boyunca bu coğrafyayı
şekillendiren kendi iç dinamikleri,
• İkincisi de uluslararası sistemin geliştirdiği dış
dinamikleridir.


#7

SORU:

Tarih içinde bu coğrafyanın geleneksel idari yapısı
nasıldır ve uzun dönemli istikrar veya idare hangi
yöntem(ler)le sağlanmıştır?


CEVAP:

Tarih boyunca oldukça sınırlı ve dağınık bir
nüfus yapısına da ev sahipliği yapan bu coğrafya, birbiri
ile uyumlu fakat öteki ile rekabet ve çekişme halinde olan
“basit siyasal yapıları” da daima beslemiştir. Bunda
coğrafi yapının büyük rolünün büyüktür. Nitekim özellikle
Arap yarımadası ve kuzeyinde kalan Suriye çöllerinde
(Beriyyetü’ş-Şam) bölgenin ahalisi, kuraklıktan dolayı hep
zor ve marjinal bir hayata mecburdu ve coğrafya asırlarca
insanları göçebe (bedevî) hayata mahkûm etmiştir. Diğer
taraftan Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Akdeniz sahillerine
uzanan bölgelerde şehircilik ve ticaret gelişmiştir. Ancak
genel olarak coğrafi zorunluluklar tarih boyunca Ortadoğu
ve Kuzey Afrika’da karmaşık yapıyı gerektiren siyasi
teşkilatlanmalara pek izin vermemekteydi.


#8

SORU:

Kabilevî toplum yapısının sosyal yaşamdaki etkileri
nelerdir?


CEVAP:

Bu yapı geniş ve zorlu coğrafyada birlikte
yaşayabilme, barınma ve savunma ihtiyaçlarını pratik bir
şekilde karşılayabilmektedir. Ayrıca bu yapı modern
zamanların demokrasisinin savunduğu ilkelerden uzakta
değildir. Kabile toplumlarında mutlaka gücünü gelenekten alan bir kabile önderi şeyh/emir bulunmaktadır.
Kabilesinin fertlerine eşit mesafede olmak ve meclisinde
(şeyh/emir meclisi) onların fikirlerini alarak idaresini
yürütmek zorundadır.


#9

SORU:

Araplarda devletsiz toplumun kabul edilmesinin
nedenleri nelerdir?


CEVAP:

Eski çağlardan beri Arabistan Himyeriler ve
Kende devletleri çevresindeki kabilevî güçlerin elinde
olmuştur. Kuzey Arabistan’da (Ürdün’de Petra’da) Nebatî
devleti ile Palmira’daki (Suriye) krallık da uzun
sürmemiştir. Dolayısıyla Ortadoğu’nun en önemli unsuru
olan Araplar için modern anlamda devletsizliğin normal
olduğu ve kendilerini devletsiz de idare edebildikleri
sonucunu çıkarmak mümkündür. Bundan dolayı milattan
önce yaklaşık olarak 1000’li yıllardan itibaren
kendilerinden söz edilmesine ve zor şartlarda yaşayabilme
becerilerine rağmen Araplar, İslam’ın doğuşuna kadar
hiçbir zaman ne fetih ne de büyük çaplı siyasi
organizasyonlar yapan milletler olamadılar.


#10

SORU:

Bedevilik olarak nitelenen yaşam tarzı nasıl
açıklanabilir?


CEVAP:

Çöllerde hayatlarını göçebe olarak geçiren
guruplardır. En temel bağları kan (aile/akraba) bağıdır.
Ailelerin oluşturduğu kabile en üst siyasi yapılarıdır. Basit
bir hayat sürerler, fakat katı geleneksel kurallara
sahiptirler. ihtiyaç duymadıkça meskün mahallere
gelmezler. Yerleşik hayata ve ziraata karşıdırlar. Mümkün
olduğunca, bağlı oldukları devletin kontrolünden uzak
yaşamayı tercih ederler.


#11

SORU:

Hazarilik olarak tanımlanan ve bedevilerden farklı bir
yaşam süren grupların genel özelliği nedir?


CEVAP:

Bedevilerin aksine çöllerdeki vahalarda yerleşik
hayatı benimsemiş guruplardır. Kan bağı ve kabile bağları
konusunda bedevîler gibi olmakla birlikte bunlar ziraat ve
ticaret ile uğraşırlar. En büyük sorunları bedevîlerin
yaptıkları yağmalardır. Bu yağmadan kurtulabilmek için
bedevîlere “ihave” adıyla bir “kardeşlik vergisi” öderler.


#12

SORU:

İslam ile Arap yarımadasında görülen siyasi
yapılaşmanın nasıl geçekleşmiştir?


CEVAP:

Araplarda en büyük değişim, hatta toplumsal
devrim 610’lu yıllardan sonra İslam ile başlamıştır.
Arapların ruhlarında ve hayatlarında meydana getirdiği
değişim ile o miskin toplum birden fatih bir topluma
dönüşmüştür. Özellikle ciddi dinî ve siyasi baskıların
sonucunda 622 yılında Mekke’den Medine’ye gerçekleşen
zorunlu hicretten sonra Hz. Muhammed’in terbiyesinde
başkalarıyla yaşayabilme becerisi geliştiren bu anlayış,
onlara aynı zamanda yeni bir devlet geleneği de
sunmuştur.
Hz. Muhammed İslamiyet ile birlikte Müslümanların
diğerlerinden farklı ama kendi içinde bütünlüğü olan bir
“ümmet” olduklarını benimsetirken; “Medine sözleşmesi”
ile de “öteki” kabul edilen unsurlar ile aynı siyasal çatı
altında yaşanabileceğini öğretmiştir.


#13

SORU:

Hz. Muhammed ile birlikte Arap yarımadasında
oluşan devletin dört halife dönemiyle birlikte yayılan
devlet anlayışının kabul görmesinin temel unsurudur?


CEVAP:

Hz. Muhammed’in vefatıyla birlikte dört halife
devri bir anlamda birleşme ve çevreye yayılma devri
olmuştur. Nitekim dört halife döneminde Müslümanların
Medine merkezli devleti Arabistan, Suriye, Irak, Mısır ve
Batı İran’ı da içine alacak büyüklüğe ulaşmıştı ki, tarihte
ilk defa Hicaz (Medine) merkezli böyle bir devlet ortaya
çıkmıştı. Bu ilk tecrübeler “biat almak ve adaleti
sağlamak” koşuluyla insan tabiatına ve dönemine uygun
siyasal rejimlerin her zaman adapte edilebileceğinin
örnekleri olduklarından bir sonraki devirlerin de ilham
kaynağı olmuşlardır.


#14

SORU:

Hz. Ali’nin Muaviye ile olan mücadelesinde
haricilerin ortaya çıkışları ve genel tavrı ne olmuştur?


CEVAP:

Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan ihtilafta, iki
tarafın hakeme başvurmasını reddeden guruplara verilen
isimdir. Zamanla bir inanç biçimine dönüşmüştür. Hz.
Peygamber soyuna bağlılıkları olmakla birlikte Şiilikten
farklı bir doktrin geliştirdiler. Onlara göre Halifelik Ali
taraftarlarının iddia ettiği gibi sadece peygamber soyuna
hasredilemez, zira bu makam bütün Müslümanların
hakkıdır. Özellikle Kuzey Afrika'da İslam’ın yayılmasında
etkili oldular.


#15

SORU:

Emeviler öncekilerden ayıran ve geniş bir coğrafyada
yayılmasını sağlayan temel noktalar nelerdir?


CEVAP:

Emeviler, Şam merkezli kurdukları devlet ile
geniş fetihler yapabildiler. Dine saygısız, milliyetçi ve
hatta despotluk ile anılan Emeviler, bir taraftan
Müslümanları siyasi bir birlik altında tuttukları gibi, diğer
taraftan Müslüman olmayanlara da verdikleri garantiler ile
(zimmî statüsü) bir dünya devleti kurabilmişlerdir.


#16

SORU:

Abbasilerin ortaya çıkışının İslam dünyasındaki
yankıları nasıl olmuştur.


CEVAP:

Emeviler’i ortadan kaldıran Abbasiler (daha
heterojen bir kimliği temsil ederler) aynı yolda
yürüyememişlerdir. Bir başkaldırı hareketi olup Arapların
kabuğa çekilmeleri sonucunu doğurmuştur. Ancak bu
hareket, Müslüman dünyasında dinginliği de beraberinde
getirerek; ilim ve kültür hayatının gelişmesine katkı
sağlamıştır. Yani Emeviler fetihler ile İslam coğrafyasını
genişletirken, Abbasiler kültür ve medeniyet ile İslam
dünyasını canlı tutmuşlardır. Siyaseti keşfederek; bu
sayede daha uzun ömürlü olabilmişlerdir. Onların
döneminde İslami bilimler (hadis, tefsir, fıkıh), dil, felsefe
hatta tarih bir hayli gelişme göstermiştir.


#17

SORU:

Abbasilerin son dönemleriyle birlikte İslam
coğrafyasında hangi anlayışlar ortaya çıkmıştır.


CEVAP:

1000’li yıllara gelindiğinde artık dünyevileşen
hilafet bölünmüş; Abbasî hilafeti gibi Endülüs Emevî
hilafeti ve Kahire’de ümmetin ötekini temsil eden Şiî
Fatımî hilafeti ortaya çıkmıştır. Bu yeni durum aslında
İslam siyasetinin önerdiği “ittihat/birlik” fikrine aykırı fakat Araplarda mevcut kabilevî kültüre uygun
düşmektedir.


#18

SORU:

Abbasilerin son döneminde Selçuklular’ın ön plana
çıkması, İslam devletleri bakış açısından nasıl
açıklanabilir?


CEVAP:

Tuğrul Bey, Alparslan ve Melikşah dönemlerinde
Abbasi hilafeti ayakta tutulabilmiş ama bu sefer de
“bölünmüş bir iktidar tipi” ortaya çıkmıştır. Abbasiler
hilafetin dinî yönünü temsil ederken; Selçuklular dünyevî
iktidarı temsil ediyorlardı. Aslında bu durum geçici bir
istikrarı sağlamakla birlikte, Abbasilerde sürekli dünyevî
iktidarı tekrar ele geçirme hevesini de canlı tutmuştur.


#19

SORU:

İslam dünyasındaki hilafet anlayışının Moğolların
ardından bir nevi el değiştirmesiyle Memlüklüler’in başat
güç olma nedeni nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

Moğollar 1258’de Bağdat’ı işgal ederek son
halifeyi de öldürdüklerinde bu hanedanın sonunun geldiği
kabul edilmişti. Ancak hanedanın kurtulan bir üyesi
1261’de Kahire’de bölgesel güç olmak isteyen Memluk
Sultanı tarafından Abbasi halifesi olarak ilan edilince;
hanedan Selçuklular zamanında olduğu gibi devam etme
imkânı bulmuştur. İslam coğrafyasında başat güç olma
rolünü Türk ve Çerkez kökenli Memlükler üstlenince;
İslam devletinin merkezi yeniden yer değiştirmiştir.
Böylece Abbasi hilafetini himayelerine alan Memlükler,
Haçlılar ve Moğollar karşısında İslam’ın yeni gücü olarak
ortaya çıkmışlardır.


#20

SORU:

Osmanlı devletinin İslam dünyasında güç olarak
görülmesinin nedeni nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

Osmanlı Devleti Fatih Sultan Mehmet’ten
itibaren Müslümanlar üzerinde daha ziyade
manevi/psikolojik otorite kurmak ile yetinmiştir. Ancak
özellikle 1500lerde Portekizlilerin Hindistan’a yerleşip,
Hürmüz Boğazı üzerinden Babü’l-Mendeb’e kadar etkin
olmaları ve onlar karşısında Memlüklerin aciz kalmaları
Osmanlı Devletini harekete geçirecektir. Çaldıran’da
Safevilere karşı alınan zaferle doğuda kendini güven altına
alan Yavuz Sultan Selim, 1516’da, önce Suriye’ye ertesi
yıl da Mısır’a yaptığı sefer ile İslam dünyasının güç
merkezini İstanbul’a taşınmıştır.


#21

SORU:

Osmanlı devletinin batıda yaptığı mücadelelerin
aksine doğuda Portekizlilerin kurdukları devlet ile
Araplar üzerindeki etkisini önlemek için Osmanlının
müdahalesi nasıl olmuştur?


CEVAP:

16. yüzyılın başlarına kadar bu geniş coğrafyanın
denize açık kısımlarında Hürmüz’den Bahreyn’e kadar bütün
İran ve Arap emirleri Portekizlere tabi olmuşlardır.
Müslüman dünyasında uzun süre istikrarı sağlayan
Memlûklerin idaresinde bulunan Mısır ve Suriye kısmen
bunun dışında kalmakla birlikte yine de tehdit altındaydı.
Arap coğrafyasının tamamının esarete düşmesi Osmanlı
Devleti’nin, Hint okyanusundan Basra körfezine, Anadolu
sınırlarına ve Kuzey Afrika’ya kadar olan bölgelere hâkim
olması stratejik bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.


#22

SORU:

Osmanlının Arap dünyasında yaptığı fetihlerin
İslam’ın ilk devletleriyle olan ilişkisi nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

İslam’ın ilk yıllarından itibaren gelişmeye
başlayan, Abbasiler ile olgunlaşan, Selçuklular ile
güçlenen İslam kültürünün son aldığı şekli ile tekrar geri
dönerek Arap dünyasında bir restorasyon yapma hareketi
olarak adlandırmak mümkündür. Bu restorasyon ilan
edilmemiş olsa bile hem Müslüman dünyasında birlikteliği
(ittihadı) sürdürmenin araçlarını keşfetme ve hem de
dünya ile bütünleşmeyi amaçlıyordu. Bu amaçla Fas ve
uman Osmanlı sultanlarına bağlılıklarını sunmuş ya da
ileri düzeyde ilişkiler kurmuşlardır.


#23

SORU:

17. Yüzyıl ile birlikte Osmanlının Arap coğrafyasına
olan etkileri nasıl olmuştur?


CEVAP:

17. Yüzyılın ikinci yarısında Arap coğrafyası
Osmanlılar tarafından on dört merkezden (eyalet) idare
ediliyordu. Bu dönemde şehirleşme artmış; göçebe
unsurlar daha fazla istikrara kavuşmuştu. Zaman zaman
değişmekle beraber, genel olarak 17. yüzyılda Osmanlı
Devleti’nin Arap coğrafyası, Şam, Trablus-ı Şam, Halep,
Musul, Bağdat, Basra, Lahsa (Ahsa), Yemen, Mısır,
Habeş, Tunus, Trablusgarp, Cezayir-i Garp ve Mekke-i
Mükerreme eyaletlerinden oluştu. Neticede, 17. ve 18.
yüzyıllarda Arap coğrafyasında tam bir “Osmanlı Barışı”
egemen olmuştur.


#24

SORU:

18. Yüzyıl ile birlikte Osmanlının Arap bölgelerinde
mahalli güçlere daha fazla yetki vermesinin sonucu ne
gibi değişiklikler görülmüştür?


CEVAP:

Bu durum bir taraftan değişik etkenler ile
(Vehhabî hareketi gibi) merkezden kopuşları, daha
bağımsız hareket etmeyi beraberinde getirirken, bir
taraftan da merkezin modernleşme gayretlerini arttırarak
yeni bir toplumsal ve siyasî düzen arayışlarını
hızlandırmıştır. Aynı süreç bölge halklarının (bugünkü
“Ortadoğu halklarının”) Avrupaî düşünce ile tanışmasını
da beraberinde getirmiştir. Özellikle batının ilham ettiği
etnik ve dinî milliyetçilikler Osmanlı yönetimine karşı
hoşnutsuzluğu doğurmuştur. Yine bu dönemde bu fikirleri
besleyen gazete, dergi ve kitaplar yaygınlaşmıştı.


#25

SORU:

Osmanlı devletinin Ortadoğu’da tesis ettiği barış
ikliminin bozulması nasıl gerçekleşmiştir?


CEVAP:

Osmanlı Devleti’nin bu günkü Ortadoğu bölgesi
ve Kuzey Afrika’da tesis ettiği barış Fransızların 1798’de
Mısır’ı işgali ile birlikte bozulmuştur. İşgal kısa zamanda
kaldırılsa da Avrupa Emperyalizmi’nin bölgede kök
salmasına neden olmuştur. 19. Yüzyıl boyunca devam
eden uluslararası rekabetin yanı sıra Almanya’nın Avrupa’da
ön plana çıkarak diğer yayılmacı devletler gibi bir
dünya politikası (weltpolitik) geliştirmesi, Birinci Dünya
Savaşı’na hızlandırmıştır. Savaştan önce Almanya’nın
Osmanlı topraklarında elde ettiği iktisadî imtiyazlar, daha
önce bu topraklarda nüfuz alanları oluşturmuş olan
İngiltere ve Fransa gibi diğer Avrupalı güçleri ciddi biçimde rahatsız ederek ve bu coğrafyada sürdürdükleri
rekabeti daha da hararetlendirmiştir.


#26

SORU:

Birinci dünya savaşının öncesinde Osmanlının Arap
bölgesinde yönetimi büyük ölçüde yitirmesinin nedenleri
nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce ülkenin
güney bölümünü oluşturan Arap coğrafyasının bir kısmı
fiili olarak işgal altında olsa bile, büyük bir bölümü fiilen
ve hukuken hâlâ Osmanlı egemenliğindeydi. Nitekim
1914’te, Hicaz, Yemen, Basra, Bağdat, Musul, Halep,
Suriye, Beyrut, Trablusgarp, Mısır, Tunus eyaletleriyle
Kudüs, Bingazi ve Cebel-i Lübnan Mümtaz
Mutasarrıflıkları gibi çok geniş bir Arap coğrafyası
kısmen fiilen kısmen de hukukî olarak Osmanlı hâkimiyetinde
bulunuyordu. Ancak Osmanlı toprakları,
jeopolitiği ve yeni keşfedilen petrol kaynaklarıyla da
emperyalist güçlerin iştahını kabartıyordu.


#27

SORU:

Günümüz dünyasında Ortadoğu kavramının
şekillenmesindeki temel nedenler nedir?


CEVAP:

Ortadoğu kavramını ve bugünkü Ortadoğu’yu
meydana getiren süreç Birinci Dünya Savaşı’dır. Savaş he
ne kadar Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki
rekabetten dolayı Avrupa’da başlamış olsa da hemen
tamamının hedefindeki coğrafya Osmanlı egemenliğinde
ve onun hinterlandındaki alanlar idi. Birincisi 1916 yılında
İngilizler ile Fransızlar arasında yapılan Sykes-Picot
anlaşmasıdır. İkinci gelişme de 1917 yılında İngiltere
dışişleri bakanı Balfour’un Filistin’de bir “Yahudi
Yurdu”nun kurulmasına imkan tanınabileceğini vaat eden
deklarasyonudur.


#28

SORU:

Sykes-Picot anlaşmasının önemi nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

1916 yılında İngilizler ile Fransızlar arasında
yapılmıştır. Özellikle Çanakkale cephesinde umduklarının
bulamayan İngiliz ve Fransızlar, bu anlaşma ile adeta
ittifaklarını yenileyerek Ortadoğu topraklarını aralarında
paylaştılar. Bu anlaşma aslında Fransız ve İngilizlerin
kendi aralarındaki rekabeti de gösteriyordu. Anlaşmaya
göre Fransızlar Akka limanının kuzeyinde kalan Akdeniz
sahillerine sahip olacaktı. İngiltere ise petrol kaynaklarının
yoğunlaştığı Mezopotamya (sınırı belirlenmeyen) ve
Hayfa çevresindeki alanlara yerleşiyordu. Diğer Arap
toprakları ise iki tarafın himayesinde kalacaktı. Özellikle
İngilizlere tahsis edilen alanların sınırının çok net
olmaması onların bölgede daha rahat hareket etmelerine
imkân tanımıştır.


#29

SORU:

Kudus’ün de içinde yer aldığı Filistin’in olan
topraklarda Yahudi yurdunun oluşturulmak istenmesinin
temel nedeni nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

Kudüs bu coğrafyanın merkezindeydi. Oradaki
kutsal mekânlar üzerinde Katoliklerin ve Protestanların da
hak iddiaları dikkate alınarak Filistin’in uluslararası bir
bölge olması kararlaştırılmıştır. Aslında İngiltere’nin o
günlerde Avrupa’da çokça dillendirilen siyonizme sempati
ile baksa bile asıl amacı savaşta ortağı olan Fransızlar ile
kendilerinin kontrol ettiği Hindistan yolu (o sırada Mısır
İngiliz kontrolündedir) arasında bir tampon bölge
oluşturmak ve Fransızları Süveyş kanalından uzak
tutmaktır.


#30

SORU:

Ortadoğu’da birçok ülkenin emellerinin olması
sonucunda manda sisteminin tartışıldığı San-Remo
konferansının sonuçları nelerdir?


CEVAP:

San-Remo Konferansına göre (19-26 Nisan
1920) Suriye ve Lübnan Fransız mandası, Irak ve
Filistin’in (bugünkü Ürdün dahil) de İngiliz mandası altına
alınması kararlaştırılmıştır. Her iki devletin savaş öncesi
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da işgal veya anlaşmalar
yoluyla elde ettiği sonuçlar hiç tartışılmadı. Yani o
bölgelerin geleceği de tıpkı manda altındakiler gibi
Avrupalı emperyalist güçlerin eline bırakılmıştır.


#31

SORU:

Ortadoğu’da manda yönetimiyle yönetici olanların
belirlenmesinde izlenen yolunun günümüz
Ortadoğu’sundaki izleri nelerdir?


CEVAP:

Manda yönetimine göre bütün etnik ve etno-dini
guruplar iyice kristalize edilecek ve bu esas üzerine yeni
devletler oluşturulacaktı. Başlangıçta yönetim
kademelerinde eski Osmanlı Devleti’nin bakiyesi olan
yönetici sınıflar ile oluşturulmuştur. Bu sınıflar kök
salmamaları için ya sürekli değiştirildiler ya da ihtilallere
ve suikastlara maruz kaldılar. Bugünkü Arap devletlerine
bakılacak olursa hemen hepsinde aslında hâlâ kabilevî
kimliği taşıyan unsurların egemen olduğunu görmek
mümkündür. Örneğin Suriye, Libya ve Suudi Arabistan.
Bu yeni tarz yönetimlerin, en eski devirlerdeki Arapların
devletsiz Kabilevî kimliklerini temsil ettikleri
hatırlanmalıdır.


#32

SORU:

Bir etnik yapının azınlık olarak görülmesi hangi
anlama gelmektedir?


CEVAP:

Azınlık olarak ifade edilmektedir. Azınlık ise bir
ülkede çoğunluğun içinde yaşayan ve etnik kökeni, dili,
kültürü ve dini bakımından büyük kesimden ayrılan daha
küçük guruplara verilen isimdir. Örneğin Ortodoks
Rumlar; hem Türkiye’de ve hem de Suriye’de azınlık
statüsündedirler.


#33

SORU:

Etnik açıdan Ortadoğu’da yer alan etik gruplar
hangileridir?


CEVAP:

Ortadoğu coğrafyası eskiden beri zengin bir etnik
çeşitliliğe sahiptir. Bu çeşitlilik hem coğrafyanın yerli
halklarından ve hem de tarih boyunca bölgede yaşanan
göçlerden beslendi. Bu anlamda Türkler, Kürtler,
Çerkezler, Farslar ve Araplar yaygın olarak bölge
ülkelerinde bulunmaktadırlar. Her bir etnik köken
yaşadıkları göre parklaşabilmekte ve bu bölgesel
farklılaşmalar arasında sosyal hayat, lehçe, din, ahlâk ve
gelenek bakımından farklılıklara neden olabilmektedir.


#34

SORU:

Ortadoğu’nun dini çeşitlilik bakımından zengin
olması nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

Ortadoğu’nun en önemli özelliklerinden bir
tanesi kuşkusuz dinî çeşitliliktir. Tarih içinde gerek semavî (vahye dayalı) ve gerekse semavî olmayan bütün
din, inanç ve anlayışlar bu coğrafyada yeşerdi ve nerdeyse
hepsinin günümüze kadar ulaşan müntesipleri olmuştur.
Ancak en sonuncusu olmasına rağmen günümüzde bu
coğrafyaya asıl rengini veren ve çoğunluğun bağlı olduğu
din İslam’dır. Bununla beraber Hıristiyanlık ve Yahudilik
belirleyici rol oynamışlardır. Ayrıca her üç dine mensup
mezhepler ve çeşitli dinlerden hareketle yeni bir inanç
şekli olarak ortaya çıkan heterodoks guruplar da tarihten
günümüze daima var olagelmişlerdir.


#35

SORU:

Semavi dinlerin yanı sıra Ortadoğu’da benimsenen
Yezidilik, Zerdüştlük/Zoroastrianizm ve Sabiilik inancı
nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

Yezidilik, Zerdüştlük ve Sabiilik kısaca şöyle
açıklanabilir:
• Yezidilik: Kökü Emeviler zamanına kadar
indirilen ve İslam ile putperest inançların
karışımından meydana gelen bir dindir. Melek
Taus diye isimlendirdikleri Şeytan'a tapmaları ile
tanınmışlardır.
• Zerdüştlük ise Monoteist bir inanç biçimi olup
Zerdüşt'ün öğretilerini içermektedir. Sasaniler
döneminde etkin olan bu inanç sistemi bu gün
İran'da Yezd ve Kirman bölgesi ile Gabariler
arasında yaşamaktadır.
• Sabiilik aydınlık ile karanlık arasındaki dualizme
dayandırdıkları inanç sistemlerinde, maddî
evrenin dolayısıyla bedenin de kötü olduğuna
inanırlar. Ruhun beden hapishanesinde olduğunu
kabul ederler.


#36

SORU:

İslam dininin farklı mezhep ve hareketlere
ayrılmasının siyasi sonuçlara olan katkısı nasıl
açıklanabilir?


CEVAP:

İslam dininde;
• Hanefilik,
• Malikilik,
• Şafiilik,
• Caferilik ve
• Hanbelilik’in yanısıra
• Tasavvufi (Kadirilik, Nakşîlik, Rufailik)
hareketler de söz konusu olmuştur.

Bu farklı hareketlerden Ticanilik, Senüsilik ve Mehdilik
gibi tasavvuf hareketleri özellikle Afrika’da halkı organize
ederek sömürgecilere karşı başkaldırarak ve devletler
kurmuşlardır. Ticaniler Batı Afrika’da Fransızlara karşı
mücadele başlatıp Senegal’de bir devlet kurmayı
başarmışlardır. Aynı şekilde Senüsilik de Cezayir, Mısır
gibi yerlerde etkili olmakla birlikte Libya’da İtalyanlara
karşı mücadele eden siyasi bir harekete dönüşmüştür.
38. İslam dininden doğan bazı akımların siyasi akıma
dönüşmeleri nasıl açıklanabilir?
Cevap: En bariz olanı Vehhabiliktir. 18. Yüzyılda
Osmanlı topraklarında, Orta Arabistan’da Hanbeli
mezhebinin yeni bir yorumu olarak ortaya çıkmıştır.
İslam’ı doğduğu ilk saf şekliyle yaşama ve yaşatma
iddiasında olan bu hareket, önce Osmanlı Devleti’nin
otoritesine karşı gelerek siyasallaştı. Bu gün Suudi Arabistan’ın
resmi İslam yorumunu temsil etmektedir.


#37

SORU:

Jeopolitik önemini koruyan bu coğrafya tarihin
değişik devirlerinde çatışmalara sahne olmasının temel
nedenleri nelerdir?


CEVAP:

Bu çatışmaların bir bölümü yerel özelliklerden
bir bölümü de dış dünyanın bölge üzerindeki rekabetinden
kaynaklanmaktadır. Genel olarak bu çatışmaları şöyle
sınıflandırmak ve kısaca açıklamak mümkündür:
• Sınırlar: Özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra bölgede menfaati olan Avrupalıların
denetiminde ortaya çıkan devletler ve sınırların
nerede ise tamamı yapay özellikler
taşımaktadırlar.
• Milliyetçilik: Temel çatışma alanlarından bir
tanesi Arap milliyetçiliğidir.
• Filistin Sorunu ve Arap-İsrail Çatışması:
Ortadoğu’nun en canlı sorunudur. Sadece
bölgesel barışı değil dünya barışını
etkilemektedir.
• Kaynakların Kullanımı: Ortadoğu ve Kuzey
Afrika ülkeleri doğal kaynaklar
bakımından eşit imkânlara sahip değildir.
• Arap Baharı: 2010 yılı itibari ile Tunus’ta
başlayıp, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’yi de
etkileyen halk hareketlerine verilen isimdir.


#38

SORU:

"Ortadoğu" kavramı literatürde ilk kez kim tarafından kullanılmıştır? 


CEVAP:

Ortadoğu tanımı coğrafi bir terim değil, siyasi bir tanımdır. Bu yüzden anlamı konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Zira "doğu" herkes nazarında bir yönü ifade ederken "orta" kelimesi "neyin veya nerenin ortası" sorusunu da beraberinde getirmektedir. Yerkürenin hiçbir yeri başka bir yer için orta değildir. İlk defa 1850’lerde İngilizlerin Hindistan’daki Sömürge idaresi tarafından iç yazışmalarında kullanılmakla birlikte; gerçekte bir kavram olarak literatürde kullanılması Amerikan tarihçi Alfred Mahan (1840-1914) ile başlamıştır. Mahan, 1902 yılında kaleme aldığı bir makalesinde bu kavram ile doğu-batı ekseninde Basra Körfezi ve etrafını "orta" olarak tasvir etmiş; nitekim bu kavram 20. yüzyılın başında literatüre bu anlamı ile girmiştir. 


#39

SORU:

Dar anlamı ile Ortadoğu hangi bölgeyi içine almaktadır?


CEVAP:

Dar anlamı ile Ortadoğu, Güneybatı Asya devletlerini yani Arap Yarımadası, Basra Körfezi, Irak ve Suriye’yi içine alan bölgeyi içermektedir. Daha geniş anlamıyla da Güneybatı Asya’dan Kuzey Afrika’nın en batısı olan Fas (Mağrıb) ile doğuda Afganistan ve Pakistan’ı da içine alan bölgeye verilen isimdir.


#40

SORU:

Jeopolitik kavramı neyi ifade eder?


CEVAP:

Jeopolitik, coğrafya ve tarihin belirlediği ilişkilerdir. Devletlerin dış politika davranışlarını, ülkelerin coğrafi konumu, fiziki çevresi, sahip olduğu kaynaklar, geçiş yolları vs. ile ilişkilendiren yaklaşımdır. Kısaca bir bölgenin coğrafyası ve orada gelişen tarih, o bölgenin jeopolitiğini (coğrafyadan kaynaklanan siyasi önemini) belirleyen dinamiklerdir. Bu kavram ilk defa İsveçli Kjellen (1864-1922) tarafından kullanılmış ve Halford MacKinder (1860-1947) tarafından geliştirilmiştir.


#41

SORU:

Ortadoğu bölgesinin başlıca jeopolitik özellikleri nelerdir?


CEVAP:

Ortadoğu, Afrika-Avrasya kara kitlelerinin doğal kavşak noktasıdır. En önemli geçiş yollarının üstündedir. Bölgenin bir adı da "Yedi Deniz Ülkesi"dir. Ortadoğu Karadeniz, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi, Çanakkale Boğazı ve Ege Denizi yoluyla Güneydoğu Ukrayna’dan Akdeniz’e uzanan suyoluna yaslanmaktadır. Tarih boyunca Nil Deltası ve Sina Yarımadası kullanılarak karadan Akdeniz ile Kızıldeniz birbirine bağlanırken bu gün aynı işlevi Süveyş kanalı yapmaktadır. Diğer yandan Ortadoğu hava koridoru neredeyse bütün kıtaları birbirine bağlamaktadır. Bölgenin jeopolitiğini belirleyen en önemli faktörlerden bir tanesi de dünyanın istisnasız bağımlı olduğu enerji kaynaklarıdır. Tek başına Arap dünyası, dünya enerji kaynaklarının %60’tan fazlasına sahip iken bütün İslam dünyası ele alındığında bu rakam %75’i geçmektedir. Bu özellikleri ile tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de Ortadoğu dünyanın en önemli cazibe merkezi ve aynı zamanda en büyük çatışma alanıdır.


#42

SORU:

Ortadoğu bölgesinde, çöllerdeki vahalarda yerleşik hayatı benimsemiş guruplar hangileridir?


CEVAP:

Hazarîler, Bedevilerin aksine çöllerdeki vahalarda yerleşik hayatı benimsemiş guruplardır. Kan bağı ve kabile bağları konusunda bedevîler gibi olmakla birlikte bunlar ziraat ve ticaret ile uğraşırlar. En büyük sorunları bedevîlerin yaptıkları yağmalardır. Bu yağmadan kurtulabilmek için bedevîlere ihave adıyla bir kardeşlik vergisi öderler.


#43

SORU:

Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan ihtilafta, iki tarafın hakeme başvurmasını reddeden guruplara verilen isim nedir?


CEVAP:

Hariciler, Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan ihtilafta, iki tarafın hakeme başvurmasını reddeden guruplara verilen isimdir. Zamanla bir inanç biçimine dönüştü. Hz. Peygamber soyuna (Seyyidlere) bağlılıkları olmakla birlikte Şiilikten farklı bir doktrin geliştirdiler. Özellikle Kuzey Afrika’da İslamin yayılmasında etkili oldular. Bu gün daha ziyade Uman ve kısmen Libya’da (Cebel Nefusa’da) varlıklarını İbadilik adı altında sürdürmektedirler.


#44

SORU:

Arap coğrafyasında tam bir "Osmanlı Barışı"nın egemen olması hangi dönemde gerçekleşmiştir?


CEVAP:

17. yüzyılın ikinci yarısında Arap coğrafyası Osmanlılar tarafından on dört merkezden (eyaletten) idare ediliyordu. Şehirleşme artmış, göçebe unsurlar daha fazla istikrara kavuşmuştu. Genel olarak 17. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Arap coğrafyası, Şam, Trablus-ı Şam, Halep, Musul, Bağdat, Basra, Lahsa, Yemen, Mısır, Habeş, Tunus, Trablusgarp, Cezayir-i Garp ve Mekke-i Mükerreme eyaletlerinden oluştu. Sonuç, 17. ve 18. yüzyıllarda Arap coğrafyasında tam bir "Osmanlı Barışı" egemen oldu. Genel olarak Osmanlı’nın bölgedeki varlığının sebebi olan Avrupa askerî tehdidinin ortadan kalkması ayrıca 18. yüzyıldan itibaren yerel gelirlerin bu idareyi aynen sürdürmeye yetmemesi, bir kısım değişikliklere gidilmesini ve eski mahalli güçlere idarede daha fazla yer verilmesi sonucunu doğurdu. Bu durum bir taraftan Vehhabî hareketi gibi değişik etkenlerle merkezden kopuşları, daha bağımsız hareket etmeyi beraberinde getirirken, diğer taraftan merkezin modernleşme gayretlerini arttırarak yeni bir toplumsal ve siyasi düzen arayışlarını hızlandırdı. Aynı süreç bölge halklarının (bugünkü Ortadoğu halklarının) Avrupaî düşünce ile tanışmasını da beraberinde getirdi. Özellikle batının ilham ettiği etnik ve dinî milliyetçilikler Osmanlı yönetimine karşı hoşnutsuzluğu doğurdu. Avrupa’dan gelen ayrılıkçı fikirler ve Protestan misyonerlerin faaliyetleri yönetime karşı tavır almayı öğretiyordu. Bu fikirleri besleyen gazete, dergi ve kitaplar elden ele dolaşmaktaydı.


#45

SORU:

Tarihte hangi süreç Ortadoğu kavramını ve bugünkü Ortadoğu'yu meydana getirmiştir?


CEVAP:

Ortadoğu kavramını ve bugünkü Ortadoğu’yu (dar ve geniş anlamlarıyla) meydana getiren süreç I. Dünya Savaşı’dır. Savaş he ne kadar Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki rekabetten dolayı Avrupa’da başlamış olsa da hemen tamamının hedefindeki coğrafya Osmanlı egemenliğinde ve onun hinterlandındaki alanlarıydı. Osmanlı Devleti İngilizler ile savaştan sadece bir yıl önce (1913 Osmanlı-İngiliz Anlaşması) Basra Körfezi, birkaç ay önce de (1914 Osmanlı-İngiliz Anlaşması) Güney Arabistan’da Osmanlı-İngiliz nüfuz alanlarının belirleyen bir anlaşma yaptı. Anlaşma Osmanlı aleyhinde birçok maddeyi içermesine rağmen, Osmanlıların kendi coğrafyalarındaki uluslararası rekabetin hızını kesmeyi amaçlıyorlardı. Osmanlı Devleti’nin savaşta Almanya’nın yanında yer alması beklenen ve istenilen bir durumdu. Osmanlı idarecilerinin o sırada farklı bir davranış sergileyememesi de savaşı kısa zamanda Avrupa cephesinden bu coğrafyaya taşıdı. Savaş başladığında Osmanlı Devleti iki önemli noktada İngiltere için tehdit oluşturuyordu. Birincisi İngilizlerin Hindistan, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan asker ve mühimmat getirdikleri Süveyş Kanalı idi. İkinci bölge ise savaş gemilerinin yakıt kaynağı olmaya başlayan petrolün bulunduğu Basra Körfezi idi. Osmanlı Devleti’nin Çanakkale’deki güçlü istihkamatı ise İtilaf Devletleri’nin boğazları aşarak Karadeniz’e inip Rusya ile bütünleşmelerine engel idi.


#46

SORU:

I. Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu bölgesinde manda sistemini resmileştiren olay nedir? 


CEVAP:

Bölgede manda sistemini resmileştiren San-Remo Konferansı'nın (19-26 Nisan 1920) alt yapısını hazırladı. Buna göre Suriye ve Lübnan Fransız mandası, Irak ve Filistin’in de İngiliz mandası altına alınması kararlaştırıldı. Her iki devletin savaş öncesi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da işgal veya anlaşmalar yoluyla elde ettiği sonuçlar hiç tartışılmadı. Yani o bölgelerin geleceği de tıpkı manda altındakiler gibi Avrupalı emperyalist güçlerin eline bırakıldı. Türkiye’nin kaderi ise Sevr anlaşmasında çizilecekti. Anadolu’da başlayana Millî Mücadele bu anlaşmayı ortadan kaldırdı. Oysa San Remo’nun ağır şartları Ortadoğu’da uzun yıllar etkili olmaya devam etti.


#47

SORU:

Çerkezlerin Ortadoğu bölgesine gelişi ne şekilde gerçekleşmiştir?


CEVAP:

Kafkas halklarından olan Çerkezler ağırlıklı olarak Osmanlı Devleti’nin Kafkaslardan çekilip bölgede Rusların baskılarının başlaması ile yaşanan göçlerle Ortadoğu’ya doğru gelmişlerdir. Çoğunluğu Osmanlı Devletinin iskân ettiği yerlerde yaşamaktadırlar. Türkiye’de Anadolu’da, Ürdün, Suriye, hatta kısmen İsrail’de Çerkez bulunmaktadır. Bulundukları ülkeye asimile olmadan uyum gösterebilen ve farklı şiveleri olan Çerkezler kendi dillerini de koruyabilmişlerdir. Hemen tamamı Sünnî Müslümanlardır.


#48

SORU:

Farslar'ın merkezî bir otorite altına girmesi ilk kez hangi dönemde gerçekleşmiştir?


CEVAP:

Tarihi Perslerden geldiği kabul edilen ve Farsça konuşan topluluklardır. Ağırlıklı olarak İran’da yaşamakla birlikte köken itibarı ile Kuzey Kafkasya üzerinden gelerek bölgeye yerleştikleri kabul edilmektedir. Bugün İran’da çoğunluğu teşkil eden bir ırk olarak görülen Farslar esas itibari ile bir ırktan ziyade kökleri itibari ile çeşitli ırkların karışımından meydana gelmişlerdir. Tatlar, Talışlar, Gilekler, Mazandaranîler, Lekler Farslar’ın alt guruplarını oluşturmaktadırlar. İran’da Pehlevî Devleti’nin kuruluşuna kadar (1925) bu halklar birbirinden bağımsız gevşek bir federatif yapı ile yaşamışlardır. Bu anlamda Farslar ilk defa Pehlevî hanedanlığı ve İran İslam Cumhuriyeti zamanlarında merkezî bir otorite altına girmişlerdir. Çoğunluğu Şiî ayrıca Alevî olmakla birlikte, Sünnî Farsiler de vardır. Az da olsa Hıristiyan ve Musevîleri olduğu gibi eski İran dini (Zerdüşt-Mecusî) mensupları da bulunmaktadır.


#49

SORU:

Kökü Emeviler zamanına kadar indirilen ve İslam ile putperest inançların karışımından meydana gelen din hangisidir?


CEVAP:

Yezidilik, kökü Emeviler zamanına kadar indirilen ve İslam ile putperest inançların karışımından meydana gelen bir dindir. Melek Taus diye isimlendirdikleri Şeytan’a tapmaları ile tanınmışlardır. Suriye’de ortaya çıkmasına rağmen Kuzeybatı Irak’ta Sincar dağlarında Kürtler arasında gelişmiştir. Bugün ağırlıklı olarak Irak’ta yaşamakta olup yeni Irak anayasasında da kabul edilen etno-dinî bir guruptur.


#50

SORU:

Mandiler olarak da bilinen ve mensuplarının genellikle İran’ın Ahvaz ve Hurremşehr bölgesi ile Irak’ta Ammara, Bağdat ve Basra bölgelerinde yaşayan dinin adı nedir?


CEVAP:

Mandiler olarak da tanınan Sabiilik dinine mensup kişiler, aydınlık ile karanlık arasındaki dualizme dayandırdıkları inanç sistemlerinde, maddî evrenin dolayısıyla bedenin de kötü olduğuna inanırlar. Ruhun beden hapishanesinde olduğunu kabul ederler. Genellikle İran’ın Ahvaz ve Hurremşehr bölgesi ile Irak’ta Ammara, Bağdat ve Basra gibi bölgelerde yaşamaktadırlar. 


#51

SORU:

18. yy.da Osmanlı topraklarında, Orta Arabistan’da Hanbeli mezhebinin yeni bir yorumu olarak ortaya çıkan ve İslamı doğduğu ilk saf şekliyle yaşatma iddiasında olan hareket hangisidir?


CEVAP:

Sünnîlik içinde istisna teşkil eden ikinci hareket Vehhabiliktir. 18. Yüzyılda Osmanlı topraklarında, Orta Arabistan’da Hanbeli mezhebinin yeni bir yorumu olarak ortaya çıkan bu hareket, diğer mezheplerin bazı yaklaşımlarını, tasavvufî gurupların ise bütün fikirlerini reddetmektedirler. İslamı doğduğu ilk saf şekliyle yaşama ve yaşatma iddiasında olan bu hareket, önce Osmanlı Devleti’nin otoritesine karşı gelerek siyasallaştı. Ardından Arap Yarımadası ve Basra körfezinde de fikirlerini güçle yayarak etkin bir fıkhî/siyasî hareket oldu. Bu gün Suudi Arabistan’ın resmi İslam yorumunu temsil etmektedir. Bu devletin yasaları da bu yoruma dayandırılmaktadır. Yorum ve uygulama farklılıklarından dolayı diğer geleneksel İslamî anlayışlar ile çatışmaktadır.


#52

SORU:

Sünniliğin karşısında yer alarak İslam tarihinde siyasi tavır gösteren ilk hareket hangisidir?


CEVAP:

Şiilik, Sünniliğin karşısında yer alarak İslam tarihinde siyasi tavır gösteren ilk harekettir. Hz. Muhammed’in vefatından sonra Halifeliğin onun akrabası ve damadı olan Hz. Ali’nin hakkı olduğunu savunan guruptur. Özellikle Hz. Ali’nin 661 tarihinde öldürülmesinden sonra organize olmuşlar ve Müslümanların önderi olan Emirülmüminin (İmamet) vasfının Hz. Ali’den sonra onun soyundan (Ehl-i Beyt’den) gelenlerde olduğunu savunmuşlardır.


#53

SORU:

Şiiliğin Sünnîliğe en yakın anlayışta olan kolu hangisidir?


CEVAP:

Zeydilik Şiiliğin ikinci kolu olup Sünnîliğe en yakın anlayıştır. Onlar İmamiye’nin aksine Hz. Ali’nin soyundan gelen sadece ilk dört imamı benimsemekte ve dördüncü imamdan sonra İmamiye kolundan ayrılmaktadırlar. 9. yüzyılın sonlarında Kuzey Yemen taraflarını kontrol ederek devletleştiler. Osmanlı Devleti’nin bölgeyi kontrolünden sonra mümkün mertebe devlet otoritesinin ulaşmadığı yerlerde varlıklarını sürdürdüler. Yemen toplumunda Sünnî-Zeydî ayrımı ise zaman zaman çatışmaların da kaynağı oldu.


#54

SORU:

Karmatiler ve Fatımileri de içine alan ve on iki imamın sadece ilk yedisini kabul eden dini grup hangisidir?


CEVAP:

İsmailiye, Şiiliğin üçüncü ana koludur. Bu inanca mensup kişiler on iki imamın sadece ilk yedisini kabul etmektedirler. Azınlık da olsalar geniş coğrafyaya yayılan en etkin gurup olmuşlardır. Ortaçağ’da Kuzey Afrika ve Hindistan’da varlık gösterdiler. İslam tarihinin en radikal gurubu olarak tanınan Karmatiler ile hem fatih hem de bilim ve sanatta üretici olmuş olan Fatımiler bu koldan gelmektedirler. Karmatiler Basra Körfezi’nde etkin oldukları gibi; bir ara Kâbe’den Hacerulesved’i çalarak Hasa’da yeni bir Kâbe kurmaya teşebbüs ettmişlerdir. Bugün artık müntesipleri olmamakla birlikte, kimi radikal hareketlerin kaynağı oldukları yorumları yapılmaktadır. Fatımiler Kuzey Afrika’da etkin olmuş; Kahire’yi inşa ettmiş ve Selçukluların ortaya çıkışına kadar Abbasi hilafetine tehdit ederek Kuzey Afrika’da alternatif bir hilafet kurmuşlardır. Türkler tarafından siyasi varlıklarına son verilen bu kolun bir tarafını radikal bir gurup olan Haşhaşiler devam ettirdiler.


#55

SORU:

Filistin meselesinin İngilizler tarafından BM’ye taşınması ve Taksım Planı hangi tarihte gerçekleşmiştir?


CEVAP:

Filistin meselesinin İngilizler tarafından BM’ye taşınması ve Taksım Planı 1947 yılında gerçekleşmiştir.


#56

SORU:

Ortadoğu bölgesinin kaynakların kullanımı ile ilgili sorunları nelerdir?

 


CEVAP:

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri doğal kaynaklar bakımından eşit imkânlara sahip değildir. Bir tarafta çoğunluğu yoksulluk düzeyinin altında yaşayan halklar diğer tarafta petrolden zengin olmuş devletler bulunmaktadır. Bu çelişki bölge ülkeleri arasında ciddi gizli çekişmelere neden olmaktadır. Diğer taraftan bölgenin gelir kaynaklarının büyük bir bölümü silahlanmaya harcanmaktadır ki; bu durum hem kaynakların verimsiz kullanımını ve hem de silahlanmayı haklı gösterecek yeni çatışma alanlarını meydana getirmektedir. Zengin ülkelere iş gücü transfer edilirken, fakir ülkeler bir taraftan bu iş gücünden yoksun kalmakta diğer taraftan da bu göçten reel olarak faydalanamamaktadır. Su kaynaklarının yetersizliği bölgedeki bir diğer sorundur. İsrail önemli nehir (Batı Şeria, Golan) ve yer altı su kaynaklarını kontrol ettiği için avantajlı konumdadır. Bu da çatışmaları sürekli kılmaktadır. Aynı şekilde Nil üzerindeki devletlerin de nehir suyunun paylaşımı konusunda sorunları bulunmaktadır. Diğer taraftan Türkiye, Suriye ve Irak arasında Dicle ve Fırat sularının paylaşımı ile ilgili ihtilaflar da hep gündemde tutulmaktadır.


#57

SORU:

Arap Baharı hareketinin başlıca nedenleri nelerdir?


CEVAP:

Arap Baharı, 2010 yılı itibari ile Tunus’ta başlayıp, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’yi de etkileyen halk hareketlerine verilen isimdir. Gittikçe diğer bölgelere de bir şekilde sirayet etmesi muhtemeldir. Daha ziyade ekonomik adaletsizliğin aşırı noktalara ulaşması, uzun süredir yönetimleri ellerinde bulunduran liderlerin halkın demokratik taleplerine kulak tıkaması ve en önemlisi de hızla meydana gelen demografik değişim bu yeni süreci hazırladı. Baskılara ve sosyal adaletsizliklere karşı müşterek hareket eden halk yığınları maalesef çözüm önerileri konusunda aynı fikirde olmamaları, bu süreci yaşamaya başlayan her ülkenin farklı şartları yeni çatışma alanları doğurdu. Ancak bu süreç toplumsal taleplere karşı direnmenin imkansızlığını ortaya koyması bakımından anlamlı ve ümit vericidir.