ORTAÇAĞ FELSEFESİ II Dersi EBÛ BEKİR RAZÎ soru cevapları:
Toplam 35 Soru & Cevap#1
SORU:
Razi’nin hayatının çocukluk ve yetişkinlik yılları
hakkında kısaca bilgi veriniz?
CEVAP:
Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriyyâ erRâzî,
865 yılında Tahran yakınlarında bulunan Rey
şehrinde doğdu. Batılıların Rhazes diye andıkları
Râzî’nin hayatı hakkında bilinenler gençlik
yıllarında edebiyat ve musiki ile ilgilendiği ve
geçimini kuyumculuk yaparak sağladığı ile sınırlıdır.
Kuyumculuk mesleği dolayısıyla kimyaya ilgi
duymaya başlamış, yaptığı deneyler sırasında ortaya
çıkan buhar ve gazlar gözlerinin rahatsızlanmasına
yol açmış, hayatı boyunca süren bu rahatsızlık onu
tıbba yöneltmişti. Tıp tarihinin önemli simaları olan
Hipokrat ve Galen ‘den (Câlînûs) sonra tıp ilmine
yaptığı önemli kat- kılar Râzî’ye “Arapların Galeni”
unvanını kazandırmıştır.
#2
SORU:
Razi ilime ve bilgiye olan ilgisini hangi sözlerle ifade
etmektedir?
CEVAP:
“Beni tanıyanlar bilir ki, ilme karşı olan
sevgim, tutkum ve bu uğurdaki çalışmalarım
gençliğimden bugüne kadar aralıksız devam
etmektedir. Hatta okumadığım bir kitap, karşılaşmadığım
bir ilim adamı bulunursa -büyük bir zarara
uğramam söz konusu olsa dahi- her şeyi bir kenara
bırakıp o kitabı okumadan ve o âlimi tanımadan
edemem. Bu alandaki sabırlı çalışmalarım
neticesinde, bir yıl zarfında “teâvîz hattıyla”
(müsved- de olarak) yirmi bin varaktan fazla yazı
yazdım.” olarak ifade etmektedir.
#3
SORU:
Razi’nin tıp alanında yapmış olduğu çalışmalardan
kısaca bahsediniz?
CEVAP:
Otuzlu yaşlarında iken Halife Müktefî-
Billâh’ın daveti üzerine gittiği Bağdat’ta çok sayıda
hekimin katıldığı başhekimlik sınavını birincilikle
kazandı.
Râzî başhekim olarak hastaların önce asistanlar,
sonra başasistanlar tarafından muayene edildiği,
ancak ihtiyaç duyulması halinde kendisinin duruma
müdahil olduğu; ayrıca hastanın müracaatından
başlayarak tedavinin bitimine kadar geçen sürecin
her aşamasının müşahede defterlerinde kayıt altına
alındığı bir hasta- ne düzeni oluşturdu.
Onun tıp tarihine yaptığı önemli katkılardan biri de
ilk defa kimyayı tıbbın hizmetinde kullanmış
olmasıdır. Deneylerini maymunlar üzerinde
gerçekleştiren Râzî, hastaların denek olarak
kullanılmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Tıp ve felsefe
başta olmak üzere çağının bütün ilimlerine dair
eserler veren Râzî’nin özellikle kimya ve tıp
alanındaki birçok eseri Latinceye çevrilmekle
kalmamış, bazılarının XIX. yüzyıla kadar kırktan
fazla baskısı yapılmıştır.
#4
SORU:
Razi kendisinin filozof olmadığını düşünenlere yönelik
ne cevap vermiştir?
CEVAP:
“Hemen hatırlatalım ki, -Allah’ın
yardımıyla- bugüne kadar biz, filozof adına
yaraşmayacak hiçbir davranışta bulunmadık. Çünkü
ilim ve amel gibi felsefenin her iki alanında da eksiği
bulunmak yani bir filozof için bilinmesi gerekeni
bilmemek ve yapılması gerekeni yapmamak
filozofluktan azledilmeyi haketmek demektir.
Hamdolsun Allah’a, O’nun lütuf ve irşadıyla biz bu
gibi kusurlardan uzağız. ... Hülasa, bu makaleyi
yazdığım tarihe kadar fizik ve metafizik gibi
felsefenin çeşitli disiplinleriyle ilgili iki yüze yakın
eser kaleme almışımdır. ... imdi, ulaştığım bu bilgi
düzeyi filozof adını almama yetmiyorsa, keşke
bilseydim, şu çağımızda bu isme layık olan kimdir!”
olarak yanıtlamıştır.
#5
SORU:
Razi’nin başlıca eserleri nelerdir?
CEVAP:
• et-Tıbbü’r-rûhânî.
• es-Sîrettü’l-felseşyye.
• Makâle fîmâ ba’de’tt-ttabî’a,
• Makâle fî emârâtti’ikbâl ve’d-devle
• Ahlaku’tt-ttabîb.
• el-Hâvî yahut el-Câmi’u’l-kebîr,
• et-Tıbbü’l-Mansûrî,
• Kittâbü’tt-Tecârib,
• Kittâb Sırru sınâ’ati’t-tb
#6
SORU:
Razi’ye göre varlığın boyutları nelerdir?
CEVAP:
• Yaratıcı (el-bâri),
• Nefis (küllî nefis),
• Heyûlâ (şekilsiz ilk madde),
• Hâlâ (boşluk, mutlak mekân)
• Dehr (mutlak zaman)
Razi bunların her birini ezelî saymakla birlikte
aralarında derece ve mahiyet farkı gözeten filozofa
göre yaratıcı ile nefis aktif, heyûlâ pasif, hâlâ ve dehr
ise ne aktif ne de pasiftir.
#7
SORU:
Razi’ye göre varlığın boyutlarının birbiri ile ilişkisi
nasıldır?
CEVAP:
Yaratıcı (Bârî) ilkenin varlığını âlemde
geçerli olan hiyerarşi ve düzenlilikten yola çıkarak
ortaya koyan Râzî’ye göre, bu düzen ve tertibin
gerisinde mutlak akıl ve mükemmel hikmet sahibi; âdil ve merhametli; bilgi, irade ve kudretiyle her şeyi
kuşatan ezelî bir yaratıcı Tanrı vardır.
Yaratıcı ilke olan Tanrı hiçbir zorunluluk olmaksızın
âlemi yaratmışsa da yaratma anının belirlenmesi bir
başka ezelî ilkenin bulunmasını gerektirmiştir ki bu
ezelî ilke küllî nefistir.
Tanrı gibi aktif bir ilke olmakla birlikte yalnızca
tecrübe edebildiği şeyleri bilebilecek olan küllî nefis,
âlemi meydana getirmek üzere üçüncü ezelî ilke olan
heyûlâyı harekete geçirme arzu ve iştiyakı içindeydi.
Ne var ki, Tanrı kadar bilgili ve kudretli
olmadığından kurmak istediği bu ilişkide onun
başarılı olamaması kaosa yol açmıştır. Sonsuz
hikmet ve merhameti gereği olarak nefsin bu
durumuna acıyan Tanrı’ın ona yardım etmesiyle
gerçekleşen birleşme sonucunda heyûlâ şekle
bürünmüş ve âlem meydana gelmiştir.
Eğer nefiste bu arzu ve iştiyak bulunmasa ve Tanrı
da ona acıyıp yardım etmeseydi âlem var olmazdı.
Râzî’nin bu yaklaşımı bir yönüyle Eflâtuncu ve Yeni
Eflâtuncu felsefedeki ruhun düşüşü öğretisini
hatırlatırken, bir yönüyle de sudûr anlayışındaki
kozmik akıl-madde ilişkisini çağrıştırmaktadır.
Ayrıca Râzî, âlemin yaratılışını nefsin maddeye olan
tutkusuna bağlamakla, dünyadaki kötülüğün
Tanrı’dan değil nefsin madde ile kurduğu ilişkiden
kaynaklandığını söylemiş olmaktadır.
Dördüncü ilke olarak Râzî mutlak mekândan (hâlâ)
söz eder. Ezelî ve pasif ilke konumundaki atomların
yahut heyûlânın aynı zamanda hacmi de söz konusu
olduğuna göre onun bir mekânda bulunduğunun
kabul edilmesi gerekir. Bu itibar- la Râzî biri küllî-
mutlak diğeri cüz’î-izafî (göreli) olmak üzere iki ayrı
mekândan söz eder. “içinde hiçbir nesne bulunmayan
boşluk” demek olan mutlak mekân, ezelî olan
heyûlânın varlığıyla birlikte düşünülmek durumunda
olan uzaydır (fezâ). Herhangi bir cisimle ilişkili
olmayan mutlak mekân ezelî ve sonsuz olup işaretle
gösterilemez.
Râzî’nin dehr, sermed ve müddet terimleriyle ifade
ettiği ezelî saydığı beşinci ilke ezel ve ebedi kuşatan
sonsuz-sınırsız zamandır. O, mekân anlayışında
olduğu gibi mutlak ve izafî olmak üzere iki ayrı
zamandan söz eder. Mutlak zaman ezel- den ebede
doğru akan sürekliliği işaret etmektedir. Râzî’ye
göre akıl, âlemden bağımsız, onu aşan ve kuşatan
bir sürekliliği düşünebilmektedir. Mutlak zaman bir
hareket türü yahut hareketin sayısı değildir. Felek
ve feleğin dönüşü ortadan kalksa bile mutlak
zamanın zihindeki kavramı varlığını sürdürür.
Mutlak mekân gibi mutlak zamanın da cisimler
âlemiyle bir ilişkisi bulunmadığına göre günlük
dilde kullanılan an, saniye, dakika, saat, gün, hafta,
ay ve yıl gibi birimler de ancak izafî yahut cüzî
zamanın birimleri olmaktadır.
#8
SORU:
Razi’nin ahlak anlayışından bahsediniz?
CEVAP:
Râzî’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve
adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da
herhangi bir ruhanînin önderliğine gerek kalmadan
iyiyi kötüyü, yararlıyı zararlıyı, güzeli çirkini,
doğruyu yanlışı, haklıyı haksızı birbirinden ayırt
edebilir.
Kaldı ki insanlar arasından peygamber veya ruhanî
bir şahsiyeti üstün niteliklerle donatarak imtiyazlı
kılması ve insanlara mürşid olarak göndermesi
Allah’ın mutlak hikmet, adalet ve merhametiyle
bağdaşır bir durum değildir. Çünkü filozofa göre,
akıl ve adalet duygusuyla donatılan insanlar sahip
oldukları yetenekler açısından da eşit düzeyde
yaratılmış olup daha üstün niteliklere sahip seçkin bir
peygamberin var edilmesi bu eşitliği bozar. Tarih
boyunca yaşanmış olan savaşların çoğunun gerisinde
din farklılığının bulunduğunu ileri süren Râzî’ye
göre insanları bir dine bağlanmaya yönelten şey
taklit duygusu, atalara ve geleneğe saygı, devletin
bünyesinde yer alan din bilginleri ile dinî âyin ve
törenlerin halk üzerindeki etkisidir.
İnsanın fiil ve davranışlarının ahlaki sayılması için
onun akıllı olmasının tek başına yetmeyeceğini
söyleyen Râzî, aklın önündeki engelleri kaldırmada
iradenin önem taşıdığına dikkat çeker. Ona göre akıl
gibi irade de Allah’ın diğer canlı varlıklar içinde
sadece insan türüne verdiği özel bir yetenektir. Ne
var ki akıl ve irade gününü etkin kılma bakımından
toplumdan topluma ve insandan insana farklılaşmalar
ortaya çıkar ki bu durum öğrenim ve irade eğitiminin
önemini gündeme getirir. Bu konuda pek de iyimser
olmadığı anlaşılan filozof, insanların akıl ve
iradeleriyle değil, çoğunlukla tutku ve ihtiraslarıyla
davrandıklarını düşünmektedir.
#9
SORU:
Razi Ruh Sağlığı kitabında ahlak üzerine nelerden
bahsetmektedir?
CEVAP:
Ruh Sağlığı’nın ilk bölümünde yaratıcı
tarafından insana bahşedilen en büyük, en değerli ve
en yararlı nimetin akıl olduğunu belirten Râzî, ahlak
anlayışında akıl gücünün işlev ve konumuna verdiği
önemi daha işin başında ortaya koyar.
İnsanı hayvanlardan üstün kılan akıl gücüdür. Gerek
bu dünyada gerekse öbür dünyada her türlü yararı
elde etmemiz, varlığı tanımamız, hedefler belirleyip onlara ulaşmamız, araç gereç yapıp kullanmamız,
bilim ve sanat yapmamız, dahası sahip olabildiğimiz
en önemli ve en değerli hazinemiz olan “Allah’ı
tanıma”mız hep akıl gücü sayesinde başardığımız
şeylerdir. Bütün davranışların altında yatan tasarı ve
tasavvurların da akıl gücünün ürünü olduğuna dikkat
çeken Râzî, davranışlarımızın aklın gereklerine
uygun olduğu ölçüde doğru ve yararlı olur yahut
ahlaki sayılır.
#10
SORU:
Razi’ye göre ahlaklı kişi ne anlama gelmektedir?
CEVAP:
İnsanın fiil ve davranışlarının ahlaki
sayılması için onun akıllı olmasının tek başına
yetmeyeceğini söyleyen Râzî, aklın önündeki
engelleri kaldırmada iradenin önem taşıdığına dikkat
çeker. Ona göre akıl gibi irade de Allah’ın diğer canlı
varlıklar içinde sadece insan türüne verdiği özel bir
yetenektir. Ne var ki akıl ve irade gününü etkin kılma
bakımından toplumdan topluma ve insandan insana
farklılaşmalar ortaya çıkar ki bu durum öğrenim ve
irade eğitiminin önemini gündeme getirir. Bu konuda
pek de iyimser olmadığı anlaşılan filozof, insanların
akıl ve iradeleriyle değil, çoğunlukla tutku ve
ihtiraslarıyla davrandıklarını düşünmektedir. Bunun
insanların yalnızca kendilerini ve o anı
düşünmelerinden kaynaklandığını belirten Râzî, bu
durumu ophtalmia (remed) denilen göz hastalığına
yakalanmış olan bir çocuğun güneş altında
oynamaktan ve gözünü kaşımaktan kendini
alamamasına benzetir.
#11
SORU:
Razi’nin nefis konusundaki görüşleri nelerdir?
CEVAP:
İnsanda üç çeşit nefis bulunduğu şeklindeki
görüşünü benimser. Bunlar düşünen nefis, hayvanî
nefis ve nebâtî nefis olup ilkine ilahî, ikincisine
gazabî, üçüncüsüne de şehevî nefis adı da verilir.
Bedenin beslenip gelişmesini ve üremeyi sağlayan
nebâtî-şehevî nefis ile öfkenin kaynağı durumundaki
hayvanî nefis, düşünen nefse yani akla hizmet ve
destek için vardır. Özellikle hayvanî nefsin, şehevî
arzu ve tutkuları kontrol altına alması hususunda akla
yardımcı olma işlevi ahlak açısından büyük önem
taşır. Diğer yandan düşünen nefsin bedenden
bağımsız ve ölümsüz olmasına karşılık, nebatî ve
hayvanî nefis beden gibi ölümlüdür.
Filozofa göre bu nefislerin her birinin işlevini yerine
getirmesinde ortaya çıkan aşırılık (ifratt) veya
eksiklik (ttefritt) ahlak açısından olumsuzluk
doğururken, den- ge ve itidal durumu olumlu
davranışlara kaynaklık eder. Özellikle de düşünen
nefsin işlevini gerektiği gibi yerine getirmemesi yani
ya kendi akıbeti ve bulunduğu bedenden başlayıp
tümüyle varlığa ve Yaratan’a yönelen ilgi ve
meraktan yoksunluğa veya sağlıklı işleyişini bozan
aşırı düşünme neticesinde vesvese ve melankoliye
varan olumsuzluklara yol açar. Bunun nedeni
düşünen nefis yani aklın, tutkuları yönetmek yerine
onların güdümüne girmesidir. Bu ise Râzî’ye göre
hiçbir dinin ve akıl sahibinin onaylamadığı bir
durumdur.
#12
SORU:
Râzî için ahlaki erdemlerle donanmanın esas
yolu nedir?
CEVAP:
Razi’ye göre ahlaki erdemlerle
donanmanın esas yolu, akıl ve iradenin yerli
yerinde kullanılması yani bilgiyle aydınlanmak ve
adaleti ilke edinmekten geçer. Bununla birlikte
filozof, ahlak açısından olumsuz gördüğü bazı
tutkular ile bunların üstesinden gelmeyi sağlayacak
olan yöntemlere dikkat çekmekten de geri durmaz.
Ona göre bencillik ve alışkanlıklar, insanın kendi
hata ve kusurlarını görüp eleştirmesinin önündeki
en büyük engeller olup aşılmaları da çok zordur.
Bu itibarla o, doğruların bulunup davranışlara
çekidüzen verilmesi konusunda sağduyulu ve akıllı
dostların uyarı ve tavsiyeleri ile düşmanlar
tarafından yöneltilen eleştirilerden yararlanılması
gerektiği kanaatindedir.
#13
SORU:
Razi’ye göre insanı mutsuz eden duygular ve
durumlar nelerdir, bu duygulardan nasıl arınılır?
CEVAP:
Râzî aşk, kendini beğenme, çekememezlik,
öfke, yalan, cimrilik, açgözlülük, sefâhet, içki ve
cinselliğe düşkünlük, mal ve makam hırsı gibi bayağı
duyguların yanı sıra üzüntü ve ölüm korkusunu da
insanı karamsarlığa düşürüp mutlu olmasını
engelleyen etkenler olarak değerlendirir. Ona göre
insan doğasından kaynaklanan üzüntü ve tasanın
tümüyle yok edilmesi mümkün olmasa da etkisini
azaltmak mümkündür. Bunun için öncelikle
üzüntüye kapılmamak yahut etkisini ola- bildiğince
azaltmak için önlem almaya çalışmalı, bunda başarılı
olunamazsa üzüntüden bir an evvel kurtulmanın
çareleri aranmalıdır.
Râzî’ye göre üzüntü ya sevilen bir şeyin
kaybedilmesi veya bir beklentinin gerçekleşmemesi
neticesinde ortaya çıkar. Sevilen ve beklentiye konu
olan şeyin büyüklüğü üzüntünün yoğunluğunu da
belirler.
Şu halde akıllı kimseler, bu dünyadaki her şeyin
sürekli değiştiğinin, dolayısıyla her an üzüntüyle
karşı karşıya kalabileceğinin bilinciyle yaşar. Bu
bilinç ona her üzücü olay ve durumu doğal
karşılama; kendi irade ve gücünü aşan olumsuzluklar
karşısında sarsılmama; daha kötüsünün de
olabileceğini, üzül- menin hiçbir şeyi
değiştirmeyeceğini, her sevinç ve mutluluk gibi
üzüntü ve tasanın da gelip geçici olduğunu
düşünerek üzüntüsünü hafifletme yolun açar.
Râzî’nin karamsarlık ve mutsuzluğa yol açtığını
düşündüğü bir diğer etken de ölüm korkusudur. Ona
göre ancak ölümden sonraki hayata inanmakla bu korkunun üstesinden gelinebilir. Çünkü ölümün bir
yok oluş değil, adaletin gerçekleşeceği bir hayatın
başlangıcı olduğuna inananlar ölümden
korkmadıkları gibi yaşama sevincini de daima diri
tutarlar. Dolayısıyla ebedî bir hayatın varlığı akıl ve
adalet duygusunun olduğu kadar Allah’ın hikmet ve
merhametinin de bir gereği olmaktadır.
Ölümü sonsuz bir yok oluş şeklinde değerlendirenler,
ölüm korkusu karşısında birtakım şeylerle kendilerini
avutma yoluna gitseler de karamsarlıktan kurtulamaz
ve giderek intiharı kurtuluş sayacak duruma gelirler.
#14
SORU:
Ebû Bekir Râzî'ye “Arapların Galenisi” denmesinin sebebi nedir?
CEVAP:
Tıp tarihinin önemli simaları olan Hipokrat ve Galen ‘den (Câlînûs) sonra tıp ilmine yaptığı önemli katkılar Râzî’ye “Arapların Galeni” unvanını kazandırmıştır.
#15
SORU:
Râzî, ilme ve bilgiye olan tutkusunu otobiyografik izler taşıyan hangi eserinde görebiliriz?
CEVAP:
Râzî ilme ve bilgiye olan tutkusunu Filozofça Yaşama (es-Sîretü’l-felsefiyye) adını
verdiği otobiyografi niteliğindeki eserinde dile getirmiştir.
#16
SORU:
Ebû Bekir Râzî'nin Tahran yakınlarındaki Rey kentinde bulunan hastanenin başhekimliğine getirilmesinin sebebi nedir?
CEVAP:
İlim tahsili için uzun seyahatlere çıkan Ebû Bekir Râzî, aralarında Horasan bölgesinin de yer aldığı çeşitli ilim ve kültür merkezlerinde edindiği Yunan, Hint, İran ve İslam tıbbına dair zengin tıp bilgisi dolayısıyla Rey’e dönüşünde buradaki hastanenin başhekimliğine getirildi.
#17
SORU:
Râzî'nin tıp alanına yaptığı en büyük katkılardan biri hangisidir?
CEVAP:
Onun tıp tarihine yaptığı önemli katkılardan biri de ilk defa kimyayı tıbbın hizmetinde kullanmış olmasıdır. Deneylerini maymunlar üzerinde gerçekleştiren Râzî, hastaların denek olarak kullanılmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Tıp ve felsefe başta olmak üzere çağının bütün ilimlerine dair eserler veren Râzî’nin özellikle kimya ve tıp alanındaki birçok eseri Latinceye çevrilmekle kalmamış, bazılarının XIX. yüzyıla kadar kırktan fazla baskısı yapılmıştır.
#18
SORU:
Râzî'nin temsilcisi olduğu felsefe anlayışı hangisidir?
CEVAP:
Yaşadığı dönemin dinî, felsefi ve ilmî hoşgörü ortamında tabiatçı-deist felsefenin en önemli temsilcisi olarak Râzî, bireysel ve toplumsal yahut psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını gidererek ahlaklı ve mutlu bir hayatı gerçekleştirmesinde Allah’ın insana verdiği akıl gücü ve adalet duygusunun yeterli olduğu tezini hararetle savunmuştur.
#19
SORU:
Râzî’nin günümüze ulaşan kaç eseri vardır?
CEVAP:
Kendi ifadesinden de anlaşıldığı üzere Râzî’nin kaleme aldığı 200’den fazla eserden ancak elli dokuzu günümüze ulaşabilmiştir.
#20
SORU:
Râzî'nin varlık anlayışını gösteren temel ilkeler hangileridir?
CEVAP:
Râzî varlık anlayışı meselesini , onun felsefesini de karakterize eden beş ezelî ilke (el-kudemâû’l-hamse) adını verdiği bir sistemle açıklamaya çalışır. Harranlı Sâbiî ve Antik Yunan düşünürlerinden yararlanarak ortaya koyduğu iddialarına karşı Râzî, ısrarla kendisine ait olduğunu savunduğu (Ebû Hâtim er-Râzî, 2003: 88) sistemin temel unsurları Yaratıcı (el-bâri), nefis (küllî nefis), heyûlâ (şekilsiz ilk madde), hâlâ (boşluk, mutlak mekân) ve dehr (mutlak zaman) olarak belirlemiştir.
#21
SORU:
Râzî'nin yaratıcı ile anlayışı nasıl açıklanabilir?
CEVAP:
Yaratıcı ilke olan Tanrı hiçbir zorunluluk olmaksızın âlemi yaratmışsa da yaratma anının belirlenmesi bir başka ezelî ilkenin bulunmasını gerektirmiştir ki bu ezelî ilke küllî nefistir.
#22
SORU:
Râzî'deki nefis ve heyula ilişkisi nasıl açıklanabilir?
CEVAP:
Tanrı gibi aktif bir ilke olmakla birlikte yalnızca tecrübe edebildiği şeyleri bilebilecek olan küllî nefis, âlemi meydana getirmek üzere üçüncü ezelî ilke olan heyûlâyı harekete geçirme arzu ve iştiyakı içindeydi. Ne var ki, Tanrı kadar bilgili ve kudretli olmadığından kurmak istediği bu ilişkide onun başarılı olamaması kaosa yol açmıştır. Sonsuz hikmet ve merhameti gereği olarak nefsin bu durumuna acıyan Tanrı’ın ona yardım etmesiyle gerçekleşen birleşme sonucunda heyûlâ şekle bürünmüş ve âlem meydana gelmiştir.
#23
SORU:
Râzî’nin sisteminde âlemin yaratılması için gerekli olan pasif ile nasıl açıklanmıştır?
CEVAP:
Râzî’nin sisteminde âlemin yaratılması için iki aktif ilkenin yanında bir de pasif ilkenin bulunması kaçınılmazdır; çünkü yaratmanın yoktan ve hiçten olduğu düşünülemez. Dolayısıyla yaratmanın yönelip üzerinde gerçekleştiği ezelî ve pasif bir ilke olarak heyûlânın yani mutlak maddenin bulunması gerekir
#24
SORU:
Râzî'nin varlık anlayışının temel ilkelerinden olan mutlak mekân anlayış nasıl açıklanmıştır?
CEVAP:
Dördüncü ilke olarak Râzî mutlak mekândan (hâlâ) söz eder. Ezelî ve pasif
ilke konumundaki atomların yahut heyûlânın aynı zamanda hacmi de söz konusu olduğuna göre onun bir mekânda bulunduğunun kabul edilmesi gerekir. Bu itibarla Râzî biri küllî-mutlak diğeri cüz’î-izafî (göreli) olmak üzere iki ayrı mekândan söz eder.
#25
SORU:
Râzî'de zaman anlayışı nasıl açıklanmıştır?
CEVAP:
Râzî’nin dehr, sermed ve müddet terimleriyle ifade ettiği ezelî saydığı beşinci
ilke ezel ve ebedi kuşatan sonsuz-sınırsız zamandır. O, mekân anlayışında olduğu gibi mutlak ve izafî olmak üzere iki ayrı zamandan söz eder. Mutlak zaman ezelden ebede doğru akan sürekliliği işaret etmektedir.
#26
SORU:
Râzî'nin mutlak ve izâfî zaman ayırımını ortaya koymasındaki temel sebep nedir?
CEVAP:
Râzî, mutlak ve izâfî zaman ayırımını ortaya koyarak, Aristoteles’in hareketin ölçüsü saydığı zaman ile Eflâtun’un ezelîlik ve ölümsüzlük düşüncesini bir arada değerlendirip yorumlamak istemiştir. Nitekim o, Ebû Hatim er-Râzî ile yaptığı tartışmada Eflâtun’un zaman ve mekân görüşünün kendi anlayışıyla bağdaşabileceğini belirtmiştir.
#27
SORU:
Râzî’nin varlık anlayışı hangi noktalarda eleştiriye uğramıştır?
CEVAP:
Râzî’nin kısaca tanıtılan bu beş ezelî ilke üzerine kurduğu metafiziği İslam düşüncesi tarihinde en çok eleştiri alan yaklaşımlar içermektedir. Bunların başında Tanrı dışında ezelî varlıklar olduğu şeklideki kabulü gelmekte, ayrıca teorinin kendi içinde çok sayıda çelişki taşıdığı ve Eflâtuncu, Yeni Eflâtuncu, Pisagorcu ve Hermetik geleneğin yansımalarından ibaret olduğu gibi hususlar gelmektedir.
#28
SORU:
Râzî’nin temel ahlak anlayışı nasıldır?
CEVAP:
Râzî’ye göre Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde insan, peygamberin ya da herhangi bir ruhanînin önderliğine gerek kalmadan iyiyi kötüyü, yararlıyı zararlıyı, güzeli çirkini, doğruyu yanlışı, haklıyı haksızı birbirinden ayırt edebilir.
#29
SORU:
Râzî'nin ahlak anlayışını ortaya koyduğu eseri hangisidir?
CEVAP:
Râzî, ahlaka dair temel düşüncelerini et-Tıbbü’r-rûhânî adlı eserinde dile getirmiştir.
#30
SORU:
Râzî ahlak anlayışını oluştururken en çok etkilendiği filozoflar hangileridir?
CEVAP:
Gerek Ruh Sağlığı (Tıbbü’r-rûhânî) adlı kitabında gerekse konuya ilişkin diğer eserlerinde sıkça gönderme yapmasından hareketle Râzî’nin ahlak anlayışını temellendirirken daha çok “filozofların üstadı ve en büyüğü” olarak gördüğü Eflâtun ile kendisinden “velinimetim” diye söz ettiği Câlînûs’tan yararlandığı açıktır.
#31
SORU:
Râzî’ye göre yaratıcı tarafından insan bahşedilen en önemli nimet nedir?
CEVAP:
Yirmi bölüm halinde kaleme aldığı Ruh Sağlığı’nın ilk bölümünde yaratıcı tarafından insana bahşedilen en büyük, en değerli ve en yararlı nimetin akıl olduğunu belirten Râzî, ahlak anlayışında akıl gücünün işlev ve konumuna verdiği önemi daha işin başında ortaya koyar.
#32
SORU:
Râzî akıl,irade ve ahlak ilişkisini nasıl açıklamıştır?
CEVAP:
İnsanın fiil ve davranışlarının ahlaki sayılması için onun akıllı olmasının tek başına yetmeyeceğini söyleyen Râzî, aklın önündeki engelleri kaldırmada iradenin önem taşıdığına dikkat çeker. Ona göre akıl gibi irade de Allah’ın diğer canlı varlıklar içinde sadece insan türüne verdiği özel bir yetenektir.
#33
SORU:
Râzî'nin üzerinde durduğu nefis türleri nelerdir
CEVAP:
Râzî üç çeşit nefis bulunduğu şeklindeki görüşü benimser. Bunlar düşünen nefis, hayvanî nefis ve nebâtî nefis olup ilkine ilahî, ikincisine gazabî, üçüncüsüne de şehevî nefis adı da verilir. Bedenin beslenip gelişmesini ve üremeyi sağlayan nebâtî-şehevî nefis ile öfkenin kaynağı durumundaki hayvanî nefis, düşünen nefse yani akla hizmet ve destek için vardır.
#34
SORU:
Râzî'nin ahlak açısından olumsuz gördüğü bazı tutkular nelerdir?
CEVAP:
Ona göre bencillik ve alışkanlıklar, insanın kendi hata ve kusurlarını görüp eleştirmesinin önündeki en büyük engeller olup aşılmaları da çok zordur. Bu itibarla o, doğruların bulunup davranışlara çeki düzen verilmesi konusunda sağduyulu ve akıllı dostların uyarı ve tavsiyeleri ile düşmanlar tarafından yöneltilen eleştirilerden yararlanılması gerektiği kanaatindedir.
#35
SORU:
Râzî’nin ölüm ve ölüm korkusu konusundaki yaklaşımı nedir?
CEVAP:
Ona göre ancak ölümden sonraki hayata inanmakla bu korkunun üstesinden gelinebilir. Çünkü ölümün bir yok oluş değil, adaletin gerçekleşeceği bir hayatın başlangıcı olduğuna inananlar ölümden korkmadıkları gibi yaşama sevincini de daima diri tutarlar.Ölümü sonsuz bir yok oluş şeklinde değerlendirenler, ölüm korkusu karşısında birtakım şeylerle kendilerini avutma yoluna gitseler de karamsarlıktan kurtulamaz ve giderek intiharı kurtuluş sayacak duruma gelirler.