BALIK YETİŞTİRİCİLİĞİ Dersi Temel Su Kalite Parametreleri soru cevapları:
Toplam 24 Soru & Cevap#1
SORU:
Suyun önemi nedir, dünyamızın su potansiyeli nasıldır?
CEVAP:
Biyosferde, yalnız bir oksijen (O) ve iki hidrojen (H) atomundan oluşan su molekülünden (H2O) daha basit yapıya sahip bir bileşik daha neredeyse yok gibidir. Bunun yanında biyosferde;
- Sıvı hâlinin katı hâlinden daha yoğun olduğu,
- En yüksek yoğunluğuna donma noktasında değil, +4°C’de ulaşan,
- İyonik bileşikler için mükemmel bir çözücü özelliğinde olan,
- Geçmişten günümüze kadar, medeniyetlerin gelişim seviyelerini belirleyen,
- Toplumların yaşam kaliteleri üzerindeki en büyük etkiye sahip olan,
- Kısaca canlılığın yeryüzünde devam edebilmesi için, sudan daha özel ve daha önemli bir bileşik daha yoktur.
Üzerinde yaşamımızı sürdürdüğümüz dünyanın, yaklaşık dörtte üçü sularla kaplı olmasına rağmen, bu suyun yaklaşık % 98’i okyanuslarda ve denizlerde tuzlu su formundadır. Dolayısıyla antropojenik faaliyetlerde kullanılabilirliği oldukça sınırlıdır. Geriye kalan yaklaşık %2’lik tatlı su rezervinin de büyük kısmı buzullarda (%84), bir kısmı yeraltı suyu olarak (%15), küçük bir kısmı göllerde (%1), çok küçük bir kısmı ise atmosferde (%0,05) ve akarsularda (%0,01) bulunmaktadır.
Neredeyse hepimizin bildiği “dünyamızdan bir damla suyun bile eksilip artamayacağı” ifadesi doğrudur. Ancak;
- İnsan populasyonları için sınırlayıcı faktörlerin geçmişe oranla çok daha azalması,
- Dünya nüfusundaki hızlı artış,
- Sanayi ve teknolojideki gelişmeler,
- Tarımsal faaliyetlerde kullanılan gübre ve pestisitlerin çokluğu,
- Toplumlarda çevre bilincinin yeterince yerleşmemesi,
dünyamızın su kaynaklarının kirlilik yükünün günden güne artmasına ve dünyanın kullanılabilir su potansiyelinin günden güne azalmasına neden olmaktadır. Bu durum, hem sucul ekosistemlerin sağlığı hem de insan sağlığı açısından su kalitesi tespit ve izleme çalışmalarının öneminin de son yıllarda artmasına neden olmuştur.
Su molekülünde yer alan 2 hidrojen (H) atomu, oksijen atomuna (O), yaklaşık 104,5°’lik bir açıyla ve kovalent bağla bağlıdır (Şekil 2.3). Oksijen atomunun elektrona olan isteği ve ilgisi, yani elektronegativitesi hidrojen atomlarından çok daha fazla olması nedeniyle, bu polar yani 2 kutuplu kovalent bağlardaki elektronlar, oksijen atomuna daha yakındır. Dolayısı ile bir su molekülünün oksijen tarafı kısmi (-) yüklü, hidrojen atomlarının yer aldığı tarafı ise kısmi (+) yüklüdür. Bu durum zıt uçlarının farklı yük taşımasına neden olarak suya polar bir molekül olma özelliği kazandırır. Moleküllerin (-) yükleri ile (+) yükleri ya da su molekülünde olduğu gibi bunların ağırlık merkezleri arasındaki mesafeye dipol moment ya da hareket meydana getirme yeteneği denir ve molekülün çözücü özelliği üzerine büyük etkiye sahiptir. Suyun bu basit ama muhteşem özellikleri ve oldukça yüksek olan dipol momenti, polar ve iyonik bileşikler için mükemmel bir çözücü olmasındaki anahtar faktörlerdir. Biyoloji ilmi ve canlılığın varlığı açısından, suyun polar ve iyonik bileşikler için mükemmel bir çözücü olmasının yanında, apolar yani kutuplaşma göstermeyen bileşikler için çözücü özellik göstermemesinin de çok büyük bir önemi vardır. Zira organizmaların canlılık özelliklerini taşıyan en küçük parçası olan hücrelerin, lipid içerikli zarlarının bütünlüğünün korunabilmesi bu sayede gerçekleşir.
#2
SORU:
Suyun özgül ısısı nedir?
CEVAP:
Molekül hareketinden kaynaklanan kinetik enerjinin toplamına ısı denir ve birimi kalori (Cal), kilokalori (KCal ) ya da jül (J) olarak ifade edilir. 4 J yaklaşık 1 Cal eder ve 1000 Cal de 1 KCal’ye eşittir. Sıcaklık terimi ise ısıdan farklı olarak maddeyi oluşturan moleküllerin ortalama kinetik enerjisini ifade eder ve birimi derecedir (°C). Bir yüzücünün sıcaklığı (moleküllerinin kinetik enerjilerinin ortalaması) yüzdüğü havuzdan fazladır ancak havuzun ısısı (moleküllerinin kinetik enerjilerinin toplamı) tabii ki yüzücüden dahi fazla olacaktır.
Bir maddenin sıcaklığını 1°C artırmak –azaltmak için alınacak– verilecek ısı enerjisine verilen isim, özgül ısıdır. Düşük özgül ısılı tencerede yemeğimizi pişirirken yüksek özgül ısılı saplarını tuttuğumuzda elimizin yanmaması, bu kavramı daha iyi anlamamızı sağlayabilir.
#3
SORU:
Adezyon-kohezyon nedir?
CEVAP:
Sıvı hâlde bulunan suda hidrojen bağları oldukça kırılgan olup güçleri kovalent bağın yaklaşık 20’de 1’i kadardır. Her bir hidrojen bağının ömrü ise yaklaşık saniyenin trilyonda biri kadardır. Ancak komşu su molekülleri arasında aynı hızda yeni bağlar kurulmaktadır. Yani herhangi bir anda su moleküllerinin büyük çoğunluğu komşu su molekülleri ile bağlı hâldedir. Kohezyon teriminin tanımı ise hidrojen bağları ile su moleküllerini bir arada tutan kuvvettir.
Hidrojen bağları sonucu oluşan kohezyon özellikle bitkilerde suyun yerçekimine zıt yönde taşınmasında çok büyük bir öneme sahiptir. Ksilem kanallarındaki su, bitkinin yapraklarından buharlaşınca moleküller arası kohezyon kuvvetinin etkisi ile, yer çekimine zıt olarak yükselir. Su molekülü damarı terk ederken hidrojen bağı ile kanaldaki suya tutunmak suretiyle alttaki suyu yukarı çeker. Kohezyon kuvveti, mikroskobik ksilem kanalları içerisindeki suyu bir arada tutar. Adezyon, farklı cins moleküllerin birbirine tutunmasına verilen isimdir ve su ile ksilem kanal duvarları arasındaki adezyon kuvveti yani suyun kanal duvarlarına tutunması da yer çekimine önemli ölçüde direnç sağlamaktadır.
Bu iki biyolojik terimi su ve cıva açısından kıyaslayarak açıklayacak olursak; su moleküllerinin kohezyonu yani moleküllerin birbirlerine tutunması cıvadan daha düşük, cıva moleküllerinin adezyonu yani moleküllerin başka moleküllere tutunması ise sudan daha düşüktür.
Su gibi bir sıvının, yüzey katmanının esnek bir tabakaya benzer özellikler göstermesinden kaynaklanan etkiye, yüzey gerilimi denir. Kohezyon kuvvetine bağlı olan bu yüzey gerilimi, bir sıvının yüzeyini esnetmenin ya da kırmanın ne derece zor olduğunu belirtir. Kısaca sıvıların en üst tabakasındaki moleküllerin, kohezyon kuvvetleri neticesinde oluşturdukları, çok ince ve zarımsı tabakaya yüzey filmi, bu tabakayı kırmak için gerekli kuvvete ise yüzey gerilimi denilmektedir
#4
SORU:
Suyun fiziksel özellikleri nelerdir?
CEVAP:
Işık, sıcaklık, tuzluluk, elektriksel iletkenlik, bulanıklık suyun fiziksel özelliklerini oluşturur.
#5
SORU:
Suyun ışık özelliği nedir?
CEVAP:
Bir sucul ekosistemde fiziksel, kimyasal ve biyolojik olayların hepsi güneş enerjisinden etkilenir. Doğal sularda sıcaklık ve ışık güneş enerjisinden sağlanır. Suyun yüzeyine gelen ışınların tümü su tarafından soğrulmaz, bir bölümü yansır. Yansıma miktarı su yüzeyinin düz, çalkantılı veya dalgalı oluşuna göre değişir. Dolayısıyla coğrafi konum, havanın bulutlu olup olmaması, mevsimler ve günün belli saatleri ışığın sucul sisteme geçişine etki etmektedir. Bu durum su canlılarını doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Örneğin bazı canlılar ışıksız yaşayamamakta ve belirli sürelerde belirli miktarlarda ışığa gereksinim duymaktadır.
#6
SORU:
Fitoplankton nedir?
CEVAP:
Fotosentezle kendi besinini sentezleyebilme yeteneğine sahip olan, suda serbest olarak yaşayan ve su hareketlerinin etkisiyle pasif şekilde yer değiştiren organizmalardır.
#7
SORU:
Suyun sıcaklık özelliği nedir?
CEVAP:
Sıcaklık, sucul canlıların büyüme ve gelişme süreçlerini etkileyen en önemli çevresel faktörlerden biridir. Özellikle su ürünleri yetiştiriciliğinde sıcaklık, balıkların hassasiyetini etkileyerek sucul sistemdeki kimyasallara karşı duyarlılığını etkilemektedir. Doğal ortamdaki sularda günlük sıcaklık 5°C’ye kadar değişim gösterebilir. Balıklar soğukkanlı hayvanlardır ve vücut sıcaklıkları yaşadıkları suyun sıcaklığıyla aynıdır. Sıcaklık değiştikçe balığın fizyolojik aktiviteleri de değişir.
Sıcaklık değişimiyle vücut sıcaklığının da değişmesi ve balığın bu şartlarda yaşantısını sürdürmesi temel olarak enzim aktiviteleriyle ilgilidir. Belli bir sıcaklıkta optimum etki yapan enzim, sıcaklık değiştikçe bu değişime uygun optimum etki yapacak enzimle yer değiştirir. Yani sıcaklık değişimlerine paralel olarak fizyolojik olaylarla ilgili enzimler de değişmektedir. Bu değişim zaman alır. Bundan dolayı balık sıcaklığı farklı olan suya transfer edileceği zaman mutlaka aklimasyona (alıştırma) tabi tutulmalıdır. Kabul edilebilir maksimum sıcaklık değişim oranları türler arasında farklılık göstermektedir. Örneğin bir ılık su balığı, düşük sıcaklıklara soğuk su balıklarından daha uzun zamanda alışabilir. Dolayısıyla aklimasyon periyotlarının belirlenmesinde su ürünleri yetiştiricilik uygulamalarında balığın doğal ortamda tercih ettiği sıcaklığın bilinmesi önemlidir. Genel bir kural olarak sıcaklık değişimi günlük 5°C’yi geçmemelidir. Çünkü doğal ortamda balığın kalabileceği maksimum sıcaklık değişikliği yaklaşık 5°C’dir. Balıklar için, kabul edilebilir sıcaklıklar aklimasyonda günlük 3°C’yi geçmemelidir.
Su sıcaklığı başta, çözünmüş oksijen ihtiyacı olmak üzere diğer su kalite parametrelerinin birbirleriyle olan etkileşimini etkiler. Sıcaklık arttıkça sudaki çözünmüş oksijen miktarı azalmaktadır. Bu durum balıkların daha fazla hareket hâlinde olarak solungaçlarından daha fazla çözünmüş oksijeni geçirmek için hızlı hareket etmelerini sağlar. Böyle bir durum balıkların sudaki toksik maddelere daha fazla maruz kalmasına sebep olmaktadır.
#8
SORU:
Suyun tuzluluk özelliği nedir?
CEVAP:
Tatlı sular için tuzluluk kavramı, 1 litre su içerisinde bulunan anyon ve katyonların toplam yoğunluğunun mg veya miliekivalent olarak değeridir. Tatlı sular, içerdikleri tuz konsantrasyonları 0,5 gr/ L’den az olan sulardır. Tuzlu sular için ise tuzluluk kavramı, 1 litre deniz suyunda bulunan çözünmüş katı cisimlerin tümünün gr cinsinden değeridir. Litrede 35 gr çözünmüş madde bulunduran sular, deniz suyu olarak adlandırılır. Sularda tuzluluğu oluşturan en önemli iyonlar karbonatlar, sülfat, fosfat, klorür, kalsiyum, magnezyum, sodyum ve potasyumdur. Tuzluluk binde (‰) olarak ifade edilir. Deniz suyunda yapılan araştırmalarda 80’den fazla çözünmüş elementin olduğu saptanmıştır. Denizler arasında tuzluluk değerleri oldukça farklılık göstermektedir. Örneğin Karadeniz’de tuzluluk ‰17’lere kadar düşmesine rağmen, Kızıldeniz’de ‰47’lere kadar yükselmektedir. Bu durum konum, yağış durumu, akarsularla beslenme gibi faktörlere bağlı olarak değişebilmektedir. Acı sular ise tuzluluk derecesi ‰ 34’den aşağı olan sulardır ve bu tip sulara lagün veya nehir ağızları, Baltık Denizi ve Karadeniz örnek verilebilir. Tuzluluk sucul canlıların yaşamına direkt etkide bulunabilmektedir. Bazı canlılar belirli tuzluluk şartlarında yaşayabilmektedir. Organizmalar tuzluluğa olan toleranslarına göre eurihalin ve stenohalin canlılar olmak üzere iki grupta incelenir. Eurihalin canlılar geniş tuzluluk aralıklarında yaşayabilir, stenohalin canlılar ise belli tuzluluk derecelerinde yaşayabilmektedir.
#9
SORU:
Suyun elektriksel iletkenlik özelliği nedir?
CEVAP:
Doğal sularda iyonlaşan maddelerin toplam derişimlerini belirlemek amacıyla ölçülür. İletkenlik veya konduktivite 1 cm2’lik alanda, 1 cm aralıklarla duran iki platin elektrot arasındaki direncin ölçümü ile tespit edilir ve her cm için 25°C’de microohms veya megaohms olarak belirlenir. Doğal sularda iletkenlik yaklaşık olarak katı maddelerin toplamı olarak ifade edilebilir. Genellikle sucul sistemlerde tuzluluk ile birlikte değerlendirilir, suyun tuzluluğu arttıkça elektriksel iletkenliği de artar.
#10
SORU:
Suyun bulanıklık özelliği nedir?
CEVAP:
Bulanıklık (turbidity), suyun içinde askıda kalan parçacıklardan meydana gelen ve suyun rengine de etki eden bir parametredir. Askıda katı maddeler suyun geçtiği arazilerden sürüklenerek suya karışır. Bulanıklık, arazi yapısı ve mevsimlere göre değişkenlik gösterebilen fiziksel bir parametredir. Bitki ve hayvansal artıklar, evsel ve endüstriyel kökenli artıklar bulanıklılığa neden olarak atmosferik oksijenin sucul sisteme geçişini engeller ve bu durum sistemde oksijensiz bir ortamın oluşmasına neden olur. Sucul sistemlerde bazı canlıların besinini oluşturan plankton da bulanıklılığı meydana getiren faktörler arasında yer almaktadır. Yetiştiriciliği yapılan türler açısından ise bulanıklık parametresi yaşam ortamlarında dışkı ile atılan atıklar ve yenmemiş besin atıklarından da kaynaklanabilir. Su ürünleri
yetiştiriciliğinde suda asılı hâlde olan parçacıklar yumurtaların üzerinde birikerek embriyonun ölümüne neden olmakla birlikte, görmeye mani olur ve beslenmeyi engeller. Fizyolojik bakımdan ise balıkların solungaçlarını kaplar ve aşındırır. Strese neden olarak sucul ekosistemde canlıların hastalıklara olan direncini azaltır. Bulanıklılığı önlemek amacıyla ultraviyole ile su arıtma sistemleri olan tesislerde yeterli ultraviyole ışığının nüfuz etmesini sağlamak için biyolojik filtreden önce kum filtreler kullanılması önerilmektedir.
Bulanıklık ve askıda katı madde, ışığın havuza girişini azalttığından dolayı verimliliğin azalması ve oksidasyon riskinin artmasına sebep olduğu için önemlidir.
#11
SORU:
Suyun kimyasal özellikleri nelerdir?
CEVAP:
Tartılamayan, beş duyu organımızla belirleyemediğimiz ancak laboratuvar şartlarında tespit edilebilen özelliklere kimyasal özellikler denir. Sucul ekosistemler için önemli bazı kimyasal özellikler çözünmüş gazlar (çözünmüş oksijen ve karbondioksit vb.), pH, biyokimyasal oksijen ihtiyacı, kimyasal oksijen ihtiyacı, sertlik, azotlu bileşikler, sülfat, fosfor ve metallerdir.
#12
SORU:
Çözünmüş oksijen nedir?
CEVAP:
Oksijen suda az çözünen bir gazdır. Genelde doğal sularda havayla dengeli olacak şekilde çözünmüş oksijen bulunur. Su içinde, yaşayan tüm canlılar için mutlaka çözünmüş oksijen bulunması gerekir. Oksijen suya pasif difüzyonla atmosferden girer. Havadan suya oksijenin geçişini hava ve su arasında oluşan nisbi oksijen farkı etkiler. Bu durumun yanı sıra bitkiler ve algler tarafından karbondioksit ve güneş ışığı varlığıyla gerçekleşen fotosentez olayları sayesinde sucul ekosistemlerde oksijen oluşur. Fotosentez esnasında bitkisel organizmalar karbondioksit ve suyu kullanarak karbonhidratları sentezler. Ancak bitkiler oksijen üretimini yalnızca gündüzleri yapar. Gece bitkiler yalnızca solunum yapar, sudan oksijen absorbe eder. Özellikle yoğun bitkili sularda sabaha karşı oksijen oranı önemli ölçüde azalabilir. Bu nedenle, yoğun bitkili ortamlarda yazın ve sonbaharda balık ölümleri meydana gelir. Ölen bitki ve hayvan artıkları tabanda bakteriler tarafından ayrıştırılarak oksijen tüketimine neden olur. Çözünmüş oksijen litredeki mg cinsinden ağırlık (mg/L) olarak ifade edilir. Çözünmüş oksijen seviyesinin 5 mg/L’nin altına düşmesi su canlılarında strese neden olmakla birlikte birkaç saat için 1-2 mg/L’nin altına düşmesi sularda çok sayıda balığın ölmesine neden olmaktadır.
Suyun oksijen doymuşluk oranı sıcaklığın artmasıyla düşer. Aynı zamanda sıcaklıktaki artışa paralel olarak balıkların metabolik oranı da artar. Sıcaklığın artmasıyla birlikte hem suyun oksijen içeriğinin düşmesi hem de balığın metabolizma oranının artması sonucu yeterli oksijen sağlayabilmek için balık, solungaçlarından daha fazla suyu geçirmek zorunda kalacaktır. Bunun sonucu olarak da solungaçlara daha fazla toksik kimyasal temas edecek ve solungaçlar yoluyla bu kimyasallar vücuda girecektir. Bu, sıcaklık artışıyla ilgili olarak daha kısa zamanda daha çok toksik kimyasalın vücuda girmesi anlamına gelir. Sıcaklığın yanı sıra tuzluluk, çözünmüş veya askıda katı maddeler, sucul sistemdeki organizmaların cinsi ve yoğunluğu, iklim ve deniz seviyesinden yükseklik gibi faktörler de sudaki çözünmüş oksijen miktarını etkilemektedir.
#13
SORU:
Entansif yetiştiricilik nedir?
CEVAP:
Entansif yetiştiricilik, kontrollü yetiştiriciliktir. Tamamen dıştan yemlemeye daya-lı yoğun yetiştiriciliktir.
#14
SORU:
Suyun pH’ı nasıldır?
CEVAP:
pH derecesi genellikle sudaki hidrojen (H+) iyonları konsantrasyonunu ifade eder. pH asitlik ve baziklik ile ilgili bir kavramdır. Hidrojen iyonlarının yoğunluğunun artması pH’ın düşmesine, azalması ise pH’ın yükselmesine neden olur. Bir çözeltinin hidrojen derişimini artıran bileşiklere asit, azaltan bileşiklere ise baz adı verilir. Buna göre bir pH cetveli oluşturulmuştur. Bu cetvele göre, pH dereceleri 0-14 aralığında değişiklik gösterir. Asidik özellikli sularda pH değerleri 0-7 aralığındadır ve H+ iyonları derişimi hidroksil (OH-) iyonları derişiminden daha fazladır. Bazik karakterli sularda ise pH 7-14 aralığındadır ve OH- iyonları H+ iyonlarından daha fazladır. Saf suyun H+ iyonları konsantrasyonu OH- iyonları konsantrasyonuna eşittir ve pH derecesi 7’dir.
Doğal suların pH değerleri 4<pH<9 arasında değişir. Genellikle balık yetiştiriciliği için pH değerlerinin 7-8 arasında olması istenir. Sucul sistemde hidrojen iyonu konsantrasyonlarındaki artış balıklarda vücut tuzlarının kaybına ve çözünmüş oksijen alınımının zorlaşmasına neden olur. Örneğin pH değerleri 4’ün altına düştüğü zaman birçok balık türünde ölüm gözlenebilir. pH, sudaki karbondioksit miktarına bağlı olmakla birlikte karbondioksit yükseldikçe düşmekte, düştükçe yükselmektedir. Dolayısıyla yaz mevsimlerinde karbondioksit sıcak sularda daha az çözüleceğinden pH yüksek olmakta kış mevsiminde ise düşmektedir. Fazla bitkisel organizma bulunduran göl ve havuzlarda geceleri solunum olayından dolayı karbondioksit artacağı için pH düşmekte, aksine gündüzleri ise yükselmektedir. Bundan dolayı üretim uygulamalarında bu duruma dikkat edilmelidir.
Doğal sulardaki pH değişimleri fotosentez, solunum, sucul sistemdeki kalker içeren canlılar, asit yağmurları, buharlaşma, atık sular gibi olaylar sonucunda değişiklik göstermektedir.
#15
SORU:
Biyokimyasal oksijen ihtiyacı nedir?
CEVAP:
Biyokimyasal oksijen ihtiyacı, aerobik bakteri ve diğer mikroorganizmaların organik maddeleri kararlı son ürünlerine dönüştürmek için gereksinim duydukları oksijen miktarının bir ölçüsüdür. Su kalitesi izleme çalışmalarında biyokimyasal oksijen ihtiyacı; suyun kirlilik yükünün belirlenmesi, arıtım tesislerinde suyun temizlenme derecesinin tespit edilmesi ve arıtılmış suların çevre kaynaklarına deşarjı durumunda yönetmeliklerde verilen limit değerlere uygun olup olmadığının bir ölçütü olarak belirlenir. Biyokimyasal oksijen ihtiyacı organik kirliliğin bir göstergesidir ve kısaca 1 litre suda, 5 günlük süreçte, 20 °C’de, sudaki aerobik bakterilerce tüketilen oksijen miktarını ifade etmektedir. Kâğıt fabrikaları, besin üretim ve işleme fabrikaları gibi sanayi kuruluşları, atık su arıtma tesislerinden akarsu ve göllere atılan organik maddeler ile tarımsal alanlarda kullanılan gübrelerdeki azot ve fosfor gibi nutrientlerin ayrışması sonucunda BOİ artar. BOİ’nin artması ile birlikte sudaki mevcut çözünmüş oksijen aerobik bakteriler tarafından tüketileceği için çözünmüş oksijen seviyesi düşecektir ve sudaki canlılar yeterince oksijen alamayacaktır. Böylece, su kaynaklarındaki biyolojik çeşitlilik azalacaktır. Sulardaki canlı sağlığı açısından BOİ seviyesinin 1-2 mg/L olması iyi bir durumdur, BOİ seviyesinin 3-5 mg/L olması suyun kısmen temiz olduğunun göstergesidir ve BOİ değerinin 6-9 mg/L olması ise suyun kirlendiğinin bir göstergesidir.
#16
SORU:
Aerob bakteri nedir?
CEVAP:
Aerob bakteri oksijenli ortamda üreyebilen bakteridir.
#17
SORU:
Kimyasal oksijen ihtiyacı nedir?
CEVAP:
Kimyasal oksijen ihtiyacı (KOİ) organik maddelerin kimyasal madde ile ayrıştırılması (oksidasyon) esnasında tüketilen oksijen miktarıdır. Biyokimyasal oksijen ihtiyacında organik maddelerin ayrıştırılması bakteriler tarafından yani biyokimyasal reaksiyonla sağlanırken, KOİ’de kimyasal madde kullanılarak ölçülmektedir. Özellikle kıyılarda ve karasal deşarj noktalarında organik kirlenmenin bir göstergesidir.
#18
SORU:
Su sertliği nedir?
CEVAP:
Suların toplam sertliği (1 litrede mg olarak CaCO3 olarak ifade edilir) kalsiyum ve magnezyum tuzlarının miktarı şeklinde tanımlanır. Demir, bakır, alüminyum ve mangan gibi diğer metaller de toplam sertliğe katkı yapar. Ancak balık yetiştiriciliği yapılan doğal sularda bu metaller az miktarlarda bulunduğundan toplam sertliğe katkıları da ihmal edilecek kadar azdır. Sularda sertlik iki türlüdür; kalsiyum ve magnezyumun bikarbonatlarının oluşturduğu sertlik karbonat sertliğini oluşturur ve kaynatılmakla giderilebildiği için bu sertlik geçici sertlik olarak tanımlanır. Kalsiyumun ve magnezyumun bikarbonat dışındaki sülfat gibi diğer anyonları ile oluşturdukları tuzların sertliği karbonat olmayan sertliği oluşturur ve bu sertlik kaynatılmakla giderilemeyeceğinden dolayı kalıcı sertlik olarak ifade edilir. Karbonat ve karbonat olmayan sertlik toplam sertliği verir. Doğal sular toplam sertlik derecelerine göre yumuşak, orta sert, sert ve çok sert şeklinde sınıflandırılabilir:
Hem ılık hem de soğuk su balıklarının entansif yetiştiriciliği için en uygun sular pH’ın 6.5-9.0, sertliğin 5-200 mg/L ve alkalinitenin 100-200 mg/L (CaCO3 olarak) arasında olduğu sulardır. Yumuşak sular balıkların ihtiyaç uydukları kalsiyum ve diğer mineraller açısından fakirdir ancak diyet komposizyonu bu eksikliği karşılayacak düzeydeyse balıklar bu durumu tolere edebilir. Tatlı su balıkları fazla miktarda üre ürettikleri için boşaltımla birlikte bir miktar kan elektrotları da atılır. Atılan tuzlar ve mineraller devamlı olarak sudan karşılanmak zorundadır. Bundan dolayı sert sular kalsiyum ve magnezyum veya her ikisi yönünden zengin olduğu için tatlı su balıkları yetiştiriciliği açısından daha uygun sulardır.
#19
SORU:
Suyun biyolojik özellikleri nelerdir?
CEVAP:
Sucul sistemlerde yüzeye yakın olan katmanlarda aerobik mikroorganizmalar, ışığa gereksinimi olan algler, alt tabakalara doğru ise anaerobik mikroorganizmalar faaliyet göstermektedir. Derinliğe göre mikroorganizma yükünün değişmesine ışık miktarı ve sıcaklık faktörleri de etki etmektedir. Derin sularda çözünmüş oksijen konsantrasyonu düşük ve ışık azdır. Işık özellikle fotosentez yapan algler için önemlidir. Ancak atık sularla, erozyonla tarımsal topraklardan drenaj ve yağmur sularıyla birlikte besleyici elementlerin sucul sistemde aşırı artması sonucu alg çoğalması meydana gelir ve yüzeyde oluşan tabaka kalınlaştıkça güneş ışığının alt tabakalara nüfuzu azalır. Derin bölgelerdeki bitkiler ve hayvanlar çözünmüş oksijen azlığından dolayı ölmeye başlar ve bunun sonucu olarak dipte aşırı organik madde birikimi meydana gelir. Bu organik maddeler bakteriler tarafından ayrıştırılır. Bu durum aynı zamanda bakterilerin de artmasına sebep olur ve bu ayrıştırma faaliyetleri esnasında oksijen harcandığından bölgedeki oksijen oranı oldukça azalır ve metabolizma ürünü olan karbondioksit ortama verilir. Ortam anaerobik olmaya başlar ve bu oksijensiz tabaka giderek artar. Anaerobik bakteriler tarafından organik maddelerin ayrışması sonucunda balıklar için çok tehlikeli olan hidrojen sülfür ve metan gibi gazlar üretilir. Yetiştiricilik havuzlarında oksijensiz tabaka arttıkça özellikle sabaha karşı balıklar için yeterli oksijen kalmayabilir ve toplu balık ölümleri görülebilir. Ayrıca bazı deniz ve tatlı su algleri güçlü sinir ve karaciğer toksinleri üretir. Üretilen bu toksinler hem doğal sularda hem de balık üretim tesislerinde balık ölümlerine sebep olabilir.
#20
SORU:
Biyoakümülasyon faktörü nedir?
CEVAP:
Balıklarda ölçülen konsantrasyonun, yaşam çevreleri olan sudaki konsantrasyonuna olan oranına “Biyokonsantrasyon Faktörü” ya da “Biyoakümülasyon Faktörü (BAF)” denir. Bu terim, canlının toksikantı yani kirletici etmeni çevresinden ne kadar akümüle ettiğini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Toksikoloji açısından en önemli terimlerden ikisi de “akut” ve “kronik” etkilerdir.
#21
SORU:
Akut etki nedir?
CEVAP:
Toksikanta yüksek dozlarda maruziyet sonucu oluşan anlık etkilenmelere “akut” etki denir.
#22
SORU:
Kronik etki nedir?
CEVAP:
Toksikanta düşük dozlarda maruziyet sonucu oluşan uzun süreli etkilenmelere ise “kronik” etki denilmektedir.
#23
SORU:
Toksik metalin balığa girişi nasıl olur?
CEVAP:
Balıklar açısından toksikolojide en önemli organ, şüphesiz solungaçlardır. Solunum, boşaltım ve osmoregülasyondan sorumlu olan solungaçlar, toksik kimyasallara sürekli ve direkt olarak maruz kalmaktadır. Bu organın işleyişindeki temel unsur olan primer (birincil) lamella filamentleri, solungaç kemiğine tutunmuş olarak bulunmaktadır. Ayrıca etkinliği artırmak adına bu lamellaların altında ve üstünde seconder (ikincil) lamellar da yer almaktadır. Su tüm bu plakalardan geçerken gerekli oksijen solungaçlar tarafından absorbe edilir. Bu levhaların dışındaki epitel hücrelerindeki kan akışı, suyun akışına zıt yönlüdür ve bu mükemmel mekanizma oksijeni en iyi şekilde almayı sağlamaktadır. Ancak bu etkin mekanizma oksijenin yanı sıra toksik metallerin de çok etkili bir şekilde vücuda girmesine neden olmaktadır. Sudaki toksikant böylece solungaçlarca absorbe edilerek kan dolaşımına sokulmak suretiyle tüm vücuda yayılır. Sucul sistemlerde toksik metal konsantrasyonun ani ve yüksek seviyeli artışlarında, balıkta gözlenen en önemli akut etki, seconder lamellalardaki epitel hücreler üzerindeki ciddi tahrişlerdir.
Toksik metallerin balık vücuduna diğer giriş mekanizmaları, deri ve sindirim sistemidir. Deride yer alan mukus tabakası bakteri ve toksikant girişlerinde önemli bir bariyer teşkil etse de özellikle sediment ile direkt temas hâlinde yaşayan balıklarda deriden toksikant girişi oldukça yüksek seviyelere çıkabilir. Yine diyetlerinde yer alan besinlerin ihtiva ettiği toksik metalleri de direkt olarak vücutlarına almış olurlar.
Balık vücuduna giren toksikantlar etki mekanizmasına göre farklı doku ve organlarda birikir ve onlara zarar verir. Karaciğer dokusunda yer alan metallotionein proteinleri, toksikantları detoksifiye edebilme kabiliyetinde olduğu gibi, bunların bir kısmı safra sıvısı ile de vücuttan atılabilir. Ayrıca kan dokuda yer alan bazı proteinlerce sarılarak çözünmez hâle getirildikten sonra vücuttan atılabilir ya da çeşitli organlarda biriktirilebilir.
#24
SORU:
Toksisiteyi etkileyen faktörler nelerdir?
CEVAP:
Balıklar soğukkanlı oluşları nedeniyle, memeliler gibi sıcakkanlı hayvanlara oranla daha bağımsız bir organizasyona sahip fizyolojileri vardır. Balık yaşamında çok önemli bir tampon görevi gören bu metabolik yapı, balıkların çevresel değişimlere ve toksikantlara karşı toleranslarının, sıcakkanlılardan fazla olmasını sağlamaktadır. Balıkların toksik metallere karşı en hassas oldukları dönem, yumurtadan yeni çıktığı dönemdir ve genel olarak balık büyüdükçe toksikant toleransı da artış göstermektedir. Yüksek protein içerikli besinler ile beslenen balıklarda toksik metallerin zararlı etkileri, düşük proteinli besinlerle beslenenlere göre belirgin şekilde düşüktür.
Suları sert olan bölgelerde pH genel olarak daha yüksektir ve bu durum metallerin toksisitesinin düşük olmasına neden olur. Ayrıca balıkların, sert sularda, solungaçlarından daha düşük seviyelerde metal absorbe ettiği bilinmektedir.