XIX. YÜZYIL TÜRK DÜNYASI Dersi KAZAN TATARLARINDA YENİLEŞME soru cevapları:
Toplam 20 Soru & Cevap#1
SORU:
XIX. asrın sonunda Rusya’da birçok alanda gerçekleşen ilerlemeler karşısında Tatarların durumu nasıldı?
CEVAP:
Rus sanayi devriminin baskısını yakından hisseden Tatarlar yeni duruma ayak uydurmada başarılı olamadılar. Tatar girişimcilerden ancak bir kısmı atölye-den fabrikaya geçiş yapabildi; çoğunluk ise hızla gelişen makineleşmede Rus ra-kiplerinin gerisinde kaldı. Tatar kumaş üreticileri Rusya’daki modern işletmelerle rekabet edemediler. Sabun üretimi ve deri işlemeciliğinde de geri kaldılar. Birçok küçük işletme Rus sanayisinin artan baskısı karşısında kapanmak zorunda kaldı. XVIII. yüzyılın son çeyreğinden itibaren önemli kazanımlar elde eden Tatar tüc-carları, yeni durum karşısında kendilerini yenileyemediler (Kemper 1989: 361). Avrupa’nın sanayisine ve iktisadî hücumuna karşı koyacak modern bilgi dona-nımına ve entelektüel güce sahip olmayan Tatar tüccarların Çin ve Rusya arasın-da yaptıkları ticaret günden güne azaldı, Kazan havzasındaki sanayi geriledi. Rus malları Buhara ve Kafkasya’ya girerek yerli malları karşısında üstünlük sağladı.
#2
SORU:
Rusya’nın Türkistan’ı ele geçirmesi de Tatar tüccarını nasıl etkilemiştir?
CEVAP:
Rusya’nın Türkistan’ı ele geçirmesi de Tatar tüccarını olumsuz etkiledi. Daha önce bu pazara giremeyen Rus tüccarı Türkistan’a girdi ve Tatar tüccarının yerini almaya başladı. Türkistan Rus sanayisinin hammadde kaynağı oldu; aynı zaman-da Rusya’dan gelen tahıl ve üretilmiş madde için bir pazar haline geldi. Önceki yüzyılda Kazak bozkırlarını ve Orta Asya’yı Rusya’ya bağlamak için Tatar tüccarı-nı ve mollalarını himaye eden devlet, şimdi onları Türkistan’dan çıkarmaya çalı-şıyordu. Tatarların Türkistan’da mülk edinmelerini yasaklayan kanunlar çıkarıldı; Türkistan okullarındaki Tatar muallimlerin yerine yerel personel yerleştirilmeye çalışıldı.
#3
SORU:
Rusya Müslümanlarının yenileşme hareketine esas olan beş ana kolu açıklayınız.
CEVAP:
Rusya Müslümanlarının yenileşme hareketi esas olarak şu beş ana kolda ilerledi.
1. Edebiyatta yenileşme: Avrupa’dan gelen tesirler sonucunda, geleneksel Çağatay edebiyat tarzı yerine roman, hikâye ve tiyatro eserleri gelişmeye başladı.
2. Eğitim reformu: Kırım mirzalarından İsmail Gaspıralı Müslüman ilkokullarında başlattığı yeni metotla eğitim sayesinde bir çığır açtı. Açık görüşlü Kazan ulemasının girişimiyle medreselerden bir kısmı önemli ölçüde çağdaş eğitime yaklaştı.
3. Dilde birlik: Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi aracılığıyla yaygınlaştırdığı ortak yazı dili Türk dünyası aydınlarınca kabul gördü; önemli bir aydın kesimi bu ortak dilde eserler verdiler.
4. Müslüman kadınların özgürleşmesi: Yenilik taraftarı aydınlar Müslüman kadınların o zamana kadar uğradığı aşağı muameleyi ve hak yoksunluğunu dile getirdiler. XX. asrın ilk çeyreğinde, bu konuda önemli adımlar atıldı.
5. Milli ve siyasi bilinçlenme: Gaspıralı ve diğer aydınların gayretleriyle milli bilinçlenme konusunda epey bir mesafe alındı. 1905’te ifade ve örgütlenme özgürlüğü verilmesinden sonra Rusya Müslümanları tarihlerinde ilk defa olarak bir araya geldiler ve meselelerini konuşup tartıştılar; siyasi ve milli birlik yolunda önemli kararlar aldılar.
#4
SORU:
Avrupa medeniyetiyle olan temas sonucunda ortaya çıkan modern Tatar edebiyatının öncüsü olarak Kayyum Nâsırî'nin yolu hangi açıdan muhafazakâr ve reformcu ulemanın yolundan ayrılmaktadır?
CEVAP:
Avrupa medeniyetiyle olan temas sonucunda ortaya çıkan modern Tatar edebiyatının öncüsü olarak Kayyum Nâsırî gösterilir. Onu Tatar aydınlanmasının başlatıcısı olarak kabul edenler de vardır. Nâsırî kendisine bu sıfatı kazandıracak neler yapmıştır? Geleneksel medrese eğitimi almış olmakla birlikte, onun yolu muhafazakâr ve reformcu ulemanın yolundan başkaydı. Reformcu ulema medrese kurmak ve halkı cami minberinden aydınlatmak yolunu seçmişken, Nâsırî hiçbir geleneksel kayda bağlı olmaksızın, bağımsız bir yazar olarak hareket etti.
#5
SORU:
1900'lü yılların başında Tatarların muhafazakar kesiminin tiyatroya bakışları nasıldı?
CEVAP:
Tatarların muhafazakâr kesimi tiyatroyu çok yadırgadı ve bunu bir yozlaşma olarak gördü. Bu durum, ilerleme taraftarı gençlerle imamlar arasında tartışmalara sebep oldu. 1910’lu yılların başındaki Tatar fikir hayatı bu tür tartışmalarla doludur. Gençler, milletin ilerleme ve uyanışının ancak tiyatro sayesinde olacağını iddia edecek kadar işi ileri vardırırken, kadimci imamlar tiyatrodan nefret ve tiksintiyle bahsediyorlardı. Tiyatro meselesi özellikle Orenburg şehrinde çok alevlendi. Kadimciler tarafından yayınlanan Din ve Maişet dergisi Müslüman ahaliyi tiyatroya karşı mücadeleye çağırıyordu.
#6
SORU:
XIX. asır sonunda Rusya’daki gelişmelerin getirdiği sorunları en iyi anlayanların başında İsmail Gaspıralı, Rusya Müslümanlarını düştükleri bu çıkmazdan kurtarmak için hangi tedbirleri önermiştir?
CEVAP:
Gaspıralı’nın öngördüğü tedbirlerin başında eğitim reformu geliyordu. Ona göre, eğitim gören gençler herşeyden önce Avrupa medeniyetinin inceliklerini öğrenmeli ve toplumun yönlendirilmesinde öncü rolü oynamalıydılar. İkinci olarak, Rusya Müslümanları (Türkleri) arasında birlik sağlanmalıydı. Rusya’daki türlü adlarla anılan, fakat aslında kardeş olan Türk kavimleri birleşmezlerse etraflarını kuşatan Slavlık denizi içinde kaybolup gideceklerdi. Bunun için her şeyden evvel dil birleştirilmeli, yalnız bir yazı dili olmalı, o dil aracılığıyla hepsi anlaşabilmeliydi. Üçüncü olarak, kadınların eğitilmesine önem verilmeliydi; kadınların anlayış seviyesi erkeklerinkinden aşağı kalırsa toplumun kurtuluşu mümkün olamazdı (Akçura 1909: 202-4).
#7
SORU:
İsmail Gaspıralı'nın ortaya koyduğu “Usûl-i cedit” denilen öğretim metodunu açıklayınız.
CEVAP:
“Usûl-i cedit” denilen öğretim metodunun kuralları şunlardı: Mektebe talebe kabul edilmesi senede iki defa olup her zaman talebe kabul edilmiyordu. Her çocuğa ayrı ders gösterilmeyip okul üç-dört sınıfa ayrılıyor, öğrencilerin hepsine birden ders veriliyordu. Okuma bilmeyen talebeye elifba birden gösterilmiyor, önce kolay hecelerden başlanıyordu. Okuma-yazma Türk dilindeydi. Çocuklara vurmak, dövmek, bağırmak yerine okul çocuğa sevdirilmeye çalışılıyordu. Okuma-yazma öğrenen öğrenci, temel dinî bilgiler (ilmihal), hesap, güzel yazı ve kompozisyon derslerine başlıyordu. Yılda bir kez büyük sınav yapılıyor, bir yıllık ilerleme ölçülüyordu.
#8
SORU:
Usûl-i cedit hareketine tepki gösteren ulema karşısında Gaspıralı, hangi kanıtları ileri sürmüştür?
CEVAP:
Hicri 130 yılında Kufi yazıya harekeler konularak okumak kolaylaştırılmıştı. Köşeli olan kufî harfleri ıslah etmek için nesih, ta’lik ve diğer yazı çeşitleri icat edilmişti. Peygamber zamanında kâğıt kullanılmıyordu; koyun ve buzağı derisine yazılıyordu. Patates ilk defa keşfedildiğinde, cahil halk buna “şeytan elması” diye karşı çıkmıştı; fakat sonradan patates buğday kadar önemli bir besin kaynağı hâline gelmişti. Bu ikna edici örnekleri verdikten sonra Gaspıralı okuyucusuna şöyle sesleniyordu: “Söyle bana kardeşim, haram bunun neresinde?” Bu sözler onun soydaşlarına nasıl sabırla ve ikna yoluyla yaklaştığının açık bir göstergesidir.
#9
SORU:
Gaspıralı'nın dilde birlik fikrinin bağlamı nedir?
CEVAP:
Gaspıralı, iddia edildiği gibi, değişik Türk boylarının dillerini birleştirmekten söz etmiyordu. O, aydınların kendi aralarında anlaşabilecekleri ortak bir yazı dili oluşturulmasından bahsediyordu. Halk dilinin yakınlaştırılması, çok daha uzak bir hedefti. Eski dönemde her bir bölgenin kendi şivesinde konuşup yazdığından bahsettikten sonra, bu durumun artık değişmeye başladığını söylüyordu. Bunun da en önemli sebebi ulaşım vasıtalarının gelişmesiydi; gemiler, demiryolları sayesinde ticaret, seyahat ve ziyaretler artmış, basmahaneler, basma kitaplar her tarafta yaygınlaşmaya başlamıştı. Dolayısıyla, Türk şivelerinin birbirine karışıp ortak bir yazı dili ortaya çıkması için uygun bir zemin ortaya çıkmıştı.
#10
SORU:
İsmail Gaspıralı'nın Osmanlı Türkçesi'ne bakışı nasıldır?
CEVAP:
Osmanlı Türkçesinin diğer Türk lehçelerine göre işlenmiş ve edebiyatı diğerlerine göre zengin ve ilerlemiş olduğu ve bu sebeple Türk kavimleri arasında yayılacağı görüşünde değildi. Aksine, Osmanlı şivesinin öz Türkçeden oldukça uzaklaşmış, Arapça, Farsça ve diğer dillerden kelimelerle dolmuş olduğunu ve Türk şivelerinin en zoru hâline geldiğini düşünüyordu; bu hâliyle Osmanlı Türkçesinin örnek oluşturması mümkün değildi. Onun fikrince, Osmanlı şivesi kavmî (nasyonal) bir dil değil, divanhânelerin ve memurların diliydi; bu dil Kaşgarlı bir Tatara ne kadar uzaksa Anadolu Türkü için de o kadar zordu. Osmanlı Türkçesi sadece Arapça ve Farsça değil, Rum, Slav ve Fransızca kelimelerden oluşan bir dil çorbasıydı. Bu hâliyle Türklükten çıkmış, kavmî bir dil olma özelliğini kaybetmişti.
#11
SORU:
Gaspıralı'ya göre kadın hakları ve islam dini ilişkisi nasıldır?
CEVAP:
Gaspıralı, bazı Rus yazarların iddia ettiklerinin aksine, İslam kadınlarının geri durumda olmalarının sebebinin İslam dini olmadığını savundu. İslam dininin kadınlara oldukça geniş haklar kazandırdığını anlattı. Fakat Müslüman kadınların mevcut durumunun savunulacak yanı olmadığı görüşündeydi; kadınların uğradığı haksızlıkları (‘zulüm’leri) yüksek perdeden dile getirdi. Müslüman kadınlara reva görülen bu tür uygulamaların bir “sorun” veya “zulüm” olarak görülmesi yeni bir şeydi. Daha önce bu gibi durumlar kanıksanmış olduğundan, doğalmış gibi görülüyordu. Ulema ve onun etkisi altındaki Müslüman halk kadınların mevcut durumunu sanki dinin bir emriymiş gibi algılamaya devam ediyordu.
#12
SORU:
Gaspıralı'nın 1903 yılının sonunda Tercüman gazetesinde yayınladığı ve Rusyalı Müslüman kadınların uğradığı haksızlıkları dile getirdiği “Zulüm Nereden Geliyor?” adlı makalesinin çözüme yönelik nasıl bir faydası olmuştur?
CEVAP:
Gaspıralı, İslam adaletinin bu zulmü onaylamayacağını söylüyor, bu gibi durumlara artık bir son verilmesi gerektiğini savunuyor, ulemanın bu duruma derhal bir çözüm üretmesi gerektiğini dile getiriyordu. Evlendikten bir süre sonra karısını bırakıp kaçan ve nafaka vermeyen erkeklerin bu zulmüne meydan verilmemesini, aynı şekilde, iki-üç kadın alıp hepsini muhtaç durumda bırakanların da engellenmesi gerektiğini yazıyordu. Bu gibi durumlara Müslüman Dinî İdaresinin duyarsız kalmasını eleştiriyor, sorumlu kişiler “güçlükler artar, davalar çoğalır” gerekçesiyle rahat köşelerine çekilirlerse meydanın kötülere ve zalimlere kalacağını söylüyordu. Bu yazıların etkisiyle, Orenburg Dinî İdaresi harekete geçti ve bu konuda olumlu bir girişim yaptı. Bu idarede görevli olan reform yanlısı ulemadan Rıza Kadı (Rızaeddin b. Fahreddin), bu konuda 66 İslam âliminin görüşünü aldı ve meseleyi kadınlar lehine çözümledi. Bu konuda ulemanın görüşleri içeren kitapçığı Mutalaa (Kazan, 1897) adıyla yayınladı.
#13
SORU:
1893 yılında Türkistan’a seyahat eden ve kadınlar konusunda duyarlı olan Tatar aydını Muhammed Zâhir Bigi hangi gerekçelerle Türkmenleri kadın konusunda diğer Müslümanlardan ve Avrupa'dan ileri görüyordu?
CEVAP:
1893 yılında Türkistan’a seyahat eden ve kadınlar konusunda duyarlı olan Tatar aydını Muhammed Zâhir Bigi, Türkmenler arasında dolaşırken Türkmen kadınlarının diğer Müslüman kadınlara kıyasla serbest olduklarını, Türkmenlerin kadın meselesinde Avrupa’dan bile ileri durumda olduklarını yazıyordu. Onun anlattığına göre, Türkmen kadınları yüzlerini örtmüyor, erkeklerle aynı mekânda oturuyorlardı; hemen her işte onların görüşlerine başvuruluyordu. Önemli toplantılarda topluluğun yarısı Türkmen kadınlardan oluşuyordu; böylece, erkeklerin söz ve fikirleriyle kadınların söz ve fikirleri dengeleniyordu.
#14
SORU:
1906’da Bahçesaray’da yayınlanan Âlem-i Nisvân dergisinin, kadın hakları açısından önemi nedir?
CEVAP:
Rusyalı Müslüman kadınların ilk defa kendilerini ifade etmeleri 1906’da Bahçesaray’da yayınlanan Âlem-i Nisvân dergisiyle oldu. Dergi, Gaspıralı’nın kızı Şefika Hanım’ın editörlüğünde, Tercüman gazetesinin ilavesi olarak çıktı. Sayfalarını neredeyse tamamen kadın ve aile konularına ayıran bu dergi, ileri ülkelerde kadınların yeni kazanımları, eğitim sorunları, kadın ve kızların uğradıkları haksızlıklar, kızların küçük yaşta evlendirilmeleri, evlenirken rızalarının alınmaması gibi konuları gündemine taşıdı.
#15
SORU:
Fatih Kerimî'ye göre Türklerin Balkanlarda yenilmesinin sebebi nedir?
CEVAP:
Fatih Kerimî, Türklerin Balkanlarda yenilmesinin sebebini, anaların, bacıların cahil ve atıl bırakılmalarına bağlıyordu. Hıristiyan milletlerde erkek ve kadın hepsinin hareket halinde ve canlı olmalarına karşılık, Türklerde sadece erkeklerin çalıştığını, toplumun diğer yarısının felç gibi hareketsiz olduğunu söylüyordu. Bir erkeğin kazancını bütün bir aile tüketiyor, diğerleri hiç para kazanamıyordu. Binbir zorlukla devlet memurluğunda çalışan eşleri, babaları veya çocukları öldüğünde bütün aile için kıyamet kopuyordu.
#16
SORU:
Müslüman kadınların geriliğini İslam dinine bağlayan Rus Ortodoks misyonerlerin ve Oryantalistlerin iddialarına karşı Musa Cârullah'ın tavrı nedir?
CEVAP:
Kadın haklarını dinî açıdan ele alan, bu konuda epeyce kafa yoranların başında Musa Cârullah gelir. Müslüman kadınların geriliğini İslam dinine bağlayan Rus Ortodoks misyonerlerin ve Oryantalistlerin iddialarına cevap veren Cârullah, dinden gâfil hocaların yanlışlarını İslam’a yüklemenin haksızlık olduğunu ifade etti. İslam toplumunun ilk dönemlerinde kadının yüksek bir yere sahip olduğunu, ancak sonraki asırlarda dar görüşlü fakihler, cahil hocalar ve vaizler yüzünden durumun kötüleştiğini ileri sürdü. Ona göre, asıl sorun geleneklerin ve bazı insanî zaafların öne çıkmasından kaynaklanıyordu. Fitneye sebep olacakları gerekçesiyle kadınların yüzlerinin kapatılıp dört duvar içine hapsedildiğini, tabiî ve insanî haklardan yoksun bırakıldıklarını belirtti. İslamiyet adına ortalığı kaplayan inanç ve uygulamaların Kur’an ve Sünnetle bağdaşamayacağını savundu.
#17
SORU:
Musa Cârullah’a göre kadın meselesindeki tüm sorunların çözümü neye dayanmaktadır?
CEVAP:
Cârullah’a göre bütün bu sorunların çözümü, toplumsal bilincin genişlemesi, devletin kanuni güvence sağlaması ve eğitimle mümkündür. Erkeklerin sadece okullarda eğitim görmelerinin yeterli olmadığı, onların kadınlara bakışlarında esaslı ve kapsamlı bir inkılâp geçirmeleri gerektiği görüşündeydi.
#18
SORU:
Rusya Türkleri kadınların özgürleşmesi yolunda Müslüman kadınların seçme ve seçilme hakkı meselesi ilk defa nerede gündeme gelmiştir?
CEVAP:
Müslüman kadınların seçme ve seçilme hakkı meselesi ilk defa olarak 1906 yılı başında, Rusya Müslümanlarının II. Kongresinde gündeme geldi. Ulemanın büyük bir kısmı bu konuda şüphe ve tereddüt ile hareket ediyor, kadınların katılımlarına razı olmuyordu. Fakat ortada pratik bir ihtiyaç da vardı: Kadınların seçime katılmaması Rusya Müslümanlarına oy kaybettirecekti. Uzun tartışmalar sonunda, yenilik taraftarı ulema ile ceditçi aydınların gayretiyle, kadınların seçme hakları olduğu kabul edildi. Fakat kadınların seçilme hakları olduğu görüşü kabul görmedi.
#19
SORU:
24-28 Nisan 1917’de Kazan’da yapılan Müslüman Kadınlar Kongresine kadının özgürleştirilmesi yolunda alınan kararlar nelerdir?
CEVAP:
Toplantı sonunda şu kararları aldılar: 1. Müslüman kadınlar, siyasi ve medeni (grajdanski) bütün haklarda erkeklerle eşit olmalıdırlar. 2. Çok eşlilik insanlık ve adalete aykırı olduğundan, kesin bir şekilde ortadan kaldırılmalıdır. 3. Şeriatta kadının erkekten gizlenmesi (kaç-göç) yoktur.
#20
SORU:
1917’de (1-11 Mayısta) Moskova’da toplanan Bütün Rusya Müslümanları Kongresinde kadın delege olarak yer alan Emine Muhiddinova'nın kadın tartışmaları konusundaki değerlendirmesi nasıldır?
CEVAP:
O toplantıların zabıtlarından kadınların dinî söylemi bir yana bıraktıkları, evrensel haklar bağlamında haklarını kazanmak yolunu tercih ettikleri görüldü. Mesela, kadın delegelerden Emine Muhiddinova, meselenin dinî açıdan değil, tarihî noktadan değerlendirilmesini gerektiğini söylüyordu. Ona göre, çokeşlilik yalnız İslam dininde değil, Avrupa’nın eski kavimlerinde de vardı; medeniyetin ilerlemesiyle bu durum ortadan kalkmıştı. İslami kurallara tarihî şartlar içinde bakmak gerekirdi. “Kur’an’da hırsızlık yapanın elinin kesilmesini söylüyor. Lakin bunu bugün uyguluyor musunuz?” diyordu.