HUKUK TARİHİ Dersi TANZİMAT DÖNEMİ: OSMANLI HUKUKUNUN MODERNLEŞMESİ soru cevapları:
Toplam 46 Soru & Cevap#1
SORU:
XVII. Ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin siyasi,
idari ve ekonomik düzenindeki farklılıkları tartışınız.
CEVAP:
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin
siyasi, idari, ekonomik düzeninde, önceki dönemlerine
göre farklılıklarla karşılaşılır. Çoğu zaman negatif anlam
yüklenen bu farklılıklar devletin çözülmesi, yozlaşması,
gerilemesi şeklinde ifade edilir. Zira zamanla merkezi
iktidar güç kaybetmiş, çeperlerde (taşrada), devletin
hukuki yapısında bulunmayan, devlete rakip iktidar
odakları ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu yüzyıllarda ülkede
yaşananlar, Osmanlı toplum yapısına da yansımış,
Osmanlı tebaası her zamankinden daha fazla güvencelerini
kaybetmişti. Devletin ve toplumun içinde bulunduğu
şartların “olması gereken” niteliğinde bulunmadığına
hükmetmiş olacaklar ki “devletin içine düştüğü bu
durumdan kurtulabilmesi için” başta padişahlar olmak
üzere, devlet adamları ve o dönemin aydınları çare
aramaya başladıklarında, fermanlar, adaletnameler, risale
ve layihalar yazılmıştı. Bu belgelerde (XVI. yüzyılın
sonunda) Osmanlı Devleti’nin çözülme sebebinin, devlet
adamlarının reaya üzerindeki zulüm ve baskıları olduğu
kabul ediliyordu.
#2
SORU:
Osmanlı Hukukunda modernleşme nasıl başlamıştır?
CEVAP:
II. Mahmut devrinde, Osmanlı Hukukunda her ne
kadar bazı değişikliklerle karşılaşılsa da Osmanlı
Hukukunda modernleşmeden bahsedilebilmesi için,
Tanzimat Fermanı’nın ilanını beklemek gereklidir. Çünkü
Tanzimat Fermanı ile beraber başlayan kanunlaştırma
hareketi, Osmanlı hukukunda resepsiyonu (iktibas,
benimseme) da başlatacaktır.
#3
SORU:
Kısmi resepsiyon hareketini açıklayınız?
CEVAP:
Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Fermanını ilanı ile
başlayan modernleşme dönemindeki hukukta resepsiyon
ise, kısmî resepsiyon hareketidir. Çünkü Osmanlı
hukukunun temeli olan İslam Hukuku, bu dönemde de
hukukun bazı sahalarında varlığını devam ettirmekte ve
varlığını İslam Hukukunda bulan şer’iye mahkemeleri,
yargılama yapmaya devam etmekteydiler. Ancak devlet,
hukukun diğer bazı alanlarında, Fransız Hukukundan
aldığı hukuk kurum ve kurallarını, Osmanlı Hukuk kurum
ve kuralları haline getirmiştir.
#4
SORU:
Tanzimat dönemi ne zamandır?
CEVAP:
Burada 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanı
sonrasında, Osmanlı hukukunda meydana gelen
değişiklikler genel hatları ile anlatılmaya çalışılmıştır.
Dikkate alınan dönem, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin
modernleşme çabalarının, Osmanlı hukukuna yansıdığı
dönemdir ve Tanzimat Dönemi olarak da ifade edilebilir.
#5
SORU:
Tanzimat dönemi nasıl başlamıştır?
CEVAP:
II. Mahmut’un ölümüyle başa geçen padişah Abdülmecid döneminde (1839-1861), hariciye nazırı
Mustafa Reşit Paşa, 3 Kasım 1839’da Gülhane Hatt-ı
Hümayunu’nu ilan etmiş ve Osmanlı Devleti’nin
Tanzimat Dönemi başlamıştır. Söz konusu döneme ve
dönemi açan fermana ismini veren Tanzimat kelimesi
“düzenlemeler”, “nizamlamalar”, “yapılanmalar”,
“reorganizasyon” anlamlarına gelmektedir.
Tanzimat Fermanı’nda, devletin, son yüz elli yılda şer’î
kanunlara uyulmaması nedeniyle zayfladığı, bu sebeple
yeni kanunlara gereksinim olduğu ve yeni kanunlarla,
Müslüman ve Müslüman olmayan Osmanlı tebaasının can,
mal ve namus dokunulmazlığının sağlanacağı
belirtilmiştir. Fermanda kişi için can, mal ve namus
güvenliğinin önemi vurgulanırken, onun siyasi iktidarla
bağlandığı, yani tebaa (yurttaş) olduğu noktada, devlet ve
milletine hizmet edebilmesi için can ve namusundan emin
olması gerektiği belirtilmişti.
#6
SORU:
Adaletname nedir?
CEVAP:
Tanzimat Fermanı’nın Osmanlı tebaasına tanıdığı
güvenceler, Osmanlı hukuk sistemi açısından -pek deyeni
güvenceler değildi. Zira Tanzimat Fermanı da
Osmanlı Devleti’nin adaletname denilen, bezeri hatt-ı
hümayunları yayınlama geleneğinin devamıydı ve
fermanda tebaaya tanınan güvenceler, padişahın tek yanlı
iradesinin sonucuydu. Bu belgeyi diğer adaletnamelerden
ayıran şey ise padişahın kendi kendisini de fermanın
getirdiği esaslarla sınırlamasıydı.
#7
SORU:
Tanzimat fermanında eşitlikten nasıl bahsedilmiştir?
CEVAP:
Söz konusu fermanda eşitlik kavramı kelime
olarak açıkça geçmese de ilke halinde bulunmaktaydı.
Ancak söz konusu ferman, özellikle eşitlik bağlamında,
çeşitli zorunluluklar neticesinde yeterli görülmeyerek
başka bir fermanla tamamlanmaya çalışılmıştır.
#8
SORU:
Islahat Fermanı ne zaman ve neden ilan edilmiştir?
CEVAP:
İngiltere, Fransa, Rusya gibi devletlerin, Osmanlı
Devleti’ne müdahalelerinin görünürdeki gerekçesi olan ve
devletin sona ermesine kadar dile getirilen, Müslüman
olmayan Osmanlı tebaasının, Osmanlı Devleti karşısındaki
siyasi, hukuki durumunun düzeltilmesi taleplerinin
sonuçlarından biri de 28 Şubat 1856 tarihli Islahat
Fermanı’nın ilanı olmuştu. Tanzimat Fermanı’nı teyit ve
onun tüm Osmanlı tebaasına eşit statüde tanıdığı
güvenceleri tekrarlayan, özellikle Müslüman olmayan
tebaanın Müslüman tebaayla eşitliğinin sağlanması için
ayrıntılı hükümler içeren ferman, “medenî haklar”
yanında, devletin gayrimüslim tebaasına da “siyasî haklar”
tanımıştı.
#9
SORU:
Şahıs temelinde Müslüman olmayan tebaanın
kazanımları nelerdir?
CEVAP:
Ruhani reislerinin üzerlerindeki maddi baskılar da
dâhil olmak üzere müdahalelerinin kaldırıldığı; devlet
memuru olabilme, askerî ve mülkî okullara girebilme,
Müslümanlarla aralarında vuku bulacak olan ceza uyuşmazlıklarında, Müslümanlara karşı tanıklıklarının
kabul edilmediği şeriat mahkemelerine değil karma
mahkemelere gidebilme imkânlarını, eyalet ve sancak
meclislerine ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’ye üye
olabilme hakkını kazanmış oldukları görülür. Ayrıca
karma mahkemelerde Müslüman olmayan üyeler de
bulunacaktı.
#10
SORU:
Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı arasındaki
ilişkiyi tartışınız.
CEVAP:
Tanzimat ve Islahat Fermanları beraber
değerlendirildiğinde, Osmanlı tebaasının sadece haklar
alanında değil vatandaşlık görevleri alanında da
eşitlenmeye çalışıldığı görülür. Nitekim Tanzimat
Fermanı’nda da vatan müdafaası için askerlik görevinin
gerekliliğinden ve bu görevin düzenlenmesinden
bahsedilirken, söz konusu yükümlülük, Islahat
Fermanı’nda kesin ifadelerle, Müslüman olmayan
Osmanlı tebaasına da yaygınlaştırılmıştı. Ancak
Müslüman olmayan tebaaya, bedel-i askerî ödeyerek söz
konusu yükümlülüğü yerine getirmeme imkânı da
tanınmış, Müslümanlara da bedel-i askerî ödeyerek
askerlik görevini yerine getirmeme imkânı verildiğinden,
teorik olarak bu alanda da eşitlik sağlanmıştı. Uygulamada
ise cizye, bedel-i askerîyeye dönüşmüştü. Ancak
kaldırılmış olan bu vergi türü (cizye), doğal olarak
askerlik görevi yapan gayrimüslimlerden, “bedel-i askerî”
adı altında alınmayacaktı. Din ve mezheplerini dikkate
almaksızın tüm Osmanlıların eşitliğini kabul eden Islahat
Fermanı Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlayan devletin
modernleşmesi (sekülerleşmesi) sürecinin de en önemli
aşamalarından biriydi.
#11
SORU:
Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanları anaysa
mıdır?
CEVAP:
Tanzimat ve Islahat Fermanları anayasa değildir.
Çünkü anayasalar, bireyin hak ve özgürlüklerini
düzenlemelerinin yanında, devletin temel kuruluşunu ve
devlet organlarının birbirleri ile ilişkilerini de düzenlerler.
Tanzimat ve Islahat Fermanları ise devlet teşkilatını ve
devlet organlarının birbirleri ile ilişkilerini
düzenlememektedir. Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası,
1876 yılında ilan edilmiş olan Kanun-ı Esasidir.
#12
SORU:
Kanun-i Esasi ne zaman ve neden ilan edilmiştir?
CEVAP:
1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlayan
reform hareketlerinin (modernleşmenin) sonucu olan
Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası (Kanun-ı Esasi), 23
Aralık 1876’da ilan edilmiştir. 1831 tarihli Belçika
Anayasası ve 1850 tarihli Prusya Anayasası’ndan
esinlenilerek düzenlenen Kanun-ı Esasi’nin meşruiyeti, bir
yandan İslam Hukukuna dayandırılırken, diğer yandan da
ülke ve millet menfaati gibi dünyevî kavramlara
dayandırılmıştır. Zira amaç, Tanzimat Dönemi’nin
başlarından beri aynıydı: Osmanlı Devleti’ni sahip olduğu topraklarla (ülkesiyle) ve insan unsuruyla (milletiyle)
beraber parçalanmadan bir arada tutabilmek. Bu esas da
Kanun-ı Esasi’nin birinci maddesinde öngörülmüştü. Söz
konusu maddeye göre “Osmanlı Devleti ülkesiyle
bölünmez bir bütündür”.
#13
SORU:
Kanun-i Esaside egemenlik konusu nasıl yer
almaktadır?
CEVAP:
Kanun-ı Esasi’de egemenliğin kime ait olduğuna
dair açık bir hüküm yoktur. Ancak sistem genel olarak
değerlendirildiğinde, asıl egemen güç olarak padişah
gözükmektedir. Bununla beraber, üyeleri padişah tarafında
seçilip, ömür boyu görevde kalmak üzere atanan Heyet-i
Âyân ile beraber, Meclis-i Umumi’yi oluşturan Heyet-i
Mebusan, seçimle göreve gelecekti ki seçim ve temsili
vekalet yoluyla, seç- menle mebusları arasında kurulan
ilişki, milleti de bir siyasal varlık olarak anayasal sisteme
katmıştı. Bu meclisin yetkileri ne kadar kısıtlı,
hükümdarınkiler ne kadar geniş olursa olsun, milletin
temsil yoluyla devreye girdiği bir düzende, artık padişah
egemenlik (ya da egemenliği kullanma) hakkının tek
sahibi sayılamaz. Millet padişahın bu hakkına rakip olmak
üzere ortaya çıkmıştı.
#14
SORU:
II. Meşrutiyet’in ilanı ile söyleve hangi ilkeler
eklenmiştir?
CEVAP:
23 Temmuz 1908’de (10 Temmuz 1324),
Manastır’da Harbiye Mektebi müdürü Vehip Paşa
tarafından verilen söylevle, II. Meşrutiyet ilan edilmişti.
Söz konusu söylevde, Fransız devriminden alınan
özgürlük, eşitlik, kardeşlik (hürriyet, müsavat, uhuvvet)
ilkelerine, adalet ilkesi de eklenmişti.
#15
SORU:
Ceza hukukunda meydana gelen değişiklikler nelerdir?
CEVAP:
Tanzimat Fermanı’nın ilanını takip eden ilk
kanunlaştırma hareketi ceza hukuku alanında olmuş,
Fermanın ilanından itibaren bir sene geçmeden, tüm
tebaayı kapsamına alan 1840 tarihli Ceza Kanunnamesi
hazırlanmıştı. Söz konusu kanunun öncesine gidildiğinde,
Klasik Dönem Osmanlı ceza hukukunun, İslam Hukuku
ve teorik meşruiyetini İslam Hukukunda bulan, padişah
iradesinin sonucu olan kanunnamelerle (örfi kanunlarla)
düzenlendiği ifade edilmelidir. Tanzimat Fermanı’nın
hemen öncesinde II. Mahmut’un saltanatında (1838),
ulema ve memurlar için ayrı ayrı olmak üzere iki ceza
kanunnamesi çıkarılmıştır. Ulema (ehl-i şer’) ve memurlar
(Klasik Dönem bağlamında ehl-i örf) kanun metninde
belirlenmiş suçları işledikleri takdirde, yine kanunun bu
suçlar için öngörmüş olduğu cezalarla
cezalandırılabileceklerdi. Kısas ve had cezalarının
öngördüğü haller dışında ölüm cezası ile
cezalandırılamayacaklardı. Ancak devlet memurları için
çıkarılmış olan ceza kanunnamesi, rüşveti düzenleyen
bendinde ilginç bir düzenlemeye gitmişti: Rütbe-i seniye
sahipleri, rüşvet verdikleri takdirde, imtiyazlı muamele göreceklerdi.
#16
SORU:
Ceza hukukunda had cezasıyla ilgili değişiklikler
nelerdir?
CEVAP:
İslam Hukuku bağlamında had suçları içinde
incelenen isyan ve yol kesme suçlarını, söz konusu kanun
kapsamına almıştı. (Gerçi İslam Hukukunda isyan/bağyin
had mi ta’zîr suçu mu olduğu tartışmalıdır.) Had suçları
içinde değerlendirilen yol kesme suçunun cezası ise
kanunda, İslam Hukukunun bu konudaki kabulünden
farklı bir şekilde düzenlenmişti. Yol kesme suçunu hüküm
altına alan on birinci faslın üçüncü maddesinde, yol
kesenlerin adam öldürdüklerinin de tahkikat neticesinde
ortaya çıkması halinde “mes’ele-i kısasiye icra kılına”
denilmişti. Oysa yol keserek adam öldürme fiilinde İslam
Hukuku gereğince verilen ölüm cezası, kısas değil had
cezasıdır. Bu nedenle, maktulün yakınlarının suçluyu
affetmesi, ölüm cezasını düşürmez.
#17
SORU:
Kanunname-i Ticaret ne zaman ve neden
hazırlanmıştır?
CEVAP:
Osmanlı ticaret hukuku Fransa’dan resepsiyon
yolu ile alınan yasalarla düzenlenmiştir. Tanzimat
Fermanı’nın ilanından sonra kamu hukuku alanında ilk
hazırlanan yasa, 1840 Ceza Kanunnamesi iken, özel hukuk
alanında da 1850 tarihli Kanunname-i Ticaret’tir (Ticaret
Kanunu). Söz konusu yasa, 1807 tarihli Fransa Ticaret
Kanununun birinci ve ikinci bölümlerinin çevirisi ile
hazırlanmıştır. Daha sonraki dönemlerde yasa birtakım
zeyllerle tamamlanmıştır. 1915, 1924 tarihlerinde
değişiklikler geçiren kanun, 1926’da Türk Ticaret
Kanunu’nun kabulüne kadar yürürlükte kalmıştır.
#18
SORU:
Tanzimat döneminde Osmanlı Devleti’nin usul
hukukunda meydana gelen değişiklikler nelerdir?
CEVAP:
1879 yılında arka arkaya çıkarılan Hukuk ve Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunları (Usul-i Muhakeme-i
Hukukiye Kanunu ve Usul-i Muhakemat-ı Cezaiye
Kanunu) ile ceza ve hukuk usulü ayrımı, Fransız
hukukundan resepsiyon yoluyla Osmanlı hukukuna
girmiştir. 1870 tarihli Dersaadet ve Mülhakat-ı İdare-i
Zabıta ve Mülkiye ve Nizamiye Mahkemelerine Dair
Nizamname’de rastlanan savcılık kurumu, 1879’da kabul
edilen Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu ile ayrıntılı bir
şekilde düzenlenmiş, mahkûmların daha uygun koşullarda
cezalarının infaz edilebilmesi için Tevkifhane ve
Hapishanelerin idarelerine Dair Nizamname (1880)
çıkarılmış, hapishane gardiyanları hakkında ise bir
talimatname düzenlenmişti. 1875’de Avukatlık kurumu,
Osmanlı hukukuna kesin olarak girerken, 1878 yılında da
Mukâvelat Muharrirleri Nizamnamesi ile noterlik kurumu
Osmanlı hukukuna girmişti. 1879 tarihli Mehakim-i Nizamiyenin Teşkilatı Kanun-ı Muvakkatı ile de
mübaşirlikler, icra memurlukları, adliye müfettişlikleri
oluşturulmuş, harçlar düzenlenmişti.
#19
SORU:
Osmanlı Devleti’nin ilk medeni kanunu nedir? Kanunu
kısaca açıklayınız.
CEVAP:
Osmanlı Devleti’nin ilk medenî kanunu, Mecellei
Ahkâm-ı Adliye, İslam Hukukunun Hanefi mezhebinin
kabullerinden yararlanılarak hazırlanmış ve yürürlüğe
sokulmuştur. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’yi hazırlamak
üzere kurulan Mecelle Cemiyeti (Komisyonu) tarafından
1869-1876 tarihleri arasında Mecelle-i Ahkâm-ı
Adliye’nin kitapları hazırlanmıştır. Her kitap
hazırlandıktan sonra, diğer kitapların hazırlanması
beklenilmeden padişahın iradesi alınarak yürürlüğe
sokulmuştur.
Kısaca ifade etmek gerekirse, Mecelle’nin bir girişi, 16
kitabı, 1851 maddesi vardır. Kitaplar sırasıyla, büyû’
(satım), icârât (kiralar), kefalet, havale, rehin, emanet, 164
Hukuk Tarihi fiekil 7.4 Ünlü devlet adamı, hukukçu,
tarihçi, Mecelle’nin mimarı Ahmed Cevdet Paşa hibe,
gasb ve’l-itlâf, (gasp ve itlaf: “haksız fiiller”), hacr ve’likrâh
ve’ş-şüf’a, (hacir ve ikrah ve şuf’a), şirket, vekalet,
sulh ve ibra, ikrar, dava, beyyinât ve’t-tahlîf (deliller ve
yemin) ve kazâ kitaplarıdır.
#20
SORU:
Hukuk-i Aile Kararnamesi nedir? Açıklayınız.
CEVAP:
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’nin aile hukukuna
ilişkin düzenlemelerle tamamlanması gerektiği fikri
yaygınlaştığında, 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi
ile karşılaşılmaktadır. Söz konusu kanun, farklı dinlere
mensup Osmanlı tebaasının evlenme ve boşanmaya ilişkin
durumlarını düzenlemiş, bu konuda kanun birliği
sağlamıştır. Müslüman, Hıristiyan ve Musevilerin evlenme
ve boşanma hükümlerini ayrı ayrı düzenleyen bu kanun da
eksik kalmış, velayet, vesayet, mal rejimi gibi aile
hukukuna ilişkin bazı konuları içermemiştir. Ancak bu
kanunun yapımında, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’nin
hazırlanmasından daha farklı bir metot takip edilerek,
diğer Sünni İslam mezheplerindeki görüşlerden de
yararlanmıştır. Müslümanlara ilişkin en önemli
düzenlemelerinden biri, Müslüman erkeğin birden fazla
kadınla evlenebilmesi durumunun (ta’addüd-i zevcât), eşin
(kadının) iradesi ile kayıt altına alınabilmiş olmasıdır.
Yine Kararname, evlilik için asgari yaş sınırı getirdiği
gibi, nikahın ilanını da öngörmüştür.
#21
SORU:
Hukuk-i Aile Kararnamesi düzenlendiği konularda
Osmanlı tebaasının din farkını dikkate almış mıdır?
CEVAP:
Hukuk-ı Aile Kararnamesi, Osmanlı tebaasının
din farkını dikkate alarak, içerdiği konuları, tebaasının tâbi
olduğu farklı dinlerin hükümlerine göre düzenlemiştir.
Şöyle ki Müslüman, Hıristiyan ve Musevi Osmanlı
tebaasının evlenme ve boşanmaya ilişkin durumlarını, ait oldukları din ve mezheplerin görüşlerini dikkate alarak
ayrı ayrı düzenlemiştir.
#22
SORU:
Tanzimat döneminde Osmanlı Devleti’nde yargı
örgütünde nasıl değişiklikler olmuştur?
CEVAP:
Tanzimat Fermanı ile başlayan Osmanlı
Devleti’nin modernleşme döneminde, devletin yargı
örgütü de önemli değişikler geçirmiştir. Osmanlı
Devleti’nin klasik örgütlenmesinde mevcut olan şer’iye
mahkemeleri, cemaat mahkemeleri ve konsolosluk
mahkemeleri varlığını devam ettirirken, bu mahkemelere,
yeni mahkemeler eklenmişti. Yeni mahkemeler, ticaret
mahkemeleri ve nizamiye mahkemeleriydi. Türkiye
Cumhuriyeti yargı örgütünün de temeli olan nizamiye
mahkemelerinin düzenlenmesinde, dönemin Fransa yargı
örgütünden yararlanılmıştı. Böylece, söz konusu dönemde,
Osmanlı Devleti’nde beş çeşit (şer’iye, cemaat,
konsolosluk, nizamiye, ticaret) mahkeme ile
karşılaşılmaktadır. Bu durum mahkemeler arasında, devlet
sona erene kadar, birçok görev uyuşmazlığının
yaşanmasına sebep olmuştu.
#23
SORU:
İmtiyâzât-ı Ecnebiyenin Lağvı Hakkında İrade-i Seniye
ile ne gibi değişiklikler olmuştur?
CEVAP:
1914 tarihli İmtiyâzât-ı Ecnebiyenin Lağvı
Hakkında İrade-i Seniye ile Osmanlı Devleti tek yanlı
iradesi ile kapitülasyonları kaldırdığında, konsolosluk
mahkemeleri ortadan kalkmış, İstanbul’daki ticaret
mahkemesinin birinci ve üçüncü dairelerinin karma
mahkeme niteliği de son bulmuştu. İlerleyen senelerde
Hukuk-ı Aile Kararnamesi yürürlüğe girdiğinde ise
imtiyazat-ı kadîmede varlıklarını bulan cemaat
mahkemelerinin de varlığına son verilmişti.
#24
SORU:
Vilayat Nizamnamesi ile ne gibi değişiklikler meydana
gelmiştir?
CEVAP:
1864 tarihli Vilayât Nizamnamesiyle, çok üyeli
mahkemeler (nizamiye mahkemeleri), Fransa yargı örgütü
örnek alınarak yeniden düzenlendi. Vilayât
Nizamnamesine göre, kazalarda meclis-i de’âvîler (dava
meclisleri), sancak merkezlerinde meclis-i temyizler,
vilayet merkezlerinde divan-ı temyizler oluşturuldu. Bu
mahkemeler, şer’iye, cemaat, ticaret, konsolosluk
mahkemelerinin görev alanı dışında kalan, Müslim ve
gayrimüslim Osmanlı tebaasının ceza ve hukuk davalarına
bakacaklardı. Vilayet merkezlerindeki divan-ı temyizler,
başkanları vali olmak üzere kadı, defterdar, gayrimüslim
cemaatlerin o vilayetteki en yüksek ruhani temsilcileri, iki
Müslüman ve iki Müslüman olmayan üyeden oluşacaktı.
Sancaklarda mutasarrıflar, kazalarda kaymakamlar,
meclislerin başkanlığını yapacaklardı.
#25
SORU:
Mehakim-i Nizamiyenin Teşkilatı Kanun-ı Muvakkatı
ile ne gibi değişiklikler meydana gelmiştir?
CEVAP:
1879 tarihli Mehakim-i Nizamiyenin Teşkilatı
Kanun-ı Muvakkatı ile Mehakim-i Nizamiye Hakkında
Nizamname yürürlükten kaldırıldı. Önceki nizamnameye
göre daha sistemli olan bu düzenleme, Türkiye
Cumhuriyeti yargı örgütünün de temelini teşkil
etmektedir. Bu düzenleme ile nizamiye mahkemelerinin
adları değiştirilmiş, divan-ı temyiz, meclis-i temyiz,
meclis-i de’âvî ifadeleri kaldırılmış, bidayet ve istinaf
olmak üzere teşkilatlandırılan nizamiye mahkemeleri, ceza
ve hukuk dairelerine ayrılmıştır. Köylerdeki ihtiyar
heyetleri ve nahiyelerdeki nahiye meclisleri, sulh daireleri
olarak tasarlanmıştır. İhtiyar heyetlerinin hüküm verme
yetkisi yoktu; taraflar isterlerse söz konusu heyet,
uyuşmazlığı sulh yolu ile çözümleyecekti; nahiye
meclislerinin yetkileri de sınırlıydı.
#26
SORU:
Ticaret meclisi neden ve ne zaman oluşturuldu?
CEVAP:
1840’da artan ticari uyuşmazlıkları çözüme
kavuşturmak için, Ticaret Nezaretine bağlı ticaret meclisi
oluşturuldu.
#27
SORU:
Koçi Bey risalesi ile Defterdar Sarı Mehmet Paşa'nın layihasında Osmanlı Devleti'nin çöküşünün nasıl aşılması gerektiği önerilmiştir?
CEVAP:
XVII. yüzyılın ilk yarısında ise Koçi Bey, IV. Murat ve Sultan İbrahim’e sunduğu risalesinde, devletin çeşitli kurumlarındaki aksaklıklara değinirken, adalet sistemindeki yozlaşmalardan şikâyet etmekte, problemlerin giderilmesi için kanunların “eskisi gibi” uygulanmasını önermekteydi. Defterdar Sarı Mehmet Paşa ise XVIII. yüzyılın ilk yarısında III. Ahmet’e sunduğu layihada, çöküşün nedenini disiplinsizlik olarak saptamış, çözüm olarak da kurumların “eski hale getirilmesini” tavsiye etmiştir. Osmanlı Devletinin çöküş ve dağılmasından, bu itibarla da modernleşme ihtiyacından bahseden hemen hemen tüm kaynakların, devletteki yenileşme ihtiyacının anlaşıldığının delili olarak gösterdikleri, bu iki eser de çözümü (kurtuluşu) “eskiye dönüşte” aramaktaydı. Ülke içindeki problemlerin yanı sıra, savaş alanlarında “Batı”ya karşı yenilgiler başlamıştı. Bu yenilgilerin ilk kesin işareti, 1699’da Avusturyalılarla yapılan Karlofça Anlaşmasıydı. Böylece “Batı”nın askeri alanda üstünlüğünün nedenleri üzerinde dönüşülmeye başlanılmış ve Lale Devri’nde (1718-1730), Yirmisekiz Çelebi Mehmet, Paris’e elçi sıfatıyla yollanmıştır.
#28
SORU:
Tanzimat Dönemi'ni tanımlayınız.
CEVAP:
Tanzimat Dönemi’nden kasıt, söz konusu dönemin 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlayıp, 1918 Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devletinin fiilen ortadan kalktığı tarihe kadar devam eden dönem olmasıdır.
#29
SORU:
Tanzimat Fermanı ile tanınan güvenceler yeni güvenceler miydi?
CEVAP:
Tanzimat Fermanı’nın Osmanlı tebaasına tanıdığı güvenceler, Osmanlı hukuk sistemi açısından -pek de- yeni güvenceler değildi. Zira Tanzimat Fermanı da Osmanlı Devletinin adaletname denilen, bezeri hatt-ı hümayunları yayınlama geleneğinin devamıydı ve fermanda tebaaya tanınan güvenceler, padişahın tek yanlı iradesinin sonucuydu. Bu belgeyi diğer adaletnamelerden ayıran şey ise padişahın kendi kendisini de fermanın getirdiği esaslarla sınırlamasıydı.
#30
SORU:
Tanzimat Fermanı'nda belirtilen güvencelerin padişah için anlamı neydi?
CEVAP:
Fermanda tanınan güvencelerin teminatı -söz konusu güvencelere aykırı davranışların yaptırımı- padişah için dinî yani uhreviydi. Çünkü padişah, ferman hükümlerine aykırı davranmayacağına dair yemin edecekti; ayrıca belgenin sonunda hükümlerin hilafına hareket edecek olanlara beddua edilmekteydi. Padişah için ettiği yemine sadık kalma yükümlülüğünü getiren dinî sorumluluktan başka, pozitif hukuka dayanan bir sorumluluk söz konusu değildi. Öyleyse hükümdar, tek yanlı iradesiyle tanıdığı güvenceleri, hukuki açıdan, yine tek yanlı iradesiyle geri alabilecekti. Ulema ve vüzera (vezirler, devlet adamları için de aynı dinî müeyideler söz konusuydu; fakat güvencelere aykırı hareket ettikleri takdirde, ferman gereği düzenlenecek olan ceza kanununun da tehdidi altındaydılar.
#31
SORU:
Islahat Fermanı'nın hükümlerinin çoğunun Müslüman olmayan Osmanlı tebaasına yönelik olmasının nedeni neydi?
CEVAP:
Hükümlerin çoğu, Müslümanlarla hukukî ve siyasî olarak eşitliği öngörülen Müslüman olmayan Osmanlı tebaasına ilişkindir. Böylece devletin insan unsurunun söz konusu bölümünün, devlete sadakatinin yeniden sağlanacağı düşünülmüştü. Zira Islahat Fermanı da, Tanzimat Fermanı gibi içinde bulunduğu çağa uygun bir Osmanlı toplumu (milleti) meydana getirme aşamalarından biriydi.
#32
SORU:
Islahat Fermanı ile şahıs temelinde Müslüman olmayan tebaanın kazanımları nelerdir?
CEVAP:
Şahıs temelinde Müslüman olmayan tebaanın kazanımlarına dönülürse, ruhani reislerinin üzerlerindeki maddi baskılar da dâhil olmak üzere müdahalelerinin kaldırıldığı; devlet memuru olabilme, askerî ve mülkî okullara girebilme, Müslümanlarla aralarında vuku bulacak olan ceza uyuşmazlıklarında, Müslümanlara karşı tanıklıklarının kabul edilmediği şeriat mahkemelerine değil karma mahkemelere gidebilme imkânlarını, eyalet ve sancak meclislerine ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’ye üye olabilme hakkını kazanmış oldukları görülür. Ayrıca karma mahkemelerde Müslüman olmayan üyeler de bulunacaktı.
#33
SORU:
Islahat Fermanı ile tüm tebaanın kazanımları nedir?
CEVAP:
Tüm tebaanın kazanımı ise, Tanzimat Fermanı’nda da kabul edildiği gibi, davaların aleni görülmesinin yanında hapishanelerin ıslahı, işkence, eziyet ve cismani cezaların bütünüyle ortadan kaldırılmasıydı. Ayrıca yine tüm tebaa için can, mal ve namus güvenliği bir kez daha vurgulanıyordu. Böylece Müslüman olmayan tebaaya tanınan imkânlarla, tebaa arasındaki hukuki ve o dönem Osmanlı Devletinde ne ölçüde siyasi hakların varlığından bahsedilebilirse o ölçüde de siyasi eşitlik, prensipte sağlanmış oluyordu.
#34
SORU:
Osmanlı Devleti'nin ilk anayasası nedir?
CEVAP:
1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlayan reform hareketlerinin (modernleşmenin) sonucu olan Osmanlı Devletinin ilk anayasası (Kanun-ı Esasi), 23 Aralık 1876’da ilan edilmiştir. 1831 tarihli Belçika Anayasası ve 1850 tarihli Prusya Anayasası’ndan esinlenilerek düzenlenen Kanun-ı Esasi’nin meşruiyeti, bir yandan İslam Hukukuna dayandırılırken, diğer yandan da ülke ve millet menfaati gibi dünyevî kavramlara dayandırılmıştır.
#35
SORU:
Kanun-ı Esasi'nin amacı nedir?
CEVAP:
amaç, Tanzimat Dönemi’nin başlarından beri aynıydı: Osmanlı Devletini sahip olduğu topraklarla (ülkesiyle) ve insan unsuruyla (milletiyle) beraber parçalanmadan bir arada tutabilmek. Bu esas da Kanun-ı Esasi’nin birinci maddesinde öngörülmüştü. Söz konusu maddeye göre “Osmanlı Devleti ülkesiyle bölünmez bir bütündür”.
#36
SORU:
Kanun-ı Esasi'de egemenliğin kime ait olduğuna ilişkin açık bri hüküm var mıdır?
CEVAP:
Kanun-ı Esasi’de egemenliğin kime ait olduğuna dair açık bir hüküm yoktur. Ancak sistem genel olarak değerlendirildiğinde, asıl egemen güç olarak padişah gözükmektedir. Bununla beraber, üyeleri padişah tarafında seçilip, ömür boyu görevde kalmak üzere atanan Heyet-i Âyân ile beraber, Meclis-i Umumi’yi oluşturan Heyet-i Mebusan, seçimle göreve gelecekti ki seçim ve temsili vekalet yoluyla, seçmenle mebusları arasında kurulan ilişki, milleti de bir siyasal varlık olarak anayasal sisteme katmıştı.
#37
SORU:
1909 değişikliklerinin “padişahın sorumsuzluğu” ile ilgili nasıl bir yaklaşımı vardır?
CEVAP:
1909 değişiklikleriyle birlikte “padişahın sorumsuzluğu” kabul edilip, onun kendisine görevi dâhilinde verilen yetkileri, sorumlu bakanlar aracılığıyla kullanabileceği öngörülmüş, parlamenter rejim gereği olarak, sorumsuz padişaha tek başına kullanabileceği yetkiler verilmemişti.
#38
SORU:
Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi hakkında bilgi veriniz.
CEVAP:
Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi (Deniz Ticaret Kanunu) ise, Fransa’nın yanında, Hollanda, Sardunya, Prusya gibi ülkelerin düzenlemelerinden de yararlanılarak, 1863’de kabul edilmiştir. Aynı tarihten itibaren, İstanbul’da Liman idaresine bağlı olarak yargılama yapacak olan deniz ticaret mahkemeleri kurulmuş, eyalet limanlarındaki, deniz ticaretinden doğan uyuşmazlıkları çözümlemek de o eyaletlerdeki ticaret mahkemelerinin görev alanlarına dâhil edilmiş, 1875 de ise deniz ticaret mahkemelerinin Ticaret Nezareti’ne bağlanmaları öngörülmüştür.
#39
SORU:
Avukatlık kurumu Osmanlı hukukuna ne zaman girmiştir?
CEVAP:
1875’de Avukatlık kurumu, Osmanlı hukukuna kesin olarak girerken, 1878 yılında da Mukâvelat Muharrirleri Nizamnamesi ile noterlik kurumu Osmanlı hukukuna girmişti.
#40
SORU:
Medeni hukuk alanında Osmanlı hukuku iktibasa gitmiş midir?
CEVAP:
Devletin hukuk alanında kısmi resepsiyon hareketini başlattığı bu dönemde, medenî hukuk sahasında iktibasa gidilmeyerek, Osmanlı Devletinin ilk medenî kanunu olarak ifade edilen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, İslam Hukukunun Hanefi mezhebinin kabullerinden yararlanılarak hazırlanmış ve yürürlüğe sokulmuştur.
#41
SORU:
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye nasıl hazırlanmıştır?
CEVAP:
Osmanlı Devletinde bir medenî kanun yapılması gerekliliği ortaya çıktığında, söz konusu kanunun Fransa’dan alınması ya da İslam Hukuku temelinde hazırlanması gerektiği hususu tartışılmıştı. Şöyle ki Girit isyanı ile uğraşan Âli Paşa’nın, Fransa Medenî Kanununun (Code Civil) karma mahkemelerde uygulanması önerisi ile başlayan tartışma, Ahmet Cevdet Paşa’nın da etkisi ile, bu alanın İslam Hukukunun Hanefi ekolü temelinde hazırlanması kararı ile son bulmuştur.
#42
SORU:
Mecelle’nin, tam bir medenî kanun olduğu söylenebilir mi?
CEVAP:
Mecelle’nin, tam bir medenî kanun olduğu söylenemez. Çünkü aile ve miras hukuku gibi, bir medenî kanunda bulunması gereken medenî hukuka ait çoğu hükmü barındırmamaktadır. İçinde borçlar, eşya ve usul hukukuna ait hükümler mevcuttur; hükümlerinin çoğu borçlar hukukuna ilişkin, daha az bir kısmı da eşya ve usul hukukuna aittir.
#43
SORU:
Tanzimat Fermanı ile başlayan Osmanlı Devletinin modernleşme döneminde, devletin yargı örgütü hangi değişikliklere uğramıştır?
CEVAP:
Tanzimat Fermanı ile başlayan Osmanlı Devletinin modernleşme döneminde, devletin yargı örgütü de önemli değişikler geçirmiştir. Osmanlı Devletinin klasik örgütlenmesinde mevcut olan şer’iye mahkemeleri, cemaat mahkemeleri ve konsolosluk mahkemeleri varlığını devam ettirirken, bu mahkemelere, yeni mahkemeler eklenmişti. Yeni mahkemeler, ticaret mahkemeleri ve nizamiye mahkemeleriydi. Türkiye Cumhuriyeti yargı örgütünün de temeli olan nizamiye mahkemelerinin düzenlenmesinde, dönemin Fransa yargı örgütünden yararlanılmıştı. Böylece, söz konusu dönemde, Osmanlı Devletinde beş çeşit (şer’iye, cemaat, konsolosluk, nizamiye, ticaret) mahkeme ile karşılaşılmaktadır. Bu durum mahkemeler arasında, devlet sona erene kadar, birçok görev uyuşmazlığının yaşanmasına sebep olmuştu.
#44
SORU:
Tanzimat Fermanı'nı takiben Ceza Kanunnamesi’ni uygulamak üzere kurullar nasıl kurulmuştur?
CEVAP:
Tanzimat Fermanı’nı takiben önce İstanbul’da (1840), daha sonra eyaletlerde meclis-i tahkikat ismi ile, 1840 tarihli Ceza Kanunnamesi’ni uygulamak üzere kurullar (“cinayet mahkemeleri”) oluşturulmuştu. Bu meclislerin başkanları vali, üyeleri ise kadı ve eyalet meclisi üyelerinden ya da dışarıdan, valice seçilen kişilerdi.
#45
SORU:
1868 tarihli Mehakim Nizamnamesi ile ilgili bilgi veriniz.
CEVAP:
1868 tarihli Mehakim Nizamnamesi ile nizamiye mahkemeleri tekrar düzenlenerek, nahiyelerde imam ve papaz başkanlığında, en az üç, en çok on iki üyeden oluşan ihtiyar meclisleri, kazalarda kadının başkanlığında üç Müslüman üç Müslüman olmayan üyeden oluşan meclis-i de’âvîler, sancaklarda da başkanı kadı olup, üç Müslüman ve üç Müslüman olmayan üyeden oluşacak ayrıca bir üyeyi de devletçe atanacak hukuk ve ceza mahkemeleri oluşturuldu. Yine vilayetlerdeki ceza ve hukuk mahkemeleri üyeleri arasından önemli ceza davalarının görülmesi için bir çeşit ağır ceza mahkemesi niteliğinde meclis-i cinayetler oluşturuldu. Söz konusu yargı organlarında, kadı ve devlet temsilcisi konumundaki kişiler haricindeki üyeler, o yörenin halkı tarafından iki sene için seçiliyorlardı.
#46
SORU:
Osmanlı Devletinde ticaret mahkemeleri nasıl gelişmiştir?
CEVAP:
Osmanlı Devletinde ticaret mahkemeleri ise genel olarak nizamiye mahkemelerinin örgütlenmesinden bağımsız olarak gelişmişti. Şöyle ki II. Mahmut döneminde, Osmanlı Devletinin yabancı devletlerle artan ticari ilişkileri neticesinde, Osmanlı tebaası ile yabancılar arasında ticari uyuşmazlıklar artmaya başladı. Bu dönemde ticari uyuşmazlıklar, esnaf loncalarında ya da İhtisap Nezaretinde görüldü. 1840’da artan ticari uyuşmazlıkları çözüme kavuşturmak için, Ticaret Nezaretine bağlı ticaret meclisi oluşturuldu. Bu mahkemenin başkanı Ticaret Nazırı (bakanı), üyeler ise loncaların ve tüccarların temsilcileriydi. Bu mahkeme, 1847’de karma ticaret mahkemesi haline getirildi. Karma ticaret mahkemesinin başkanı, Ticaret Nazırı ya da muavini iken, üyelerinin yedisi Osmanlı tebaası tüccar, diğer yedisi ise Osmanlı ülkesine yerleşmiş yabancı devlet tebaası tüccardı. Karma ticaret mahkemeleri daha sonra İzmir, Beyrut, Selanik, Kahire gibi yerlerde de kurulmuştur.