SANAT TARİHİ Dersi Tarih Öncesi ve İl Çağ'da Anadolu, Mezopotamya ve Eski Mısır Sanatı soru cevapları:

Toplam 52 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

Tarih hangi olay ile başlar? 


CEVAP:

Günümüzden yaklaşık beş bin yıl önce, ilk kez Mezopotamya coğrafyasında Sümerler tarafından kullanılan yazı, insanlığın en büyük buluşlarından biridir. Tarih yazıyla (MÖ 3200) başlatılmakta, yazının bulunuşundan önceki uzun evre tarih öncesi (prehistorik), yazının bulunuşundan günümüze kadar geçen evre tarih çağları olarak adlandırılmaktadır.


#2

SORU:

Yazının kullanılmasıyla birlikte başlayan tarih değişik coğrafyalarda değişik tarihlerde kullanılmaya başlanmıştır. Anadolu için tarih ne zaman başlamaktadır?


CEVAP:

Yazının kullanımı farklı coğrafyalarda ve farklı tarihlerde gerçekleştiğinden, tarihin başlangıcı için ortak ve kesin bir tarih verilememektedir. Değişik coğrafyalarda değişik tarihlerde başlayan tarih dönemi Anadolu için Asur ticaret kolonileri vasıtasıyla yazının Anadolu’ya girdiği ve kullanılmaya başladığı MÖ 1950’lerdir.


#3

SORU:

Tarih öncesi çağlar kaça ayrılmaktadır?


CEVAP:

İnsanlığın tarih öncesi çağları, ilkin taşın daha sonra taşla birlikte önce bakırın ardından diğer madenlerin kullanılması nedeniyle Taş (MÖ 2,5 milyon yıl-MÖ 5.500) ve Maden Devri olarak iki ana başlık altında toplanabilmektedir. Maden Devri, Bakır (Kalkolitik) (MÖ 5500-MÖ 3000), Tunç (MÖ 3000-1200) ve Demir Devri olmak üzere üç ana gruba ayrılmaktadır.


#4

SORU:

Günümüz insanı ile tarih öncesi insanının ürettikleri sanatsal ürünlerin ortak yanları nelerdir?


CEVAP:

İlk Çağ insanının yarattığı nesne ve eserler, günümüz insanının uzak atalarını ve onların yaşadıkları tarih öncesi dönemi anlayabilmesine yardımcı olmaktadır. İnsanoğlu, günümüzde olduğu gibi uzak geçmişte de en kolay olarak kendini ifade etme yoluna gitmiştir. Kullanılan malzemeler, yaratılan nesneler, bu nesnelerin formları, giderek sanat eserleri, sadece görüneni değil, görünenin arkasında dünya ile kurduğu bağı, yaşamına ait detayları ve anlatmak istediğini de içinde barındırmaktadır. O günün insanının sıradan bir nesne ile kurduğu ilişki günümüz insanının ileri teknolojisi ile eş değerdi, bu insanların bir taşa, bir duvara veya bir anıtın yüzeyine işledikleri görüntüler de bugünün insanının yarattığı nesne ve sanatsal ürünlerin o günkü karşılığı idi.


#5

SORU:

Litik ekini açıklayınız?


CEVAP:

Zamanları tanımlayan kavramların sonundaki -litik eki litosdan gelmektedir ve taş anlamınadır. Bu yüzden bu dönemler Taş Çağları olarak adlandırılmaktadır.


#6

SORU:

Taş devri kaça ayrılmaktadır, isimleri ve özellikleri nelerdir?


CEVAP:

Taş Devri: Paleolitik (Eski Taş), Mezolitik (Orta Taş) ve Neolitik (Yeni Taş) olmak üzere üçe ayrılır. Paleolitik Devir, insanın henüz üretime geçmediği ve doğada bulduklarıyla geçindiği dönemdir. İnsanın medeniyet yolunda attığı ilk adımı ateşin keşfi oluşturur. Mezolitik Devir’de Paleolitik Devir’de sürdürülen avcılık, toplayıcılık ve göçebe yaşam tarzı, bu dönemde değişen doğal çevre ve iklim koşulları sonucunda yerini mevsimlik ve kalıcı yerleşmeye bırakmaya başlamıştır. Dönemin sonunda gıda birikimine başlandığı ve ilkin köpeğin evcilleştirildiği söylenebilir. Neolitik Devir’de buzul çağlarının sona ermesiyle iklimsel ve çevresel değişimler insanın yaşam biçiminde değişiklere neden olmuş, belli bir bölgede uzun süreli, çevreye ve toprağa bağlı olarak yerleşik yaşam başlamıştır. Bu dönemin en önemli gelişmesi bilim insanlarının devrim olarak nitelendirdikleri yerleşik yaşama geçiştir.


#7

SORU:

Yerleşik yaşama hangi tarihsel dönemde geçilmiştir, açıklayınız?


CEVAP:

Neolitik Dönem ile birlikte yerleşik yaşama geçen insanoğlu ekip biçmeye, tarım kültürüne ve kendi yaşam alanını doğal barınaklarla birlikte kendisi yapmaya başlamıştır. Sadece barınmak için doğal barınaklara zorunlu kalmayan insan, sosyalleşmeye ve suyu tarımsal üretimde daha yoğun kullanmaya başlamış, su kenarları yeni yaşam ve tarım alanlarının ana karakterini oluşturmuştur. O zamanlardan günümüze kalan doğal barınak, mağara ve höyüklerden ele geçen malzemelerle duvarlara çizilen resimlerden dönem insanının nasıl bir yaşama ve kültüre sahip olduğu izlenebilmektedir.


#8

SORU:

Farklı zamanlarda oluşan kültür katmanlarının toprakla üstlerinin örtülmesi ile oluşan doğal tepeciklere ne denir?


CEVAP:

Höyük


#9

SORU:

Taş Devri’ne ait mağara duvar resimlerinin en önemlileri nerededir ve ne tür resimlerdir?


CEVAP:

Taş Devri’ne ait mağara duvar resimlerininin en önemlileri, erken dönem yerleşimlerinden Fransa’daki Lascaux ve İspanya’daki Altamira Mağarası’nda bulunmaktadır. Hayvan üslubu olarak nitelendirilen bu dönemin av konulu resimlerini gerçekleştiren insanlar, tanıdıkları hayvanlardan tümünü resmetmemiş, başlangıçta yalnız korktukları, daha sonraları yalnız yararlandıkları hayvanları resmetmişlerdir. Resimlere konu olan hayvanlar arasında bizon, mamut, ayı, at, geyik, keçi, kuş ve balık gibi avcılığın ne denli büyük öneme sahip olduğunu gösteren hayvan türleri bulunmaktadır (Sinemoğlu 1984: 15). Ayrıca mağara resimleri avcılığın ağırlıklı olarak erkekler tarafından yapıldığını dolayısıyla bu çağda kısıtlı da olsa bir toplumsal iş bölümünün bulunduğunu gösterir. O günün insanının av ritüelini gösteren bu resimler için avcının avını tanıması ve avının iyi geçmesi amacıyla duvarlara çizdikleri düşünülebilir.


#10

SORU:

Ritüelin kelime anlamını açıklayınız?


CEVAP:

Bir inancı oluşturan hareket ve malzemeler, tören.


#11

SORU:

Taş devrine ait en eski anıtlar hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Taş Devri’ne ait en eski anıtlar Neolitik Dönem’de görülmeye başlar. İnsanlar, bu anıtları ölü kültü veya insanüstü tanrısal güçlerle de birleştirerek anıtsal ölçülerde yapmış, gerçekte olduğundan daha yüceltmiş ve ölümsüzleştirmişlerdir. En sade biçimde ayakta duran taş, dikilitaş veya menhir adını almakta ve anıtların atası sayılmaktadır. Menhirlerden dolmenler ve kromlekler doğmuştur (Resim 1.1). Dolmenler iki veya daha fazla dikilitaş üzerinde yatay taşların, kromlekler ise üç veya daha fazla dikilitaşın bir sunak çevresinde dairesel bir düzen ile bazen de iç içe sıralar hâlinde yer almasından oluşmaktadır (Sinemoğlu 1984:8-9). İngiltere’deki Stonehenge en iyi kromlek anıt grubunu oluşturmaktadır.


#12

SORU:

Menhir nedir?


CEVAP:

Menhirlerin ölü insanın ruhuna devamlı bir barınak sağlamak amacıyla dikildikleri sanılmaktadır. Üçte ikisi toprak altında bırakılan menhir, aynı zamanda insanla doğa arasında bir birleştiricidir. Aslında menhirler insan eliyle taşta var olmayan bir anlam kazanmış ve simgesel bir niteliğe bürünmüşlerdir.


#13

SORU:

Maden devri hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Zaman içinde malzemeler çeşitlendikçe insan elinden çıkan formlar da çeşitlenmeye ve çoğalmaya başlamıştır. Taşın yanında madenin ağırlıklı olarak kullanılmaya başlamasıyla üç evreye ayrılan Maden Devri’ne girilmiştir. Bakır gibi bir madenin işlenebilir yumuşaklıkta olması madenden yapılan nesnelerin kalıcılığı, madeni zaman içinde değerli kılmış, taş kullanımının devam ettiği, bakırın ağırlıklı olarak kullanıldığı ilk dönem, taş ve bakır anlamında Kalkolitik Devir olarak adlandırılmıştır. Bakırın kalayla karışımından elde edilen tunç/bronz, özellikle sertliği ve dayanıklılığı ile av ve savaş malzemesi yapımında tercih edilmiş ve Maden Devri’nin ikinci evresine Tunç Devri olarak adını vermiştir. Daha sonra, demirin keşfi ve kullanılması ile Maden Devri’nin son evresinde Demir Devri’ne girilmiş ve demir kullanımı uzun yüzyıllar devam etmiştir.


#14

SORU:

Anadolu da Paleolitik Dönemin en önemli yerleşim yerleri nerelerdir?


CEVAP:

Bu dönemin en önemli yerleşimleri Antalya çevresindeki Karain, Beldibi, Belbaşı, Alanya’daki Kadıini, Isparta’daki Kapalıin ve Hatay’daki Üçağızlı Mağralarıdır.


#15

SORU:

Anadolu da Mezolitik Dönemin en önemli yerleşim yerleri nerelerdir?


CEVAP:

Bu dönemde Anadolu’da yaşayan topluluklara ait bir çok buluntu yeri saptanmıştır. Bunların başında Güneydoğu Anadolu’da Biris Mezarlığı, Söğüt Tarlası, Antalya’da Öküzini Mağarası gelir. Arkeolojik çalışmalar sonucunda mağaralarda ele geçen buluntular, taş ve kemik aletlerin çeşitlendiğini ve daha kullanışlı hâle geldiğini göstermektedir


#16

SORU:

Anadolu'da Neolitik Dönemde meydana gelen değişimler nelerdir?


CEVAP:

Bu dönemde yerleşik köyler oluşmuş, tarıma başlanmış, hayvanlar evcilleştirilmiş, yeni taş ve odsidiyen aletler geliştirilmiş, ilk kez kilden çanak çömlek üretilmiş, anıtsal boyutlarda heykel ve kabartmalar yapılmıştır. Ancak bütün bunlar aynı zaman diliminde ortaya çıkmamıştır. Belli bölgelerde aşama aşama gerçekleşmiştir. Ortaya çıkan yenilikler araştırmacılar tarafından, Çanak Çömleksiz Neolitik (MÖ 10.000- 7.000) ve Çanak Çömlekli Neolitik (MÖ 7.000) başlıkları altında iki döneme ayrılarak incelenmektedir. 


#17

SORU:

Volkanik püskürtmelerle ortaya çıkmış ve özellikle Neolitik Çağ’da yaygın olarak alet yapımında kullanılmış madde (volkanik cam) nedir?


CEVAP:

Obsidiyen


#18

SORU:

Kerpiç, Kült, Stel, Tapınak ve Figürün hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Kerpiç: Balçıktan yapılan ve kalıplanarak güneşte kurutulan çiğ tuğla.
Kült: İnanç sitemiyle ilgili yapı ve uygulamaların tümüne verilen isim.
Stel: Genellikle yekpare taştan oluşan dikilmiş anıt. Ayrıca Yunan ve Romalılara ait, üzerinde dinsel yazı ve/veya ölü portresi taşıyan sütun ya da taş levhalara verilen ad.
Tapınak: İçinde ibadet edilen yapı. İslami yapılar için kullanılmaz.

Figürün: Kilden veya taştan yapılmış, insan ya da hayvan biçimli heykelcikler.


#19

SORU:

Orta Anadolu’nun Çanak Çömlekli Neolitik’in yaşam biçimlerinin açıklanmasında önemli bir konuma sahip olan yerleşkesi neresidir?


CEVAP:

Konya Ovası’nda yer alan Çatalhöyük’tür.


#20

SORU:

Neolitik Devir Anadolu’sunda temel olarak tarihî devirlerde neye tapınılmıştır?


CEVAP:

“Tanrı Ana” adını alacak olan, insan için bereket ve çoğalmanın sembolü olan tanrıya tapınılmıştır. Çatalhöyük’te yapılan kazılarda genellikle çıplak, yatar ya da uzanmış durumda, çömelmiş ya da doğum yapar şekilde tasvir edilen çok sayıda Tanrı Ana heykelciği bulunmuştur (s.7, Resim 1.3). Tanrı Ana’yı doğum sırasında tasvir eden heykelciklerde, Tanrı Ana’nın iki Leopar arasında yer aldığı görülür. 


#21

SORU:

Anadolu'daki Kalkolitik (Bronz Bakır) Devir hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Anadolu’daki Erken Kalkolitik Devir yaşamının Neolitik’in son dönemi ile çakıştığı, Orta Kalkolitik’te yerleşimlerin daha korunaklı ve yüksek yerlerde (muhtemelen savunma amaçlı olarak) oluştuğu görülmektedir. Orta Anadolu’da Köşk Höyük, Hacılar, Alişar, Çamlıbel Tarlası, İç Batı Anadolu’da Orman Fidanlığı, Karadeniz kıyı bölgesinde İkiztepe,
Marmara, Trakya ve Ege Bölgelerinde Kalkolitik yerleşimler bulunmaktadır. Mimaride kerpiç kullanımı devam etmekle beraber çevre koşullarına bağlı olarak ahşap malzemenin de kullanılarak malzemenin çeşitlendiği görülmektedir.

Mezopotamya ile yakın ilişki içinde olduklarından Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğu Bölgelerindeki gelişmeler Kalkolitik yerine aynı çağdaki Mezopotamya kültürlerinin adları olan Halaf, Obeyd ve Uruk başlıkları altında tanımlanmaktadır. Halaf Erken Kalkolitik Devre içinde ele alınmaktadır. Kültürün belirleyici ögeleri yuvarlak planlı yapılar, mühürler, heykelcikler, zengin ve gelişmiş boya bezemeli kaplardır. Şanlıurfa Kazane, Kahramanmaraş Domuztepe bu dönemin bölgedeki yerleşimleridir. Güney Mezopotamya’da ortaya çıkan Obeyd ve Uruk kültürü Anadolu’nun Orta ve Son Kalkolitik dönemleri ile ilişkilidir. Kazılarla anıtsal olarak inşa edilmiş idari ve dinî yapıları günyüzüne çıkartılan Malatya Arslantepe’de olduğu gibi Son Kalkolitik Devre’de, dinsel ve politik gücün merkezîleşmesiyle kentlerin dinî ve idari merkezlere dönüştükleri görülür.


#22

SORU:

Anadolu'da Tunç Devri hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Kalay ve bakır karışımından oluşan tunç, Anadolu’da Kalkolitik Devir sonlarında görülmüştür. Mezopotamya ve Mısır’da tunçtan ürünlerin yapıldığı sırada (yaklaşık MÖ 4. binin sonu) yazı keşfedilmişti. Buna karşılık Anadolu, Yunanistan, Balkanlar ve Avrupa gibi coğrafi bölgelerde henüz yazı kullanılmamaktaydı. Anadolu’da Tunç Devri erken, orta ve geç olmak üzere üç evrede ele alınmaktadır. Erken Tunç Devri’nde daha çok Kalkolitik Devir’in tarıma dayalı “köy kültürü” görülmektedir. Tunç aletler yaygın olmamakla beraber, bu dönemde görülen dört tekerlekli araba kullanımının teknolojik açıdan önemli bir yenilik olduğu söylenebilir. Erken Tunç Devri’nde (MÖ 3000-2500) Anadolu’daki en önemli merkez, Çanakkale yakınındaki Troya I yerleşmesidir. Kentin ortaya çıkarılan bölümü bir sur ile çevrilidir ve evleri megaron tipindedir (s.7, Şekil 1.1). Batı ve Orta Anadolu’da kentleşmenin Erken Tunç Devri’nin ikinci evresinde ortaya çıktığı söylenebilir. Çeşitli merkezlerde gerçekleştirilen kazıların çoğunda aşağı ve yukarı
şehir yerleşmelerinin bulunduğu ve çevrelerinin surlarla çevrildikleri anlaşılmıştır. Eskişehir Küllüoba, Anadolu’daki en eski kent oluşumuna bir örnektir. Erken Tunç Devri yerleşimlerinden Çorum Alacahöyük kazılarında ele geçen altın, gümüş ve tunç gibi madenlerden yapılmış silahlar, takılar, kaplar, güneş kursları ve heykelciklerden oluşan mezar armağanları bu dönemin önemli sanat eserleridir (s.8, Resim 1.4). Anadolu’daki bir çok merkez Orta Tunç Devri’nde (MÖ 2000-1500), Prehistorik (tarih öncesi) Dönem’den çıkmış Protohistorik (Protohistorya/ön tarih) sürece girmiştir. Hattiler bu dönemde yaşamışlardır. Anadolu’nun tarih öncesi çağları bu evrenin başında (MÖ 1950’ler) son bulur, tarih çağları başlar.


#23

SORU:

Megaron ve Güneş kursu nedir?


CEVAP:

Megaron: Anadolu’da Erken Tunç Çağı’nda yaygın olarak inşa edilen ve iki odadan oluşan ev tipidir. Ev planı girişte küçük bir ön oda, arkada ise ocaklı uzun bir odadan oluşur.
Güneş Kursu: Güneşi simgeleyen dairesel biçimin etrafına yerleştirilmiş öğelerden oluşur. Bazılarının üstünde ses çıkarması için sallanan parçalar, bazılarının üstünde barışı simgeleyen geyik imgesi, bazılarında ise üremeyi simgeleyen kuş ve ağaç figürleri vardır. Ahşap asaların ucuna takılarak dini törenlerde kullanıldıkları ya da at koşum takımlarının arasında kullanıldıkları sanılmaktadır. Genellikle tunçtan yapılırlar. Hititlerin sembolü haline gelmesine rağmen, aslında Anadolu’nun en eski uygarlığı olan Hattilere aittir.


#24

SORU:

Anadolu'da ilk çağ uygarlıkları hangileridir?


CEVAP:

Anadolu’da MÖ 13.yy-MÖ 4.yy arasında yaşanan Demir Devri’nde değişen teknolojilerin sağladığı yeni olanaklar, özellikle dış etkenlerle üretim ve ticareti hızlı bir dönüşüm sürecine sokmuştur. Dağınık toplulukların köyler ve kaleler kurarak yerleşik düzene geçtikleri, güçlü bir önderin yönetiminde birleşerek orta büyüklükte krallıklar kurdukları görülür. Bu devletleri Hitit Krallığı, Doğu Anadolu’da Urartu Krallığı, Güney ve Güneydoğu Anadolu’da Geç Hitit Beylikleri, Orta Anadolu Sakarya Bölgesi’ndeki Frig Krallığı ve Batı Anadolu’da Lidya Krallığı oluşturur (Polat 2010:88).


#25

SORU:

Protohistorik kavramını açıklayınız?


CEVAP:

Çevresinde bulunan ve yazıyı kullanmasını bilen başka toplumların belgelerinden, henüz kendisiyle ilgili dolaysız bilgi sağlayan belge yaratma aşamasına gelmemiş bir toplum hakkında bilgi ediniliyorsa tarihsel sürece geçme aşamasındaki bu tür toplumlara ön tarih anlamında Protohistorik Devir yaşıyor denilmektedir.


#26

SORU:

Hitit Uygarlığının başkenti neresidir ve burada bulunan önemli eserler nelerdir açıklayınız?


CEVAP:

Anadolu’ya MÖ üçüncü bin yılın başlarında olasılıkla Kafkasya’dan göç ettikleri varsayılan Hititlerin başkenti, Çorum İli sınırları içinde kalan ve eski adı Hattuşa olan Boğazköy’dür. Arkeolojik kazılarla Hattuşaş ve diğer Hitit merkezlerinde, alt bölümleri kyklop (dev) biçimli iri taşlardan oluşan anıtsal mimarlık eserleri gün ışığına çıkarılmıştır. Kalın surlar ve kapılar, ahşap sütunlu kral sarayları ve tapınaklarıyla Hitit mimarlığının yüksek bir yeteneğin ürünü olduğu kabul edilmektedir. Anadolu’da anıtsal heykel sanatının Hititler ile başladığı söylenebilir. Boğazköy’deki insan başlı, aslan vücutlu hayali yaratık olarak bilinen sfenks heykelleri günümüze gelmiş önemli anıtsal heykellerdir (s.9, Resim 1.5).Anıtsal girişlere yerleştirilmiş kabartmalı ortostadlar, heykeller, mezar stelleri gibi eserlerden ve resmi kayıtlardan Hititlerin sanat eserlerinin belli kurallara bağlı olduğu ve zanaatkârların, merkezî güç tarafından denetim altında tutuldukları anlaşılmaktadır. Hitit kabartmalarında, daha çok ilahi varlıklar, krallar, savaş sahneleri ve kutsal ziyafet sahneleri işlenmiştir. Boğazköy Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’ndaki tanrı tasvirlerinin başlarında konik biçimli ve boynuzlarla donatılmış bir külah bulunmaktadır. Üzerlerinde kısa etek ve ayaklarında uçları yukarı doğru kıvrık ayakkabılar vardır (s.9, Resim 1.5). Tanrıçalar (kadın tanrılar) ise başlarında şehir surunu andıran silindirik bir başlık ve üzerlerinde yere kadar uzanan bir etekle tasvir edilmişlerdir. Hatti sanatının etkilerinin görüldüğü çok renkli ve geometrik desenli seramikler, tanrıya içki sunmak (libation) için kullanılan ve ryton (dinsel sunu kabı) denilen aslan, boğa (s.9, Resim 1.5), koç şekilli seramikler, uzun gagalı yüksek kulplu kaplar bu dönemin karakteristik ürünleridir.


#27

SORU:

Urartu Uygarlığı ve yapıları hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

MÖ 9.-6. yüzyıllar arasında Doğu Anadolu, Transkafkasya ve Kuzeybatı İran Bölgelerinde egemenliğini sürdüren Urartu Krallığı, çekirdeğini Van Gölü ve çevresinin oluşturduğu bir coğrafi bölgede varlık göstermiştir. Doğu Anadolu’nun uzun tarihinde, Urartu Krallığı dönemi kültürel birliği, merkezîleşmiş siyasi otoritesi ve büyük maddi zenginliği ile eşsiz bir çağ olarak göze çarpar. Van’ın yaklaşık 5 km batısındaki başkentleri Tuşba’da bulunan, içinde anıtsal kaya mimarlığının en önemli eserlerinden yüksek düzeyde işçilik gösteren görkemli kral mezarlarının yer aldığı sitadel Urartu mimarlığının özgün ve görkemli tasarımını yansıtmaktadır (Özdem 2003:13, 75, 87, 91). Urartu ülkesinde zengin maden yataklarının bulunması, krallığın bir çok alanda gelişmesine katkı sağlamıştır. Toprakkale, Çavuştepe, Altıntepe, Ayanis’te gerçekleştirilen kazılarda ele geçen çivi yazılı altın, gümüş, bronz ve demirden üretimiş miğfer, silahlar, kalkanlar, ok uçları, at koşum takımları, adak levhaları, tabaklar, bakraçlar, kemerler, ziynet eşyaları ve fibulalar gibi madeni eserler bölgenin önemli maden eşya ve silah üretim merkezi olduğunu göstermektedir. Bunun yanında fildişi, kemik ve ahşap eşya oymacılık sanatı örneklerine de rastlanmaktadır (s.10, Resim 1.6). Urartu Krallığı’nda kullanılan çanak çömleğin en ayırt edici özelliği tek renkli, canlı ve parlak kırmızı renge sahip olmasıdır. Kullanım eşyaları arasında vazo, maşrapa, kadeh, ve ryhton biçimli kap türleri vardır. Bezemeli kaplar üzerinde çeşitli hayvanlar (at, geyik, boğa, kartal gibi), bitki resimleri ve zengin geometrik motiflerin kullanıldığı görülmektedir. 


#28

SORU:

Sitadel ve Ortostad nedir?


CEVAP:

Sitadel: Yüksek kayalıklar üzerine kurulmuş, çevresi surlarla kuşatılmış, içinde saray, tapınak, depo mekânları ve atölyelerin bulunduğu yönetim birimi.
Fibula: MÖ 9. yüzyılda Frig Uygarlığında gelişen ve çengelli iğnenin atası olduğuna inanılan takı. 


#29

SORU:

Frigler hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Frigler Anadolu’ya gelen Balkan kökenli boylardan biridir. Siyasal bir topluluk olarak ilk defa MÖ 750’den sonra ortaya çıkmış, Midas Dönemi’nde (MÖ 725-695/675) bütün Orta ve Güneydoğu Anadolu’ya egemen, güçlü bir krallık düzeyine ulaşmışlardır. Yunan ve Geç Hitit etkileri altında kalmış olmakla birlikte özgün ve Anadolulu bir kültür oluşturmuşlardır (Akurgal 1993:191). Friglerin kentleşme ve mimarlık alanında ulaştıkları düzeyin en iyi izlenebildiği yerleşim merkezi Gordion’dur. Sakarya ile Porsuk nehirlerinin birleşme noktasına yakın olarak kurulmuş olan Gordion’da hem sitadel hem de aşağı şehrin etrafı güçlü bir surla korunmuştur. Geniş bir alana yayılmış olan Frig yerleşmelerinin en özgünleri Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir çevresinde Küçük Frigya denilen dağlık kesimde görülmektedir. Eskişehir’in güneyinde Yazılıkaya/Midas Kenti, Pişmiş Kale, Akpara Kale, Kümber Asar Kale, Yapıldak Asarkaya Frig kalelerinin en özgün örneklerini oluştururlar. Kaya anıtları ve mezarların cephelerinde görülen anıtsal ölçekli kabartmalar, ele geçen tanrıça heykelleri ve yapıları süsleyen kabartmalı ortostadlar Frig heykel sanatının ulaştığı başarıyı göstermektedir (Sevin 1982; Tüfekçi Sivas 2011).Friglerin en özgün sanat dalını ahşap işçiliği ve mobilyacılık oluşturmaktadır. Bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen, Midas Tümülüsü ve bir prensesin tümülüsünden ele geçen masa, iskemle ve paravan (tahta perde) gibi ağaç mobilya kalıntıları, dünyanın en değerli mobilya ürünleri arasında yer almaktadır. Frig tümülüslerinde ele geçen bronz kase, kazan, kemer ve fibulalar Frig maden işçiliğini yansıtan önemli örneklerdir. Dönemin ‘teknolojik’ bir buluşu olan fibulalar diğer uygarlıklar tarafından da beğenilen ve kullanılan sanat eserleri arasında yer alırlar (s.10, Resim 1.7). Frig çanak çömlek sanatında gri ve siyah renkli kaplar üretilmiştir. Geometrik motifler ağırlıkta olsa da stilize geyik, aslan, dağ keçisi, kartal ve boğa gibi hayvan figürleri de yoğun olarak kullanılmıştır. Form açısından madeni kapları taklit eden Frig seramiklerinde testiler, süzgeçli akıtacağı olan kaplar ve hayvan biçimli
özel kaplar yapılmıştır (s.11, Resim 1.8). 


#30

SORU:

Tümülüs nedir?


CEVAP:

Bir mezar odasının üstüne taş, toprak yığılarak yapılan tepelere denir.


#31

SORU:

Lidya Uygarlığının tarihe en büyük katkısı ne olmuştur ve  Lidya sanatı daha çok hangi alanlarda iyidir?


CEVAP:

İlkçağ’da kabaca bugünkü Gediz ve Küçük Menderes vadilerini kapsayan bölgeye Lidya denilmekteydi. Lidya Krallığı’nın başkenti Sardes ve çevresinde yapılan kazı ve yüzey araştırmaları, bölgede ilk iskânın MÖ sekizinci bin yıla (Neolitik Çağ’a) kadar geriye gittiğini göstermektedir. Lidyalıların insanlık tarihine en büyük katkısı parayı icat etmiş olmalarıdır. Başkent Sardes’in içinden geçen Paktalos Irmağı’nın alüvyonlarında doğal olarak bulanan altın-gümüş karışımı elektron adı verilen madenden basılan ilk sikkelerin üzerinde Lidya Krallığı’nın arması aslan başı bulunmaktaydı.

MÖ 7. yüzyılın başlarında Kral Gyges (MÖ 680-644) ile başlayan ve Kral Kroisos (MÖ 560-546) Dönemi sonuna kadar süren Lidya uygarlığında sanat ve mimarlığın görkemi, antik kaynaklarda anlatılmıştır. Ne yazık ki bu yapılar günümüze ulaşamamışlardır. Altın, gümüş, fildişi ve mermer heykeller, Lidya sanatında anıtsal ölçüde heykellerin olmadığına işaret etmekte, el sanatı ürünlerinin daha gelişmiş olduğunu göstermektedir.Uşak Müzesi’nde sergilenen Batı Anadolu Tümülüslerinden ele geçen, dönemin giysi ve saç modaları, araç gereç kullanımı ve cenaze törenleri hakkında bilgi veren duvar resimleri Lidya uygarlığının önemli eserleri içerisinde değerlendirilmektedir (s. 11, Resim 1.10).


#32

SORU:

Mezapotamya ne anlama gelmektedir?


CEVAP:

Mezopotamya (Yunanca ) eski Yunanlılar tarafından, yaklaşık bugünkü Irak topraklarına denk gelen, Dicle ve Fırat Nehirleri arasında yer alan araziye verilen addır. Irmaklar arasındaki ülke anlamına gelmektedir. Dicle ve Fırat Nehirlerinin doğdukları Güney ve Güneydoğu Anadolu’dan denize döküldükleri Basra Körfezi’ne kadar olan toprakları içerisine alan Mezopotamya’nın kültürel sınırları kesin olarak belirlenemese de günümüzde Irak, Kuzeydoğu Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Güneybatı İran topraklarından oluştuğu söylenebilir (Leick 2002:xiii; Köroğlu 2009:11-12).


#33

SORU:

Mezopotamyanın Paleolitik, Mezoitik ve Neolitik dönemleri hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Dünyanın diğer kesimlerinde olduğu gibi Mezopotanya’da da insan varlığının izlerine Paleolitik Devir’de (MÖ 1100000-12000) rastlanır. Temel yaşam gereksinimlerinin avcılık ve toplayıcılıkla karşılandığı bu dönemde kazımak, kesmek, kıymak ve vurmak gibi işlerde kullanılmak üzere çakmaktaşı ve obsidiyenden (doğal cam) yapılmış, ilk standart taş aletleri üretilmiştir. Mezolitik Devir (MÖ 12000-10000) için bölge nüfusunun arttığı ve ilk defa köpeğin evcilleştirildiği söylenebilir. İklimin değişmesi, hayvan çeşitlerinin farklılaşması gibi nedenlerden dolayı av sistemi değişmiş ve mikrolit adı verilen minik taş aletler ortaya çıkmıştır. Neolitik Devir’de (MÖ 10000-5200) taş temelli, kerpiç ya da sazdan yapılmış evlerden oluşan ilk köyler kurulmaya başlanmış, bazı bitkiler tarıma alınarak ilk düzenli üretim gerçekleştirilmiştir. Başlangıçta olmasa da bu sürecin günlük yaşama taşıdığı en önemli yeniliklerden biri de kilin şekillendirilerek kap kacak biçimine dönüştürülmesi yani çanak çömlek yapılmasıdır. Araştırmacılar tarafından Neolitik Çağ, Çanak Çömleksiz Neolitik (akeramik) ve Çanak Çömleki Neolitik olarak iki evre altında ele alınır. Çanak Çömleksiz Neolitik (MÖ 10000-6000) evrede büyük iş gücü gerektiren anıtsal yapıların inşa edilmiş olduğu söylenebilir. Örneğin Şanlıurfa’nın Örencik Köyü yakınlarındaki Göbekli Tepe Höyüğü’nde çapları 10 ile 30 metre arasında değişen boyutlarda, taş duvarlı, yuvarlak ya da oval biçimli tapınaklar bulunmuştur (s. 12, Resim 1.11). Ayrıca, çeşitli ritüel ögeleri olarak idollerin de yapıldığı bu dönemin günlük yaşamında taş kaplar, yontma taştan ok uçları, kemik aletler kullanılır. Çanak Çömlekli Neolitik evresinde, çanak-çömlek grupları ilk bulundukları merkezlerin adıyla tanımlanmış, bu adlandırma aynı zamanda ilgili kap gruplarının ait oldukları kültürler için de geçerli olmuştur. Yani çeşitli kültürler sadece çanak-çömlek türlerinin ilk bulundukları merkezlerle anılmış ama bu kültürlerin yaratıcıları, etnik yapıları, dilleri ve yöneticileri hakkında tek bir ipucu elde edilememiştir (Erkanal 2008: 1039). Örneğin Hassuna, Samarra, Halaf ve Obeyd gibi isimler hem bir kenti hem de geniş bölgelerde farklı zaman dilimlerinde kabul gören kültürel unsurları ifade ederler (Köroğlu 2009:42). 


#34

SORU:

Tarih öncesi Mezopotamya kültürlerini açıklayınız?


CEVAP:

Hassuna kültürü, adını Kuzey Irak’ta Musul yakınında kurulmuş Hassuna’dan almaktadır. MÖ altıncı binin başlarına tarihlenen Hassuna evresi çok mekânlı, duvar yapımında kerpiçin kullanıldığı mimari açıdan çok gelişmiş bir dönemi temsil eder. Evlerin tabanları altında açığa çıkarılan mezarlarda, aralarında pişmiş toprak heykelcikler, taş kaplar, süs eşyası ve çanak-çömleklerin de bulunduğu sayısız mezar eşyası ele geçmiştir. Hassuna Dönemi’nde ayrıca, ham bakırdan dövülmek suretiyle takı gibi çeşitli eşyalar da yapılmıştır (Erkanal 2008:1039; Köroğlu 2011:11).
Samarra kültürü (MÖ 5300-5100), Orta Mezopotamya’da, Bağdat’ın 90 km kuzeyinde ortaya çıkmıştır. Kendine özgü boyalı ve iyi pişirilmiş bir çanak çömlek grubu üzerinde stilize insan, hayvan ve bitki motifleri görülmektedir.
Halaf kültürü (MÖ 5500-4800), adını, seramik örneklerinin ilk çıkarıldığı yer olan Suriye’nin kuzeyindeki Halaf Höyüğü’nden almaktadır. Bu dönemde üretilen çanak çömleğin üzerinde yaygın olarak geometrik motifler ve Tanrı simgesi olan boğa başı figürü yer alır. Halaf kültürünün son evresinde çanak çömlek pişirme fırınlarının çok geliştiği söylenebilir. Bu döneme ilişkin en yaygın buluntuları ana tanrıça olarak nitelendirilen ve dinsel inançlarla bağlantılı idoller oluşturmaktadır.
Obeyd/Ubaid kültürüne (MÖ 5900-4300), ilk kez Sümer yerleşimi olarak bilinen Ur Höyüğü’nün yakınında Tel El Ubaid adlı höyükteki araştırmada rastlandığı için bu höyüğün adı verilmiştir. Bu dönemde yavaş dönen el çarkının kullanılmaya başlanması bir yeniliktir. Bu yöntemle daha fazla sayıda üretim yapmak mümkün olmuştur. Üretilen seramikler üzerinde genellikle kare, daire, üçgen gibi geometrik motifler yer almaktadır.


#35

SORU:

Sümer uygarlığı ve sanatı hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Sümerler, Dicle ve Fırat Nehirleri arasında, sonradan Babil olmuş ve günümüzde de Bağdat’tan Basra Körfezi’ne kadar olan bölgede yaşamışlardır. Sümer uygarlığının bilinen en eski merkezi Uruk’dur. Kentte Sümerlere özgü bir yapı türü olan zigguratlar yani kule tapınaklar bulunur. MÖ 3500 ile MÖ 3100 arasında yapılmış, badanalı tuğla duvarlarıyla Uruk’taki (modern adı Warka) Beyaz Tapınak, tapınak yapısıyla taçlandırılan zigguratların ilk örneklerinden biridir. Tapınağın planı Lagaş kentinin idarecisi Gudea heykelinin kucağındaki levhaya kazınmış yapının planı gibidir (s. 14, Resim 1.12) (Roth 2000:221). Bir diğer önemli ziggurat ise Ur kentindeki Nannar’ın zigguratıdır (s. 14, Resim 1.13).

Kentsel mimaride, bölgede ahşap az bulunduğu için bir çeşit zift harcına yatırılmış koruyucu ateş tuğlası tabakasıyla kaplı çamur tuğla kütleleri kullanılmıştır (Roth 2000:221). Bu dönemde sadece tapınak değil, kerpiç ve tuğlanın yapı malzemesi olarak
kullanıldığı saray yapıları ve bilinen en eski kubbe örneğinin uygulandığı mezar yapıları da inşa edilmiştir.

MÖ üçüncü binin ikinci çeyreğinde yeni bir toplumsal düzen yaratan Sümerlerin MÖ 3200 yıllarında geliştirdikleri çivi yazısı, üç bin yıla yakın bir süre boyunca Akkad, Babil, Pers, Hitit ve Urartu gibi bir çok toplum tarafından kullanılmış ve Fenike kıyılarında geliştirilen alfabe yazısına öncülük etmiştir (Köroğlu 2011:22). Çivi yazısı ile ilgili olarak bu dönemde “yazıcılık” mesleği oluşmuştur. Kil tabletlerin üzerine işaretleri basmak ve silindir biçimli mühürlere kazımak yazıcıların işidir. Tabletler ve silindir mühürler bu döneme özgü bulgulardır (s. 14, Resim 1.14). Mühürler üzerinde armaya benzer biçimde iç içe yerleştirilmiş asker ya da hayvan figürlerinden oluşan savaş ya da av sahneleri ile halkın günlük yaşamından alınan sahnelerin oluşturduğu iki konu işlenmiştir (Pischel 1983:25-26).

Sümerlere ait, dinsel amaçlı olarak seri üretildiği anlaşılan çok sayıda kabartma levha ve heykelcik bulunmaktadır. Ortasındaki delikten geçen bir çivi ile tapınak duvarına asıldığı anlaşılan kireçtaşı bir kabartmada, Lagaş kralı Ur-Nanşe, tapınak inşası için sepet içinde tuğla taşırken gösterilmektedir (s. 15, Resim 1.15).

Tanrıların, kralların, önemli devlet adamlarının ve kentin önde gelenlerinin tasvir edildiği
Sümer heykelleri, genellikle hareketsiz, ağır ve dinsel niteliktedir. Heykellerin üzerinde belden üstü çıplak, sağ omuzu açıkta bırakan ve tek parçadan oluşan bir elbise bulunmaktadır. Eller ise ibadet pozisyonunda göğsün üstünde birleştirilmiş durumdadır.
Sümer sanatının önemli örneklerini oluşturan kral mezarlarından ele geçen zengin armağanlar, altın başta olmak üzere, Uzak Doğu’dan geldiği anlaşılan değerli taşlar ile yapılmış takılar, süs eşyaları ve müzik aletleri Sümer sanatının önemli eserleri içinde yer alırlar. 


#36

SORU:

Ziggurat ve Çivi Yazısı'nı açıklayınız?


CEVAP:

Ziggurat: Birbirine rampalarla bağlanan katlardan meydana gelen, tepesi kesik piramit biçiminde olan tapınak.

Çivi Yazısı: Sümerler tarafından bulunan bu yazı, çivi şeklinde çeşitli hatların
düzenlenmesinden meydana gelir. Yazı, kilden levhalar üzerine yazılır ve sonra pişirilir.
Bu levhalara da “tablet” denir.


#37

SORU:

Akkad Uygarlığı ve sanatı hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Akkadların anavatanları ve Mezopotamya’ya geliş tarihleri hakkında kesin veri bulunmasa da Akkad Krallığı’nın (MÖ 2350-2150), Asur ve Babil gibi Sami kökenli krallıkların öncüsü olduğu bilinmektedir (Köroğlu 2009:76). Sargon MÖ 2334’te Agade
adlı merkezi kurarak bağımsızlığını ilan etmiş, Basra Körfezi’nden Akdeniz’e kadar
Güney Mezopotamya’da geniş bir alana yayılan Akkad Krallığı’nı kurmuştur (Soysal 2008:50). Sargon ile başlayan süreçte yeni bir devlet modeli ve yeni bir kral tipi oluşmuş, yönetici sülale ve kral daha güçlü konuma gelmiştir. Akkad Kralları Evrenin Kralı ve Akad’ın Tanrısı gibi unvanlar kullanmaya başlamışlardır. Akkad Kralı Naram-Sin, isminin başına tanrı isimlerini belirtmek için konulan bir işaret ekletmiş ve stelinde kendisini, yalnızca ilahi varlıklara özgü bir simge olan çift boynuzlu bir başlıkla betimletmiştir (s. 15, Resim 1.16). Dolayısıyla Akkad sanatının, sarayın ve kralın yüceltilmesi kurgusuyla şekillendiği ve propaganda amaçlı kabartma ve stel örneklerinden oluştuğu söylenebilir (Köroğlu 2011: 43-45). Savaşçı olan Akkadlar, tanrıların temsilcisi değil de doğrudan tanrı gibi gördükleri krallarının yaptığı işleri dikili taşlar ve kabartmalarla yüceltmiş ve krallarının taş ya da bronzdan heykellerini yapmışlardır (Pischel 1983:28). Özellikle kabartma, büst ve heykellerde ince görünümlü, anatomik doğruluğun büyük önem taşıdığı, gerçekçi plastik sanat anlayışının egemen olduğu söylenebilir (Nissen 2004:191).


#38

SORU:

Dikili taşların yapılış amacı nedir?


CEVAP:

Önemli bir olayın anısı için dikilmiş genellikle granitten, kare veya dikdörtgen kesitli,
tepesine doğru incelerek pramit biçiminde sonuçlanan yüksek taşlardır.


#39

SORU:

Asur tarihi kaç başlık altında incelenir?


CEVAP:

Asur tarihi, Eski Asur (ikinci bin yılın ilk yarısı), Orta Asur (ikinci bin yılın ikinci yarısı) ve Yeni Asur Kralığı (MÖ 1000-612) olmak üzere üç başlık altında incelenir. Yaklaşık olarak bin beş yüz yıl devam eden Asur kültürü bir çok bakımdan Sümer Dönemi’nde oluşan köklü geleneklerin devamıdır (Köroğlu 2011:56).


#40

SORU:

Asur Uygarlığının mimari, heykel, kabartma vb. sanatsal yapıları ve gelişimleri hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Orta Asur Dönemi’nde ikinci bin yılın başlarında kent devleti olarak öne çıkan Asur, Anadolu ile yapılan ticarette yine önemli rol oynamıştır. Bu döneme ait önemli yapılar içinde Asur kentinde inşa edilmiş İştar Tapınağı bulunmaktadır. Yeni Asur Krallığı (MÖ yaklaşık 1000 ile MÖ 612 arası), Ön Asya’nın en güçlü devletlerinden biridir. Yeni Asur Krallığı’nın güçlenmesi, yeni başkent ve eyalet merkezlerinin inşası, anıtsal yapıların çoğalması, daha gösterişli heykel ve kabartma yapımına zemin hazırlamıştır. Devletin gücünü ve kralın başarılarını ölümsüzleştirmek amacıyla saray duvarlarını süsleyen figürlü kabartmalar, dönem sanatının ulaştığı seviyeyi gösteren en önemli eserlerdir. Taş bloklar üzerine işlenen sahneler, sefer ve sefer sonrasında yapılan kutlamalardan, dinî törenlerden ve av sahnelerinden seçilmişlerdir. Bu dönem için yeni olan taş levhalar üzerine bir öykünün arka arkaya film şeridi gibi işlenmesidir. Bu hikayeci anlatım ayrıca
bronz levhalara da uygulanmıştır. Asur sanatında, taş ve maden eserler dışında fildişi, cam eserler ve Mezopotamya sanatının devamı olarak çeşitli damga ve silindir biçimli mühürcülük ürünleri bulunmaktadır (Pischel 1983:30-31; Köroğlu 2011:94-98).önemin en önemli Saray yapıları arasında Nimrud’da Kuzeybatı Sarayı, Horsabad Sarayı, Ninova’da Güneybatı Sarayı ve Kuzey Sarayı sayılabilir. Saray duvarlarındaki ortostadlar dönemin tasvir sanatının en güzel örnekleridir. Kral II. Aşurnasirpal’in (MÖ 883-859) yaptırdığı Nimrud’daki Kuzeybatı Sarayı’nın iç dekorasyon kabartmalarda, Aşurnasirpal’in düşmanlarına karşı yürüttüğü askerî kampanyalar, kötü ruhlardan korunmak için gerçekleştirilen ritüeller ve Eski Mezopotamya’da bir kraliyet sporu olan avcılık ile ilgili sahneler yer alırlar (s.16, Resim 1.17). Kötü ruhlardan korumak için saray girişlerine Lamaşşu adı verilen heykeller yerleştirilmekteydi (s.17, Resim 1.18). Genellikle tapınaklara armağan olarak yapılan heykellerden ise günümüze az sayıda örnek ulaşmıştır. British Müzesi’nde yer alan II. Aşurnasirpal’in heykeli en önemlilerindendir. 


#41

SORU:

Lamaşşu nedir?


CEVAP:

Yeni Asur sanatında İnsan başlı, hayvan gövdeli, kanatlı ve tek parça taştan yapılmış, ağırlıkları kırk tona ulaşan anıtsal heykeller.


#42

SORU:

Babil uygarlığı ve sanatı hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Güney Mezopotamya’da yaklaşık 1250 yıl varlığını sürdüren Babil, Eski, Orta ve Yeni Babil Krallıkları olmak üzere üç siyasi döneme ayrılır. Babil adı, hem bir kentin hem de kralığın adıdır. Eski Babil Krallığı’nın en önemli kralı Hammurabi (MÖ 1728-1686)’dir. Hammurabi’nin yazdırdığı kanunlarda toplumda düzenin nasıl sağlandığı, suç çeşitleri ve cezaları ayrıntılı olarak belirtilmektedir. Neredeyse tüm Mezopotamya’ya kendi yasalarını kabul ettiren Hammurabi’nin gücünü siyah bazalt taşından yapılmış bir stel simgelemektedir. Susa kentinde bulunan 2,25 metre yüksekliğindeki bu stelin en üstünde Hammurabi, Yasaları yapmak için Güneş Tanrısı’ndan emir alırken tasvir edilmiş, bu sahnenin altına da 282 maddelik yasa kazınarak yazılmıştır (Pischel 1983:29). Orta Babil Krallığı, siyasi egemenliği elinde bulunduran Kasitler’in adıyla da anılmaktadır. Geleneksel özelliklerin sürdürüldüğü dönem sanatının az sayıdaki tasvirli örnekleri arasında, diyorit ve kireçtaşından yapılmış, sınır taşı olarak da tanımlanan stel biçimdeki kudurrular en önemli grubu oluştururlar (Soysal 2008:169). Yeni Babil Krallığı, MÖ 625- MÖ 539 tarihleri arasındaki Pers işgaline kadar süren 86 yıllık bir
dönemi kapsar (Köroğlu 2011:82). Mezopotamya’nın en görkemli kentlerinden biri olan ve bu bölgede gelişen uygarlıkların son başkenti Babil’den, günümüze ulaşan anıtsal
yapıların kalıntıları bu döneme aittir. Egemenliklerini görkemli yapılarla yüceltmek isteyen Nabopolassar ve Nebukadnezzar döneme damgasını vurmuş krallardır. Nebukadnezzar’ın İştar Kapısı (s.17, Resim 1.19) ile ünlü sarayları, ortasından Fırat Nehri’nin geçtiği çift sıra surlu Babil kentinin doğu yakasında bulunmakta, İştar Kapısı’ndan başlayan tören yolu, Babil’in resmî tanrısı Marduk’un Tapınağı’na ulaşmakta, bu tapınağın kuzeyinde ise Babil Kulesi olarak adlandırılan ziggurat yer almaktaydı. Mimari açıdan Babil’in Sümer geleneklerini sürdürdüğü, kentteki sarayların Asur saraylarından daha büyük, sırlı tuğla bezemeli ve renkli olduğu söylenebilir (Köroğlu 2011:95-96; Pischel 1983:33; Soysal 2008:169).


#43

SORU:

İştar kapısı nasıl bir yapıdır?


CEVAP:

İştar Kapısı adını aşk ve savaş tanrıçasından almıştır. Yaklaşık MÖ 575 yılı civarında Nebukadnezzar tarafından yaptırılmıştır. Babil kentinin en görkemli anıtlarından olan 12 m yüksekliğindeki kapının ve çevresindeki surların üzerinde mavi ve sarı sırlı tuğlalardan aslan, ejder, boğa ve rozet bezemeleri yer almaktadır. Bunların büyük bölümü Almanya’da Berlin Müzesi’ne taşınmış, orada sergilenmektedir. Ayrıca bir
bölümü de İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır.


#44

SORU:

Mısır Uygarlığının ve sanatının izlerinin günümüze kadar ulaşmasında coğrafyanın nasıl bir etkisi olmuştur?


CEVAP:

Anadolu ve Mezopotamya gibi geçiş bölgesinde yer almadığından yoğun işgale maruz kalmayan Mısır uygarlığı kültürel sürekliliğini eşsiz coğrafi konumu nedeniyle yaklaşık olarak üç bin yıldan fazla devam ettirebilmiştir. Mısır’da yaşamın tüm alanları Nil Nehri’nin dönemlerine ve akışına göre yönlendirilmiş, Mısır takvimi Nil’in taşma mevsimi esas alınarak oluşturulmuştur. Nil, tarımda, yaşamda ve inançta Mısır  ygarlığının tümü anlamına geliyordu. Yapılar Nil’in kıyısında, parallel ya da dik
olarak inşa ediliyorlardı. Taşımacılıkta Nil’den faydalanıyor, Piramitlerin inşasında
kullanılan taşlar da ihtiyaç olduğunda Nil vasıtası ile taşınabiliyordu.


#45

SORU:

Firavun ve Hiyeroglif kavramlarını açıklayınız?


CEVAP:

Firavun: Eski Mısır’da kendilerini tanrı olarak gören hükümdarlara verilen isim.
Hiyeroglif (resim yazı): Kelime, hece ya da sesi ifade eden nesnelerin resmi. Demotik, halkın anlayabileceği şekilde sadeleştirilmiş, Mısır’a özgü yazı türü, halk yazısı.


#46

SORU:

Mısır Uygarlığına İnancın etkisi nasıl olmuştur?


CEVAP:

Mısır uygarlığında her alanda inanç etkili ve belirleyicidir. Mısır insanı için, yaşadığı bu dünya ve ölümden sonra yaşayacağı dünya, inancının temel eksenini oluşturmaktadır. Onlara göre, insan bu dünyaya ait ölümlü beden ile ölümsüz ruhun birleşiminden oluşmaktadır. Buna göre her insanın maddi yönünü temsil eden Khat ve ruhani yönünü
temsil eden Ka’sı vardır. Mısırlılar, dünyevi yaşamda birleşen Khat ile Ka’nın ölümden sonra mutlak ruha, Ra’ya ulaşmak için Amenti olarak isimlendirilen aşağı dünyaya indiğine ve oradaki Gerçek Salonu’nda yargılandıklarına inanırlar. Gerçek Salonu’nda yargılamayı Tanrı Osiris ve onun kırk iki yargıcı yapmakta, ölçücübaşı Anubis de bir terazi ile ölünün sevap ve günahını ölçmektedir. Eğer kişinin sevap tarafı ağır basarsa ruhu Aşlu adı verilen cennet tarlalarına girebilmektedir. Ruhun, Osiris’in cennetinde üç bin yıl mutlu bir yaşam sürdükten sonra eski bedenine dönmesi beklenmektedir (Sinemoğlu 1984:144-145). Bu inanç sisteminde, ölümlü bedenin fiziki varlığını kaybetmemesi ve iyi korunmasını gerektirdiğinden, mumyalama ve anıtsal mezar geleneği oluşmuştur.Mısır tanrıları çeşitli hayvan formları ile temsil edilmektedir. Bu tanrı figürlerinden bazıları şunlardır: Çakal başlı Anubis (Resim 1.21), doğan başlı Horus, inek başlı Hator, timsah başlı Sebek, dişi aslan başlı Sekhet, domuz başlı Set vb. Tanrı figürleri genellikle geniş yüzeyli mezar anıtlarının duvarlarında ve Mısır inancının yazılı olduğu Ölüler Kitabı’nı temsil eden papirüslerde yer alırlar. Mısırlılar, yaşadıkları dünyayı anlamak ve ölümden sonraki yaşamı organize etmek için özellikle matematik, astronomi ve tıp alanlarında oldukça gelişmiş bilimsel çalışmalarda bulunmuşlardır. Bu çalışmalar, kendilerinden sonraki kültürler için de yol açıcı olmuştur. Mısır “mumyalama tekniği” bu konudaki uzmanlıklarını anlamak için iyi bir örnektir. Günümüz takvim sistemine yakın 360-5 günlük Mısır takvimini geliştirmişlerdir. Büyük anıtsal yapıların oluşturulması için gerekli aritmetik ve geometrik sorunları tüm detayına kadar çözümledikleri buna karşın başka alanlarda aynı oranda başarılı olamadıkları papirüslerdeki yazılardan anlaşılmaktadır.


#47

SORU:

Papirüs nedir?


CEVAP:

Mısır’da Nil kıyısında yetişen bitkinin yapraklarından preslenerek yapılan ve yazı yazmaya yarayan bitkisel levha. Mısır papirüs yazıları, Mısır kültürünü anlamada en
önemli birinci el belgelerdir.


#48

SORU:

Mısır Uygarlığında Piramitler hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Mısır mimari sanatı içinde en görkemli yapıları anıtsal mezarlarla tapınaklar oluşturmaktadır. Dünyanın yedi harikası içinde yer alan piramitler, Mısır insanının yaşama ve yaşam sonrasına bakışı ile ilgili olarak firavunlar için yapılmış anıtsal mezar yapılarıdır. Mısır’da piramit mimarisi birdenbire başlamamış, ölülerini koruma ve gömme âdetlerinin yerleşmesi ve bunların mekânların içlerine yerleştirilmesi geleneğinin oluşmasından sonra ortaya çıkmıştır. Mısır’da basit toprak altı gömüden farklı olarak ölülerini bir mekânla sınırlama ve etrafına hediyeler koyarak gömmenin erken örnekleri mastabalardır. Toprak yüzeyinin üzeri ve etrafı taşlarla örülü olan mastabalarda, görünen yüzeyin altında bulunan asıl mezar odasına merdivenle inilmektedir. Bu yapıların piramit mimarisinin ve ölü gömme geleneğinin oluşturulmasında etkin rolü bulunmaktadır. Eski Kralık’ta inanca göre, firavun öldüğünde gökyüzündeki günlük geçişi sırasında Ra ile birleşerek tanrılaşıyor, ruhu, halkıyla tanrılar arasında bir aracı, onların tanrıyla tek bağı oluyordu. Firavunun Ra’ya uygun bir şekilde ulaştırılması herkesin yararına olacağından, tarlalarda çalışmanın durduğu sel zamanlarında kamusal bir projeyi gerçekleştirmek amacıyla kırk eyaletin her birinden Giza’ya gelen gönüllü işçilerle piramit inşası gerçekleştiriliyordu (Roth 2000:240).Eski Krallık Dönemi, üçüncü hanedanlık zamanında Firavun Zoser ile onun mimarı ve başbakanı olan İmhotep tarafından başkent Memphis’in güneyindeki Sakkara’da bir mezar kompleksi inşa edilmiştir. İmhotep, o zamana kadar kraliyet yapılarında kullanılan ağaç gövdeleri, çamur tuğlaları ve saz demetlerinin yerine kireç taşını kullanmış ve gerçek anlamda piramiti icad ederek mimariye iki büyük yenilik getirmiştir (Roth 2000:233). İmhotep’in inşa ettiği piramit, merdiveni andıran görüntüsünden dolayı basamaklı piramit olarak adlandırılmıştır. Bu ilk piramit örneği, Mısır’da, anıtsal mezar yapısı geleneğini başlatmıştır. Basamaklı ilk piramitten sonra Eski Krallık Dönemi’nde Giza, Sakkara arasındaki bölgede irili ufaklı 70 kadar piramit inşa edilmiştir.Bu piramitler arasından özellikle Giza üçlüsü, piramit yapımının bir daha aşılamayan doruk noktasını oluştururlar. Bu dev kütlelerin her birisi, Kutup Yıldızı’na ve güneşin dikey eksenine doğru kusursuzca hizalanmıştır. İlk yapılan piramit en kuzeydeydi ve üçünün en büyüğüydü. Dördüncü hanedanlık (MÖ 2680-2560) zamanında Herodotes’un Keops dediği ikinci firavun Khufu için yapılmıştı. Güneye düşen bir sonraki piramit Herodotes’un Kefren dediği üçüncü firavun Khufu’nun oğlu Khafre; ortadaki piramidin güneybatısında yer alan sonuncu ve en küçük piramit ise Herodotos’un Mycerinus dediği Khafre’nin oğlu Menkare tarafından yaptırılmıştı (Roth 2000:235). Bunlardan 231 m genişlik ve 146 m yüksekliğindeki Keops piramidi insanoğlunun inşa ettiği en büyük yapıdır.  Piramitlerin mezar odası ve tapınak bölümü olmak üzere iki ana bölümleri bulunur.Piramitler sadece taşların üst üste dizilmesi ile değil, oldukça sağlam geometrik, aritmetik ve teorik alt yapı üzerine inşa edilmişlerdir. Bütün piramitler kareye yakın bir taban üzerine kurulmuş, bütünlüğü bozmayacak küçük sapmalar göz ardı edilmiştir.Piramitlerin inşasında büyük taş blokları harç kullanılmadan üst üste yükseltilirken herhangi bir kaymayı ve yıkılmayı önlemek için belli açılar uygulanmıştır. Bütün piramitlerde kenarlarının tabanla yaptığı iç açılar 51- 53 derece arasındadır. Bu da piramitlerin tepeye doğru aynı eğimle düzgün bir şekilde yükselmelerine neden olmaktadır.


#49

SORU:

Mısır tapınakları hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Mısır tapınakları hem tapınma yerleri hem de devlet ve tarım yönetiminin, bilimsel ve tıbbi çalışmaların, merkezleri olan kamusal yapılardı. Çok işlevli bu yapılar ambar ve atölye olarak da kullanıyor, dinsel festivaller düzenleniyordu. Orta Krallık zamanında yönetici sınıf tapınaklarda ikamet eder ve eğitim görürdü. Rahipler, yazı yazmayı ve resim yapmayı tapınaklarda öğretirlerdi (Roth, 2000:248). Mezar tapınaklarının en eskisi mimar Senmut tarafından planlanan ve inşa edilen Kraliçe Hatshepsut’a ait olanıdır (s.22, Resim 1.23). Mısır’ın firavunluğa yükselen tek Kraliçesi olan Hatshepsut, Mentuhotep’in kurmuş olduğu Orta Krallığa ait mezar tapınağının hemen yanında bir benzerini kendisi için yaptırmıştır. Her iki yapı da benzer konumda ve benzer türde teraslıdır. Farklı olarak Hatshepsut’un mezar tapınağının yanında piramidi yoktur. Cesedi tapınağın arkasında bulunan kayanın içindeki koridor mezara yerleştirilmiştir. Her iki yanında sfenks sıralarının yer aldığı tören caddesi tapınağa bir vadi ile bağlıdır. Üst teras duvarla çevrili bir avludur. Bu avlunun dışında çift sütun sıraları, sağ yanında kraliçenin mezarı, sol yanında tanrı Ra adına yapılmış anıtsal sunağın bulunduğu daha küçük bir avlu bulunmaktadır. Esas kutsal bölüm, üst avlunun gerisindeki kayaya oyulmuştur (Sinemoğlu 1984:191-192).Sadece rahiplerin girebildiği, halkın yalnızca tören yolu üstünde törene katılabildikleri tapınaklar genellikle birbirini izleyen üç ana bölümden oluşan çok mekânlı yapılardır. Karnak Tapınağı’nda olduğu gibi tapınağa gelen yol üstünde obeliskler (dikilitaş) (s.22, Resim 1.24) ya da kral yontuları bulunmakta, bu yol büyük bir kapıya (pilon) açılmakta ve buradan çevresi sütunlarla çevrelenmiş bir açık avluya (peristil) geçilmektedir. Avludan ikinci bir kapıyla (pilon), çok sütunlu, ışığını tepeden alan bir salona (hipostile) girilir. Bu salondan da üçüncü bir kapıyla (pilon) sadece firavun ve en yüksek rütbeli rahibinin girebildiği, karanlık ve zengin bezemeli en kutsal odaya geçilmektedir (Pischel 1983:65)


#50

SORU:

Obeliks, Peristil, Pilon ve Hipostil nedir, açıklayınız?


CEVAP:

Obeliks: Dikilitaş, genellikle tek bir taş bloktan yapılan ve belirli bir kişi ya da olayı
simgelemek için dikilen ucu piramidal formda sivriltilmiş ince uzun taş anıtlara denir.

Pilon: Büyük kapı, dünyevi yaşamla uhrevi yaşamı birleştiren veya ayırdığı düşünülen kapıya pilon denir. Osiris’in hükmettiği farklı bölgelere ait kısımlar olarak betimlenir, ruhun bir bölgeden diğerine geçişini kolaylaştırdığı düşünülür.

Peristil: Tapınak ya da iç avluların sütunlarla çevrelenmişlerine peristil denir.

Hipostil: Taşıyıcı sütunların eş aralıklarla dizilmesiyle oluşturulmuş salonlar.


#51

SORU:

Mısır resim sanatı hakkında bilgi veriniz?


CEVAP:

Mısır’da resim, insanların beğenisine sunulmak için değil, ölümden sonraki yaşamda ölene kılavuzluk etsin, ona yardımcı olsun diye yapılırdı. Piramitlerin içindeki resimlerde özellikle Ölüler Kitabı’ndaki konular işlenir, Tanrı Anubis ile ölenin iyilik ve kötülükleri ve nasıl bir ölüm ve geleceğe sahip olduğu gösterilirdi. Mısır resminde sanatçı, konuyu nasıl rahat anlatabiliyorsa figürleri o açılara göre düzenlerdi. Bu yüzden bir resimde birden çok farklı açı kullanılabilmekteydi. Perspektif ve tonlama gibi resme derinlik kazandıracak düzenlemelere başvurulmaz, çok açılı anlatıma uygun olarak figürlerin başları profilden, vücutları cepheden, ayakları yandan gösterilirdi (s.22, Resim 1.25). Gözlerin profil düzenlemeye göre tek olması gerekirken bazen iki tane işlendiği de olurdu. Ağaç gövdeleri boydan, üstündeki çiçekleri yukardan, bir havuz üstten ama içindeki balıklar yandan gösterilirdi (s.22, Resim 1.25). Mısır’da yaşam, inanç ve gelenekler sanatçının resmi kurmada temel bakış biçimini oluştururdu. Buna göre resmin içindeki figürler belli bir hiyerarşiye göre yerleştirilir, tanrı-kral/firavun resimde yer alıyorsa merkezde ve daha büyük boyutlu, diğer figürler firavuna göre daha küçük boyutlu işlenirlerdi. Mısır resmi çok sıkı yasalara göre yapılırdı. Örneğin erkeklerin tenleri, kadınlarınkinden daha koyu boyanırdı. Sanatçılar güzel yazı yazmak, imgeleri ve simgeleri, açıklık ve belginlikle taşa oymak zorundaydılar. Mısır tanrılarının görünümleri önceden sıkı sıkıya saptanmış ve kalıplaşmıştı. Bu kalıpların dışına çıkılamazdı.Bu yüzden, Mısır resim sanatı, üç bin yıldan uzun süren bir zaman içinde çok az değişmiştir. Yeni Kralık’ta IV. Amenhotep (Akhenaton) firavun olur olmaz baş tanrı Amon’un yerine Aton’u geçirerek diğer tanrılara inancı yasaklamış tek tanrı inancını yerleştirmeye çalışmıştır. Akhenaton’un ısmarladığı resimlerde önceki firavunların resimlerindeki katı duruş yoktur (s.23, Resim 1.26). Akhenaton’un MÖ 1352’de ölümünden sonra eski tanrılara geri dönülmüştür. 1922 yılında bulunan Tutankhamon’un mezardan çıkan eserlerin bazılarında Aton dininin başlattığı yeni üslubun izleri görülür. Örneğin Firavun ve eşini gösteren resimde boyut farkı ve hiyerarşi yoktur (s.23, Resim 1.26). Akhenaton ve oğlu Tutakhamon döneminde yaşanan bu büyük değişim Tutakhamon’un çok genç yaşta ölümü ile devam edememiş, Mısır sanat ve yaşamındaki geleneklere tekrar geri dönülmüştür.


#52

SORU:

Mısır heykel sanatını açıklayınız?


CEVAP:

Mısır heykellerinde sert taşlar, granit ve porfir kullanılmış, ender olarak ahşaptan da
heykeller yapılmıştır. Firavun ve çevresine ait heykellerde belirli kurallara bağlı kalınmış, halk sanatı olarak adlandırılan heykellerde daha serbest bir üslup denenmiştir. Heykel
yaşayan figürün ölümden sonra canlı bedenini temsil edeceğinden, heykeli yapılan kişinin görünüşüne uyulmaya çalışılmıştır. Heykeller, çoğunlukla ayakta, frontal (tam karşıdan, cepheden) duruşlu, kollar aşağı sarkık, eller bir rulo tutuluyormuş gibi yumruk yapılmış olarak yontulmuştur. Ayakta duran figürlerde hareketsizliği kırmak için çoğunlukla sol ayaklar bir adım aralığında öndedir. Diz ve dirsekler vurgulanmıştır. Oturan figürlerde iki bacak birleştirilmiş, eller diz üstünde ya da göğüs hizasında, avuç içleri hafif ortası boş yumruk biçiminde ve başlar ileri bakar şekilde dik olarak düzenlenmiştir (s.23, Resim 1.27). Erkek heykellerinin tenleri kadın heykellerine göre daha koyudur. Erkek giysileri sadece bel ve kalça bölgesini kapatır. Tüm vücudu örten kadın giysileri diz ve göğüs hizasında birer çizgiyle vurgulanır. Anıtsal heykellerin dış
mekânlara yapılan sfenksler ile tapınak cephelerinde ya da giriş hollerinde ayakta ve oturur biçimde bulunan sıralı heykel gruplarından oluşan iki önemli türü daha bulunmaktadır. Giza’daki firavun Kefren’e ait olduğu düşünülen insan başlı ve aslan vücuduna sahip anıtsal sfenksin başında iki kulağı açıkta bırakan nemes adı verilen kral/firavun başlığı bulunmaktadır (s.21, Resim 1.22). Sıralı heykel grupları ve sfenksler geniş coğrafi düzlüklere açılan alanların ve tapınakların girişlerine yapıldıklarından sonsuzluğa bakar şekilde yontulurlar (s.22, Resim 1-24). Mısır heykellerinin belli kurallara bağlı kalmadan yapılmış halk sanatı olarak adlandırılan örneklerinde sanatçı, konusunu dünyevi yaşamın içinden aldığı için figürlerin hareketleri daha rahat ve serbesttir. Görünüşlerindeki doğallık ve farklı malzemeleriyle Mısır heykel sanatı örneklerinden ayrılan bu heykellerin en tanınmışlarını bağdaş kurmuş vaziyette oturan kâtip heykeli ile bir elinde asa tutar vaziyette ayakta duran Şeyh el Beled (s.24, Resim 1.28) heykeli oluşturur.