HUKUK TARİHİ Dersi OSMANLI CEZA, VAKIF VE VERGİ HUKUKU soru cevapları:

Toplam 87 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

Osmanlı ceza hukukunun temelini oluşturan sistem
nedir?


CEVAP:

Osmanlı ceza hukukun ukubat denilen İslam ceza
hukukunun temel ilkeleri üzerine kuruludur.


#2

SORU:

İslam ceza hukukunda cezalandırma hakkı kime aittir?


CEVAP:

İslam ceza hukukunda cezalandırma hakkı devlete
aittir.


#3

SORU:

Had ve kısas suçlarının kapsamı nedir?


CEVAP:

ve kısas suçlarının kapsamı nedir?
Cevap: had ve kısas suçları kitap ve sünnette suç olduğu
bildirilen ve cezaları gösterilen fiillerdir. Had suçları
hırsızlık, zina, zina iftirası, Şarap içme-sarhoşluk, yol
kesme, isyan ve dinden dönme suçlarıdır. Kısas suçları ise
adam öldürme ve yaralamadır. Bu tür cezaların suçları tek
ve sabittir. Hakimin takdir hakkını kullanacağı alt ve üst
sınırlar bulunmaz. Kural olarak had suçlarının takibi
şikâyete bağlı değildir. Hırsızlık ve zina iftirasının
kovuşturulması kuralın istisnasıdır. Kısas suçlarının
kovuşturulması ise şikâyete bağlıdır. Kısas suçlarında
şikâyet edecek kimse olmaması durumunda kovuşturma
doğrudan devlet tarafından yapılır. Had suçlarında
mağdurun rızası veya devlet başkanının fâili affetmesi
cezayı düşürmez. Kısas suçlarında ise mağdurun veya
maktulün mirasçılarının fâili affetmesi cezayı ortadan
kaldırır veya cezanın vasfını değiştirir. Bu durumda fâilin
maddi bir tazminat niteliğindeki diyet ödeyerek serbest
kalması düşünülemez. Bozulan kamu düzeni nedeniyle
devletin cezalandırma hakkı devreye girer ve suçlu ta’zîr
yoluyla cezalandırılır. Had ve kısas suçlarında hafişetici
nedenler dikkate alınmazken ta’zîr suçlarında alınır.
Zamanaşımı had suçlarında geçerli, kısas suçlarında
geçerli değildir. Had ve kısas suçları fıkıh kitaplarında
düzenlenmiştir.


#4

SORU:

Ta’zir suçlarının kapsamı nedir?


CEVAP:

Ta’zir suçları Had ve Kısas suçlarının dışında
kalan ve tek tek sayılmasına imkan olmayan rüşvet,
kalpazanlık, casusluk gibi suçlardır. Bu suçlarda suçun
tanımı ve cezanın tayini kanun koyucuya bırakılmıştır. Bu
tür suçlarda hakimin belli bir oranda takdir hakkı
kullanmasından söz edilebilir. Tazir suçları
kanunnamelerde düzenlenmiştir.


#5

SORU:

Suçun unsurları nelerdir?


CEVAP:

Suçun unsurları; Kanuni unsur, Maddi unsur ve
Manevi unsur olmak üzere üç kısma ayrılır..


#6

SORU:

İslam hukukuna göre ceza hukuku devlet başkanları
için nasıl uygulanmaktadır?


CEVAP:

İslam hukukundaki genel kabule göre hükümdarın
sorumsuzluğu veya dokunulmazlığı bulunmaz. İşlediği her
suçtan dolayı yargılanır ve gerekirse cezalandırılır. Hanefi
hukukçular bu konuda farklı bir yorum sahibidir. Onlara
göre devlet başkanı kamu haklarını (hakkullah) ihlal eden
had suçlarında dokunulmazlığa sahiptir. Zira had
suçlarının uygulanması devlet başkanının görevlerindendir. Bir kimsenin kendi üzerinde
cezalandırma yetkisini kullanması ise düşünülemez. Adam
öldürme ve yaralama gibi kişi haklarını ihlal eden suçlarda
ise böyle bir bağışıklıktan yoksundur.


#7

SORU:

İslam hukukuna göre ceza hukuku zimmiler
(gayrimüslim vatandaş) için nasıl uygulanmaktadır?


CEVAP:

İslam ülkesi vatandaşı olan gayrimüslimlere
zimmî denir. Bunlar şarap içme-sarhoşluk suçu dışındaki
bütün suçlarda Müslümanlar gibi muamele görür. Ebu
Hanife, dinleri helal kabul ettiği için din ve vicdan
özgürlüğü bağlamında şarap içmeyi zimmîler bakımından
suç kabul etmez.


#8

SORU:

Ceza hukukunun ye rbakımından uygulanması nasıl
gerçekleşmektedir?


CEVAP:

İslam ceza hukuku dârülislam yani
Müslümanların egemenliği altındaki ülkelerde uygulanır.
Bunun dışındaki ülkelere dârülharb denilir. İşte
dârülharbde işlenen suçların dârülislamda takip edilip
edilmeyeceği tartışmalıdır. Ebu Hanife’ye göre şarap içme
istisnası dışında dârülislamdaki herkese İslam hukuku
uygulanır. Müslümanların dârülharbde işledikleri suçlar
ise İslam kamu düzenini bozmadığı gerekçesiyle İslam
ülkesi tarafından takip edilmez. Ebu Hanife bu içtihadıyla
mülkîlik sistemini benimser gözükmektedir. Diğer
hukukçular ise İslam ülkesi vatandaşları için şahsilik,
yabancılar için mülkîliğin ağır bastığı karma bir sistemi
kabul ederler.


#9

SORU:

Ceza hukukun zaman bakımından nasıl uygulanır?


CEVAP:

Suçlunun aleyhindeki ceza kanunları geriye
yürümez. Had ve kısas suçları zaten Kitap veya sünnet
tarafından konulmuştur. Bu ilke esas olarak ta’zîr suçları
bakımından irdelenebilir. Ta’zîr suçlarında da işlendiğinde
suç sayılmayan bir fiil sonradan suç haline getirilemez.


#10

SORU:

Meşru müdafaa nedir?


CEVAP:

Meşru müdafaa, işlenen hukuka aykırı fiilin suç
oluşturmasını engelleyen en eski ve en önemli hukuka
uygunluk sebebidir. Saldırıyı önlemek için gerektiği kadar
güç kullanılmalıdır. Buna orantılılık ilkesi denir.


#11

SORU:

Hukuka aykırılık nedir?


CEVAP:

Yasaklanan fiilin işlnemesine hukuka uygunluk
sebeplerinin bulunmamasıdır.


#12

SORU:

Hukuka uygunluk nedenleri nelerdir?


CEVAP:

Hukuka uygunluk nedenleri; hakkın kullanılması,
meşru müdafaa ve görevin ifasıdır.


#13

SORU:

Ceza ehliyeti nedir?


CEVAP:

Bir kimsenin ceza sorumluluğuna sahip olabilmesi
için mümeyiz (ayırtım gücüne sahip) ve ergen olması
gerekir. Ergenlik biyolojik bir olaydır. Her somut hadisede
hâkimin ayrıca değerlendirmesi lazım olmakla birlikte
hukukçular erkekler ve kızlar için alt ve üst sınır
belirlemiştir. Kızlar için alt sınır 9, erkekler için 12’dir.
Üst sınır her iki cins için de 15’tir. Yalnız burada Ebu
Hanife’nin farklı bir içtihadı vardır. Ona göre üst sınır
kızlarda 17, erkeklerde 18’dir.


#14

SORU:

Ceza ehliyetini etkileyen durumlar nelerdir?


CEVAP:

Ceza ehliyetini etkileyen durumlar akıl hastalığı,
sarhoşluk ve kusurluluktur.


#15

SORU:

Kusurluluk durumunun kapsamı nedir?


CEVAP:

İşlenen suçtan kişinin sorumlu tutulabilmesi için
kusurun varlığı esastır. Kusur, kasıt, ihmal veya hata ile
oluşur. Kasıt, işlenen fiilin suç olduğunu bilmek ve
neticeyi istemektir. Had suçlarının oluşması için kastın
varlığı aranır. Kısas suçlarında ise ihmal veya hata ile de
suç oluşur. Hataen öldürme veya yaralamada kişinin diyet
ödemesi gerekir.


#16

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda hırsızlık suçunun tanımı,
kapsamı ve cezası nedir?


CEVAP:

Koruma altında bulunan başkasına ait belli
değerin üzerindeki bir malı sahiplenme kastıyla gizlice
almak hırsızlıktır. Çalınan mal Hanefilere göre 10 dirhem
gümüş yani yaklaşık 4,8 gram altın değerinde olmalıdır.
Bunun altındaki değerde bir malın çalınması halinde haddi
gerektiren hırsızlık suçu oluşmaz. Suçluya kanun koyucu
ta’zîr yoluyla uygun bir ceza verir. Çalınan mal başkasının
malı olmalıdır. Malda en küçük bir mülkiyet şüphesi
bulunmamalıdır. Babanın çocuğunun malını çalmasında
ve devlet malının çalınmasında mezheplerin çoğunluğuna
göre yine haddi gerektiren hırsızlık oluşmaz. Bunlara göre
herkesin devlet hazinesinde az da olsa bir payı vardır. Bu
itibarla mülkiyet şüphesi nedeniyle faillere ta’zîren ceza
verilir. Çalınan mal gizlice alınmış olmalıdır. Zorla almak
veya ariyet ve vedia gibi sözleşmeyle alıp geri vermemek
hırsızlık suçunu oluşturmaz. Bu durumda gasp veya
emniyeti suiistimal gibi diğer suçlar oluşabilir. Mal
koruma altında iken alınmış olmalıdır. Koruma altında
olma, malın, mâlikinin izni olmadan girilemeyen bir yerde
olmasını veya bekçi gibi bir kimsenin muhafazasına
bırakılmış olmasını ifade etmektedir. Hırsızlık had suçu
olmasına rağmen hukukçuların çoğunluğuna göre takibi
şikâyete bağlı bir suçtur.


#17

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda isyan etme suçunun tanımı ve
cezası nedir?


CEVAP:

İsyan ya da bağy, silahlı bir grubun meşru devlet
başkanına karşı, kendilerince haklı bir sebebe dayanarak
ve kuvvet kullanarak kalkışmasıdır. İsyana kalkışanlarla
mücadele edileceği ve bu bastırma esnasında isyancıların
öldürülebileceği genel kabuldür. Yaralıları öldürülmez,
malları ganimet sayılmaz ve köle yapılmazlar. İsyan
suçunun bir had suçu olup olmadığı hukukçular arasında
tartışmalıdır.


#18

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda dinden dönmenin cezası
nedir?


CEVAP:

Bir Müslümanın dinini alenen terk etmesine irtidat
denilir. İslam bilginlerinin çoğuna göre dinin açıkça terk
edilmesi suçun oluşması için yeterlidir. Bazı hukukçular
salt dinden dönmeyi yeterli saymaz, kurulu düzene karşı
silahla mücadele etmeyi de bir şart olarak ileri sürer.
Klâsik görüşe göre dinden dönme, ölüm cezasını gerektiren bir had suçudur. Ölüm cezasından önce, dinden
dönme bir şüpheden kaynaklanıyorsa bunun giderilmesi
için çalışılır ve dinden dönenin tekrar geri dönmesine
imkân tanınır. Hanefiler dışındakiler dinden dönenin kadın
veya erkek olması arasında fark gözetmezler. Hanefiler ise
muhtemelen savaşçı görmedikleri için kadı nların ölüm
cezasına çarptırılmayacağı, hapisle cezalandırılacağı
görüşündedir. Günümüz İslam hukukçuları irtidat suçunun
had suçu olmadığı, kanun koyucunun ya da devlet
başkanının takdirine bırakılan bir ta’zîr suçu olduğu
kanaatindedir. Esasen konunun din ve vicdan
özgürlüğüyle yakın ilgisi bulunmaktadır. Çağdaş
hukukçulara göre hiç kimse Müslüman olmaya
zorlanamayacağı gibi dinden çıkmada da bir yaptırımla
karşılaşmamalıdır. Öte yandan kamu düzenini korumak
maksadıyla, devletin propaganda halini alan dinden dönme
fiillerini cezalandı rmasının doğal olduğu ileri
sürülmektedir. Burada dinden dönmenin İslam kamu
düzenine bir tehdit oluşturup oluşturmadığı temel
noktadır


#19

SORU:

Ceza hukukunda kaç tür adam öldürme tanımı
mevcuttur?


CEVAP:

Ceza hukukuna göre beş tür adam öldürme
mevcuttur;
• Kasten öldürme.
• Kasıt benzeri ile öldürme.
• Hataen öldürme.
• Hata benzeri ile öldürme.
• Sebep olma yoluyla öldürme.


#20

SORU:

Osmanlı Ceza hukukuna göre yaralamanın tanımı,
kapsamı ve cezası nedir?


CEVAP:

Yaralama veya müessir fiiller, kasten ya da hata
ile vücut tamlığına yönelik veya acı ve ıstırap doğuran
fiillerdir. Kasten yaralama, saldırı kastıyla yaralamaya
yönelik bir eylemi bilerek ve isteyerek yapmaktır. Kasten
yaralamada verilecek ceza kısastır. Kısasta eşit uygulama
önem taşır. Eşit bir uygulama yapılamayacağından emin
olunamazsa ya da amacı aşan bir sonuç çıkması ihtimali
varsa kısas uygulanmaz; ceza diyete dönüşür. Hata ile
yaralamada fâil eylemi bilerek yapar ancak saldırı kastı
taşımaz. Bu durumda fâil diyet öder. Diyet, tazminat
karakterli bir para cezasıdır. Diyetin mikdarı adam
öldürmede sabittir. Ancak maktulün Müslüman olup
olmadığına, hür olup olmadığına ve kadın veya erkek
olmasına göre değişmektedir. Yaralamada ödenecek
diyette göz, kulak, burun ve diş gibi belli organlar için
mikdar sabittir ve buna erş adı verilir. Bunların dışındaki
yaralamalarda ise duyulan elem ve acının büyüklüğüne
göre hâkim diyet mikdarını takdir eder ki buna da
hukûmet-i adl denilmiştir.


#21

SORU:

Vakıfın tanımı ve hukuki niteliği hakkındaki görüşler
nelerdir?


CEVAP:

Vakfın tanımı ve dolayısıyla hukukî niteliği
konusunda iki görüş vardır. Ebu Hanife’ye göre vakıf,
mülkiyeti vakfedende kalmak üzere vakıf maldan
yararlanmayı insanların istifadesine sunmaktır. İmâmeyn
denilen Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise vakıf,
mülkiyeti Allah’a, kullanım hakkı kişilere ait olmak üzere
bir malı temlik ve temellükten yani başkasının mülkiyetine
vermek veya mülkiyetini almaktan alıkoymaktır. Tanımda
geçen mülkiyetin Allah’a ait olması, mülkiyetin kamuya
ait olması anlamındadır. İki tanım arasındaki temel fark,
vakfedilen malın kimin mülkiyetinde olduğu
noktasındadır.


#22

SORU:

Vakıflardan kimler yararlanabilir?


CEVAP:

Vakıftan yararlanan kimselerin esasen vâkıfa
yabancı kimseler olması beklenir. Ancak Ebu Yusuf,
vakfedenin kendisinin ve yakınlarının da vakıftan
yararlanabileceği kanaatindedir. Aile vakıfarı bu içtihada
dayanır. Okul, cami, kütüphane gibi vakıf eserlerden
herkes yararlanabilir. Tamamen fakirlerin istifadesine
sunulmuş hastane ve aşevi (imarethane) gibi hayır
kurumlarından ise sadece fakirler yararlanabilir. Vakıf tek
taraşı bir hukuki işlem olduğu için vakfın geçerliliği
vakıftan yararlananların kabulüne bağlı değildir.


#23

SORU:

Hangi mallar vakfedilebilir?


CEVAP:

Vakfa özgülenen malın taşınmaz olması gerekir.
Bu kuralın zaruret ve örf nedeniyle iki istisnası vardır. Bir
çiftliğin vakfedilmesi örneğinde olduğu gibi taşınmaza
bağlı olan tarım aletleri ve çiftlik hayvanları gibi
taşınmazın tamamlayıcı unsurları da vakfedilebilir. Örfün
vakfedilmesini kabul ettiği kitap, silah ve para gibi taşınır
mallar da vakfedilebilir. İslam hukukunda para vakfı
kurulması fakihlerin çoğunluğu tarafından kabul
edilmemiştir. Vakfedilecek malın çıplak mülkiyeti
vakfedende kalmak üzere kullanım hakkı vakfedilemez.
Buna uygun olarak, çıplak mülkiyeti devlete ait bulunan
miri arazinin tasarruf hakkı ile icâreteynli vakıfardaki
tasarruf hakkı mutasarrışarı tarafından vakfedilemez.
Bununla birlikte aslında devletin yerine getirmesi gereken
bir kamu hizmetini görmek maksadıyla bir vakıf
kurulduğunda, devlet miri arazinin tasarruf hakkını veya
vergi gelirini veyahut her ikisini bu vakfa devredebilir. Bu
tür vakıfara tahsis kabilinden vakıfar adı verilir. Alacak
hakkı da alacaklının sağlığında vakfa konu olmazsa da
vasiyet yoluyla vakfedilebilir. Vakfa özgülenen mal cami,
medrese, hastane gibi doğrudan vakfın amacının
gerçekleşmesi için kullanılan türden ise bu tür mallara
müessesât-ı hayriye denir. İş hanı, değirmen, dükkân gibi
vakfa gelir getirme amacıyla tahsis edilen bir mal ise buna
da müstegallât-ı vakfiye adı verilir.


#24

SORU:

Vakfın türleri nelerdir?


CEVAP:

Vakıf türleri;
• Amaçlarına göre vakıflar.
• Gerçek anlamda vakıf olup olmamasına göre
vakıflar.
• Gelir getiren malların statüsüne göre vakıflar.
• İdaresine göre vakıflar.


#25

SORU:

Amaçlarına göre vakıf türleri nelerdir?


CEVAP:

Amaçlarıan göre vakıf türleri;
• Hayri Vakıf.
• Aile Vakfı.


#26

SORU:

Gelir getiren malların statüsüne göre vakıf türleri
nelerdir?


CEVAP:

Gelir getiren malların türlerini göre vakıflar;
• Tek kiralı vakıflar.
• Iki kiralı vakıflar.
• Mukataalı vakıflar.
• Avarız vakıflar.
• Gedik ve Girdar.


#27

SORU:

Sahih vakıf nedir?


CEVAP:

Kuru mülkiyet ve tasarruf hakkının birlikte
vakfedilmesi halinde sahih vakıftan söz edilir. Hayri
vakıfarın çoğunluğu sahih vakıftır. Keza aile vakıfarının
tamamı da sahih vakıftır.


#28

SORU:

Tek kiralı vakıf nedir?


CEVAP:

Vakıf taşınmazlar işletilip gelir getirmesi için
kiraya verilir. Vakıf mallardaki kira süresi en fazla üç
yıldır. İslam hukukundaki sahih kira akdi esaslarına
tabidir. Bu şekilde kiraya verilen vakıfara, icâreteynli (iki
kiralı) vakıfarın ortaya çıkmasından sonra icâre-i vâhideli
(tek kiralı) vakıfar adı verildi. Tek kira ile gelir elde etme
yönteminde kira süresinin bitmesi veya kiracının ölümüyle
kira sözleşmesi sona erer, sözleşme mirasçılara intikal
etmez. 1913 tarihinde bu tür vakıfarda malın, kira bedeli
karşılığında ölene kadar kiracının tasarrufunda kalması ve
kiracının ölmesiyle de yerine mirasçılarının geçmesi esası
benimsendi. Buna icâre-i vâhide-I kadîmeli vakıf adı
verildi.


#29

SORU:

Avarız vakıf nedir?


CEVAP:

Geliri bir köy veya mahalle halkının veya esnafın
beklenmedik ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan
vakıfara avârız vakfı denilir. Bu vakıfar, bir köy veya
mahallede veyahut da esnaf loncasında düşkünlüğü
nedeniyle çalışamayanların geçimini karşılamak; fakirlerin
cenazelerini kaldırmak, fakir kızları evlendirmek, fakir
delikanlılara iş kurmak, evi yanan veya yıkılanlara yardım
etmek, köy ve mahallenin yol ve köprü gibi bayındırlık
ihtiyaçlarına kaynak sağlamak gibi amaçlarla kurulurdu.
Savaş ve doğal âfetler gibi beklenmedik hallerde devlet
tarafından hâne başına toplanan avârız vergisi de devlete
bu vakıfardan ödenirdi. Avârız parası, mütevellisi
tarafından murâbaha yoluyla, yani az bir kâr (rıbh)
ödemek suretiyle borç verilerek işletilirdi. Mütevellileri
tarafından Evkâf Nezâretinin denetiminde idare olunan
avârız vakıfarının önemli bir kısmı 1869 senesinde
belediyelere devredildi.


#30

SORU:

Müstesna vakıf nedir?


CEVAP:

Evkâf Nezâretinin müdahalesi olmadan yönetilen
ve vergiden muaf tutulan vakıfara müstesna vakıf denirdi
ki bunlar toplam sekiz vakıftır. Din büyükleri (e’ızze) ve
gaziler (guzât) tarafından kurulmuş vakıfar olmak üzere
ikiye ayrılır. Mevlana Celâleddin Rûmî, Hacı Bektaş Veli,
Hacı Bayram Veli, Abdülkâdir Geylânî vakıfarı birinci
gurubu, Gazi Evrenos Bey, Gazi Süleyman Bey, Gazi
Mihal Bey, Gazi Ali Bey Vakfı da ikinci gurubu oluşturur.
Tekke ve zâviyelerin kapatılmasına ilişkin 677 sayılı
Kanunla bu vakıfar 1923’te kapatılmıştır.


#31

SORU:

Zekat nedir?


CEVAP:

Yeme içme, giyinme, barınma gibi asıl ihtiyaçlar
düşüldükten sonra nisap mikdarı denilen belli bir mikdarı
aşan ve sahibinin mülkiyetinde en az bir sene kalan
mallardan kırkta bir oranında alınan vergiye zekât denilir.
Zekâtın kelime anlamı temizlik ve artmaktır. Zekât
yükümlüsünün tam ehliyetli ve Müslüman olması gerekir.
Zekât, Kur’ana göre (Tevbe: 60) şu sekiz gurup kimseye
verilir: Fakirler ve düşkünler, zekât tahsildarları, müellefei
kulûb denilen kalpleri Müslümanlığa ısındırılacak
kimseler, özgürlüğünü kazanacak köleler, borçlular, ilim
yolunda olanlar, yurdundan uzak düşmüş muhtaç
kimseler. Zekât, gayrimüslime, alt soya, üst soya ve eşe
verilmez. Zekâta tabi mallar fıkıh kitaplarında emvâl-i
zâhire ve emvâl-i bâtına olmak üzere ikiye ayrılarak
incelenmiştir. Emvâl-i zâhire, herkesin görebildiği, ekin ve
meyve gibi gizlemesi mümkün olmayan mallardır. Emvâli
bâtına ise altın, gümüş, kıymetli evrak ve ticaret malları
gibi gizlemesi mümkün olan mallardır


#32

SORU:

Zekat türleri nelerdir?


CEVAP:

Zekat türleri;
• Zekat-I Sevaim.
• Nakitlerin zekatı.
• Ticaret malalrının zekatı.
• Öşür vergisi.


#33

SORU:

Harac nedir?


CEVAP:

Fetih yoluyla ya da barış anlaşmasıyla elde edilen
ülkelerde gayrimüslim halkın elinde bırakılan topraklardan
alınan vergiye harac denilir. Dönüm başına senede bir defa
maktu alınan haraca, harac-ı muvazzaf, araziden elde
edilen ürünlerden arazinin verimliliğine göre onda birden
yarıya kadar alınan haraca ise harac-ı mukâseme adı
verilir. Yukarıda belirtildiği gibi mirî arazinin kira gelirine
öşür denilmişse de aslında harac niteliğindedir.


#34

SORU:

Cizye nedir?


CEVAP:

Baş vergisi de denilen cizye İslam ülkesi
vatandaşı olan gayrimüslimlerden askerlik bedeli olarak
alınan vergidir. Maktu ya da kişilerin servetlerine göre
değişken oranlı olabilmektedir. Maktu cizye, fetih
esnasında devlet başkanı ile gayrimüslimler arasında sulh
yoluyla belirlenir. Rumeli vilayetlerinden Eşak, Boğdan
ve Erdel vilayetlerinden bu tür cizye alınırdı. Osmanlı
Devleti’nde harac ve cizye, câbî veya cizyedâr denilen görevlilerce hazine adına tahsil olunmuştur. Tanzimat’tan
sonra cizye cemaat adına tarh edilip patrikhaneler
tarafından toplanmaya başlandı. Avrupa devletleri
cizyenin kaldırılması için girişimlerde bulunduysa da bu
girişimler sonuçsuz kaldı. 1855 yılında bedeli nakdî-i
askerî adını alan cizye, 1909 yılında gayrimüslimlerin
zorunlu askerliğe tabi tutulması sonucu kaldırıldı.


#35

SORU:

Örfi vergiler nelerdir?


CEVAP:

Kamu yararının gerektirdiği durumlarda şer’î
vergiler dışında toplanan vergilere örfî vergiler
denilmiştir. Esas itibariyle iki tür örfî vergi vardır: Tekâlifi
divaniye veya avârız-ı divaniye de denilen avârız
vergileri ve rüsum-ı örfiye vergileri. Bir de bunlar dışında
kalan örfî vergilerden söz edilebilir.


#36

SORU:

Avarız vergileri nelerdir?


CEVAP:

Savaş harcamaları gibi devletin olağanüstü
giderleri için saldığı vergilere avârız vergisi denilir.
Başlangıçta geçici nitelikte olan bu vergiler XVII. yüzyılın
sonlarından itibaren olağan vergiler arasına girmiştir.
Beldeye topluca salınıp avârız hanesi denen birimler
üzerine tarh edilip taksitle alınırdı. İlk dönemlerde aynî
olarak alınmakta iken XVIII. yüzyılın başlarından itibaren
nakdî olarak tahsil edilmeye başlanmıştır. Bazı avârız
vergileri şöyle sıralanabilir: Savaş harcamalarına katkı
sağlamak için alınan imdâdiye-i seferiye, barış ortamında
savaşa hazırlık yapılabilmesi için alınan imdâdiye-i
hazariye ve diğer fevkalade harcamalar için avârız hanesi
başına alınan avârız akçesi.


#37

SORU:

Raiyet Süsumu nedir?


CEVAP:

Vergi mükellefi halka raiyet denilmiştir. Devletin
verdiği çeşitli hizmetlerin karşılığında alınan vergilere
rüsûm adı verilir. Rüsûm resmin çoğuludur. Raiyet
rüsumu Osmanlı devletinde çiftçinin sipahiye ödediği
vergilerdir. Çift, bennâk, ispenç, çiftbozan, değirmen,
ağnâm ve duhan resimleri gibi bir kısmı harac-ı muvazzaf
sayılır ve şer’î vergilere dâhildir. Raiyet rüsumunun ikinci
kısmına bâd-ı hevâ vergileri denir ki işte bunlar örfî
vergilerdir. Gerdek resmi de denilen resm-i arûs bunlardan
biridir. Bir diğeri cerime ya da resm-i cürm-ü cinayet
denilen ehl-i örfün kendi bölgesinde işlenen suçların
cezalarının infazı karşılığında aldığı rüsumdur. Bir diğeri
de çiftlik tapusu ya da tapu resmidir. Tımar topraklarında
ev inşa edenlerden alınır.


#38

SORU:

Suçun unsurlarından kanuni unsur nedir?


CEVAP:

Kanunda yazılmayan eylemlerin suç oluşturması düşünülemez. Tipiklik de denilen bu unsur hem Batı ceza hukukunun hem de İslam ceza hukukunun temelidir. Had ve kısas suçları ve cezaları nas denilen Kitap ve sünnette belirlenmiştir. Bu nedenle had ve kısas suçlarında tam bir kanunilik ilkesi hâkimdir. Ta’zîr suçlarında yargıca takdir hakkı verildiği durumlarda ilke zayıflar. Osmanlı devletinde görüldüğü üzere kanunname çıkarılarak ta’zîr suçları düzenlendiğinde yine sıkı bir kanunilikten söz edilebilir. Kanunilik ilkesi ceza hukukunda kıyasın uygulanmasını da imkânsız kılar.


#39

SORU:

Ceza hukuku devlet başkanına nasıl uygulanır?


CEVAP:

İslam hukukundaki genel kabule göre hükümdarın sorumsuzluğu veya dokunulmazlığı bulunmaz. İşlediği her suçtan dolayı yargılanır ve gerekirse cezalandırılır. Hanefi hukukçular bu konuda farklı bir yorum sahibidir. Onlara göre devlet başkanı kamu haklarını (hakkullah) ihlal eden had suçlarında dokunulmazlığa sahiptir. Zira had suçlarının uygulanması devlet başkanının görevlerindendir. Bir kimsenin kendi üzerinde cezalandırma yetkisini kullanması ise düşünülemez. Adam öldürme ve yaralama gibi kişi haklarını ihlal eden suçlarda ise böyle bir bağışıklıktan yoksundur.


#40

SORU:

Ceza hukukunun zimmîler bakımından uygulanması nasıldır?


CEVAP:

İslam ülkesi vatandaşı olan gayrimüslimlere zimmî denir. Bunlar şarap içmesarhoşluk suçu dışındaki bütün suçlarda Müslümanlar gibi muamele görür. Ebu Hanife, dinleri helal kabul ettiği için din ve vicdan özgürlüğü bağlamında şarap içmeyi zimmîler bakımından suç kabul etmez.


#41

SORU:

Ceza hukukunun yer bakımından uygulanması nasıldır?


CEVAP:

İslam ceza hukuku dârülislam yani Müslümanların egemenliği altındaki ülkelerde uygulanır. Bunun dışındaki ülkelere dârülharb denilir. İşte dârülharbde işlenen suçların dârülislamda takip edilip edilmeyeceği tartışmalıdır. Ebu Hanife’ye göre şarap içme istisnası dışında dârülislamdaki herkese İslam hukuku uygulanır. Müslümanların dârülharbde işledikleri suçlar ise İslam kamu düzenini bozmadığı gerekçesiyle İslam ülkesi tarafından takip edilmez. Ebu Hanife bu içtihadıyla mülkîlik sistemini benimser gözükmektedir. Diğer hukukçular ise İslam ülkesi vatandaşları için şahsilik, yabancılar için mülkîliğin ağır bastığı karma bir sistemi kabul ederler.


#42

SORU:

Ceza hukukunun zaman bakımından uygulanması nasıldır?


CEVAP:

Suçlunun aleyhindeki ceza kanunları geriye yürümez. Had ve kısas suçları zaten Kitap veya sünnet tarafından konulmuştur. Bu ilke esas olarak ta’zîr suçları bakımından irdelenebilir. Ta’zîr suçlarında da işlendiğinde suç sayılmayan bir fiil sonradan suç haline getirilemez.


#43

SORU:

Suçun maddi unsuru ne demektir?


CEVAP:

Objektif unsur da denilen bu unsura göre bir suçtan bahsedebilmek için öncelikle olumlu veya olumsuz bir eylemin varlığı gerekir. Hırsızlık suçunda maddi unsur başkasının malını gizlice alma, adam öldürme suçunda adam öldürme eylemidir. Hareket aşamasına geçmeyen tasavvur ve düşünceler suç oluşturmaz. Hanefi hukukçular olumsuz bir eylemle işlenen suç ile olumlu bir eylemle işlenen suçu aynı derecede görmezler. Çölde susuzluktan ölmekte olan bir kimseye su vermeyen veya boğulmakta olan bir kimseyi kurtarmayan kimse bunları kasten de yapmış olsa adam öldürme suçunu işlemiş olmaz. O kadar ki, Ebu Hanife’ye göre bir kimseyi odaya kapatıp açlıktan ve susuzluktan ölmesine yol açan kimse de kısas veya diyet gerektiren adam öldürme suçunu işlemiş sayılmaz. Bu durumda fâil ta’zîr yoluyla cezalandırılır.


#44

SORU:

Hukuka uygunluk nedenlerinden hakkın kullanılması ne demektir?


CEVAP:

Aile disiplini kapsamında anne babaların çocuklarını eğitmek için kullandıkları makul güç suç oluşturmaması buna örnektir. 


#45

SORU:

Meşru müdafaa ne demektir?


CEVAP:

Meşru müdafaa, işlenen hukuka aykırı fiilin suç oluşturmasını engelleyen en eski ve en önemli hukuka uygunluk sebebidir. Saldırıyı önlemek için gerektiği kadar güç kullanılmalıdır. Buna orantılılık ilkesi denir.


#46

SORU:

Görevin ifası ne demektir?


CEVAP:

Hekimlik ve benzeri mesleklerin icrasında kusur ve tedbirsizlik, meslek ve sanatta acemilik olmaksızın meydana gelen ölüm ve yaralamalardan suç oluşmaz.


#47

SORU:

Ceza ehliyeti ne demektir?


CEVAP:

Bir kimsenin ceza sorumluluğuna sahip olabilmesi için mümeyiz (ayırtım gücüne sahip) ve ergen olması gerekir. Ergenlik biyolojik bir olaydır. Her somut hadisede hâkimin ayrıca değerlendirmesi lazım olmakla birlikte hukukçular erkekler ve kızlar için alt ve üst sınır belirlemiştir. Kızlar için alt sınır 9, erkekler için 12’dir. Üst sınır her iki cins için de 15’tir. Yalnız burada Ebu Hanife’nin farklı bir içtihadı vardır. Ona göre üst sınır kızlarda 17, erkeklerde 18’dir.


#48

SORU:

Akıl hastalığı ceza ehliyetini ne şekilde etkiler?


CEVAP:

Akıl hastalığı ceza sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırır. Genellikle devamlı ve geçici olmak üzere iki tür akıl hastalığının varlığından söz edilir. Devamlı akıl hastalığında fâil işlediği suçtan sorumlu tutulmaz. Nöbet şeklinde gelen geçici akıl hastalığında ise kişi nöbet geldiğinde sorumsuz, nöbet dışında sorumlu olur.


#49

SORU:

Sarhoşluk ceza ehliyetini ne şekilde etkiler?


CEVAP:

Bilinçli sarhoşluk ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ancak alınan ilaç nedeniyle ya da zorlama sonucu oluşan sarhoşluk ceza sorumluluğunu ortadan kaldırır. Bununla birlikte mezhepler arasında sarhoşun ceza ehliyeti konusunda farklı içtihatlar vardır.


#50

SORU:

Kusurluluk ne demektir?


CEVAP:

İşlenen suçtan kişinin sorumlu tutulabilmesi için kusurun varlığı esastır. Kusur, kasıt, ihmal veya hata ile oluşur. Kasıt, işlenen fiilin suç olduğunu bilmek ve neticeyi istemektir. Had suçlarının oluşması için kastın varlığı aranır. Kısas suçlarında ise ihmal veya hata ile de suç oluşur. Hataen öldürme veya yaralamada kişinin diyet ödemesi gereki


#51

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda hırsızlık ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Koruma altında bulunan başkasına ait belli değerin üzerindeki bir malı sahiplenme kastıyla gizlice almak hırsızlıktır. Çalınan mal Hanefilere göre 10 dirhem gümüş yani yaklaşık 4,8 gram altın değerinde olmalıdır. Bunun altındaki değerde bir malın çalınması halinde haddi gerektiren hırsızlık suçu oluşmaz. Suçluya kanun koyucu ta’zîr yoluyla uygun bir ceza verir. Çalınan mal başkasının malı olmalıdır. Malda en küçük bir mülkiyet şüphesi bulunmamalıdır. Babanın çocuğunun malını çalmasında ve devlet malının çalınmasında mezheplerin çoğunluğuna göre yine haddi gerektiren hırsızlık oluşmaz. Bunlara göre herkesin devlet hazinesinde az da olsa bir payı vardır. Bu itibarla mülkiyet şüphesi nedeniyle faillere ta’zîren ceza verilir. Çalınan mal gizlice alınmış olmalıdır. Zorla almak veya ariyet ve vedia gibi sözleşmeyle alıp geri vermemek hırsızlık suçunu oluşturmaz. Bu durumda gasp veya emniyeti suiistimal gibi diğer suçlar oluşabilir. Mal koruma altında iken alınmış olmalıdır. Koruma altında olma, malın, mâlikinin izni olmadan girilemeyen bir yerde olmasını veya bekçi gibi bir kimsenin muhafazasına bırakılmış olmasını ifade etmektedir. Hırsızlık had suçu olmasına rağmen hukukçuların çoğunluğuna göre takibi şikâyete bağlı bir suçtur.


#52

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda yol kesme ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Bir ya da birden fazla kişinin zor kullanarak gelip geçmeyi önleme, insanların mallarını alma veya canlarına kast etme amacıyla yol kesmesine hırâbe denir. Ebu Hanife bu suçun ancak şehirlerarası yollarda işlenebileceğini kabul eder. Silah veya kuvvet kullanma, şehirlerarası yollarda işlenme ve Ebu Hanife’den gelen bir görüşe göre fâilin erkek olması suçun unsurlarını oluşturur. Bu suça özgü olmak üzere tövbenin cezaya etkisi bulunmaktadır. Fâil ya da fâillerin yakalanmadan önce tövbe edip teslim olmaları halinde ceza düşer.


#53

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda zina ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Evli olmayan bir kadınla erkeğin cinsel beraberlikleri zinadır. Ebu Hanife’ye göre cinsel ilişki bir kadınla bir erkek arasında olmalıdır. Buna göre hemcinsler arası ilişkiler zina değildir; ta’zîr grubuna giren bir cinsel birliktelik suçudur. Diğer hukukçular ise böyle bir ayrım yapmazlar. Evli veya bekâr olmak suçun oluşması için fark doğurmazsa da uygulanacak ceza bakımından önem taşır. Bekâr kimselerin zina suçunun oluşması için helal olmayan bu cinsel ilişkinin varlığı yeterlidir. Evli kimsenin zinasında ise kişinin muhsan olması lazımdır. Muhsan olma başından bir evlilik geçmiş olma demektir. Ebu Hanife ve Malik muhsan sayılmak için zina yapanın Müslüman olması gerektiği görüşündedir. Diğer suçlar için iki tanık gerekirken zina suçunun ispatında dört erkek tanığın varlığı şarttır. Bu şart zina cezasının daha çok caydırmak amacıyla konulduğunu göstermektedir. Zira dört kişinin aynı anda zina fiiline şahitlik yapması neredeyse imkânsızdır. Bekârın cezası yüz sopa, evlinin cezası ise recm yani taşlanarak öldürmedir ki Osmanlılarda bir kez uygulanmıştır.


#54

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda zina iftirası ne demektir?


CEVAP:

Bir kimseye zina ithamında bulunmak veya zina sonucu doğduğunu iddia etmek zina iftirası yani kazf suçunu oluşturur. İthama maruz kalan kimsenin daha önce evlilik dışı bir cinsel ilişkide bulunmamış olması gerekir. İftiraya muhatap olan kişinin kadın veya erkek olması fark etmez; iki cins de suçun mağduru olabilir. Kimi hukukçular zina iftirası suçunu Allah haklarını ihlal eden suçlardan, kimi hukukçular da kişi haklarını ihlal eden suçlardan kabul etmektedir. Bu ayrımın takibin şikâyete bağlı olup olmaması noktasında bir önemi yoktur. Zira bütün hukukçulara göre suçun takibi şikâyete bağlı kılınmıştır. Bu ayrım, isnat mahkeme intikal ettikten sonra fâilin mağdur tarafından affedilip affedilemeyeceği konusunda önem taşır. Suçu sabit olan kimseye sopa cezası verilir; ayrıca iftira atan bir kimse olarak ömür boyu tanıklığı kabul edilmez


#55

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda şarap içme ve sarhoşluk ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Suçun bu şekilde isimlendirilmesi Ebu Hanife’nin içtihadını yansıtmaktadır. Bir taraftan mikdardan bağımsız olarak az da olsa şarap içme, öteki taraftan sarhoşluk verecek derecede şarap dışındaki içkilerden alma suçun maddi unsurunu oluşturmaktadır. Diğer mezheplere göre ise sarhoşluk veren herhangi bir içkinin içilmesi yeterlidir ki bu durumda suçun adı içki içme suçu olur. Hz. Peygamber suçun cezası olarak sopa cezası vermişse de sabit bir mikdar belirlememiştir. İlk halife Hz. Ebu Bekir cezayı 40 sopa, ikinci halife Hz. Ömer 80 sopa olarak tatbik etmiştir. Bu nedenle suçun had suçu mu ta’zîr suçu mu olduğu noktasında tartışma vardır.


#56

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda isyan ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

İsyan ya da bağy, silahlı bir grubun meşru devlet başkanına karşı, kendilerince haklı bir sebebe dayanarak ve kuvvet kullanarak kalkışmasıdır. İsyana kalkışanlarla mücadele edileceği ve bu bastırma esnasında isyancıların öldürülebileceği genel kabuldür. Yaralıları öldürülmez, malları ganimet sayılmaz ve köle yapılmazlar. İsyan suçunun bir had suçu olup olmadığı hukukçular arasında tartışmalıdır.


#57

SORU:

Günümüz islam hukukçuları dinden dönme için hangi görüşü savunurlar?


CEVAP:

Günümüz İslam hukukçuları irtidat suçunun had suçu olmadığı, kanun koyucunun ya da devlet başkanının takdirine bırakılan bir ta’zîr suçu olduğu kanaatindedir. Esasen konunun din ve vicdan özgürlüğüyle yakın ilgisi bulunmaktadır. Çağdaş hukukçulara göre hiç kimse Müslüman olmaya zorlanamayacağı gibi dinden çıkmada da bir yaptırımla karşılaşmamalıdır. Öte yandan kamu düzenini korumak maksadıyla, devletin propaganda halini alan dinden dönme fiillerini cezalandırmasının doğal olduğu ileri sürülmektedir. Burada dinden dönmenin İslam kamu düzenine bir tehdit oluşturup oluşturmadığı temel noktadır.


#58

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda kasten adam öldürme ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Öldürme sonucunu bilerek ve isteyerek öldürmedir. Hanefilerde kastın ölçüsü öldürmede kullanılan aletin niteliğidir. Kesici ve delici bir aletle gerçekleştirilen öldürmelerin kasten olduğu kabul edilir. Kasten adam öldürmenin cezası kısastır. Maktulün belirli derecede yakınları kısas yerine diyet isteyebilirler. Diyet belirli bir mal veya paradır. Fâilin diyet ödemesi durumunda kısas düşer. Ancak bu halde devlet genel cezalandırma yetkisini kullanarak suçluya ta’zîr yoluyla ceza verir.


#59

SORU:

Kasıt benzeri ile öldürme ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Öldürmeye elverişli olmayan bir alet kullanarak öldürmedir. Sopa ile öldürmek gibi. Kasıt benzeri ile öldürmede kısas gerekmez. Kefaret ve ağır diyet lazım gelir. Diyeti âkıle denilen katilin erkek akrabaları (asabe) üç senede öder.


#60

SORU:

Hataen öldürme ne demektir?


CEVAP:

Bu da iki türlüdür. Av hayvanı sanarak bir kimsenin öldürülmesinde olduğu gibi fâilin kasıtta yanılması ile olabileceği gibi av hayvanına atılan bir merminin sekerek bir kimsenin ölümüne sebep olunması yani fiilde hata şeklinde de olabilir. Hataen öldürmede katilin âkılesinin diyet ödemesi ve kefaret gerekir.


#61

SORU:

Hata benzeri ile öldürme ne demektir?


CEVAP:

Yüksekten bir kimsenin üstüne düşerek, uyuyan bir kimsenin yuvarlanarak bir kimseyi öldürmesinde olduğu gibi fâile bir kusur isnat edilmeyen durumlardaki öldürmelerdir. Bunun cezası da kefaret ve diyettir.


#62

SORU:

Sebep olma yoluyla öldürme ne demektir?


CEVAP:

Başka bir niyet ve düşünceyle girişilen eylemin bir kimsenin ölümüne yol açmasıdır. Bir kimsenin kendi mülkü olmayan bir yere mesela ağaç dikmek amacıyla açtığı çukura birinin düşüp ölmesi gibi. Sebep olma yoluyla öldürmede âkılenin diyet ödemesi gerekir. Kefaret lazım gelmez.


#63

SORU:

Osmanlı ceza hukukunda yaralama ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Yaralama veya müessir fiiller, kasten ya da hata ile vücut tamlığına yönelik veya acı ve ıstırap doğuran fiillerdir. Kasten yaralama, saldırı kastıyla yaralamaya yönelik bir eylemi bilerek ve isteyerek yapmaktır. Kasten yaralamada verilecek ceza kısastır. Kısasta eşit uygulama önem taşır. Eşit bir uygulama yapılamayacağından emin olunamazsa ya da amacı aşan bir sonuç çıkması ihtimali varsa kısas uygulanmaz; ceza diyete dönüşür. Hata ile yaralamada fâil eylemi bilerek yapar ancak saldırı kastı taşımaz. Bu durumda fâil diyet öder. Diyet, tazminat karakterli bir para cezasıdır. Diyetin mikdarı adam öldürmede sabittir. Ancak maktulün Müslüman olup olmadığına, hür olup olmadığına ve kadın veya erkek olmasına göre değişmektedir. Yaralamada ödenecek diyette göz, kulak, burun ve diş gibi belli organlar için mikdar sabittir ve buna erş adı verilir. Bunların dışındaki yaralamalarda ise duyulan elem ve acının büyüklüğüne göre hâkim diyet mikdarını takdir eder ki buna da hukûmet-i adl denilmiştir.


#64

SORU:

Ta’zir suçları ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Tanımının ve cezasının tayinin kanun koyucuya bırakıldığı suçlara ta’zîr suçları denir. Diğer bir ifadeyle had ve kısas suçları dışında kalan suçlar ta’zîr grubunu oluşturur. Mahiyeti itibariyle iki tür ta’zîr suçu vardır. Birinci türde aslında had veya kısas suçu iken unsur eksikliği ya da kısas suçlarında diyet talep edilmesi halinde had ve kısas cezalarının uygulanamaması neticesi suç ta’zîr suçuna dönüşür. İkinci tür ta’zîr suçları ise gerçek ta’zîr suçları yani baştan itibaren bu şekilde düzenlenen suçlardır


#65

SORU:

Vakıf eden kimse ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Vakfeden Kimse (Vâkıf) Vakıf kurma malvarlığını azaltıcı bir işlem olduğu için vakıf kurucusunun tam eda (fiil) ehliyetine sahip olması gerekir. Yani ayırtım gücüne sahip, ergen ve ergin (reşit) olmalıdır. Akıl hastalarının, akıl zayıflarının (mâtuh), mümeyiz ve gayrımümeyiz küçüklerin vakıf kurucusu olmaları mümkün değildir. Anılan kimseler bu işlemi kendileri yapamayacakları gibi, veli veya vasi gibi kanuni temsilcilerinin rızalarıyla dahi yapamazlar. Mal varlığını gerektiği gibi kullanamayıp aşırı savurganlığı nedeniyle hâkim kararıyla kısıtlılık altına alınan sefih de, sağlar arası bir işlemle vakıf kuramaz ise de ölüme bağlı bir tasarrufla yani vasiyetle vakıf kurabilir. Ancak vasiyet yoluyla kurulan vakıf terekenin üçte birinde geçerli olur, aşan kısım için mirasçıların razı olması gerekir. Borçları nedeniyle kısıtlılık altına alınmış bulunan borçlu, kısıtlılık kararından önce edindiği malvarlığıyla vakıf kuramaz. Osmanlı Devleti’nde kadıların on XVI. yüzyılın ortalarından itibaren borçluların kurduğu vakıfları tescil etmesi yasaklanmıştır. Ölüm hastasının kurduğu vakıf, borçlu ise alacaklılarının, değilse vakfa özgülediği mal, terekesinin üçte birini aşıyorsa mirasçılarının rızasıyla geçerlilik kazanabilir.


#66

SORU:

Vakfın kuruluşunda irade beyanı nasıldır?


CEVAP:

Vakfın kurulması yönündeki iradenin sözlü olarak ifade edilmesi yeterli olmakla birlikte vakıf koşullarının uzun bir metni gerektirmesi ve bu koşulların tereddütsüz bir şekilde saptanabilmesi amacıyla iradenin yazıyla ortaya konulması yararlı görülmüş, ayrıca vakıftan dönülememesi için mahkemeye tescil de bir zorunluluk olarak kabul edilmiştir. İrade beyanının geciktirici ve bozucu bir şart içermemesi gerekir. Örneğin “Bu yıl çok verimli geçer de bol ürün alırsam elde edeceğim gelirin yarısıyla vakıf kuruyorum” veya “Yıl sonunda şu kadar zarar edersem kurmuş olduğum vakıf feshedilmiş olsun” diyerek vakıf kurulamaz. Sadece belirli kimselerin vakıftan yararlanan olarak belirlenmesi de vakfın ebediliği ilkesine aykırıdır. Lehdar olarak sadece bu kimselerin gösterilmesi bunların ölümünden sonra vakfın sona ermesi anlamına gelecektir ki bu durum anılan ilkenin ihlali demektir. Vasiyet yoluyla vakıf kurulabilir. Elbette bu durumda vakfa tahsis edilen malvarlığı vasiyet için getirilen 1/3 sınırlamasına tabi olacaktır.


#67

SORU:

Vakfedilen mal ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Vakfa özgülenen malın taşınmaz olması gerekir. Bu kuralın zaruret ve örf nedeniyle iki istisnası vardır. Bir çiftliğin vakfedilmesi örneğinde olduğu gibi taşınmaza bağlı olan tarım aletleri ve çiftlik hayvanları gibi taşınmazın tamamlayıcı unsurları da vakfedilebilir. Örfün vakfedilmesini kabul ettiği kitap, silah ve para gibi taşınır mallar da vakfedilebilir. İslam hukukunda para vakfı kurulması fakihlerin çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir. Vakfedilecek malın çıplak mülkiyeti vakfedende kalmak üzere kullanım hakkı vakfedilemez. Buna uygun olarak, çıplak mülkiyeti devlete ait bulunan miri arazinin tasarruf hakkı ile icâreteynli vakıflardaki tasarruf hakkı mutasarrıfları tarafından vakfedilemez. Bununla birlikte aslında devletin yerine getirmesi gereken bir kamu hizmetini görmek maksadıyla bir vakıf kurulduğunda, devlet miri arazinin tasarruf hakkını veya vergi gelirini veyahut her ikisini bu vakfa devredebilir. Bu tür vakıflara tahsis kabilinden vakıflar adı verilir. Alacak hakkı da alacaklının sağlığında vakfa konu olmazsa da vasiyet yoluyla vakfedilebilir. Vakfa özgülenen mal cami, medrese, hastane gibi doğrudan vakfın amacının gerçekleşmesi için kullanılan türden ise bu tür mallara müessesât-ı hayriye denir. İş hanı, değirmen, dükkân gibi vakfa gelir getirme amacıyla tahsis edilen bir mal ise buna da müstegallât-ı vakfiye adı verilir.


#68

SORU:

Vakıftan yararlananlar ne şekilde düzenlenmiştir?


CEVAP:

Vakıftan yararlanan kimselerin esasen vâkıfa yabancı kimseler olması beklenir. Ancak Ebu Yusuf, vakfedenin kendisinin ve yakınlarının da vakıftan yararlanabileceği kanaatindedir. Aile vakıfları bu içtihada dayanır. Okul, cami, kütüphane gibi vakıf eserlerden herkes yararlanabilir. Tamamen fakirlerin istifadesine sunulmuş hastane ve aşevi (imarethane) gibi hayır kurumlarından ise sadece fakirler yararlanabilir. Vakıf tek taraflı bir hukuki işlem olduğu için vakfın geçerliliği vakıftan yararlananların kabulüne bağlı değildir.


#69

SORU:

Vakfın kuruluşu nasıldır?


CEVAP:

Vakıftan dönülüp dönülemeyeceği meselesi yukarıda da açıklandığı üzere hukukçular arasında tartışmalı olduğundan, vakfın kurulmasını takiben vâkıfın vakıftan cayma ihtimalinin ortadan kaldırılması gerekmiştir. Zira bilindiği gibi Ebu Hanife’nin içtihadına göre vâkıf vakfından dönebilir. İşte bu durumu önlemek için vakfeden kimse yalancıktan vakıftan caymakta ve mütevelliden malı geri istemektedir. Mütevelli de iadeden kaçınmaktadır. Mesele hâkimin önüne taşınmakta ve hâkim Ebu Yusuf’un içtihadına göre hüküm vererek vakfı lâzım yani bağlayıcı hale getirmektedir.


#70

SORU:

Hayri Vakıf  ne demektir?


CEVAP:

Bütün insanların veya duruma göre yoksulların yararlandığı vakıf türüne hayri vakıf denir. Esasen vakıftan kastedilen de bu tür vakıflardır.


#71

SORU:

Aile vakfı ne demektir?


CEVAP:

Vakfedenin bizzat kendisinin veya soyundan gelenlerin yararlandığı vakıflara aile vakfı veya zürri vakıf adı verilir. Yukarıda değinildiği üzere hukukçuların çoğunluğu aile vakfını geçerli kabul etmez. Ebu Yusuf ise vâkıfın ve alt soyunun vakıf lehdarı olabileceği görüşündedir. Uygulamada bu görüş hâkim olmuştur. 


#72

SORU:

Sahih vakıflar ne demektir?


CEVAP:

Kuru mülkiyet ve tasarruf hakkının birlikte vakfedilmesi halinde sahih vakıftan söz edilir. Hayri vakıfların çoğunluğu sahih vakıftır. Keza aile vakıflarının tamamı da sahih vakıftır.


#73

SORU:

Gayrısahih Vakıflar ne demektir?


CEVAP:

Devletin, miri arazinin tasarruf hakkını veya vergi gelirlerini veyahut da her ikisini esasen bir kamu hizmetini karşılamak üzere kurulmuş bir vakfa tahsis etmesi halinde, bu tür vakıflara gayrısahih vakıf veya irsadi vakıf veyahut da tahsis kabilinden vakıf denilir. Cami, medrese, imarethane gibi hayır kurumları hayırseverler tarafından yapılıp vakfedilmekte, devlet de bunların işletme giderlerini işte bu yöntemle temin etmekte idi.


#74

SORU:

Tek Kiralı (İcâre-i Vâhideli) vakıf ne demektir?


CEVAP:

Vakıf taşınmazlar işletilip gelir getirmesi için kiraya verilir. Vakıf mallardaki kira süresi en fazla üç yıldır. İslam hukukundaki sahih kira akdi esaslarına tabidir. Bu şekilde kiraya verilen vakıflara, icâreteynli (iki kiralı) vakıfların ortaya çıkmasından sonra icâre-i vâhideli (tek kiralı) vakıflar adı verildi. Tek kira ile gelir elde etme yönteminde kira süresinin bitmesi veya kiracının ölümüyle kira sözleşmesi sona erer, sözleşme mirasçılara intikal etmez. 1913 tarihinde bu tür vakıflarda malın, kira bedeli karşılığında ölene kadar kiracının tasarrufunda kalması ve kiracının ölmesiyle de yerine mirasçılarının geçmesi esası benimsendi. Buna icâre-i vâhide-i kadîmeli vakıf adı verildi.


#75

SORU:

İcâreteynli (İki Kiralı) Vakıflar ne demektir?


CEVAP:

 Müessesât-ı hayriyeye gelir getirmesi için tahsis edilen müstegallât-ı vakfiyenin işletilme usulünün bunların en fazla üç yıl süre ile kiraya verilmesi olduğu yukarıda belirtilmişti. Ancak bu tür vakıf akarlar doğal afetler ve zamanın yıkımı ile harap olunca vakıf gelirleriyle tamir ettirilememiş veya yeniden yapılamamıştır. Sonuçta yeni yöntemler bulunmuş ve XVI. yüzyılın sonlarına doğru icâreteynli vakıflar ile mukâtaalı vakıflar ihdas edilmiştir. İcâreteynli vakıfta, vakıf arsa üzerine bina yapıp kullanmak isteyen kimseden yapının değerine yakın bir bedel alınmakta idi. Buna icâre-i muaccele yani peşin kira adı verilirdi. Vakıf ile mutasarrıf arasındaki ilişkinin kira ilişkisi olduğunu vurgulamak maksadıyla yıllık bir kira daha alınmakta idi ki bu sembolik kiraya da icâre-i müeccele adı verilirdi. İşte iki kiralı vakıf denilmesinin nedeni budur. Vakıf arsa üzerine yapılan bina ve dikilen ağaçlar vakfın mülküdür. Mutasarrıf, vakıf akarı yaşadığı sürece kullanır, ölünce de bu tasarruf hakkı mirasçılarına geçer. Mutasarrıf ayrıca bu tasarruf hakkını başkasına devredebilir veya taşınmazı kiraya verebilir. İcâreteynli vakıflardaki tasarruf hakkı neredeyse mülkiyet hakkına yakındır. Mutasarrıf mirasçı bırakmadan ölürse tasarruf hakkı vakfa döner.


#76

SORU:

Mukâtaalı Vakıf ne demektir?


CEVAP:

Mukâtaalı vakıflar da icâreteynli vakıflar gibi harap olmuş vakıf gayrimenkullerin yeniden gelir getirir hale iadesi amacıyla icat edilmiş bir vakıf türüdür. Mukâtaalı vakıflarda icâreteynli vakıflardan farklı olarak vakıf arazi üzerindeki bina ve ağaçlar mutasarrıfa aittir. Mutasarrıf, vakfa her sene mukâtaa veya icâre-i zemin adı verilen bir kira öder. Mukâtaalı vakfın kurulması da icâreteynli vakıfların kurulması için gereken şartların varlığına bağlıdır. Yalnız burada padişahın izni aranmaz.


#77

SORU:

Avârız Vakıf ne demektir?


CEVAP:

Geliri bir köy veya mahalle halkının veya esnafın beklenmedik ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan vakıflara avârız vakfı denilir. Bu vakıflar, bir köy veya mahallede veyahut da esnaf loncasında düşkünlüğü nedeniyle çalışamayanların geçimini karşılamak; fakirlerin cenazelerini kaldırmak, fakir kızları evlendirmek, fakir delikanlılara iş kurmak, evi yanan veya yıkılanlara yardım etmek, köy ve mahallenin yol ve köprü gibi bayındırlık ihtiyaçlarına kaynak sağlamak gibi amaçlarla kurulurdu. Savaş ve doğal âfetler gibi beklenmedik hallerde devlet tarafından hâne başına toplanan avârız vergisi de devlete bu vakıflardan ödenirdi. Avârız parası, mütevellisi tarafından murâbaha yoluyla, yani az bir kâr (rıbh) ödemek suretiyle borç verilerek işletilirdi. Mütevellileri tarafından Evkâf Nezâretinin denetiminde idare olunan avârız vakıflarının önemli bir kısmı 1869 senesinde belediyelere devredildi.


#78

SORU:

Gedik nedir?


CEVAP:

Gedik bir ticaret veya sanatı yapabilme yetki ve imtiyazıdır. Bir mülk veya vakıf dükkânda, kiracı olarak bulunan esnafın, mülk sahibi veya vakıf mütevellisinin izniyle yaptığı tezgâh, vitrin, dolap gibi şeylere de gedik denilmiştir. Kiracının, o dükkân üzerinde hakk-ı kararı, yani gedik hakkı doğduğu kabul edilmiştir. Bu, taşınmaz üzerinde tesis edilmiş bir tür irtifak hakkıdır. Gedik hakkı sahibi işini bıraktığında veya öldüğünde, bu işi yapmaya hak kazanmış oğlu varsa, yerine o geçebilirdi. Yoksa kendisi veya mirasçıları bu gedik hakkını çalışma hakkı olup da işyeri boşalmasını bekleyen bir başkasına satabilirdi.


#79

SORU:

Girdâr ne demektir?


CEVAP:

Girdâr ise gayrımenkullerin üzerine kiracı tarafından mâlik veya mütevellinin izniyle yapılan binadır. Buna örf-i belde gediği veya pafdos da denilmiştir. Burada da kiracının taşınmazda bir hakkı doğduğu kabul edilir. Kiracı tahliye edilemez, ödediği meblâğ (hava parası) iade edilmedikçe iş yeri başkasına kiraya verilemez. Kiracı bu hakkını devredebilir. Öldüğünde hakkı mirasçılarına geçer.


#80

SORU:

Mazbut Vakıf nedir?


CEVAP:

Mazbut vakıflar, Evkâf Nezâreti (‘Vakıflar Bakanlığı’) tarafından idare olunan vakıflardır. Padişah ve hânedan mensuplarının kurduğu vakıfların çoğu mazbut vakıftır. Mütevellisi kalmayan vakıflar ile kötü yönetim nedeniyle mütevellisinin elinden alınan vakıflar da mazbut vakıf sayılır. Evkâf Nezaretinin yerini günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü almıştır. Bütün iş ve işlemleri Vakıflar Genel Müdürlüğünce yürütülür.


#81

SORU:

Mülhak Vakıf ne demektir?


CEVAP:

Mülhak Vakıflar Evkâf Nezaretinin denetimi altında mütevellilerince idare ve temsil edilen vakıflara mülhak vakıf denilir.


#82

SORU:

Müstesna Vakıf nedir?


CEVAP:

Evkâf Nezâretinin müdahalesi olmadan yönetilen ve vergiden muaf tutulan vakıflara müstesna vakıf denirdi ki bunlar toplam sekiz vakıftır. Din büyükleri (e’ızze) ve gaziler (guzât) tarafından kurulmuş vakıflar olmak üzere ikiye ayrılır. Mevlana Celâleddin Rûmî, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli, Abdülkâdir Geylânî vakıfları birinci gurubu, Gazi Evrenos Bey, Gazi Süleyman Bey, Gazi Mihal Bey, Gazi Ali Bey Vakfı da ikinci gurubu oluşturur. Tekke ve zâviyelerin kapatılmasına ilişkin 677 sayılı Kanunla bu vakıflar 1923’te kapatılmıştır.


#83

SORU:

Zekat nedir?


CEVAP:

Yeme içme, giyinme, barınma gibi asıl ihtiyaçlar düşüldükten sonra nisap mikdarı denilen belli bir mikdarı aşan ve sahibinin mülkiyetinde en az bir sene kalan mallardan kırkta bir oranında alınan vergiye zekât denilir. Zekâtın kelime anlamı temizlik ve artmaktır. Zekât yükümlüsünün tam ehliyetli ve Müslüman olması gerekir. Zekât, Kur’ana göre (Tevbe: 60) şu sekiz gurup kimseye verilir: Fakirler ve düşkünler, zekât tahsildarları, müellefe-i kulûb denilen kalpleri Müslümanlığa ısındırılacak kimseler, özgürlüğünü kazanacak köleler, borçlular, ilim yolunda olanlar, yurdundan uzak düşmüş muhtaç kimseler. Zekât, gayrimüslime, alt soya, üst soya ve eşe verilmez. Zekâta tabi mallar fıkıh kitaplarında emvâl-i zâhire ve emvâl-i bâtına olmak üzere ikiye ayrılarak incelenmiştir. Emvâl-i zâhire, herkesin görebildiği, ekin ve meyve gibi gizlemesi mümkün olmayan mallardır. Emvâl-i bâtına ise altın, gümüş, kıymetli evrak ve ticaret malları gibi gizlemesi mümkün olan mallardır. 


#84

SORU:

Haraç nedir?


CEVAP:

Fetih yoluyla ya da barış anlaşmasıyla elde edilen ülkelerde gayrimüslim halkın elinde bırakılan topraklardan alınan vergiye harac denilir. Dönüm başına senede bir defa maktu alınan haraca, harac-ı muvazzaf, araziden elde edilen ürünlerden arazinin verimliliğine göre onda birden yarıya kadar alınan haraca ise harac-ı mukâseme adı verilir. Yukarıda belirtildiği gibi mirî arazinin kira gelirine öşür denilmişse de aslında harac niteliğindedir.


#85

SORU:

Avârız Vergileri nedir?


CEVAP:

Savaş harcamaları gibi devletin olağanüstü giderleri için saldığı vergilere avârız vergisi denilir. Başlangıçta geçici nitelikte olan bu vergiler XVII. yüzyılın sonlarından itibaren olağan vergiler arasına girmiştir. Beldeye topluca salınıp avârız hanesi denen birimler üzerine tarh edilip taksitle alınırdı. İlk dönemlerde aynî olarak alınmakta iken XVIII. yüzyılın başlarından itibaren nakdî olarak tahsil edilmeye başlanmıştır. Bazı avârız vergileri şöyle sıralanabilir: Savaş harcamalarına katkı sağlamak için alınan imdâdiye-i seferiye, barış ortamında savaşa hazırlık yapılabilmesi için alınan imdâdiye-i hazariye ve diğer fevkalade harcamalar için avârız hanesi başına alınan avârız akçesi.


#86

SORU:

Raiyet Rüsûmu nedir?


CEVAP:

Vergi mükellefi halka raiyet denilmiştir. Devletin verdiği çeşitli hizmetlerin karşılığında alınan vergilere rüsûm adı verilir. Rüsûm resmin çoğuludur. Raiyet rüsumu Osmanlı devletinde çiftçinin sipahiye ödediği vergilerdir. Çift, bennâk, ispenç, çiftbozan, değirmen, ağnâm ve duhan resimleri gibi bir kısmı harac-ı muvazzaf sayılır ve şer’î vergilere dâhildir. Raiyet rüsumunun ikinci kısmına bâd-ı hevâ vergileri denir ki işte bunlar örfî vergilerdir. Gerdek resmi de denilen resm-i arûs bunlardan biridir. Bir diğeri cerime ya da resm-i cürm ü cinayet denilen ehl-i örfün kendi bölgesinde işlenen suçların cezalarının infazı karşılığında aldığı rüsumdur. Bir diğeri de çiftlik tapusu ya da tapu resmidir. Tımar topraklarında ev inşa edenlerden alınır.


#87

SORU:

Diğer örfî vergiler nelerdir?


CEVAP:

Kadıların taksim ettikleri terekelerden aldıkları resm-i kısmet, nikâhlardan aldıkları resm-i nikâh, hüccetlerden aldıkları resm-i hüccet, yargılama harçları; kesilen hayvanlardan alınan kassâbhâne, kellehâne, kelle, ayak, ciğer parası gibi vergiler, mer’a, otlayan hayvanlardan alınan ağıl, çit, otlak, yaylak ve kışlak resimleri, muhtesiblerin topladığı ihtisab resimleri, memurların tayininde verilen beratlardan alınan harçlar, memurların tayin olundukları yere vardıklarında halktan toplanan kudûmiye vergisi rüsûm-ı örfiye kapsamındadır.