İKTİSADİ DÜŞÜNCELER TARİHİ Dersi Sosyalist Düşüncenin Doğuşu ve Marksizm soru cevapları:

Toplam 72 Soru & Cevap
PAYLAŞ:

#1

SORU:

İktisat teorisinde hem Ortodoks hem de heterodoks iktisadi düşünürlerin cevaplamaya çalıştıkları temel soru nedir?


CEVAP:

Nasıl bir ekonomik sistem olmalıdır ve bu sisteme bağlı kurumlarla ekonomik etkinlik, verimlilik, eşitlik ve büyüme nasıl sağlanabilir?


#2

SORU:

İktisadi düşünürlerin öne sürdüğü insan refah ve mutluluğunu sağlayacak en temel ekonomik sistemler nedir?


CEVAP:

Bu konuda tavsiye olunan iki temel ekonomik sistem kapitalizm ve sosyalizmdir.


#3

SORU:

Hangi ekonomik sistemde karar alıcılar bireylerdir ve ekonomik kaynak da özel mülkiyet altındadır?


CEVAP:

Kapitalist sistemde karar alıcılar bireylerdir ve çoğu ekonomik kaynak özel mülkiyet altıdadır.


#4

SORU:

Şehirleşen ve yeni sınıfların ortaya çıktığı sanayi toplumunda ne gibi olumlu gelişmelerin meydana geldiği ifade edilebilir?


CEVAP:

Yeni mal ve hizmetlerin Pazar için  üretilmesi, yeni piyasaların yaratılması, uluslararası ticaret yoluyla yeni pazarların bulunması gibi sebeplerle yüksek büyüme oranlarına ulaşılmış ve insanoğlunun refahının daha  önceki dönemlerin toplamında daha fazla arttığı bir düzeye ulaşılmıştır.


#5

SORU:

Sanayi toplumundaki dönüşümlerle birlikte ne gibi sorunlar ortaya çıkmıştır?


CEVAP:

Üretim ve bölüşüm alanlarında işçi sınıfını olumsuz etkileyen adalet ve eşitlikle ilgili sorunlar ortaya çıkmıştır.


#6

SORU:

Thomas More’un Utopia isimli eserinde dönemin mevcut toplumsal düzenine yönelik temel tartışması nedir?


CEVAP:

More, Utopia adlı eserinde mevcut toplumsal düzene isyan etmiş ve özel mülkiyetin olmadığı daha adil bir toplum hayalini kurmuştur. More’a göre toplumsal sorunların temelinde özel mülkiyet sisteminin varlığı Din ve cinsiyet ayrımının olmadığı ada devletinde mülkiyet ortak haktır, üretime herkes katılacaktır ve lüks mallar üretilmeyecektir. More, üretim ve bölüşümün yapılmasını merkezi bir iradeyle yerine getirilmesini uygun görür.


#7

SORU:

Ütopik sosyalistlerin toplumsal düzen ve ekonomik sistemle ilgili görüşlerini açıklayınız.


CEVAP:
  • Büyük kitleler için sefalet, eşitsizlik ve güvensizlikle sonuçlanan rekabetçi ekonomik düzene karşı büyük tepki ve memnuniyetsizlik duymuşlardır.
  • Kapitalist sistemin uyum içinde çalışmadığını ve çatışmalara gebe olduğunu düşünmüşlerdir
  • Çıkar çatışmaları toplumsal çatışmalara meydan verilmeden barışçıl yollarla çözülebilir
  • Kurumsal düzenlemelerde yapılacak esaslı ve radikal değişikliklerin toplumsal değişimi sağlayacağına ve refah düzeyini arttıracağına inanmışlardır.

#8

SORU:

Marx’ın kendisinden önceki sosyalist düşünürleri “ütopik sosyalistler” olarak adlandırmasının sebebi nedir?


CEVAP:

Bu düşünürler temel olarak kapitalizmin eleştirisini yapmışlardır ancak o sistemin yerine düşündükleri sosyalist sistemin nasıl ortaya çıkacağı ve kurumları ile beraber bu sistemin nasıl işleyeceği ve temellerinin ne olacağı konularına fazla önem vermemişlerdir. Ayrıca sistemi analitik olarak ele almak yerine olması gerekenle gerçekte var olan arasında karşılaştırmaya yer vermişlerdir. Bu yüzden Marx bu düşünürleri “ütopik sosyalistler” olarak adlandırmıştır.


#9

SORU:

Ütopik sosyalistlerin görüşleri hangi ortak noktalarda birleşmiştir?


CEVAP:

Ütopik sosyalistleri birçok ortak nokta bir araya getirmiştir. Bunların başında büyük kitleler için sefalet, eşitsizlik ve güvensizlikle sonuçlanan rekabetçi ekonomik düzene karşı duyulan büyük tepki ve memnuniyetsizlik gelir. Kurumsal düzenlemelerde yapılacak esaslı ve  radikal değişiklikler toplumsal değişimi sağlayacak ve refah düzeyinde artışa sebep olacaktır. Diğer bir nokta kapitalist sistemin uyum içinde çalışmadığıdır. Onlara göre kapitalist sistem uyumsuzdur ve çatışma içindedir. Çıkar çatışmaları toplumsal çatışmalara meydan verilmeden barışçıl yollarla çözülmelidir.


#10

SORU:

Sosyalizmin babalarından olarak kabul edilen Saint Simon’un kuramlarının temelinde yatan görüşleri nedir?


CEVAP:

Saint Simon, rekabete dayalı piyasa mekanizmasının yıkıcı olduğunu savunmuştur. Fakat alternatif bir sosyalist iktisadi model geliştirmemiştir. Bir yandan sistemin toplum temeline göre düzenlenmesi gerektiğini savunurken diğer yandan devletin bilimsel ve toplumsal gelişimi destekleyen bir araç olarak kullanılmasını savunmuştur. Simon, planlı kamu ekonomisinin ekonomik çıktı ve aktiviteyi arttıracağını öngörmüş, planlı kamu ekonomisinin oluşmasında bilim insanları ve mühendislerin önemli rol oynaması gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca Simon’a göre, feodal yapının tamamen ortadan kalkması, aylaklar ve asalaklar ile üretici sınıf arasındaki çelişkilerin ortadan kalkması ve başarı ilkesinin toplumun merkezinde olması önemlidir. Son olarak Simon, özel mülkiyete karşı çıkmamış, özel mülkiyeti toplumsal hoşgörü ve yükümlülükleri yerine getiren bir parça olarak ele almıştır.


#11

SORU:

Fourier iyi bir toplumu nasıl tanımlar?


CEVAP:

Fourier’e göre iyi bir toplum kooperatifler şeklinde organize olmuş ve herkese minimum gelirin garanti edildiği toplumdur.


#12

SORU:

Aynı zamanda büyük bir sanayici olan ve fikirlerini ilk önce kendi fabrikasında uygulamaya başlayarak yeniden örgütlenme yoluna giden düşünür kimdir?


CEVAP:

Robert Owen


#13

SORU:

Müdahaleci-devletçi sosyalizmin temelde savunduğu görüş nedir?


CEVAP:

Müdahaleci-devletçi sosyalizm görüşü temelde devlet müdahalesinin gerekliliğini savunur ve devleti ekonomik aktivitede denetleyici-düzenleyici ve düzeltici bir güç olarak ele alır.


#14

SORU:

Sismondi’ye göre işçilerle işverenler arasındaki çatışmanın temelinde ne yatmaktadır?


CEVAP:

Sismondi, işçilerle işverenler arasındaki çatışmanın kaynağını özel mülkiyette görür.


#15

SORU:

Sismondi’ye göre toplumda en önemli sorun nedir?


CEVAP:

Sismondi’ye göre toplumun en önemli sorunu gelirin nasıl dağıldığıdır ve ona göre piyasa mekanizmasında gelir adaletsiz ve eşit olmayan bir dağılıma sahiptir.


#16

SORU:

Sismondi’ye göre üretim fazlası ve nüfus artışının ne gibi etkileri olmuştur?


CEVAP:

Sismondi üretim ve tüketim arasındaki dengesizliğe işaret ederek, üretim fazlasıyla işsizliğin körüklendiğini savunur. Ona göre teknolojik ilerleme kapitalist sistemde aşırı üretime yol açmaktadır. Nüfus artışıyla da ücretler devamlı azalmakta ve efektif talep de düşmektedir. Efektif talepte görülen düşüş aynı zamanda rekabeti de kızıştırmaktadır.


#17

SORU:

Rodbertus’un getirdiği temel eleştiri nedir?


CEVAP:

Rodbertus geçimlik ücret teorisini eleştirmiştir. Ücretlerin ulusal gelirin dağıtımında yetersiz kalacağını ifade etmiştir. Artan verimliliğe ve artan ulusal gelire karşın, işgücünün toplam gelirden aldığı pay geçimlik düzeyde kalmaktadır.


#18

SORU:

Louis Blanc sosyalizmi ne şekilde tanımlamıştır?


CEVAP:

Blanc, sosyalizmi herkesin işinin olduğu ve her çalışana adil ücretin ödendiği bir sistem olarak tanımlamıştır.


#19

SORU:

Blanc’a göre iyi bir ekonomik sistem nasıl bir işleyiş sergiler?


CEVAP:

Ona göre iyi bir ekonomik sistem herkese iş sağlayan bir sistemdir ve bu ancak sosyalizmde söz konusu olacaktır. Blanc’a göre sosyalizmde üretim araçlarının kontrolü devlette olacak ve devlet herkese iş sağlayacaktır. Blanc’ın sosyalist toplumunda herkes yeteneğine göre üretime katkıda bulunup ihtiyacı ölçüsünde pastadan pay alacaktır.


#20

SORU:

Bernstein Marx’ı hangi açılardan eleştirmiştir?


CEVAP:

Marx’ın düşüncelerine kısmen katılan Bernstein bazı noktalarda da Marx’ı şiddetle eleştirmiştir. Bu eleştiriler üç noktada özetlenebilir. Birinci olarak Bernstein Marx’ın tarihsel diyalektik görüşüne karşı çıkmıştır. Marx’ın tarihi ele alış biçimi ona göre eksiktir. İkinci olarak Marx’ın değer kavramı kapitalist sistemin gerçekleriyle uyumlu değildir. Son olarak Bernstein Marx’ın kapitalizmin çöküşü tezine karşı çıkmıştır.


#21

SORU:

Kendini anarşist ilan eden ilk sosyal devrimci kimdir?


CEVAP:

Joseph Proudhon


#22

SORU:

Anarşizmin temel prensibi nedir?


CEVAP:

Bireyin özgürlük alanının olabildiğince geniş tutulmasıdır.


#23

SORU:

Anarşizmde, otoriteye karşı gösterilen sert tepkinin nedeni nedir?


CEVAP:

Anarşizme göre her türlü otorite er ya da  geç kendi içinde bulunmayanları yönetip kontrol altına alacak araçları ortaya çıkaracak bir yapıya sahiptir. Otoriteye karşı gösterilen sert tavrın sebebi budur.


#24

SORU:

Marx’a göre tarihsel değişime sebep olacak güç nedir?


CEVAP:

Teknoloji


#25

SORU:

Kapitalist sistemin dinamik unsuru Marx’a göre nedir?


CEVAP:

Kâr peşinde koşan kapitalist sınıf ve onun aktiviteleridir.


#26

SORU:

Marx kapitalist sistemin çöküşüne yol açacak faktörü nasıl açıklar?


CEVAP:

Kapitalist sınıf ve onun aktiviteleri uzun dönemde proletarya ve toplumun çıkarlarına ters  düşecektir ve bu da sistemin çöküşüyle sonuçlanacaktır.


#27

SORU:

Marx düşünsel   anlamda   ütopik   sosyalistlerden ne şekilde ayrılır?


CEVAP:

Ütopik sosyalistler toplumu doğrudan bir bütün olarak ele alır ve yeni topluma geçişin sadece toplumsal bir bilinç değişikliği ile sağlanabileceğine inanırlar. Bu yaklaşım sınıflar üstü ve sosyal sınıfları toplumsal değişimin merkezi olarak görmeyen bir düşüncedir. Marx’a göre ise ekonomik ve sosyal sınıflar dönüşümün merkezini oluşturur.


#28

SORU:

Hegel tarih teorisinde nasıl bir yaklaşım öne sürer?


CEVAP:

Hegel, tarihin tekrarlardan oluşmayan ve ileriye doğru hareket eden bir süreç olduğunu ve bu sürecin de tez, antitez ve sentezden oluşan üçlü bir yapının ilişkisinden oluştuğunu savunur. Bu üçlü gücün ideolojik olması sebebiyle bu güçlerin analizi tarihsel kanunların bulunmasında yardımcı olacaktır.


#29

SORU:

Hegel’in diyalektik olarak adlandırdığı süreci açıklayınız.


CEVAP:

Hegel’e göre herhangi bir zaman diliminde herhangi bir toplumda hakim olan görüş ‘tez’dir. Bu görüş kısa zamanda karşısında onunla çatışan başka bir görüşü yani antitezi bulur. Tez ve antitezin çatışması daha iyi bir görüş olan sentezin ortaya çıkmasına sebep olur. Sentez toplumdaki yeni hakim görüştür, yani yeni tezdir. Bu da yine antiteziyle çatışarak senteze dönüşür ve ileriye dönük doğrusal süreç tez, antitez ve sentez şeklinde devam eder. Hegel bu süreci ve sürecin analizini diyalektik olarak adlandırır.


#30

SORU:

Hegel’e göre değişimin yani evrimin temelinde yatan nedir?


CEVAP:

Hegel, değişimin ve evrimin kökeninde görüşlerin çatışması olduğuna inanır.


#31

SORU:

Marx’ın tarihsel yaklaşımı ile Hegel’in diyalektiği arasında ne gibi farklılıklar vardır?


CEVAP:

Marx da Hegel gibi tarihsel süreci diyalektik olarak adlandırır. Ancak, Hegel’in diyalektiği idealisttir Marx’ınki diyalektik anlayışı ise materyalistiktir. Hegel’in sürecinde değişen görüşlerdir, Marx’ın tarihsel sürecinde ise değişen yapıdır. Marx’a göre tarihsel değişimin en önemli belirleyicisi materyalistik ya da ekonomik değişimdir.


#32

SORU:

Marx’ın yaklaşımında üretim güçleri kavramı ile neyi ifade eder?


CEVAP:

Üretim güçleri toplumun mal ve hizmetlerin üretiminde kullandığı üretim teknolojisidir. Kalifiye emek, bilimsel bilgi, fiziksel sermaye, üretimde kullanılan araç- gereçler olarak ortaya çıkar ve kullanılır.


#33

SORU:

Marx’ın yaklaşımında üretim ilişkileri kavramı nedir?


CEVAP:

Üretim ilişkileri, kişiler arası, sosyal ilişkiler bütünü, mülkiyet ilişkisi ve kişiler ile mallar arasındaki ilişkiler şeklinde ortaya çıkar ve toplumsal “oyunun kuralları”dır.


#34

SORU:

Marx üretim güçleri ve üretim ilişkileri kavramları ile tarihsel değişim sürecini nasıl açıklar?


CEVAP:

Marx’ın tarihsel değişim olan diyalektik yaklaşımına göre statik üretim ilişkileri tez, üretim güçleri ise antitezdir. Her tarihsel aşamanın başlangıcında üretim güçleri ve üretim ilişkileri arasında uyum söz konusudur. Fakat bu uyum üretim güçlerinde teknolojik değişme ve ilerleme dolayısıyla meydana gelecek değişme ile yerini çelişki ve çatışmaya bırakır. Statik üretim ilişkileri ve üstyapı kurumları artık dinamik altyapıya uygun değildir. Altyapı ve üstyapı arasındaki çatışma ve uyumsuzluk kendisini Marx’a göre sınıf çatışmaları olarak ortaya koyacaktır. Sınıflar arası çatışma ise yeni üretim güçleri ile uyumlu üretim ilişkileri ve üstyapının oluşmasına sebep olacaktır. Bu yeni üretim ilişkileri Marx tarafından sentez olarak adlandırılır ve tez ile antitezin çatışmasından ortaya çıkar. Bu noktada tekrar üretim güçleri ve üretim ilişkileri arasında uyum söz konusudur ve zamanla üretim güçlerindeki teknolojik değişme ile yeni bir çatışmacı süreç tekrar başlamaya gebedir ve her zaman altyapı üstyapıyı belirler.


#35

SORU:

Marx’a göre bir toplumsal yapının sonunu hazırlayan nedir?


CEVAP:

Marx her toplumsal yapının kendi sonunu hazırlayacak altyapısal yıkım tohumlarını özünde taşıdığını ve bu sebeple aynı feodalizmin teknolojik değişmeler sonucu yerini kapitalizme terk ettiği gibi kapitalizmin de aynı süreç sonucu yerini yeni kurum ve üstyapısıyla sosyalizme bırakacağını öngörmüştür. Sosyalizmden sonra ise sınıfsız ve devletsiz bir toplum olan komünizme erişilecektir.


#36

SORU:

Kapitalizmi, önceki toplum yapılarından ayıran temel fark nedir?


CEVAP:

Kapitalizmi feodalizm gibi diğer toplum yapılarından ayıran temel fark emekle diğer üretim araçlarının sahipliğinin ayrışmasıdır.


#37

SORU:

Marx’ta kullanım değeri ve değişim değeri kavramlarını açıklayınız


CEVAP:

Marx’a göre piyasa için üretim yapılmayan kapitalizm öncesi toplumlarda mallar kullanım değeri için üretilmiş, kapitalizmde ise malların üretilmesinin amacı piyasaya yönelik değişim değeri için olmuştur. Marx malları değer bağlamında açıklar. Buna göre bir malın kullanım değeri, bireylerin o mala atfettiği önemle yani sağlayacakları marjinalistler bağlamında faydayla ölçülür. Dolayısıyla bir malın kullanım değeri, bireylerin sübjektif olan yargılarına bağlıdır. Öte yandan değişim değeri, tüm malların ortak ve standart olabilecek bir ölçü temelinde ele alınması ve değeri oluşturan birimin, bahsi geçen malın üretilmesinde harcanan emek-zaman miktarı olması gerekir.


#38

SORU:

Marx’a göre işgücünün kapitalist tarafından tüketilmesi hangi sonucu doğurur?


CEVAP:

Emek kapitalist tarafından tüketildikçe yeni  mallar üretilir ve emeğin kullanımı sonrasında artı değer ortaya çıkar.


#39

SORU:

Artı değer ve emek sömürüsü ilişkisini Marx nasıl açıklar?


CEVAP:

Marx’a göre her toplumda emeğin kullanımı sonucu üretilen mal ve hizmetlerin piyasa değeri, o malların üretilmesinde kullanılan emeğe ödenecek  ücretten daha büyüktür. Yani üretilmiş mal ve hizmetlerin satılması sonucu kapitalistlerin toplam hasılatı emeğe ödeyecekleri maliyetten daha büyüktür. Toplam satış hasılatı ile emeğin maliyeti arasındaki fark Marx tarafından artı değer olarak adlandırılır. Artı değer emek tarafından yaratılır fakat üretim araçlarına sahip olmadıkları için bu artı değer kapitalistler tarafından emekten alınır. Bu emeğin sömürüldüğünün göstergesidir.


#40

SORU:

Marx’a göre kapitalist sistemde ücretlerin düşük tutulmasında, artı değer ve pozitif ekonomik kârların korunmasında temel faktör nedir?


CEVAP:

Emek arz fazlası yani yedek işsizler ordusu


#41

SORU:

Yedek  işsizler  ordusu,  ücret  ve  kâr  oranları  ilişkisi nasıl açıklanabilir?


CEVAP:

Yedek işsizler ordusu, ücret ve kâr oranları  Marx’a göre konjonktürel dalgalanmalara göre farklılık gösterecektir. Sermaye birikiminin ve ekonomik aktivitenin artış dönemlerinde ücretler artar ve yedek işsizler ordusu küçülür. Ücretlerdeki artış kârların azalmasına ve bu durumda kapitalistin göreceli olarak pahalılaşan emek yerine fiziksel sermayeyi ikame etmesine sebep olur. Eğin sermaye ile ikamesi işsizliğin tekrar artmasına ve ücretlerin azalarak kârların yeniden artarak eski düzeyine dönmesine sebep olur.


#42

SORU:

Emeğin sermaye ile ikamesi sonucu ortaya çıkan işsizlik nasıl adlandırılır?


CEVAP:

Teknolojik işsizlik


#43

SORU:

Sermaye oranlarındaki artışın kâr üzerindeki etkisini açıklayınız.


CEVAP:

Teorik olarak sermaye miktarındaki artışların kâr üzerinde ters yönlü iki tür etkisi vardır. Birincisi, sermaye miktarındaki artışlar ceteris-paribus varsayımı altında azalan verimler yasası gereğince kâr oranlarının azalmasına sebep olur. Öbür yandan, sermaye miktarının artışı yeni teknolojileri de içerisinde barındıran verimlilik artışı ve maliyet azalışı yaratır. Bu da kâr oranlarının artmasına sebep olur.


#44

SORU:

Marx kapitalist toplumda kâr oranlarının azalacağı öngörüsünde bulunur. Marx’a göre bu azalış nasıl gerçekleşir?


CEVAP:

Kapitalistin amacı kâr maksimizasyonudur ve bu amaçla sürekli olarak sermaye birikimini artırmak isteyecektir. Sermaye birikimindeki artışlar emek talebinin ve ücretlerin artmasına, yedek işsizler ordusunun küçülmesine sebep olarak kâr oranlarının azalmasına yol açacaktır. Ücretlerdeki artış kapitalistin göreceli olarak pahalılaşan emek yerine fiziksel sermayeyi ikame etmesine ve sermaye birikiminin daha da artmasına sebep olur ki bu gelişme kâr oranının daha fazla düşmesiyle sonuçlanacaktır. Mal piyasalarındaki rekabet de kapitalistlerin sürekli olarak üretim maliyetlerini düşürmek suretiyle daha düşük fiyattan mal satma istekleri neticesinde kâr oranlarının sürekli düşüşler göstermesine sebep olacaktır.


#45

SORU:

Marx’a göre ekonomik aktivitedeki dalgalanmaların ana sebebi nedir?


CEVAP:

Kapitalistlerin kârlar konusundaki doyumsuzluğu sonucu sürekli yatırım harcamalarını arttırmaları ve bunun sonucunda yatırım harcamalarındaki volatilitedir.


#46

SORU:

Marx, kapitalist sistemde piyasalardaki firmalarla ilgili nasıl bir eğilim öngörür?


CEVAP:

Marx, kapitalist sistemlerde mal piyasalarındaki firmaların büyüklüğünün kontrol etmek istedikleri  sermaye birikimlerinin artması nedeniyle büyüyeceğini ve rekabetçi piyasaların sonuçta yoğunlaşma yoluyla tekelleşme eğilimine gireceğini öngörür.


#47

SORU:

Marx’ı kapitalizmin mutlu sona gitmeyebileceğini vurgulayan diğer iktisatçı-filozoflardan ayıran başarısı nedir?


CEVAP:

Marx’a kadar hiçbir iktisatçı-filozof kapitalist sistemin en temel yapıtaşlarını materyalist anlamda incelememiştir. Dolayısıyla Marx’ın bu noktada başardığı hem materyalist ve detaylı bir inceleme yapmış olması em de tarihsel bir süreç içerisinde toplumun nereden geldiğini araştırıp nereye gideceğini göstermeye çalışan bir teori üretmesidir.


#48

SORU:

Müdahaleci-devletçi sosyalizm ile Marx’ın teorisi arasındaki en temel fark nedir?


CEVAP:

İki yaklaşım arasındaki en temel fark devlete biçilen roldür. Müdahaleci yaklaşıma göre devlet toplumsal düzenin kurulması ve kalıcı hale getirilmesinde yadsınamaz bir role sahiptir. Ancak Marx devlete, proletaryanın kendi bilincine ulaşıp kapitalist sistemi yıkmasından sonra sadece kısa bir süreliğine, geçiş aşaması süresince yer verir.


#49

SORU:

İnsan refah ve mutluluğunu sağlayacak en iyi ekonomik sistem nedir?,açıklayınız.


CEVAP:

Diğer bir anlatımla insan refah ve mutluluğunu sağlayacak en iyi ekonomik sistem nedir? Bu konuda tavsiye olunan iki temel ekonomik sistem kapitalizm ve sosyalizm olmuştur. Çoğu iktisadi düşünüre göre insan refah ve mutluluğunun en yüksek olacağı ekonomik sistem serbest piyasa modeline dayalı kapitalist sistemdir. Kapitalizm tarihsel süreç sonunda ortaya çıkan bir ekonomik ve politik sistemdir. İktisadi düşünürler bu sistemin nasıl ortaya çıktığını ve nasıl çalıştığını
ortaya koymaya çalışmışlardır. Kapitalist sistemde ekonomik karar alıcılar bireylerdir ve faktör sahipleri olarak bireyler aynı zamanda farklı piyasalarda
tüketici olarak karar alıcılardır. Bu sistemde çoğu ekonomik kaynak özel mülkiyet altındadır.


#50

SORU:

Kapitalizme alternatif olarak ortaya atılan sistem sosyalizm'i açıklayınız.


CEVAP:

Kapitalizme alternatif olarak ortaya atılan sistem sosyalizm olmuştur. Sosyalizm, kapitalizmin aksine öncelikle teorik olarak kapitalist sisteme alternatif olarak ortaya atılan bir ekonomik model olmuş ve daha sonra bazı toplumlarda uygulama alanı bulmuştur. Sosyalist sistemde ekonomik karar alma,
kaynakların kontrolü ve dağılımı ve çoğu ekonomik kaynağın sahipliği bireylere değil de onlar adına devlete verilmiştir. Modern sosyalist düşüncenin
temellerini feodal toplumun yıkılıp sanayileşmenin geliştiği ve bunun sonucu olarak kapitalist bir toplumun kendine has sosyal sınıflarının oluştuğu 18 ve 19. yüzyılda kapitalist toplumun yaratmış olduğu olumsuzluklara bir tepki ve alternatif bir sistem çabası olarak görmek mümkündür. Şehirleşen ve aynı zamanda işçi ve sermaye sınıflarının ortaya çıktığı bu sanayi toplumunda yeni mal ve hizmetlerin pazar için üretilmesi, yeni piyasaların yaratılması ve uluslararası ticaret yoluyla yeni pazarların bulunması gibi sebeplerle Marx’ın da kabul gördüğü üzere yüksek büyüme oranlarına ve insan oğlunun refahının daha önceki dönemlerin toplamından daha fazla arttığı bir düzeye ulaşılmıştır. Bu olumlu gelişmelerin yanında aynı zamanda üretim ve bölüşüm alanlarında istenmeyen sorunlar ortaya çıkmış ve bu sorunlar özellikle alt sınıf olan işçi sınıfını olumsuz etkilemiştir.  


#51

SORU:

Öncü Sosyalist Düşünürler kimlerdir, açıklayınız.


CEVAP:

Gelirin yaratılması ve bölüşümü, mülkiyet ve mülkiyet ilişkileri ve benzeri alanlarda ortaya çıkan adalet ve eşitlikle ilgili sorunlar sadece sanayi toplumunda ortaya çıkan ve dolayısıyla 18 ve 19. yüzyıla has sorunlar değildir. Eflatun, Thomas More ve Thomas Campanelle gibi düşünürler sanayileşme öncesinde sosyalizm benzeri düşünceler ileri sürmüşlerdir. Fakat bu düşüncelerin ortaya
çıkmasındaki toplumsal dinamikler, sorunların algılanması ve önerilen alternatif çözüm önerileri 18 ve 19. yüzyıldaki anlayış, dinamik ve önerilerden tamamıyla farklıdır. Antik Yunan’da Eflatun, içinde yaşadığı toplumsal siteme alternatif hayalî bir devlet ve toplumsal yapı önerisinde bulunmuş ve bunun için de hayal ettiği toplumda mülkiyetin ortak olmasını savunmuştur. Aristo Thales’in hocası olan Eflatun (Plato) hayal ettiği ideal toplumda askerler ve filozoflardan oluşan hâkim sınıfın mülk sahibi olmasına karşı çıkmış ve hâkim sınıfın toplumun daha önemli
sorunlarına öncelik verebilmesi ve çıkar çatışmalarının olmaması için toplumda mülkiyetin ortak olması gerektiğini savunmuştur. 18 ve 19. yy. öncesi sosyalist düşünce benzeri diğer bir yaklaşım Thomas More (1478-1535)’dan gelir. More “Utopia” isimli eserinde mevcut toplumsal düzene isyan etmiş ve özel mülkiyetin olmadığı daha adil bir toplum hayalini ortaya koymuştur. More’a göre toplumsal sorunların temelinde özel mülkiyet sisteminin varlığı yatar. Din ve cinsiyet ayrımının olmadığı onun ada devletinde; mülkiyet ortaktır, üretime herkes katılacaktır ve lüks mallar üretilmeyecektir ve üretimin amacı hayalî devletin
ihtiyacını karşılamak olacaktır. More üretim ve bölüşümün organizasyonunun yapılmasının merkezî bir iradeyle yerine getirilmesini uygun görür Thomas Campanelle (1568-1638), de aynı More’da olduğu gibi toplumsal sorunların kaynağını özel mülkiyette görür ve mülkiyetin ortak olması gerektiğini savunur. More’dan farklı olarak ise kadın ve çocukların da ortak olduğu bir ortak mülkiyet ve zenginlik paylaşımı görüşünü savunur.


#52

SORU:

Ütopik Sosyalistler ne demektir, ne anlama geldiğini açıklayınız.


CEVAP:

Endüstri devrimi sırasında kapitalizm tüm kurumlarıyla tam olarak oluşmadan önce bazı düşünürler erken vahşi kapitalizmin ortaya çıkarmış olduğu, bireyler ve toplum üzerinde yaratmış olduğu arzulanmayan durumları görerek bu sisteme karşı çıkmışlardır. Marx öncesi sosyalistler olarak adlandırabileceğimiz
bu düşünürler çoğunlukla filozoflar ve moralistlerdir (etikçiler). Bu düşünürler temel olarak kapitalizmin eleştirisini yapmış fakat o sistemin yerine düşündükleri sosyalist sistemin nasıl ortaya çıkacağı ve kurumları ile beraber bu sistemin nasıl işleyeceği ve temellerinin ne olacağı konularına fazla önem vermemişlerdir. Bu sebeple bu düşünürler Marx tarafından “ütopik sosyalistler” olarak adlandırılmışlardır. Marx tarafından ütopik olarak adlandırılmalarının bir sebebi, sistemi analitik olarak ele almaktan ziyade olması gereken ile gerçekte var olan arasında karşılaştırmaya yer vermiş olmaları, bir nevi toplum için en uygun olanı
betimlemeye çalışmalarıdır. Ütopik sosyalistler farklı görüşlere sahiptirler.
Bu düşünürleri bir araya getiren birçok ortak nokta mevcuttur. Bunların başında büyük kitleler için sefalet, eşitsizlik ve güvensizlikle sonuçlanan rekabetçi ekonomik düzene karşı duyulan büyük tepki ve memnuniyetsizlik gelir. Kurumsal düzenlemelerde yapılacak esaslı ve radikal değişiklikler toplumsal değişimi sağlayacak ve refah düzeyinde artışa sebep olacaktır. Diğer bir nokta 19. yy. Avrupa’sındaki kapitalist sistemin uyum (harmony) içinde çalışmadığıdır. Ütopiklere göre kapitalist sistem uyumsuzdur ve çatışmalara gebedir ve çıkar çatışmaları toplumsal çatışmalara meydan verilmeden barışçıl yollarla çözülmelidir. Barışcıl çözümün nasıl olacağı düşünürden düşünüre farklılık gösterir. Son olarak ütopikler rekabete karşı çıkmış ve rekabetin kapitalizmin sonunu getireceğine inanmışlardır.


#53

SORU:

Ütopik Sosyalistler'den Saint Simon'ın kuramlarını açıklayınız.


CEVAP:

Saint Simon rekabete dayalı piyasa mekanizmasının yıkıcı olduğunu savunmuş fakat alternatif bir sosyalist iktisadi model geliştirememiştir. Bir yandan sistemin toplum temeline göre düzenlenmesi ve planlanması gerektiğini savunurken öte yandan devletin bilimsel ve toplumsal gelişimi destekleyici bir araç olarak kullanılmasını desteklemiştir. Bilim adamları ve mühendislerin hazırlanmasında ve uygulamasında önemli rol oynayacağı planlı kamu ekonomisinin ekonomik çıktı ve aktivite düzeyini çok artıracağını öngörmüştür. Simon kuramlarını feodalizmden kapitalist sisteme geçiş aşamasında oluşturmuş ve halen kalıntıları
bulunan feodal yapının tamamen saf dışı bırakılması gereğine inanmıştır. Feodal yapının ortadan kalkması aylaklar ve asalaklar ile üretici sınıflar arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasına ve onun yerine başarı ilkesinin toplumun merkezinde yer almasına sebep olacaktır. İngiltere’de işçi ve işveren arasında görülen çatışmanın kaynağı Simon’a göre işverenlerin işçilere paylaşılan ortak çıkarlar konusunda bilgi vermeyişidir. Simon, hükümetlerin geleneksel rollerini bir kenara bırakıp üretim yönetimi ile ilgilenmesi gerektiğine ve bunun sonucunda rekabetin ortadan kalkacağına inanmıştır. Simon özel mülkiyete karşı
çıkmamış, özel mülkiyeti toplumsal hoşgörü ve yükümlülükleri gerektiren bir parça olarak ele almıştır.


#54

SORU:

Ütopik Sosyalistler'den Charles Fourier'in kuramını açıklayınız.


CEVAP:

Fourier, iyi bir toplumun, kooperatifler şeklinde organize olmuş ve herkese minimum gelirin garanti edildiği toplum olduğunu öngörmüştür. Simon’ın aksine ona göre düzenli, ahlaklı ve adil bir topluma ulaşmanın önünde engeller vardır.
Yine Simon’dan farklı olarak merkezî planlanan bir sistem yerine yerelleştirilmiş bir sistemin daha akılcı olduğuna, sanayileşme hareketi yerine tarıma geri dönüşün doğru olacağına, yöneticilerin vereceği komutlardan ziyade bireylerin inisiyatif kullanmasının gerekli olduğuna inanmıştır. Ona göre akıl, sorunların çözümünde yeterlidir. İnsanların 12 tutkusunun tatmin edilmesi sonucu yeni topluma geçileceğini savunmuştur. Bu tutkuların tatmini için oluşturduğu kuramına göre Falanster ismini verdiği kollektif yerleşim birimlerinde insanlar, devletin herhangi bir müdahalesi olmaksızın barış içinde yaşayabilecektir. Üretimin üç temel ögesi olan sermaye, emek ve yetenek üretimden sırasıyla 1/3, 5/12 ve 1/4 oranlarında pay almalıdırlar. Fourier, ticareti yeni topluma geçişte kısıtlanması gereken bir kurum olarak ele almış, rekabetin ise bireysel değil ama kooperatifler arasında bulunmasının daha doğru olduğunu savunmuştur. Falansterlerin mali ve ahlaki olarak sahip oldukları üstünlük sayesinde Malthus’un
nüfus yasasını çürüteceğini iddia etmiştir. Burada yapılacak üretim insanların daha çok kazanmak isteğiyle yani kazanç hırsıyla değil; insan olmanın getirdiği bir içsel özveriyle meydana gelecektir. Üretim için uzmanlaşma şekilleri belirlenecek, belirlenen şekiller açık ve anlaşılır hâle getirilecektir. Çalışacak insanlara, onlar için en uygun uzmanlık alanları tahsis edilecektir. Fourier kişi başına bir değil, birden fazla uzmanlık alanı tahsis eder. İnsanlar uzmanlaştıkları her bir alanda sadece birkaç saat çalışacak, ardından sırayla diğer uzmanlık alanlarında işe devam edeceklerdir. Bu yolla kişiler monotonluktan
kurtulacaktır. Ücretlendirme konusunda Fourier her çalışana eşit ücret gibi bir istekte bulunmaz. Kişilerin bilgi ve becerisine göre ücretlendirme yapılabilir, yeter
ki minimum ücret kişinin yaşamını idame ettirebilmesi için yeterli olsun. Fourier’ın tasarladığı üretim yöntemi ABD’de bir çiftlikte denenmiştir. Ancak bu yöntem ya ilgi duyanların entelektüel tabakadan olup bedensel güce ihtiyaç duyulan işleri yapmak istememeleri ya kollektif içerisinde yeni doğanların, bu tip üretim yöntemine ebeveynleri kadar meraklı olmayışı yüzünden uzun ömürlü olamamıştır. Düşüncelerinde, sınıflar arasındaki çelişkileri hesaba katmaması eleştirilmiştir.


#55

SORU:

Ütopik Sosyalistler'den Robert Owen'ın kuramını açıklayınız.


CEVAP:

Owen, insanı aklı sayesinde mükemmel olabilecek ve bütün sorunların üstesinden gelebilecek bir varlık olarak ele almıştır. İnsanın yaşadığı problemler
onun var oluşundaki bozukluktan değil; “şeytani” kurumlar aracılığıyla insanların belirli kalıplara sokulmasından ileri gelir. Bu nedenle Owen eğitim reformu ve kooperatiflerin rekabetçi piyasaların yerini alması tavsiyelerinde bulunmuştur. Owen sınıf çatışması olduğu görüşünü reddetmiştir. Büyük bir sanayici olarak döneminde kapitalist sistem içerisinde işçilerin durumunu ve çalışma koşullarını bire bir görmüş ve bu eksikliklere karşı neler yapılabileceğini düşünmeye başlamıştır. Kendi fabrikasında ilk fikirlerini uygulayan Owen, önce çalışma sürelerini kısaltmış, okul ve okul öncesi eğitimine önem vererek çocuk işçi kullanımını yasaklamış, ücretleri genele oranla daha yüksek tutmuş, barınma ve sağlık koşullarını iyileştirmiştir. Kısacası Owen, kendi fabrikası içinde yeniden örgütlenme yoluna gitmiştir. Owen’ın uygulamaları sonucunda fabrikası başlangıçta önemli miktarlarda kâr elde etmeye devam etmiştir. Yoksulluk ve zenginlik arasındaki çelişkiyi çözmek için Owen başlangıçta siyasal sisteme meydan okumamış ve otoriteye başkaldırma yoluna gitmemiştir. Bu yüzden
de başlarda fikirlerini dinleyen, takip eden önemli bir iş gücü ve hatta bir aristokrat kitle oluşmuştur. Ancak kendi fabrikasının sınırlarından çıkıp genel sisteme ilişkin düşüncelerini beyan etmeye başlayınca hem siyasetçiler, hem aristokrasi ve hem de işçilerin bizzat kendilerinden gördüğü ilk ilgiyi kaybetmiştir. Bunun üzerine Owen’ın sistem üzerine fikirleri daha radikalleşmiştir. Ekonominin
genel durumu ve Britanya’daki işsizlik olgusu onda, ekonominin genel dengeye kendiliğinden geleceği şeklindeki klasik yargıya karşı bir tutum geliştirmiştir.
Uygun koşullar altında ve uygun kurumsal yapılarla insanın üretken yapısının çok daha güçlü hâle gelebileceğine, kıtlık probleminin azaltılabileceğine ve aşırı nüfusun da ortadan kalkacağına inanmıştır. Owen toplam üretim ve tüketim arasındaki dengesizliğe dikkat çekmiş ve Say Yasas’nın geçerliliğini reddetmiştir. Hem İngiltere hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde kooperatif üretim sahaları oluşturulması için çalışmıştır. Ona göre ekonomide devletin rolü minimize edilmemelidir. Öte yandan Malthus’un iddia ettiği gibi yoksul yasalarının kaldırılması ya da vergileri azaltma yoluna gidilmesi işsizliği ortadan
kaldıramayacaktır. İşsizliğe “işbirliği köyleri” kuramıyla çözüm aramıştır. İşbirliği köyleri sanayi alanında bir tür kooperatif üretimi olup mevcut kâr ve rekabet sistemine karşı düzenlenmiştir. Owen, sermayeye sabit ve maksimum sınırları belirlenmiş faiz düzeyi ödenmesi gerektiğini düşünmüştür.


#56

SORU:

Müdahaleci-Devletçi Sosyalizm ne demektir, açıklayınız.


CEVAP:

En büyük temsilcileri Blanc, Rodbertus ve Sismondi olan müdahaleci-devletçi sosyalizm görüşü temelde devlet müdahalesinin gerekliliğini savunur ve devleti ekonomik aktivitede denetleyici-düzenleyici ve yeri geldiğinde düzeltici bir güç olarak ele alır. Toplumsal ve ekonomik yaşamın etik değerleri, temel kuralları devlet tarafından konulmalı ve bu değer ile kuralların işlerliği yine devlet organları tarafından kontrol edilmelidir.


#57

SORU:

Müdahaleci-Devletçi Sosyalizm'cilerden biri olan Simonde de Sismondi kimdir, açıklayınız.


CEVAP:

İnsanlık tarihini ilkel, feodal ve modern olarak üç döneme ayıran Sismondi, işçilerle işverenler arasındaki toplumsal çatışmanın kaynağını özel mülkiyette görür. İşverenler üretim araçlarının mülkiyetine sahip olduklarından bu çatışmada
avantajlıdırlar. Sismondi başlangıçta Adam Smith’in görüşlerine inanır ve piyasa mekanizmasının uyum içinde çalıştığı ve devlet müdehalesinin olmadığı laissez
faire yaklaşımının toplumun refahını artıracak en iyi yaklaşım olacağını savunur. Fakat daha sonraki yazılarında klasik düşünürlerin serbest piyasa ekonomisinin
getirilerini çok abarttığını belirtir. Say kanununu eleştirerek laissez faire politikalarının işsizlik ve büyük halk kitlelerinin sefaleti ile sonuçlanacağını öngörür. Piyasa mekanizması adaletsiz ve eşit olmayan bir gelir dağılımına sebep
olur ve toplumda en önemli sorun gelirin nasıl dağıldığıdır. Ona göre toplumsal yaşamda uyum yerine işçi sınıfı ile sermayedarlar arasında sınıf çatışmaları
hâkimdir ve bu zaman geçtikçe keskinleşecektir. Bu görüşleriyle Sismondi Marksist teorinin öncülerinden olmuştur. Sismondi kapitalist toplumun üretim fazlası olasılığına gebe olduğunu ve toplam arzın toplam talepten fazla olması olarak adlandırılacak bu uyumsuzluk (dengesizlik) durumunun toplam üretimin sınırlandırılmasıyla ortadan kalkabileceğini savunmuştur. Üretim ve tüketim
arasındaki dengesizliğe dikkat çeken Sismondi, üretim fazlasının oluştuğunu ve sonuçta işsizliğin körüklendiğini savunmuştur. Ona göre teknolojik ilerleme, kapitalist sistemde aşırı üretime yol açmaktadır. Sistemdeki diğer sorunlardan biri, nüfus artışı nedeniyle ücretlerin giderek azalma eğiliminde olması ve bu yolla efektif talepte görülecek düşüştür. Efektif talepte görülen düşüş ayrıca rekabeti kızıştırmaktadır. Krizler sadece ekonomik boyutuyla değil, sosyal
boyutuyla da ele alınmalıdır. Toplumda görülen sınıflaşma, servet ile emek arasındaki ilişkinin kesilmesinin ve üretim ile çalışma kararlarının kapitalistlerin
“keyfi” doğrultusunda alınmasının bir sonucudur. Çalışma haklarının düzenlenmesi ve işçiler lehine geliştirilmesi, sendikalaşma vb. sosyal hakların kazandırılması gibi reformlara ihtiyaç olduğunu düşünmüştür.


#58

SORU:

Müdahaleci-Devletçi Sosyalizm'cilerden Karl Rodbertus kimdir, açıklayınız.


CEVAP:

Rodbertus devleti sosyal gelişimin motoru olarak ele almıştır. Özellikle iş gücünün düşük ücretlerine dikkat çekmiş ve ücret düzeylerinde yükseliş sağlamaya yönelik yasaları desteklemiştir. Geçimlik ücret düzeyi teorisini eleştirmiş ve ücretlerin ulusal gelirin dağıtımında yetersiz kalacağını ifade etmiştir.
Artan verimliliğe ve sonucunda artan ulusal gelire karşın, iş gücünün toplam gelirden aldığı pay geçimlik düzeyde kalmaktadır. Bu şekilde yapılan
üretim, malların efektif talebi dikkate almaksızın üretilmesine ve dolayısıyla üretim fazlasına yol açmakta, sonuçta ise bölüşüm sisteminde sorunlara
yol açmaktadır. Gelirin eşit dağıtılmasının bir hata olacağını, sonuçta her bireyin sadece küçük bir pay almasıyla sonuçlanacağını düşünmüştür. Rodbertus potansiyel gelir ve üretim faktörlerinin bir kısmının atıl kalmasından dolayı potansiyel gelire ulaşılamıyor olmasına dikkat çeken ilk iktisatçıdır.


#59

SORU:

Müdahaleci-Devletçi Sosyalizm'cilerden Louis Blanc kimdir, açıklayınız.


CEVAP:

Sosyalizm terimini yazılarında ilk kullanan düşünürlerden olan Louis Blanc sosyalizmi herkesin işinin olduğu ve her çalışana adil bir ücretin ödendiği sistem olarak tanımlamıştır. Ona göre iyi bir ekonomik sistem herkese iş sağlayan sistemdir ve bu ancak sosyalizmde söz konusu olacaktır. Blanc’a göre sosyalizmde üretim araçlarının kontrolü devlette olacak ve devlet herkese iş sağlayacaktır. Blanc’ın sosyalist toplumunda, herkes yeteneği ölçüsünde üretime katkıda bulunup ihtiyacı ölçüsünde toplumsal pastadan pay alacaktır. Blanc bireysel rekabeti şiddetle eleştirmiş ve bunun hem işçi sınıfını yoksullaştırdığını hem de burjuvazinin büyük bölümünü tehdit ettiğini iddia etmiştir. İnsan emeğinin karşılığı olan reel ücretin sürekli olarak düşmesini engellemek amacıyla emeğin örgütlenmesi gerektiğini savunmuştur. Blanc’a göre geleceğin toplumu kooperatifsiz düşünülemez ve kooperatif örgütlenmesine devletin yardımcı olması gereklidir. Devlet madenleri, bankaları, sigorta şirketlerini ve diğer işletmeleri ulusallaştırmalı, bunlardan elde edeceği kârı kooperatifler yoluyla ortak üretim için kullanmalıdır. Bir kez demokratik yapılanma sağlanırsa devlet,
kooperatif iş yerlerinin çalışmalarını denetim altına alabilecektir. Öte yandan özel sektör kaybolmayacak, kamusal üretime paralel olarak bir yanda var olmaya devam edebilecektir. Ancak Blanc yine de zaman içerisinde kooperatif üretimin avantajlarının görüleceğini ve sonuçta kapitalist tüm firmaların yerini kooperatif üretimin alacağını düşünmüştür.


#60

SORU:

Revizyonist Sosyalizm'cilerden Eduard Bernstein kimdir, açıklayınız.


CEVAP:

Marx’ın düşüncelerine kısmen katılmış, birtakım alanlarda ise Marx’ı şiddetle eleştirmiştir. Bu eleştiriler temelde üç noktaya odaklıdır: Birincisi, Bernstein, Marx’ın tarihsel diyalektik materyalizm görüşüne karşı çıkmıştır. Marx’ın tarihi ele alış biçimi ve çıkarımları ona göre eksiktir. İkinci olarak Marx’ın artık değer kavramı, kapitalist iktisadın gerçeklikleriyle uyumlu değildir. Son olaraksa
Bernstein, Marx’ın kapitalist sistemin çöküşü ile ilgili tezine karşı çıkmıştır. Sosyalizm, erişilmesi gereken bir şeydir ancak ona erişmek kapitalizmi
yıkmak yoluyla değil: kapitalizmi yaşatıp evrimsel olarak geliştirmekle mümkün olacaktır. Bernstein’a göre piyasalardaki yoğunlaşma aslında sermayedeki
merkezîleşmenin minimizasyonu olarak adlandırılmalıdır. Çünkü şirketler bünyesinde birleşen sermayeler aslında o şirketlere yatırım yapan pek çok küçük yatırımcının yatırımlarıyla oluşmaktadır.


#61

SORU:

Georges Sorel kimdir, açıklayınız.


CEVAP:

Politik anlamda monarşi yanlısı ve gelenekçi bir kişiliği olan Sorel, 1890’larda ortodoks Marksizm taraftarı hâline gelmiştir. Ancak Marx’ın düşüncelerinde
gördüğü eksiklikleri-boşlukları tamamlamayı denemiştir. Bu düşünceleri Sorel’in heterodoks Marksizm kaymasına yol açmıştır. Marx’ın düşüncelerinin temelinde pessimizm ve irrasyonellik olduğunu kabul eden Sorel, Marksizm Hıristiyanlığa daha yakın bulmuştur. Marxizmin söylemlerinin genelindeki doğruluğu Ortodoks Marksistler gibi bilimsel temellere bağlamaya çalışmak yerine bu doğruluğun
fikirsel ve etik anlamda proleteryanın korunmaya çalışılmasından kaynaklandığını düşünmüştür. Kapitalist düzenin nasıl oluştuğunu irdeleyen Sorel, parlamenter sosyalizm ve onun orta-sınıf bürokrat ve gazete-entelektüellerinin, tıpkı onlardan
önceki geleneksel liberaller ve kapitalist elitler gibi sosyal bilimler, ekonomi ya da herhangi başka bir önemli konuyu anlayamayacağını savunmuştur. Ona göre, 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında çalışanlara seçme hakkı tanınması, bu insanların daha önceki politik güçlerden daha aptal ve daha az becerikli insanları politik elitler hâline getirmelerine yol açmıştır. Bu durumun çözümü Sorel’e
göre sadece ve sadece parlamenter yapının işçiler tarafından bir bütün olarak boykot edilmesinde gizlidir. Kapitalizme karşı saldırı ve işçilerin haklarını elde etmesi ancak bu yolla mümkün olacaktır.


#62

SORU:

Joseph Proudhon kimdir, açıklayınız.


CEVAP:

Anarşizmin kökleri daha eskiye kadar götürülebilmekle beraber temel olarak bu düşünce 19. yüzyılda filizlenmiştir. Temel prensibi bireyin özgürlük alanının olabildiğince geniş tutulmasıdır. Bu nedenle bireyi kısıtlayan hukuki, ahlaki, dinî ve toplumsal nitelikli bütün kuralların ve bu kurallar ile oluşturulmuş bulunan devletin tamamen ortadan kaldırılmasını savunmaktadır. Anarşizme göre
adı devlet olsun ya da olmasın, her türlü otorite er ya da geç kendi içinde bulunmayanları yönetip kontrol altına alacak araçları ortaya çıkaracak bir yapıya sahiptir. Otoriteye karşı gösterilen sert tavrın temel sebebi budur. Proudhon, kronolojik olarak kendini anarşist ilan eden ilk sosyal devrimcidir. Sorunlara aradığı çözümlerde kesin ve kısa yolları tercih etmeyişi onu zamanının diğer düşünürlerinden ayırır. Proudhon’da devlete ve kurumlarına ve din kurumuna
karşı bir güvensizlik duygusu hâkimdir ve bu nedenle devletin ve bir kurum olarak dinin varlığına karşıdır. Ona göre sorunların kendisi kadar çözümleri
de karmaşık olacaktır. Proudhon bilinen tanımıyla özel mülkiyete karşı çıkmış ve bu tip mülkiyeti hırsızlık olarak addetmiştir. Aynı zamanda kollektivist düşünceye de karşı çıkmıştır. Proudhon mülkiyete kökten karşı değildir, meşru bir mülkiyet hakkı tanınmasında ona göre bir sakınca yoktur. Proudhon’a göre liberal düşüncenin ortaya çıkardığı mülkiyet hakkı ve bölüşüm sistemi doğru işlememektedir ve adaletsizdir. Doğru olan, herkesin üretime katkısı kadar mal üzerinde mülkiyet hakkının olmasıdır. Toprak ise mülkiyet hakkı tanınamayacak bir varlıktır. Herkese kredi kanalının faizsiz olarak açık olduğu anarşist bir toplum öngörür. Devletin ortadan kaldırılması gerektiğini savunan Proudhon federatif yapıya sahip bir oluşuma ve bireyler arası anlaşma özgürlüğünün sağlanmasına değer vermiştir. Dönemin anlamıyla devletin ortadan kaldırılmasından Proudhon’un anladığı, devletin sadece temsili demokrasi olarak değil, aynı zamanda otoriter sosyalizm ya da komünizm olarak da ortadan kaldırılmasıdır.


#63

SORU:

Karl Marx kimdir, açıklayınız.


CEVAP:

David Ricardo’nun ekonomik görüşlerinden etkilenen/yararlanan Karl Marx klasik yaklaşımın birçok elementini analizlerinde kullanmış fakat bu görüşleri farklı bir perspektifte ve yeni analitik düşünceleri de ekleyerek sunup klasik teoriden ve
onun çıkarımlarından tamamen farklı sonuçlara ulaşmıştır. Marx’a göre kapitalizim de dâhil olmak üzere tüm ekonomik sistemler doğası gereği sınıf çatışmalarına gebedir ve kapitalizimde bu çatışma piyasa güçleri tarafından ortadan kaldırılamaz. Klasiklerden farklı olarak sınıf çatışmasının kapitalistlerle
toprak ağaları arasında değil de kapitalistlerle (burjuvazi) işçi sınıfı (proleterya) arasında olduğunu savunur.


#64

SORU:

Marksist Düşünceyi açıklayınız.


CEVAP:

Marx “klasik emek değer teorisini” Ricardo’dan farklı kullanarak işçilerin burjuvazi tarafından sömürüldüğünü ortaya koymuş ve kapitalizmi eleştirmiştir. Sömürü, sistemle iliştirilmiştir ve işçinin sömürülmesinin nedeni üretim araçlarına sahip olmamasındandır. Ricardo ise emek değer teorisini gelirin uzun dönemde nasıl dağılacağı konusunu analiz etmek için kullanmıştır. Marx tarihsel değişime sebep olan güçlerin neler olduğunu analiz etmiş ve bu gücün teknolojik
değişimler olduğunu savunmuştur. Bunun yanında gelir dağılımının, kâr oranlarının nasıl bir seyir izleyeceği ve büyük halk yığınlarının refahının uzun
dönemde nasıl bir süreç izleyeceği analiz ettiği konuların başında gelir.
Marx, aynı klasikler gibi, kapitalist sistemin dinamik elementinin kâr peşinde koşan kapitalist sınıf ve onun aktiviteleri olduğunu savunur. Fakat klasik iktisatçılardan farklı olarak kapitalist sınıf ve onun aktivitelerinin uzun dönemde proletarya ve toplumun çıkarlarına ters düşeceğini ve bunun da sistemin çöküşüyle sonuçlanacağını öngörür. Marx’a göre ekonomik büyümenin belirleyicileri teknolojik değişmeler ve ölçeğe göre artan verimlerdir. Teknolojik nedenlerden dolayı firmalar büyüyecek ve piyasalarda piyasa yoğunlaşması
(tekelleşme) gerçekleşecektir. Marx düşünsel anlamda ütopik sosyalistlerden farklıdır. Ütopik sosyalistler toplumu doğrudan bir bütün olarak ele alır ve yeni topluma geçişin sadece toplumsal bir bilinç değişikliği ile sağlanabileceğine
inanırlar. Bu yaklaşım sınıflar üstü ve sosyal sınıfları tarihsel dönüşümün merkezi olarak görmeyen bir düşüncedir. Marx’a göre ise ekonomik ve sosyal sınıflar dönüşümün merkezini oluşturur. Kapitalist toplumdan sosyalizme geçişi sağlayacak sınıf Marx’a göre proletaryadır.


#65

SORU:

Marx’ın Felsefesi ve Diyalektik Materyalizm'i açıklayınız.


CEVAP:

Kapitalizmin Marxist analizi Hegel’in tarih teorisine dayanır. Hegel, tarihin tekrarlardan oluşmayan ve ileriye doğru hareket eden bir süreç olduğunu
ve bu sürecin de tez, antitez ve sentezden oluşan üçlü bir yapının ilişkisinden oluştuğunu savunur. Bu üçlü gücün ideolojik olması nedeniyle bu güçlerin
analizi tarihsel kanunların bulunmasına yardımcı olacaktır. Hegel’e göre herhangi bir zaman diliminde her toplumda her zaman hâkim bir görüş (tez) mevcuttur ve bu görüş onun karşısında kısa zamanda çatışan başka bir görüş (antitez) bulur.
Tez ve antitezin çatışması ise daha iyi bir görüş olan sentez’in ortaya çıkmasına sebep olur. Sentez toplumdaki yeni hâkim görüştür (yeni tez). Bu tez yine antiteziyle çatışarak senteze dönüşür ve bu ileriye dönük doğrusal süreç tez, antitez ve sentez şeklinde devam eder. Hegel bu sonu gelmeyen ve zincirleme görüşlerin çatışması sonucunda tarihsel sürecin devam edeceğini ve değişimin (evrimin) kökeninde görüşlerin çatışması olduğuna inanır. Hegel bu süreci ve sürecin analizini “diyalektik” olarak adlandırır. Marx da tarihsel süreci analizinde Hegel’in görüşüne benzer bir yol izler ve oda süreci diyalektik olarak adlandırır. Fakat Hegel’in diyalektiği idealistik, Marx’ın diyalektik anlayışı ise materyalistiktir.
Hegel’in sürecinde değişen görüşlerdir, Marx’ın tarihsel sürecinde ise değişen yapıdır. Bu nedenle Marx’ın tarihsel süreci ve yaklaşımı “diyalektik materyalizm”
olarak bilinir. Marx’a göre tarihsel değişimin en önemli belirleyicisi materyalistik ya da ekonomik değişimdir. Marx feodalizm ve kapitalizm gibi sosyal yapıların
tarihsel bir evrimin doğal sonucu mu yoksa tesadüfî olarak mı ortaya çıktığı sorusunu cevaplamaya çalışmış ve tarihsel değişimin diyalektik materyalizm
teorisiyle açıklanabilecek ve aynı zamanda tahmin edilebilecek evrimsel bir süreç olduğunu savunmuştur. Bu anlamda Marksist teoride değişmeyen tek şey değişimdir ve tarihsel değişimin en önemli belirleyicisi ekonomik değişimdir.
Marx’a göre sınıfsız bir toplum olacağı öngörülen komünizm hariç bütün toplumlar “üretim güçleri” ve “üretim ilişkileri” olarak iki kısıma ayrılır. Üretim güçleri toplumun mal ve hizmetlerin üretiminde kullandığı üretim teknolojisidir
ve kalifiye emek, bilimsel bilgi, fiziksel sermaye, üretimde kullanılan araç-gereçler olarak ortaya çıkar ve kullanılır. Üretim ilişkileri ise kişiler arası, sosyal ilişkiler bütünü, mülkiyet ilişkisi ve kişiler ile mallar arasındaki ilişkiler şeklinde ortaya çıkar ve toplumsal “oyunun kuralları”’dır. Üretim ilişkilerinin düzenlenebilemesi için gerekli kurumsal yapıyı ifade eder. Marx’a göre “üretim güçleri” doğası gereği dinamiktir ve altyapıyı oluşturur. Öte yandan “üretim
ilişkileri” ise statiktir ve genel anlamda toplumun sanat, kültür, müzik, felsefe, yargı ve din gibi yapılarından oluşan “toplumsal üstyapı” olarak adlandırdığı
kurumlar tarafından desteklenir. Üst yapının görevi üretim ilişkilerinin sağlam bir şekilde ayakta durmasını sağlamak kısaca toplumdaki mevcut statükoyu korumaktır. Marx’ın tarihsel değişime olan diyalektik yaklaşımına göre statik “üretim ilişkileri” tez ve dinamik “üretim güçleri” ise antitez’dir. Her tarihsel aşamanın başlangıcında “üretim güçleri” ve “üretim ilişkileri” arasında uyum söz konusudur fakat bu uyum “üretim güçleri”’nde teknolojik değişme ve
ilerleme dolayısıyla meydana gelecek değişme ile yerini çelişki ve çatışmaya bırakır. Statik “üretim ilişkileri” ve üst yapı kurumları artık dinamik altyapıya
(teknoloji) uygun değildir. Altyapı ile üst yapı arasındaki çatışma ve uyumsuzluk kendisini Marx’a göre sınıf çatışmaları olarak ortaya koyacaktır. Sınıflar arası çatışma ise yeni “üretim güçleri” ile uyumlu yeni “üretim ilişkileri” ve üst yapının
oluşmasına sebep olacaktır. Bu yeni “üretim ilişkileri” Marx tarafından sentez (aynı zamanda yeni tez) olarak adlandırılır ve tez ile anti tezin çatışması
sonucu ortaya çıkmıştır. Bu noktada tekrar “üretim güçleri” ve “üretim ilişkileri” arasında uyum söz konusudur ve zamanla üretim güçlerindeki (teknolojik)
değişme ile yeni bir çatışmacı süreç tekrar başlamaya gebedir ve herzaman altyapı üst yapıyı belirler. Marx’ın tez, antitez ve sentez üçlüsüyle tarihsel
sürecin evrimini açıklaması Hegel’in diyalektiği ile mantık olarak aynıdır. Temel fark Hegel’e göre çatışma fikirler (ideolojiler) arasında iken Marx’a göre çatışma hep toplumdaki sınıflar (kapitalist toplumda burjuvazi ile proletarya) arasındadır. Kısaca tarih, sınıf çatışmalarının tarihidir. Marx her toplumsal yapının kendi sonunu hazırlayacak altyapısal yıkım tohumlarını özünde taşıdığını ve bu sebeple aynı feodalizmin teknolojik değişmeler sonucu yerini kapitalizme terk ettiği
gibi, kapitalizminde aynı süreç sonucu yerini yeni kurum ve üstyapısyla sosyalizme bırakacağını öngörmüştür. Sosyalizmden sonra ise sınıfsız ve devletsiz
bir toplum olan komünizme erişilecektir. Marx, kendi diyalektiği bağlamında değişim ve gelişmenin yavaş yavaş ve zamanla olmak yerine iki karşıt olgunun karşılaşması sonrası sıçrama şeklinde olacağını savunmuştur. Nitekim teorisinin son evresinde proletaryanın isyan etmesi ve otoriteyi kendi ellerine alıp yeni düzeni kurması, burada bahsi edilen sıçramayla ilintilidir.


#66

SORU:

Emek-Değer Teorisi'ni açıklayınız.


CEVAP:

Kapitalizmi feodalizm gibi önceki toplum yapılarından ayıran temel fark emekle diğer üretim araçlarının sahipliliğinin ayrışmasıdır. Bu fark sermaye sahibi kapitalistler ile emeğinden başka bir şeyi olmayan işçi sınıfından oluşan iki sosyal sınıflı toplumda mal ve hizmetlerin alım-satımı ve işçi ücretleri konusunda kontrat yapma ilişkilerinin varlığını ortaya koyar. Marx’a göre piyasa için üretim yapılmayan kapitalizm öncesi toplumlarda mallar “kullanım değeri” için üretilmiş, kapitalizmde ise malların üretimesinin amacı piyasaya yönelik “değişim değeri”
için olmuştur. Marx, malları (metaları) değer bağlamında açıklar. Buna göre bir malın kullanım değeri, bireylerin o mala atfettiği önemle yani sağlayacakları
marjinalistler bağlamında faydayla ölçülür. Dolayısıyla bir malın kullanım değeri, bireylerin sübjektif olan yargılarına bağlıdır. Öte yandan değişim değeri, tüm malların ortak ve standart olabilecek bir ölçü temelinde (üretim temelinde) ele
alınması ve değeri oluşturan birimin, bahsi geçen malın üretilmesinde harcanan emek-zaman miktarı olması gerekir. Marx öncesi Adam Smith, David Ricardo benzeri klasik iktitisatçılar analizlerine bir malın değerinin (fiyatının) nasıl belirlendiği sorusuna cevap arayarak başlarlar. Marx ise malların nispi fiyatlarının
nasıl belirlendiğiyle ilgilidir. Bu bağlamda Ricardo’nun “emek değer teorisi”nden yararlanır ve bir malın diğer mallar cinsinden değerinin o malın üretilmesinde kullanılan emek-zaman tarafından belirleneceğini ortaya koyar. Bir malın üretilmesinin sosyal maliyetini sadece onun üretilmesi gereken emek oluşturur. Sermaye biriktirilmiş/ stoklanmış emektir.


#67

SORU:

Artı Değer ve Emeğin Sömürüsü'nü açıklayınız.


CEVAP:

Klasik iktisatçılar emek-değer teorisini değerin (fiyatın) nasıl belirlendiğini açıklamak için kullanırken Marx bu teoriyi değerin emek tarafından yaratıldığı fakat emeğin kapitalist toplumlarda burjuvazi tarafından sömürüldüğünü ortaya koymak için kullanmıştır. Malların üretiminin koordinasyonunu sağlayan kişi kapitalistir ve üretmek için iş gücünün emeğine ihtiyaç duyar. Bunun için emeğini satmak isteyen işçileri arar ve bunlarla sözleşme yapma yoluna gider. Ödediği ücret karşılığında kapitalist, işçinin sunması gereken emeği satın almış olur. Bu, işçinin kapitaliste kullanım değeri hakkını vermesidir. İş gücünün emeği kullanıldıkça tükeneceğinden her seferinde yeniden üretilmesi, bir başka deyişle emeğin hayatını idame ettirebilmesi gerekecektir. İşte sözleşmede belirlenen ücret, işçinin hayatını idame ettirebilmesini sağlayacak geçimlik ücret düzeyidir.
İş gücü kapitalist tarafından tüketildikçe, bu tüketimin iki yansıması görülür: Birincisi, emek tüketildikçe yeni mallar üretilir. Öte yandan emeğin kullanımı sonrasında bir de artı değer ortaya çıkar. Marx’a göre her toplumda emeğin kullanımı sonucu üretilen mal ve hizmetlerin piyasa değeri, o malların üretilmesinde kullanılan emeğe ödenecek ücretten (sosyal maliyetten) daha büyüktür. Yani üretilmiş mal ve hizmetlerin satılması sonucu kapitalistlerin toplam hâsılatı emeğe ödeyecekleri maliyetten daha büyüktür. Toplam satış hâsılatı ile sosyal maliyet arasındaki bu fark Marx tarafından “artı değer” olarak adlandırılır. Artı değer Marx’a göre emek tarafından yaratılır fakat üretim araçlarının sahipliğine sahip olmadığından dolayı bu artı değer kapitalistler tarafından emekten alınır/ çalınır. Bu emeğin sömürüldüğünün göstergesidir.
Marx, sermayenin emek gücüne dönüşen kısmına değişken sermaye; tüm materyal ve emeğin kullandığı araçlara dönüşen kısmına da sabit sermaye
adını verir. Değişken sermayenin değeri, üretim süreci boyunca değişebilirken sabit sermayenin değeri üretim süreci boyunca aynı kalır. Sömürü oranı, artık değerin kullanılan değişken sermaye ile ilişkisinden ortaya çıkar. Kapitalist
için önemli olan sömürü oranının artırılmasıdır. Bu oranın artması için: Ya ödenen ücret sabit iken işçilerin daha fazla saat çalıştırılması sağlanmalıdır ya da malların üretilebilmesi için gereken emek-zamanı süresi azaltılmalıdır.


#68

SORU:

Yedek Sanayi Ordusu kavramını açıklayınız.


CEVAP:

Klasik yaklaşım kapitalist bir toplumda kârların varlığını Malthusun nüfus teorisine dayandırırken Marx bu teoriyi reddeder. Klasik düşünürlere göre
sermaye birikimindeki artışlar emek talebinin artmasına ve bu artışında ücretlerin artması sonucu kârların azalmasına sebep olacaktır. Fakat ücret
artışları nüfus ve aktif iş gücünün artmasına sebep olacak ve bu durumda da ücretler tekrar azalma eğilimine girerek karların sıfırlanması olasılığının
ortadan kalkmasına sebep olacaktır. Bu bağlamda Malthus’un nüfus terisiyle klasik düşünürler hem karların varlığı ve sürecinin nasıl olacağını ve de ücretlerin
nasıl belirlendiği ve seyrinin nasıl olacağını açıklarlar. Marx, Malthusun nüfus teorisini reddeder. Marx’a göre sermaye birikimindeki artışlar emek talebinin artmasına ve bu artışında ücretlerin artması sonucu kârların azalmasına sebep olacaktır. Fakat ücretler artışları dolayısıyla kârların sıfırlanması yedek işsizler ordusunun varlığından dolayı söz konusu olmayacaktır. Emek piyasasında her
zaman emek arz fazlası söz konusudur ve bu fazlalık ücretlerin düşük tutulması ve sonucunda da artı değer ve pozitif ekonomik kârların korunmasına
sebep olacaktır. Yedek işsizler ordusu, ücret ve kâr oranları Marx’a göre konjonktürel dalgalanmaların sürecine bağlı olarak farklılık gösterecektir. Sermaye birikiminin ve ekonomik aktivitenin artış (büyüme) dönemlerinde ücretler artar ve yedek işsizler ordusu küçülür. Ücretlerdeki artış kârların azalmasına ve bu durumda kapitalistin göreceli olarak pahalılaşan emek yerine fiziksel sermayeyi ikame etmesine sebep olur. Emeğin sermaye ile ikamesi işsizliğin tekrar artmasına ve ücretlerin azalarak kârların yeniden artarak eski düzeyine dönmesine sebep olur. Emeğin sermaye ile ikamesi sonucu ortaya çıkan
işsizliğe “teknolojik işsizlik” denir ve klasik yaklaşım uzun dönemde bu tür işsizliğin söz konusu olamayacağı görüşüne sahiptir. Marx ise bu tür işsizliğin uzun dönemde de geçerli olacağını ortaya koyarak “Say Kanunu”nu ve onun çıkarımı olan tam istihdam öngörüsünü reddetmiş olur.


#69

SORU:

Azalan Kâr Oranları kavramını açıklayınız.


CEVAP:

Aynı Smith, Ricardo, Mill vb. klasik iktisatçılar gibi Marx’ta uzun dönemde kapitalist bir toplumda kâr oranlarının azalacağı öngörüsünde bulunur. Kârların azalmasına ise mal ve emek piyasalarındaki rekabet sebep olacaktır. Kapitalistin amacı kâr maximizasyonudur ve bu amaçla sürekli olarak sermaye birikimini artırmak isteyecektir. Sermaye birikimindeki artışlar emek talebinin ve sonucu olarak da ücretlerin artması na ve yedek işsizler ordusunun küçülmesine sebep olarak kârların azalmasına neden olacaktır. Ücretlerdeki artış kapitalistin göreceli olarak pahalılaşan emek yerine fiziksel sermayeyi ikame etmesine ve sermaye birikimini daha da artırmasına sebep olur ki bu gelişme kâr oranlarının daha fazla düşmesiyle sonuçlanacaktır. Mal piyasalarındaki rekabet de kapitalistlerin sürekli olarak üretim maliyetlerini düşürmek suretiyle daha düşük fiyattan mal satma istekleri neticesinde kâr oranlarının sürekli düşüşler göstermesine sebep olacaktır. Üretim maliyetlerini düşürmek amacıyla kapitalistler sürekli olarak maliyeti düşürecek üretim teknik ve metodlarını bulma çabasında olacaklardır ve bu çabada her zaman daha fazla teknoloji yoğun sermaye birikiminin artışını gerektirecektir. Bu çaba da yine kâr oranlarının düşmesiyle sonlanacaktır. Teorik olarak sermaye miktarındaki artışların kâr oranları üzerine ters yönlü iki tür etkisi mevcuttur; Birincisi, sermaye miktarındaki artışlar ceteris-paribus varsayımı altında azalan verimler yasası gereğince kâr oranlarının azalmasına sebep
olur. Öbür yandan, sermaye miktarının artışı yeni teknolojileri de içerisinde barındırması dolayısıyla verimlilik artışı ve maliyet azalışı yaratacağından
kâr oranlarının artmasına sebep olur. Sonuç teorik olarak belirsizdir. Marx’ın öngörüsünün gerçekleşmesi bu iki farklı ve ters yönlü etkiye sahip güçten
azalan verimlerin azaltıcı etkisinin teknolojik ilerlemenin yaratacağı artırıcı etkiden büyük olmasına bağlıdır. Her bir kapitalistin kâr konusundaki doyumsuzluğu, kâr oranlarının azalmasının esas sebebidir ve Marx’a göre kapitalist sistemin çöküşü kâr oranlarının azalması sonucu gerçekleşecektir.


#70

SORU:

Konjonktürel Dalgalanmalar ve Krizler kavramını açıklayınız.


CEVAP:

Marx’a göre üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki sürekli çatışma kapitalist toplumlarda periyodik resesyonlara sebep olacaktır. Periyodik krizler kapitalist sistemin doğası gereğidir. Marx, Ricardo ve diğer klasiklerin Say Yasası ile ilgili çıkarımları olan bir “barter ekonomisi” ile kapitalist ekonomi arasında hiçbir fark yoktur ve paranın rolü sadece değişim aracıdır ve emeğin uzmanlaşmasını
sağlar görüşlerini reddeder. Çünkü Marx’a göre kapitalist sistemde kapitalistin amacı kârdır ve kapitalist parayı (M) mala (C) ve daha sonrada süreç sonucu üretilen malı tekrar paraya (M’) çevirir. Süreç sonucu kapitalistin başladığı para miktarı ile süreç sonucu eline geçen para miktarı arasında fark vardır ve M’ > M’dir. Marx bu farkı kapitalistin eline geçen artı değer olarak görür. Aynı zamanda
artı değerin varlığı kapitalist piyasa ekonomisinde paranın fonksiyonunun sadece değişim aracı olmadığını da ifade eder. Marx’a göre toplam arzın toplam talepten büyük olması kapitalist toplumda her zaman mümkündür ve kâr oranlarındaki değişmeler yatırım harcamalarının artışı ile sonuçlanacaktır. Yatırım harcamalarındaki volatile ekonomik aktivitedeki dalgalanmaların temel sebebidir. Marx’a göre teknolojik patlamalar, sermaye birikiminin artışı yoluyla daha önce belirtilen süreç sonucunda kâr oranlarının uzun dönemde azalmasına ve kâr oranlarındaki azalma da sermaye birikimideki azalmaya sebep olarak resesyona yol açar. Fakat ekonomik durgunluk kendi içerisinde yeni ekonomik büyümeyi
gerçekleştirecek elementleri de taşır. Resesyon yedek işsizler ordusunun büyümesi ve dolayısıyla ücretlerin azalması anlamı taşır. Ücretlerin azalması
ise kapitalistler için yeni kâr olanakları anlamına gelir ki ve bu durumda yeniden bir sermaye birikimini artırma ve ekonomik büyüme trendi yakalama süreci başlar.


#71

SORU:

Piyasa Yoğunlaşması ve Sermayenin Merkezileşmesi kavramını açıklayınız.


CEVAP:

Marx, kapitalist sistemlerde mal piyasalarındaki firmaların büyüklüğünün kontrol etmek istedikleri sermaye birikimlerinin artması nedeniyle büyüyeceğini
ve rekabetçi piyasaların sonuçta yoğunlaşma yoluyla tekelleşme eğilimine gireceğini öngörür. Piyasa yoğunlaşmasının arkasında yatan önemli neden sermayenin merkezileşmesinde yatar. Çünkü büyük firmalar, ölçek ekonomileri yoluyla küçük firmalara göre daha düşük ortalama maliyetlere sahip
olacaklardır. Sermaye birikimi, ölçek ekonomileri, finansal piyasaların büyümesi ve ekonomik aktivitenin Anonim Şirketler (A.Ş.) şeklindeki firmalar tarafından
organize edilmesi piyasa yoğunlaşması ve sermayenin belirli ellerde toplanması (merkezîleşmesi) sonucunu doğurur.


#72

SORU:

Marx ve diğer Sosyalistleri karşılaştırınız.


CEVAP:

Marx’ın görüşleri aslında daha önceden tahmin edilen veya ortaya konulmaya çalışılan birtakım fikirlerden kaynak almış olabilir. Kapitalizmin mutlu bir sona gitmeyebileceğini ve sürdürülemeyecek bir noktası bulunduğunu belirtmeye çalışan pek çok iktisatçı-filozof bulunmasına rağmen Marx’a kadar hiçbirisi kapitalist sistemin en temel yapı taşlarını materyalist anlamda incelemeye tabi tutmamıştır. Dolayısıyla Marx’ın bu noktada başardığı hem materyalist ve detaylı bir inceleme yapmış olması hem de tarihsel bir süreç içerisinde toplumun nereden geldiğini araştırıp nereye gideceğini göstermeye çalışan bir teori üretmesidir. Marx’ın fikirleri, onun materyalist bakış açısından dolayı ütopik sosyalistlerle uyuşmamaktadır. Marx kadar ütopik sosyalistler de kapitalist sisteme olan güvensizliklerini dile getirmiş olmalarına rağmen, çözümün gerçekleşmesi ve sorunun tam olarak nereden kaynaklandığı gibi konularda ayrışmalar mevcuttur. Müdahaleci-devletçi sosyalizm görüşleri ile Marx’ın bir karşılaştırılması yapılacak olursa aradaki en önemli fark devlete biçilen roldür. Müdahaleci anlayışa göre devlet toplumsal düzenin kurulması ve kalıcı
hâle getirilmesinde yadsınamaz bir role sahiptir. Ancak Marx devlete, proleteryanın kendi bilincine ulaşıp kapitalist sistemi yıkmasından sonra sadece kısa bir süreliğine, geçiş aşaması süresince yer verir. Geçiş aşamasından
sonra Marx’ın düşüncelerinde devlet ve devletin düzenlemelerine yer yoktur.
Marx, Sismondi’nin gündeme getirdiği eksik talebe çözüm olarak toprağın mülksüz köylülere dağıtılması önerisine karşı çıkmıştır. Öte yandan yetersiz efektif talebe Owen tarafından bulunan kooperatif tarzı üretimi de desteklememiştir. Bunun nedeni Marx’ın, kapitalistlerin kendi firmaları bünyesinde çalışanlara sadece ve sadece geçici bir süre için göreli bir refah artışı sağlayabileceğidir. Marx, kapitalistlerin bu göreli refah artışını kalıcı olarak sağlayacağına inanmaz. Sosyalizmi ve Marx’ın düşünceleri arasında temel bir bakış açısı farkı bulunmaktadır. Bu fark, Marx’ın maddeci bakış açısına karşılık Hıristiyan sosyalizminin temsilcisi Charles Kingsley’in, sosyalizmi Hristiyanlık ile bağdaştırmasından ileri gelir. Marx’ın düşüncelerinde metafizik olgulara yer yoktur, çünkü ona göre metafizik olgular toplumsal değişim ve gelişmelerin nedenlerini açıklayamaz. Marx’ın devlet ve otorite hakkındaki görüşleri
temelde anarşistlerinkine benzerdir. İki görüşün ayrıldığı nokta, Marx’ın, dönüşüm sonrasında birtakım düzenlemelerin yapılması ve kapitalizmin getirdiği baskı sisteminin tekrar uyandırılmaması için gerekli tedbirlerin alınması amacıyla devletin varlığına kısa bir süre yer vermek şeklindeki düşüncesidir. Anarşizm bu noktada Marksist düşünceye şu eleştiriyi getirmektedir: Hangi sistem nasıl kurulmuş ya da oluşturulmuş olursa olsun, bir sistemin içinde otoriteye ve otoriter güce yer verilmesi er ya da geç o sistem içerisinde birilerinin kontrolü ele
almasına ve ellerindeki gücü kötüye kullanmasına yol açabilecektir. Bu noktada anarşizm otoriter sistemi kurma ihtimali olan en ufak bir düşünceye bile şiddetle karşı çıkmaktadır. Bu durumda anarşizmin, insanların birlikte nasıl yaşayacağı sorusuna getirdiği yanıt, bireylerin kendi serbest iradelerine dayalı olarak yapacakları sözleşmelere olanak tanımaktır.